Gül Bahçesi

1871 Words
“Sizinle arkadaşım ilgilenecek efendim. Benim yapılacak başka işlerim var.” Kaşlarımı çattım. Hayır kelimesinden oldum olası hiç hoşlanmazdım. “Bana karşı mı geliyorsun?” “Kibar bir dille işlerim olduğunu söylüyorum efendim.” Kadınların bana kafa tutmalarına hiç alışık değildim. “Sorun şu ki ben kibarlıktan anlamam Lidya.” İsmiyle hitap ettiğim için şaşırmıştı fakat kendini çabuk toparladı. “Haydutların kibarlıktan anlamadığını bilmem gerekirdi özür dilerim.” İşaret parmağımı kaldırıp salladım. Bu kızla uğraşmak hoşuma gitmişti. Azıcık gözünü korkutmaktan zarar gelmezdi. “Konuşmalarına dikkat et, dilin fazla uzun.” diyerek uyardım onu. “Ne yaparsınız? Yoksa keser misiniz?” Düşünür gibi görünmek için gözlerimi yukarı kaldırdığım da çocukluğumdaki Bekir Çavuş gözlerimin önüne geldi. O her zaman bir şey düşünürken yapardı bu hareketi. Bu anımı da tıpkı diğerleri gibi tozlu raflara kaldırıp başımı aşağı yukarı salladım. “İhtimaller arasında…” Beklentimin aksine hiç de korkmuş gibi görünmüyordu. Bu beni daha çok eğlendirdi. “Dilimi kesmenizdense beni öldürmenizi tercih ederim. Lakin içinde bulunduğum bu sefil yaşantımdan kurtararak bana büyük bir iyilik yapmış olursunuz.” Demek burada olmaktan dolayı memnun değildi, öğrendiğim bu bilgi her şeyi değiştirirdi işte. Bakışlarım düşüncelerime eşlik ederek farklı bir tona büründü. “Seninle ortak bir yanımız varmış Lidya. Ne tuhaf bende sefil yaşantımdan kurtulmak için can atıyorum ama gel gör ki beni öldürecek biriyle henüz karşılaşmadım” dedim yarı alaycı yarı ciddi bir tavırla, sanırım içtiğim içkinin etkisiyle çakırkeyif olmuştum. Şaşkınca yüzüme baktı. Gözleri denizi andırıyordu, masmavi ve bir o kadar derin. “Sizin mi sefil bir hayatınız var?” Sanırım duyduklarına inanmamıştı, gerçi haksız sayılmazdı. “Beni tanıyor musun?” Yüzümü inceledi ve çekinerek gözlerimin içine baktı. “Sizi kim tanımaz ki. Siz o meşhur Efsane’siniz efendim. Herkes sizden ölüm makinası olarak söz ediyor. Sizinle karşılaşıp da hayatta kalan henüz hiç kimse olmamış.” Kaderimin benim için biçtiği gömlekti bu. “Fakat benim hizmetimden memnun kalacağınızı düşünmüyorum. Arkadaşım sizinle seve seve ilgilenecektir.” Doğru söylüyordu Elika onun aksine benimle ilgilenmek için can atıyor görünüyordu. Az ileride dikilmiş ve gözlerini kısmış bir halde bizi izleyen kadına kısa bir bakış atıp tekrar Lidya’ya döndüm. Kıskançlıktan kudurduğuna bahse girerim. Bunu umursamadığımı belli ederek konuştum. “Karşıma otur Lidya. Seninle biraz sohbet etmek istiyorum.” “Ne dediğimi duymadınız sanırım.” diye karşı geldi. Sinirlerim bir anda gerilirken boynumu iki yana esnettim. “Sana otur dedim” Sesimin tonundan ürkmüş olacak ki, çekingen ve gönülsüz bir şekilde karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Şişeye uzanırken ona sordum. “İçki içer misin?” “Ağzıma sürmem. Ben Müslümanım.” “Bataklığın içinde bir gül ha! O halde ben tek başıma içeceğim.” dedim ve şişenin tıpasını açıp bardağımı doldurdum o ise her bir hareketimi sessizce izledi. “Az önce bu hayatı sevmediğinizi ve kurtulmak istediğinizi söylediniz madem bu hayatı sevmiyorsunuz, haydut olmayı neden seçtiğinizi merak