İsa'nın Peşinde

679 Words
İbrahim, dik duruşunu bozmayarak gözlerini ufka dikti. Güneş, Mardin’in taş sokaklarının arasından çekilirken, gökyüzü kızıla çalıyordu. İçinde kaynayan öfkeyle, geçmişin acı dolu anıları zihnine hücum etti. Babası... Kanlar içinde yere yığıldığında, henüz on sekizinde yoktu. Silah sesinin kulaklarında bıraktığı çınlama, hâlâ bazen geceleri rüyalarına giriyordu. Abisi Harun, bu yükü taşıyamamış, daha cenaze toprağa inmeden şehri terk etmişti. O günden sonra da geri dönmemişti. Oysa İbrahim kaçmamıştı. Kaçmayı aklının ucundan bile geçirmemişti. Babasının cesedi yerde yatarken o ayağa kalkmış ve ailesinin sorumluluğunu üstlenmişti. O günden sonra kendine tek bir yol çizmişti: Güç ve İntikam. Bu yüzden evlilik düşünmemiş, birini hayatına almayı aklının ucundan bile geçirmemişti. Babasının intikamı almadan huzur ona haramdı. Mutluluk, hakkı değildi. Şimdi, yıllardır izini sürdüğü İsa’nın geri döndüğüne dair söylentiler kulağına gelmişti. Onu bu topraklara geri getiren neydi? Cesaret mi, yoksa bir oyun mu oynuyordu? İbrahim’in dudakları acı bir gülümsemeyle kıvrıldı. Fark etmezdi. Çünkü bu sefer kaçamayacaktı. Yürüyüşünü hızlandırdı. Yol boyunca elini belindeki silahın üzerinde gezdirdi. Soğuk metalin varlığı içindeki öfkeyi daha da körüklüyordu. O gün, babasının kanı yere akarken, kendine verdiği sözü hatırladı: *"Baba, senin kanını yerde bırakmayacağım. Sana yemin olsun."* Başka bir kahveye yöneldi. İçeride, eski dostlarından biri olan Mahmut oturuyordu. Mahmut, onu görünce hemen doğrulup selam verdi. “Hoş geldin, İbrahim Ağa.” İbrahim başını hafifçe salladı, sesi buz gibiydi. “İsa nerede?” Mahmut’un yüzü gerildi. İçinden bir küfür savurdu, belli ki bu sorunun geleceğini tahmin etmişti. Ama İbrahim’den bir şey saklamak mümkün değildi. “Duyduğuma göre eski hanın arkasındaki depolardan birini kullanıyor. Ama—” İbrahim daha fazlasını dinlemedi. Dönüp eski hanın olduğu yola doğru yöneldi. Gecenin karanlığı çökmeye başlamıştı. Sokağın tenha olması işini kolaylaştıracaktı. Kimse onu durduramazdı, durdurmaya kalkışan olursa da bedelini öderdi. İsa... Bu sefer kaçamayacaktı. ... İbrahim, hanın arkasındaki depoya vardığında adımlarını sessizce attı. Gece karanlığı içinde bile vücudu güçlü ve tehditkârdı. Geniş omuzları, sert hatlara sahip çenesi ve gür saçlarıyla, bir gölge gibi sessiz ama korkutucu bir varlık yayıyordu etrafa.Yeşil ela gözleri, loş ışıkta bile keskin bir bıçak gibi parlıyordu. Kapı hafif aralıktı. İçeriden gelen rutubet ve toz kokusu, eski taş duvarların arasında yankılanan sessizlikle birleşmişti. İbrahim, kollarındaki kasların gerildiğini hissetti. Parmakları belindeki silahın soğuk metaline hafifçe dokundu. Her zaman olduğu gibi tetikteydi. Sessiz adımlarla içeri süzüldü. Gözleri anında ortamı taradı. Birkaç tahta kasa, köşeye atılmış kirli bir battaniye ve kırık bir sandalye...Ama asıl dikkatini çeken, duvara dayalı eski bir sandalyenin üzerindeki cüzdan oldu. Yavaşça yaklaşıp cüzdanı açtı. İçinde bir kimlik kartı vardı. İsa’nın adı yazıyordu. İçinde bir alev yükseldi. Buradaymış. Cüzdanın yanında küçük bir çanta duruyordu. Açtığında birkaç eski gömlek, bir çakmak ve paslı bir çakı buldu. İşte, yıllardır aradığı adamın izini nihayet yakalamıştı. Babasının ölümü gözlerinin önüne geldi. O zaman çocuk sayılırdı, gözlerinin önünde babasının canını alırken hiçbir şey yapamamıştı. Ama şimdi, o çocuk büyümüştü. Tam o sırada, kapıdan hafif bir tıkırtı duyuldu. İbrahim, anında refleksle bir kolonun arkasına saklandı. Kaslı kolları tetikte, bedenindeki her kas harekete hazırdı. Kapı ağır ağır açıldı. Sarhoş bir halde sendeleyerek içeri giren adamı görebiliyordu şimdi. İsa. Saçları darmadağındı, gözleri kan çanağı gibiydi. Elinde salladığı şarap şişesiyle mırıldanıyordu: “Dön dediler… İşini hallettik dediler… Ama geçmiş her zaman peşinden gelir değil mi?” İbrahim, onun biraz daha yaklaşmasını bekledi. Tıpkı bir avcının, avının en savunmasız anını beklediği gibi… İsa, masaya yaklaşınca cüzdanını almak için uzandı. Ve işte tam o anda— İbrahim, gölgelerden bir hayalet gibi aniden ortaya çıktı. İsa’nın bedeni bir anda dondu. Gözleri büyüdü, elindeki şişe neredeyse kayıp düşecekti. Ve o anda, karanlığın içinden çıkan o korkutucu, yakışıklı ve sert adamla burun buruna geldi. İbrahim, gözlerini kısıp başını hafifçe yana eğdi. Geniş göğsü her nefes aldığında kalkıp iniyordu. “Burada ne işin var?” diye sordu İsa, sesi titriyordu. İbrahim, dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme yerleştirerek ağır bir adım attı. Kaslı kolları, adeta vücudundaki öfkenin bir yansıması gibiydi. “Bunu bana sen mi soruyorsun, İsa?” dedi, sesi buz gibi soğuktu. İsa, gözlerini sağa sola kaydırdı. Ama kaçış yoktu. İbrahim başını hafifçe yana eğdi, gözlerindeki ela yeşili parıltı gölgeler içinde yanıp sönüyordu. Ve o anda İsa’nın gözlerindeki korku, her şeyden daha fazla tatmin ediciydi. İbrahim, artık avının tam karşısındaydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD