“Sizinle arkadaşım ilgilenecek efendim. Benim yapılacak başka işlerim var.” Kaşlarımı çattım. Hayır kelimesinden oldum olası hiç hoşlanmazdım.
“Bana
karşı mı geliyorsun?”
“Kibar
bir dille işlerim olduğunu söylüyorum efendim.” Kadınların bana kafa
tutmalarına hiç alışık değildim.
“Sorun
şu ki ben kibarlıktan anlamam Lidya.” İsmiyle hitap ettiğim için şaşırmıştı
fakat kendini çabuk toparladı.
“Haydutların
kibarlıktan anlamadığını bilmem gerekirdi özür dilerim.” İşaret parmağımı
kaldırıp salladım. Bu kızla uğraşmak hoşuma gitmişti. Azıcık gözünü
korkutmaktan zarar gelmezdi.
“Konuşmalarına
dikkat et, dilin fazla uzun.” diyerek uyardım onu.
“Ne
yaparsınız? Yoksa keser misiniz?” Düşünür gibi görünmek için gözlerimi yukarı
kaldırdığım da çocukluğumdaki Bekir Çavuş gözlerimin önüne geldi. O her zaman
bir şey düşünürken yapardı bu hareketi. Bu anımı da tıpkı diğerleri gibi tozlu
raflara kaldırıp başımı aşağı yukarı salladım.
“İhtimaller
arasında…” Beklentimin aksine hiç de korkmuş gibi görünmüyordu. Bu beni daha
çok eğlendirdi.
“Dilimi
kesmenizdense beni öldürmenizi tercih ederim. Lakin içinde bulunduğum bu sefil
yaşantımdan kurtararak bana büyük bir iyilik yapmış olursunuz.” Demek burada
olmaktan dolayı memnun değildi, öğrendiğim bu bilgi her şeyi değiştirirdi işte.
Bakışlarım düşüncelerime eşlik ederek farklı bir tona büründü.
“Seninle
ortak bir yanımız varmış Lidya. Ne tuhaf bende sefil yaşantımdan kurtulmak için
can atıyorum ama gel gör ki beni öldürecek biriyle henüz karşılaşmadım” dedim
yarı alaycı yarı ciddi bir tavırla, sanırım içtiğim içkinin etkisiyle
çakırkeyif olmuştum. Şaşkınca yüzüme baktı. Gözleri denizi andırıyordu, masmavi
ve bir o kadar derin.
“Sizin
mi sefil bir hayatınız var?” Sanırım duyduklarına inanmamıştı, gerçi haksız
sayılmazdı.
“Beni
tanıyor musun?” Yüzümü inceledi ve çekinerek gözlerimin içine baktı.
“Sizi
kim tanımaz ki. Siz o meşhur Efsane’siniz efendim. Herkes sizden ölüm makinası
olarak söz ediyor. Sizinle karşılaşıp da hayatta kalan henüz hiç kimse
olmamış.” Kaderimin benim için biçtiği gömlekti bu.
“Fakat
benim hizmetimden memnun kalacağınızı düşünmüyorum. Arkadaşım sizinle seve seve
ilgilenecektir.” Doğru söylüyordu Elika onun aksine benimle ilgilenmek için can
atıyor görünüyordu. Az ileride dikilmiş ve gözlerini kısmış bir halde bizi
izleyen kadına kısa bir bakış atıp tekrar Lidya’ya döndüm. Kıskançlıktan
kudurduğuna bahse girerim. Bunu umursamadığımı belli ederek konuştum.
“Karşıma
otur Lidya. Seninle biraz sohbet etmek istiyorum.”
“Ne
dediğimi duymadınız sanırım.” diye karşı geldi. Sinirlerim bir anda gerilirken
boynumu iki yana esnettim.
“Sana
otur dedim” Sesimin tonundan ürkmüş olacak ki, çekingen ve gönülsüz bir şekilde
karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Şişeye uzanırken ona sordum.
“İçki
içer misin?”
“Ağzıma
sürmem. Ben Müslümanım.”
“Bataklığın
içinde bir gül ha! O halde ben tek başıma içeceğim.” dedim ve şişenin tıpasını
açıp bardağımı doldurdum o ise her bir hareketimi sessizce izledi.
“Az
önce bu hayatı sevmediğinizi ve kurtulmak istediğinizi söylediniz madem bu
hayatı sevmiyorsunuz, haydut olmayı neden seçtiğinizi merak ediyorum?”
Düşünceli bir şekilde ona bakınca yanakları kızardı. Gözlerini anında yere
indirdi, böyle bir yerde çalışan birine göre fazla utangaç ve ürkek
görünüyordu.
“Bunun
benim tercihim olduğunu da nereden çıkardın?” Kafası karışmış gibiydi.
“Oysaki
halinizden gayet memnun görünüyorsunuz.”
“Önyargılı
davranmak iyi değildir Lidya ayrıca görüntü her zaman doğruları yansıtmaz.
Kalbimdekileri bilmiyorsun.”
“Neredeyse
iyi biri olduğunuzu söyleyeceksiniz, oysa sizin kalpsiz olduğunuzu söylüyorlar”
dedi dudaklarında alaycı bir gülümsemeyle.
“Evet
doğru söylüyorlar.” dedim bardağımdakini kafama dikerek.
“İyilik,
sevgi, acıma ve daha pek çok duygu benim doğamda yok Lidya. Bu duygular yıllar
önce benden alındı.” Meraklı gözleri ışıl ışıl parladı.
“Oysa
bunların çözümü var efendim. Bir insan kalbinin yumuşamasını istiyorsa,
fakirleri doyurup öksüzlere şefkat göstermelidir. Aynı şekilde ilim sahibi
insanlarla oturup kalkmalıdır. Ayrıca pişmanlık… ” Sözlerine karşılık büyük bir
kahkaha atınca susmak zorunda kaldı. Bu kız oldukça eğlenceliydi.
“Benim
hayatımda böyle şeylere yer yok.” Boşalan bardağımı doldururken içten içe
kendime öfke duydum.
“Haklısınız
herkes kendi yolunu çizer ve tercih ettiği hayatı yaşar.”
“Peki
sen?” Gözlerimi gözlerine kilitledim, vereceği tepkiyi merak ediyordum.
“Bu
söylediğin senin içinde geçerli mi? Burada yaşamak senin tercihin mi?” Zoraki
yutkunurken başını eğdi. Yanan gözlerine yaşların dolmasını engellemeye
çalışıyordu.
“Geçen
hafta babam ölünce, üvey annem beni istemediğini söyledi ve zorla buraya
gönderdi. Babam oldukça dindar ve sevgi dolu bir insandı ama o kadında Allah
korkusundan eser yok.” Ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve parmaklarıyla
oynamaya başladı. Gözleri dolmuştu, belli etmemeye çalışsa da bunu
görebiliyordum.
“Haklısınız
benim tercihim değil ama iyi ya da kötü biri olmak, işte bu benim tercihim.”
Sesinin titrek çıkması beni etkilemişti, doğruları konuştuğunu
anlayabiliyordum.
“Ben
tercihimi yapalı uzun zaman oldu Lidya geri dönüşü olmayan bir yoldayım artık.”
İnceleme sırası ona geçmişti. Ürkek bakışları saçlarımda ve yüzümde gezindi bir
süre.
“Şey…
Sizin adınızı çok duydum ama inanın hayalimde oluşan Efsane ile hiçbir alakanız
yok. Görüntünüzle ve konuşmanızla diğerlerine hiç benzemiyorsunuz.” Ağzından
çıkanların farkına vararak anında pişman oldu ve yanakları kırmızılara boyandı.
“Nasıl
yani?”
“Yani
onlar gibi değilsiniz.” derken çekingen bakışlarını adamlarımın üzerinde
dolaştırdı.
“Benim
bildiğim haydutlar çirkin pis ve suratsız olurlar.” Bu defa memnun bir şekilde
küçük bir kahkaha attım. Gururum okşanmıştı. Elika başını çevirip baktığında
gözlerinden ateş okları fırlatıyordu.
“Bunu
iltifat olarak kabul ediyorum.” Onun da dudaklarında hafif bir gülümseme
belirirken, benim hakkımdaki düşünceleri değişiyor gibiydi.
“Sizin
hakkınızda çok şey söyleniyor. Gerçekten Türk müsünüz?” Bir anda sorduğu bu
soru beni afallatırken gözlerim karardı ve ani bir öfke bedenimi etkisi altına
aldı. Bu kız haddini aşarak fazla ileri gitmişti.
“Lidya”
Aniden kulaklarımızı dolduran Akram'ın karısının sesiyle, kadının başımızda
dikildiğini fark ettim. İnce kaşlarını çatmış öylece kıza bakıyordu. Aleni bir
şekilde onu inceledim üzerinde çiçek desenli bir elbise vardı ve beline mavi
bir mutfak önlüğü takmıştı. Dolgun yanakları, küçük çenesi ve yüzünü çevreleyen
kızıl kıvırcık saçlarıyla oldukça itici bir kadındı benim gözümde.
“Şu
yaptığına bak, içerde bir sürü iş varken sen burada oturup çene çalıyorsun.”
dedi öfkeyle kızı azarlayarak. Lidya korku ve utançla hızlıca ayağa kalktı.
“Özür
dilerim hanım efendi hemen gidiyorum.”
“Ona
kızmayın oturmasını ben istedim.” dedim sakin bir tonda. Kadın bana kısa bir
bakış atıp kıza döndü.
“Çabuk
mutfağa.” Ardından tekrar bana döndüğünde sesi az öncenin aksine oldukça
yumuşaktı.
“Bir
isteğiniz var mı efendim?” dedi kibar bir dille. Lidya aceleyle mutfağa
giderken uzaktan bizi izleyen Elika’nın sinsice gülümsediğini gördüm. Gözlerime
soğuk bir ifade yayıldı.
“Kızı
neden gönderdin?” dedim öfkeyle.
“Ah
efendim bunun için sizden bağışlanma diliyorum ama o burada çok yeni ve sizi
memnun edemeyecek kadar da tecrübesiz.”
“Buna
kendim karar verebilirim. Seni bir daha uyarmayacağım kadın sakın bir daha
masama gelip keyfimi kaçırayım deme.” Gözleri korkuyla açıldı, bana bakarken
oldukça ürkmüş görünüyordu.
“Üzgünüm
efendim emin olun bu olay bir daha tekrarlanmayacak.”
Kadın
aceleyle başıyla selam verip yanımdan ayrılırken, söylenerek içkimden bir kaç
yudum daha aldım ve derin bir nefes tazeledim. Bunca şeyi bu kıza neden
anlattığımı bilmiyordum, şarabın etkisiyle dilim çözülmüş olmalıydı. Bir de şu
gerçek vardı ki benimde sevmeye ve sevilmeye ihtiyacım olduğuydu. En çok da
sevmeye… Yirmi üç yaşındaydım ve bu yaşıma kadar hiç aşık olmamıştım. İşime
bağlı sadık bir adamdım ben, kadınlar hayatıma sadece tek gecelik girdiği için
uzun bir ilişkim olmamıştı. Zaten Cehennemin ortasında olduğumuz için tek
amacımız savaşmak ve de hayatta kalmaktı. Bu berbat yerde kadınlar sadece
eğlenmek için hayatımıza renk katıyordu o kadar.
O
sırada bulunduğum mekandaki demir kapının açıldığını fark ettim, üzerinde
dizlerine kadar uzanan siyah deri ceket ve siyah bere olan bir adam girdi
içeriye. Uzun boyluydu ve zayıf bir yapıya sahipti. Şüpheli ve tedirgin
hareketlerini anında fark ettim ve onu izlemeye başladım. Bir süre etrafta göz
gezdirdikten sonra otelin sahibi olan Akram adamın yanına giderek ona boş
masalardan birini gösterdi. Ayaküstü bir şeyler konuştular. Anladığım kadarıyla
adam birini arıyordu. Akram benim masamı işaret ettiğinde şapkalı adam beni
uzaktan dikkatle inceledi ve bana doğru yürümeye başladı. Demek ki bu yabancı
benimle ticaret yapacaktı. Masama gelip dikildi.
“Efsane.”
Beş yıl önce almıştım bu lakabı. Ona bakmadan yanıtladım.
“Ta
kendisi.” Elindeki çantayı masamın üzerine bırakıp sakince açtı. Umursamazca
bardağımı kafama diktim sonrada göz ucuyla çantaya baktım. İçi para doluydu,
başımı kaldırmadan konuştum. Adamın kim olduğu umurumda bile değildi.
“İş
nedir?”
“İki
kişiyi kaçıracaksın.”
Adamın
ince tiz sesinden çok söylediği ilgimi çekmişti. Bu defa başımı kaldırıp baştan
aşağı süzdüm onu. Bundan rahatsız olmuş gibi omuzlarını dikleştirdi ve duruşunu
sabitledi. Zayıflıktan gözlerinin ve yanaklarının içe doğru çöktüğünü fark
ettim. Esmer bir yüzü ve uzun sakalı vardı. Küçük gözleri de simsiyahtı. Adeta
ölümü andıran birine benziyordu. Bir an için bu güne kadar kaç kişinin canına
kıydığını merak ettim. En az benim kadar cani ve acımasız görünüyordu çünkü.
Evet
ben pek çok kişiyi öldürmüştüm hem de gözümü bile kırpmadan ama hepsi de eli
silahlı kişilerdi. Hiç bir zaman sivillere dokunmamış ve kaçırma olayına
girmemiştim açıkçası bu iş beni düşündürmüştü. Ben asla adam kaçırmazdım benim
işim gereksiz olan insanları ortadan kaldırmaktı.
“Böylesi
basit bir işi yapacak başka birilerini neden tutmuyorsun? Yoksa etrafında o
ikisini kaçıracak kadar cesur birilerini bulamadın mı?” Adamla dalga geçiyordum
sonuçta ben kimseden korkusu olmayan ölüm makinası değil miydim? Cevabı masamın
üstüne bir çanta daha koymak oldu ve bu defa kasılarak açtı onu.
“Patron
bu işi senin yapmanı istiyor. İş bittiğinde bir çanta daha verileceğinin
garantisini veriyorum.” Birden ciddiye bürünerek hiç düşünmeden konuştum.
“Boşuna
dememişler para her kapıyı açar diye. Tamam işi alıyorum.” dedim.
Beni
ikna etmişti. Bu kadar paraya hayır diyemezdim. Alt tarafı iki kişiyi
kaçıracaktık. Üstelik bu güne kadar yaptığım en basit iş olacaktı. Riski yok
denecek kadar azdı. Ayrıca yanımda çalışanların arasında ayrılmak isteyen iki
adamım vardı ve onları bugüne kadar ki hizmetlerinden dolayı yüklü miktarda
para vererek göndermek istiyordum. Kendilerine yeni bir hayat kurmaları için
destek olmalıydım. Bunu ben yapamıyordum ama en azından başkalarına kanat
takabilirdim. Bu işi onlar için kabul etmiştim. Beynim bu düşüncelerle
çalkalanırken adam masamın üstüne kapalı bir dosya bıraktı.
“Bütün
bilgiler burada yazılı. Bir haftan var.” dedi ve sessizce çekip gitti. Onun
gidişiyle dosyayı alıp yavaşça ayağa kalktım. Uyumam gerekiyordu, zorlu bir gün
geçirmiştik üstelik de hafif sarhoş olmuştum. Merdivenlere doğru yürürken Lidya
çıktı karşıma. Gözlerinde gördüğüm şey hayal kırıklığından başka bir şey
değildi.
“Görüntünüz
haydutlara benzemiyor olabilir ama ne yazık ki sizin ruhunuz kirlenmiş.”
Sanırım adamla konuştuklarımı duymuştu.
“Sen
burada çalıştığın halde masum kalabilir misin bana onu söyle?” diyerek
tısladım. Nasıl ki bu haydutların içinde onlardan biri haline dönüşmem benim
için kaçınılmaz bir son olduysa, bu kızın da böyle bir yerde temiz kalması
mümkün değildi.
“Elbette.”
dedi kararlı bir şekilde burnunu kaldırarak. Bunu beklemediğim için bir an
şaşkınlık yaşadım ve kendinden emin görüntüsünü inceledim.
“Allah
dilerse her şey mümkün olur. Ateşin Hz İbrahim’i yakmadığı gibi, Hz Musa’nın
koca nehirde boğulmadığı gibi beni de kirlenmemiş bir halde bu bataklıktan
çekip kurtarır. İnanıyorum çok yakında hiç ummadığım bir yerden bana yardım eli
uzanacak.” Onda ki bu inanç bir an için beni düşündürmüştü ama yine de komik
bir şey söylemiş gibi imalı bir şekilde güldüm.
“Hayal
aleminde yaşıyorsun.”
“Asla…
Sizin için de Allah’a dua edeceğim.”
“Boşuna
vaktini harcama, bu saatten sonra benim için hiçbir umut yok.”
“Allah
büyüktür efendim. Hiç umulmadık çıkış kapıları açar ve bir anda kendinizi gül
bahçesinde bulursunuz. Üstelik siz istemeseniz bile…”