ediyorum?” Düşünceli bir şekilde ona bakınca yanakları kızardı. Gözlerini anında yere indirdi, böyle bir yerde çalışan birine göre fazla utangaç ve ürkek görünüyordu. “Bunun benim tercihim olduğunu da nereden çıkardın?” Kafası karışmış gibiydi. “Oysaki halinizden gayet memnun görünüyorsunuz.” “Önyargılı davranmak iyi değildir Lidya ayrıca görüntü her zaman doğruları yansıtmaz. Kalbimdekileri bilmiyorsun.” “Neredeyse iyi biri olduğunuzu söyleyeceksiniz, oysa sizin kalpsiz olduğunuzu söylüyorlar” dedi dudaklarında alaycı bir gülümsemeyle. “Evet doğru söylüyorlar.” dedim bardağımdakini kafama dikerek. “İyilik, sevgi, acıma ve daha pek çok duygu benim doğamda yok Lidya. Bu duygular yıllar önce benden alındı.” Meraklı gözleri ışıl ışıl parladı. “Oysa bunların çözümü var efendim. Bir insan kalbinin yumuşamasını istiyorsa, fakirleri doyurup öksüzlere şefkat göstermelidir. Aynı şekilde ilim sahibi insanlarla oturup kalkmalıdır. Ayrıca pişmanlık… ” Sözlerine karşılık büyük bir kahkaha atınca susmak zorunda kaldı. Bu kız oldukça eğlenceliydi. “Benim hayatımda böyle şeylere yer yok.” Boşalan bardağımı doldururken içten içe kendime öfke duydum. “Haklısınız herkes kendi yolunu çizer ve tercih ettiği hayatı yaşar.” “Peki sen?” Gözlerimi gözlerine kilitledim, vereceği tepkiyi merak ediyordum. “Bu söylediğin senin içinde geçerli mi? Burada yaşamak senin tercihin mi?” Zoraki yutkunurken başını eğdi. Yanan gözlerine yaşların dolmasını engellemeye çalışıyordu. “Geçen hafta babam ölünce, üvey annem beni istemediğini söyledi ve zorla buraya gönderdi. Babam oldukça dindar ve sevgi dolu bir insandı ama o kadında Allah korkusundan eser yok.” Ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve parmaklarıyla oynamaya başladı. Gözleri dolmuştu, belli etmemeye çalışsa da bunu görebiliyordum. “Haklısınız benim tercihim değil ama iyi ya da kötü biri olmak, işte bu benim tercihim.” Sesinin titrek çıkması beni etkilemişti, doğruları konuştuğunu anlayabiliyordum. “Ben tercihimi yapalı uzun zaman oldu Lidya geri dönüşü olmayan bir yoldayım artık.” İnceleme sırası ona geçmişti. Ürkek bakışları saçlarımda ve yüzümde gezindi bir süre. “Şey… Sizin adınızı çok duydum ama inanın hayalimde oluşan Efsane ile hiçbir alakanız yok. Görüntünüzle ve konuşmanızla diğerlerine hiç benzemiyorsunuz.” Ağzından çıkanların farkına vararak anında pişman oldu ve yanakları kırmızılara boyandı. “Nasıl yani?” “Yani onlar gibi değilsiniz.” derken çekingen bakışlarını adamlarımın üzerinde dolaştırdı. “Benim bildiğim haydutlar çirkin pis ve suratsız olurlar.” Bu defa memnun bir şekilde küçük bir kahkaha attım. Gururum okşanmıştı. Elika başını çevirip baktığında gözlerinden ateş okları fırlatıyordu. “Bunu iltifat olarak kabul ediyorum.” Onun da dudaklarında hafif bir gülümseme belirirken, benim hakkımdaki düşünceleri değişiyor gibiydi. “Sizin hakkınızda çok şey söyleniyor. Gerçekten Türk müsünüz?” Bir anda sorduğu bu soru beni afallatırken gözlerim karardı ve ani bir öfke bedenimi etkisi altına aldı. Bu kız haddini aşarak fazla ileri gitmişti. “Lidya” Aniden kulaklarımızı dolduran Akram'ın karısının sesiyle, kadının başımızda dikildiğini fark ettim. İnce kaşlarını çatmış öylece kıza bakıyordu. Aleni bir şekilde onu inceledim üzerinde çiçek desenli bir elbise vardı ve beline mavi bir mutfak önlüğü takmıştı. Dolgun yanakları, küçük çenesi ve yüzünü çevreleyen kızıl kıvırcık saçlarıyla oldukça itici bir kadındı benim gözümde. “Şu yaptığına bak, içerde bir sürü iş varken sen burada oturup çene çalıyorsun.” dedi öfkeyle kızı azarlayarak. Lidya korku ve utançla hızlıca ayağa kalktı. “Özür dilerim hanım efendi hemen gidiyorum.” “Ona kızmayın oturmasını ben istedim.” dedim sakin bir tonda. Kadın bana kısa bir bakış atıp kıza döndü. “Çabuk mutfağa.” Ardından tekrar bana döndüğünde sesi az öncenin aksine oldukça yumuşaktı. “Bir isteğiniz var mı efendim?” dedi kibar bir dille. Lidya aceleyle mutfağa giderken uzaktan bizi izleyen Elika’nın sinsice gülümsediğini gördüm. Gözlerime soğuk bir ifade yayıldı. “Kızı neden gönderdin?” dedim öfkeyle. “Ah efendim bunun için sizden bağışlanma diliyorum ama o burada çok yeni ve sizi memnun edemeyecek kadar da tecrübesiz.” “Buna kendim karar verebilirim. Seni bir daha uyarmayacağım kadın sakın bir daha masama gelip keyfimi kaçırayım deme.” Gözleri korkuyla açıldı, bana bakarken oldukça ürkmüş görünüyordu. “Üzgünüm efendim emin olun bu olay bir daha tekrarlanmayacak.” Kadın aceleyle başıyla selam verip yanımdan ayrılırken, söylenerek içkimden bir kaç yudum daha aldım ve derin bir nefes tazeledim. Bunca şeyi bu kıza neden anlattığımı bilmiyordum, şarabın etkisiyle dilim çözülmüş olmalıydı. Bir de şu gerçek vardı ki benimde sevmeye ve sevilmeye ihtiyacım olduğuydu. En çok da sevmeye… Yirmi üç yaşındaydım ve bu yaşıma kadar hiç aşık olmamıştım. İşime bağlı sadık bir adamdım ben, kadınlar hayatıma sadece tek gecelik girdiği için uzun bir ilişkim olmamıştı. Zaten Cehennemin ortasında olduğumuz için tek amacımız savaşmak ve de hayatta kalmaktı. Bu berbat yerde kadınlar sadece eğlenmek için hayatımıza renk katıyordu o kadar. O sırada bulunduğum mekandaki demir kapının açıldığını fark ettim, üzerinde dizlerine kadar uzanan siyah deri ceket ve siyah bere olan bir adam girdi içeriye. Uzun boyluydu ve zayıf bir yapıya sahipti. Şüpheli ve tedirgin hareketlerini anında fark ettim ve onu izlemeye başladım. Bir süre etrafta göz gezdirdikten sonra otelin sahibi olan Akram adamın yanına giderek ona boş masalardan birini gösterdi. Ayaküstü bir şeyler konuştular. Anladığım kadarıyla adam birini arıyordu. Akram benim masamı işaret ettiğinde şapkalı adam beni uzaktan dikkatle inceledi ve bana doğru yürümeye başladı. Demek ki bu yabancı benimle ticaret yapacaktı. Masama gelip dikildi. “Efsane.” Beş yıl önce almıştım bu lakabı. Ona bakmadan yanıtladım. “Ta kendisi.” Elindeki çantayı masamın üzerine bırakıp sakince açtı. Umursamazca bardağımı kafama diktim sonrada göz ucuyla çantaya baktım. İçi para doluydu, başımı kaldırmadan konuştum. Adamın kim olduğu umurumda bile değildi. “İş nedir?” “İki kişiyi kaçıracaksın.” Adamın ince tiz sesinden çok söylediği ilgimi çekmişti. Bu defa başımı kaldırıp baştan aşağı süzdüm onu. Bundan rahatsız olmuş gibi omuzlarını dikleştirdi ve duruşunu sabitledi. Zayıflıktan gözlerinin ve yanaklarının içe doğru çöktüğünü fark ettim. Esmer bir yüzü ve uzun sakalı vardı. Küçük gözleri de simsiyahtı. Adeta ölümü andıran birine benziyordu. Bir an için bu güne kadar kaç kişinin canına kıydığını merak ettim. En az benim kadar cani ve acımasız görünüyordu çünkü. Evet ben pek çok kişiyi öldürmüştüm hem de gözümü bile kırpmadan ama hepsi de eli silahlı kişilerdi. Hiç bir zaman sivillere dokunmamış ve kaçırma olayına girmemiştim açıkçası bu iş beni düşündürmüştü. Ben asla adam kaçırmazdım benim işim gereksiz olan insanları ortadan kaldırmaktı. “Böylesi basit bir işi yapacak başka birilerini neden tutmuyorsun? Yoksa etrafında o ikisini kaçıracak kadar cesur birilerini bulamadın mı?” Adamla dalga geçiyordum sonuçta ben kimseden korkusu olmayan ölüm makinası değil miydim? Cevabı masamın üstüne bir çanta daha koymak oldu ve bu defa kasılarak açtı onu. “Patron bu işi senin yapmanı istiyor. İş bittiğinde bir çanta daha verileceğinin garantisini veriyorum.” Birden ciddiye bürünerek hiç düşünmeden konuştum. “Boşuna dememişler para her kapıyı açar diye. Tamam işi alıyorum.” dedim. Beni ikna etmişti. Bu kadar paraya hayır diyemezdim. Alt tarafı iki kişiyi kaçıracaktık. Üstelik bu güne kadar yaptığım en basit iş olacaktı. Riski yok denecek kadar azdı. Ayrıca yanımda çalışanların arasında ayrılmak isteyen iki adamım vardı ve onları bugüne kadar ki hizmetlerinden dolayı yüklü miktarda para vererek göndermek istiyordum. Kendilerine yeni bir hayat kurmaları için destek olmalıydım. Bunu ben yapamıyordum ama en azından başkalarına kanat takabilirdim. Bu işi onlar için kabul etmiştim. Beynim bu düşüncelerle çalkalanırken adam masamın üstüne kapalı bir dosya bıraktı. “Bütün bilgiler burada yazılı. Bir haftan var.” dedi ve sessizce çekip gitti. Onun gidişiyle dosyayı alıp yavaşça ayağa kalktım. Uyumam gerekiyordu, zorlu bir gün geçirmiştik üstelik de hafif sarhoş olmuştum. Merdivenlere doğru yürürken Lidya çıktı karşıma. Gözlerinde gördüğüm şey hayal kırıklığından başka bir şey değildi. “Görüntünüz haydutlara benzemiyor olabilir ama ne yazık ki sizin ruhunuz kirlenmiş.” Sanırım adamla konuştuklarımı duymuştu. “Sen burada çalıştığın halde masum kalabilir misin bana onu söyle?” diyerek tısladım. Nasıl ki bu haydutların içinde onlardan biri haline dönüşmem benim için kaçınılmaz bir son olduysa, bu kızın da böyle bir yerde temiz kalması mümkün değildi. “Elbette.” dedi kararlı bir şekilde burnunu kaldırarak. Bunu beklemediğim için bir an şaşkınlık yaşadım ve kendinden emin görüntüsünü inceledim. “Allah dilerse her şey mümkün olur. Ateşin Hz İbrahim’i yakmadığı gibi, Hz Musa’nın koca nehirde boğulmadığı gibi beni de kirlenmemiş bir halde bu bataklıktan çekip kurtarır. İnanıyorum çok yakında hiç ummadığım bir yerden bana yardım eli uzanacak.” Onda ki bu inanç bir an için beni düşündürmüştü ama yine de komik bir şey söylemiş gibi imalı bir şekilde güldüm. “Hayal aleminde yaşıyorsun.” “Asla… Sizin için de Allah’a dua edeceğim.” “Boşuna vaktini harcama, bu saatten sonra benim için hiçbir umut yok.” “Allah büyüktür efendim. Hiç umulmadık çıkış kapıları açar ve bir anda kendinizi gül bahçesinde bulursunuz. Üstelik siz istemeseniz bile…”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD