1

2004 Words
Ameliyattan çıkıp aileye gerekli açıklamayı yaptım. Birinin daha hayatına dokunmak güzel bir duyguydu, her seferinde aynı mutluluğu ve huzuru yaşıyordum. Hastanın raporlarını halledip odama geçtim. Üzerimdeki hastane kıyafetlerini çıkarıp dar siyah bir kot ve siyah bedenimi saran boğazlı bir kazar giydim. Siyah giyinmemin nedeni çok sevdiğimden değildi. Bugün benim için siyah bir gündü. Rahmetli annemin ölüm yıldönümüydü... Ondan sonra hayatımda hiçbir zaman tam anlamıyla mutlu olamadım, gerçi olmak da ona ihanet gibi geliyordu bana. Kalbimde anneme ait yas tam 14 yıldır tazeliğini koruyordu. Eğer eceliyle ölse belki bu kadar yanmazdı canım, bir erkek şiddetine kurban gitmesini nasıl unutabilirdim? Uğruna ailesini, evini, mesleğini hatta tüm benliğini bırakıp sevdiği adam için küçücük bir kafesin içine girdiği adam tarafından acımazsızca dövülerek öldürülmüştü. Gözlerim önünde, daha 13 yaşındaydım ben annemin ölü bedenine 'Anne kalk gidelim!' derken 13 yaşındaydım... Hayatta yaşadığımız acılar bize güç verir miydi? Bana vermişti. O 13 yaşındaki zavallı, herkesin haline acıdığı genç kız değildim artık. 27 yaşında ayakları yere sağlam basan, İstanbul'un en önemli hastanelerinden birinde çalışan başarılı bir doktordum. Geçmişime ait anılarım gözlerimi doldurmuyor artık, sadece annemi özlediğim zaman akar gözyaşlarım. Çünkü ne babam ne de o tiksinerek kullandığım soy adı gözyaşımı asla hak etmiyordu. Üzerimdekilerle aynı renk kabanımı da giyerek uzun kumral saçlarımı sırtıma bıraktım. Masanın üzerindeki bilgisayarımı çantasına koyarak omzuma astım ve el çantamı da alıp odamdan çıktım. ''Hocam gidiyor musunuz?'' Asistanım Sertap'ı başımla onayladım ve elimdeki dosyaları ona teslim ettim. ''Eğer bir sorun olursa ara, telefonum hep açık.'' ''Peki hocam, hayırlı yolculuklar.'' Sertap'a veda edip asansöre yürümeye başladım. Aynı branştan doktor arkadaşım Ufuk gülümseyerek bana doğru geliyordu. Beraberce asansöre geçtik. ''Selam Toprak, nöbet yorgunu bir doktor görüyorum karşımda. Bir kahve?'' ''Merhaba Ufuk, şehir değişikliği yapıyorum. Havaalanına yetişmem gerek.'' ''Aileni mi ziyaret edeceksin.'' Benim bir ailem mi var? ''Evet, ailemi ziyaret edeceğim.'' dedim burukça. ''Mardinliydin sen değil mi?'' ''Evet.'' ''Mardin'in kızları güzel olur derler oradan anlamam lazımdı.'' ''Teşekkür ederim.'' dedim kibarca, Ufuk'un yaklaşımından rahatsız olsam da anneme gittiğim günde onu terslemekle uğraşmak istemiyordum. Asansörden çıkıp siyah audime adımladım. Beni arabama yaslanmış şekilde Derya karşıladı. Üzerindeki cübbesini de çıkartmamıştı üstelik. Selamlaştık, Derya beni havaalanına bırakıp eve geri dönecekti. Derya'yla uzun yıllardır dosttuk. Direksiyona geçtim, Derya'da yanıma oturdu. ''Bugün davan yoktu senin, hayırdır?'' dedim onu süzerken. ''İnternette erkekler avukatları çekici buluyor, diye bir makale okumuştum, tüm İstanbul'u cübbeyle turladım anasını satayım nerde bu erkekler?'' ''Ben inanıyorum beyaz atlı prensin seni bir yerlerde bekliyor.'' Ellerini iki yana açıp yüzüne götürdü. ''Amin..'' ''Ay beni boş ver sen gideceksin şimdi bende mi gelsem, babanlarla karşılaşma şimdi.'' ''Karşılaşsam ne olur? Yüzleri var mı yüzüme bakmaya?'' ''Orası öyle de zor durumda kalma diye dedim. Abine haber verseydin bari.'' ''Abim nişanlanacak yakında bir de benimle uğraşmasın.'' Derya ile sohbet ede ede havaalanına geldik. Onunla vedalaşıp uçağa geçtim. İki saatlik bir yolculuğun ardından her sene aynı gün geldiğim şehre bir kez daha ayak basmıştım. Önceden kiraladığım arabaya bindim ve anneme gitmeye başladım. Hava içimdeki karanlığa rağmen güneşliydi. Arabadan inip çantamdan çıkardığım şalı saçlarıma güzelce örttüm. Abdestimi de önceden aldığım için rahatça girdim içeriye. Her sene aynı gün ziyaret ettiğim annemin mezarının başına gelmiştim yine. Onun için getirdiğim çiçekleri kenara bıraktım. Elimi beyaz mermerde gezdirdim ellerimi açıp duamı ettim başında. Annemin mezarını abim yaptırmıştı, babamın bu bile umurunda olmamıştı, öldüren adam mezar mı yapardı hiç? Annemin mezarındaki otları ayıkladım bir bir. Benden başka kimse ziyaret etmezdi annemi. Usul usul süzülmeye başladı gözyaşlarım. Adının üzerinde gezdirdim elimi. Hülya Aksoy Babam soyadını da esirgemişti annemden, insanlığını hiç göstermemişti zaten. Otları ayıklayıp onun için getirdiğim çiçekleri dikmeye başladım. Bugün tam 14 yıl oldu annemsiz... Aşkın kötü bir şey olduğunu ben annemden öğrenmiştim. Annem Mardin'e atanmış gencecik bir öğretmenken aşık olmuş babama. İlk başka annemi elde etmek için yapmadığı şey kalmamış. Annem maddi özgürlüğünü eline almış, ayakları yere sağlam basan genç bir kadınken, babamın ailesinin katı istekleri için mesleğini bırakmış. Sadece babamı sevdiği için hapis hayatı yaşamış. Aşıktım derdi bana hep. 'Sen sakın aşık olma Merih, aşk yok olmaktır.' Annemin sözünü dinlediğim için miydi kalbimdeki kimsesizlik, yoksa babam gibi olan adamlara rastlamak istemediğim için miydi, bilmiyorum. Annemle sessizce konuştum, saatlerce ağladım başında. Mezar taşını öperek veda ettim her zamanki gibi. Usulca kalkarak gittim yanından. Ellerimdeki toprağı arabamdan su alarak yıkayıp temizledim. Direksiyona geçip çocukluğumuz geçtiği sokaklarda arabamı sürmeye başladım. Hava kararmaya yakındı, özlemiştim memleketimi. Abime veda etmeden gitmek istemediğim için çantamdan telefonu alıp onu aradım ama kapalıydı. Bu ara sevdiği kızla evleneceği için telaşı vardı onun da. Sokaklarda araba sürerken abimin arabasını göründe duraksadım. Bizim eve çok da uzak olmayan bir evdi. Arabayı park edip indim. ''Buyur kime baktın kızım?'' diyen sesle sağıma döndüm. Sokakta oturup sohbet eden kadınlar karşıladı beni. ''Cihan beye bakmıştım ben, bu evde mi?'' ''Tabi ya Dağhanlılardan kız almaya çalışıyorlar içerdedir.'' Teşekkür edip büyük kapıya yaklaştım. Şuan abime sarılmaya ihtiyacım vardı habersiz dönsem bana kesin kızardı. Kapının tokmağını es geçip yumruk yaptığım elimle üst üste iki kere kapıya vurup bir adım geriye çekildim. Yaklaşık otuz saniye sonra genç bir kız açtı kapıyı. Beni baştan aşağı süzmesine takılmadan konuştum. ''Cihan beyi çağırır mısınız?'' Kız tam beni cevaplandıracakken, içeriden bir kadın sesi duyuldu. ''Kimmiş gelen Behiye?'' Adının Behiye olduğunu öğrendiğim kız kapıyı ardına kadar açtı. ''Cihan beyi soruyor hanımım.'' Aralanan kapının ardından hiç de görmek istemediğim yüzlerle, hiç de duymak istemediğim kahkahalarla karşılaşmıştım. Babam büyük masada oturup elindeki kadehi kaldırırken yüzünde iğrenç bir kahkaha vardı. Tiksinerek ona yönelttiğim bakışlarımı çekecekken onun da gözleri beni bulmuştu. Bir yabancıya bakar gibi bakmasına doğaldı beni en son 13 yaşımdayken görmüştü ne de olsa. Babamla birlikte masadaki herkes de bana bakıyordu. Abim sandalyesini geriye çıkarıp hızla yanıma geldiğinde yüzünde şaşkınlık ve burukluk aynı anda kol geziyordu. ''Toprak...'' dedi candan bir şekilde, ardından sarıldık. Masadaki herkes de bize bakıyordu. Babamın annemden önceki eşi yılan gözlerini üzerimde gezdiriyordu. Masada hiç tanımadığım bir aile vardı, abimin aşık olduğu kızın ailesiydiler. Babam ve ailesi de ayağa kalmış bana bakıyordu. ''Niye haber verdim abim?'' ''Rahatsız etmeyeyim de-'' ''Hülya yosmasının kızı bu.'' diyen sesle cümlem yarıda kaldı. Babamın muhtemelen aynı yaşlarda olduğum baldızından çıkmıştı bu söz. Aramızdaki beş adımlık mesafeyi kapatıp yüzüne sert bir tokat attım. Tokadın şiddetiyle konağın avlusuna serildi. ''Annem hakkında bir şey daha söylersen ikinci tokadım bu kadar hafif olmaz!'' Geriye çekildiğimde masadaki herkes telaşla bana bakarken birisi tarafından geriye çekildim. Beni bıraktı. Kavgayı öylesine ayırmış gibi bir hali olan adam bir adım gerimde duruyordu. Her an çıkacak kavgayı ayırmak içindi bu sanırım. Aldığı sıkıntılı nefesleri fark etsem de sustum. ''Sen benim kardeşime nasıl vurursun soysuz!'' diye bağırdı babamın karısı. Babam ilk defa ondan beklemediğim bir şey yaparak beni koruyordu. ''Kes sesini Zümrüt hak etti senin kardeşin!'' ''Hoş geldin.'' dedi babam bana bakarak. Ardından elini uzattı. Kaşlarım çatılırken kendime hakim olmaya çalışıyordum. Babamı umursamadan abime döndüm. ''Abi uçağım kalkacak birazdan be-'' Babamın annemin üzerine evlendiği kadın girdi araya. ''Aynı anası el öpmüyor hastam!'' diye bağırdı. Gözümü büyük masada gezdirdiğimde yılan gözleriyle karşılaştım yine. Karısının gazına gelen babam sert sesiyle bağırdı. ''Elimi öpesin diye uzattım sana! Saygısızlık etme de alnına koy!'' Başımı daha da dikleştirip baktım gözlerine. ''Ben annemin ölümüne sebep olan bu elleri öpüp de başıma koymam!'' Ateş saçan gözleri bana bakarken vurmak için kaldırdığı elini yüzüme inmeden havada kaptım çevik bir hareketle. Babamın kolunda bir el daha vardı, bu elin sahibi biraz önce tokadımı öven adamdı. Kolunu usul usul aşağıya indirirken karşı koyar bakışlarımı bir an çekmemiştim babamdan. ''Çocukken vurduklarına say.'' Elimin arasındaki kolunu sertçe çekti benden. ''Cihan götür şunu gözüm görmesin!'' ''Zaten 14 senedir görmüyor, bundan sonra görsen ne olur?'' Babama kuracağım cümleler faydasızdı. Abime döndüm ve sarıldım. ''Ben dönüyorum abi, İstanbul'a geldiğin zaman görüşürüz.'' ''Toprak böyle ol-'' ''Olur, hadi görüşürüz.'' Konaktan çıkıp arabama bindim ve gaza bastım. Sinirliydim, direksiyona birkaç yumruk geçirsem de sinirim geçmiyordu. Dar sokakları arşınlamaya başladım. Yarım saattir buraları turluyordum. Sokağın kenarında sırtını taş duvara yaslamış eli kalbinde bir adamla karşılaştığımda freni çekip hemen indim arabadan. Hızla yanına ulaştım. ''Beyefendi iyi misiniz?'' dedim telaşla. Bu adam konakta babamın kolunu tutan adamdı. Gözlerini açıp bana baktığında karşılaştığım koyu yeşil gözler kalbimi titretmişti. Gözlerinin güzelliği şuan düşüneceğim en son şey olmalıydı. Giydiği siyah gömleğin düğmelerini açmaya başladım. Sessizce bana bakıyordu. ''Bildiğiniz bir rahatsızlığınız var mı?'' Hayır anlamında kafasını sallarken hala gözlerini yüzümden çekmemişti. Transa geçmiş gibi bir hali vardı. Bileğinden tutup arabama götürdüm kaputuna yaslandı su uzattım, alıp içti. Bende onu izliyordum, ne olduğunu anlamaya çalışırken ters bakmış olacağım ki sordu. ''Bana da mı tokat atacaksın?'' Şaşkınca bakışlarımı çekip bozulan sinirlerimin etkisiyle gülümsedim. ''Atabilirim istersen.'' ''Yok tokat attığın kadını kendine getirmek için iki tüp kolonya bitirdik evde.'' Söylediği şeyle gülümsemem genişlemişti. ''Şiddet taraftarı değilim ama bazı insanları öldüresiye dövesim var.'' ''Bunlardan biri olmak istemem.'' O da benimle gülümsüyordu. Gözlerim onun bileğindeki saate indi. Uçağa az kalmıştı. ''Geç kaldım havaalanına yetişmem lazım.'' diyerek arabamın kapısını açtım. O da elindeki suyla birlikte yanıma oturdu. ''Beni de bırakırsın diye düşünüyorum, hasarların kolonyaya maal oldu ve biliyorsun ki kolonya epey pahalandı.'' Direksiyonu kavrayıp gaza bastım. Torpidonun üzerindeki poşetlere bakıyordu. ''Çubuğu açar mısınız?'' diye sordum dayanamadan. ''Açarım.'' diyerek paketi eline aldı ve açtı kendi yemeye başladı. ''Kendim için istemiştim ama, olsun.'' ''Çikolata vereyim sana?'' ''Şu kırmızı olandan lütfen.'' Çikolatayı açtığında kırmızı ışık yanmıştı. Bana uzattığı çikolatayı alıp ikiye böldüm yarısını ona uzattığımda hayır demeden elimden ısırdı. Bir ısırıkta hepsini yemesine şaşırmıştım. ''Yemek yiyemedim bildiğin gibi, tokatlar falan hakimsin konuya.'' dedi bir paket kraker daha açarken. Yaptığı göndermeyi anlamıştım. ''Kraker yer misin?'' ''Yok teşekkürler afiyet olsun.'' Havaalanına gelene kadar aldığım her şeyi yemişti. Kiraladığım arabayı teslim edip parasını ödedim. O adamda yok olmuştu birden. Havaalanına girip bilet sırasına girdim. Kontrollerden geçip numarasına göre koltuğuma oturdum. Derin bir nefes verip telefonumu çıkardım. Derya'nın mesajlarına geri dönüp hastaneden gönderilen maillere bakmaya başladım. Önüme uzatılan şeffaf poşete baktım şaşkınca. ''O kırmızı çikolatadan bulamadım.'' Başımı sağa çevirdiğimde o adamla karşılaştım. Yediği tüm abur cuburlardan bir sürü almış bana veriyordu. ''Sende mi İstanbul'a gidiyorsun?'' ''Hayır aktarmalı otobüs ya bu Yozgat'ta paraşütle atacaklar beni.'' Şaşkınlıkla gülümsediğimde sorduğum sorulun saçmalığı henüz aklıma geliyordu. Uzattığı poşeti alıp içinden bir çubuk aldım. ''O çikolata da borcun olsun.'' ''Olsun.'' dedi ve bir elimdeki çubuk paketinden birkaç tane çubuk aldı. Kalkışa geçtiğimizde ona bakıyordum. Esmer bir adamdı, keskin yüz hatları ve kirli sakalları vardı. Yakışıklı adamdı. Sanırım tüm esmerliğine tezat koyu yeşil gözleri çok ilgi çekiciydi. Esmer yüzüne çok yakışıyordu. Gerildiğini sezdiğimde sordum. ''Korkuyorsan elini tutayım mı?'' ''Elimi tutacaksan korkabilirim.'' ''Yok kalsın, otobüsteyiz gibi düşün.'' Ufak bir kahkaha attığında bende cama dönerek gülümsedim. Koltuğun tutunacak yerlerini sıkmaya başladığını fark ettiğimde cidden korktuğunu anladım. Gözleri kapalıydı, nefesler alıp veriyordu. Elimi elinin üzerine koyup okşadım. ''Korkma geçecek şimdi.'' Tek gözünü açıp alayla sırıttı. ''Zaten korkmamıştım ki.'' Tuzağına düşürmüştü beni, hala elinin üzerimde duran elimi çekmeden elinin üstüne tırnaklarımı geçirdim. ''Acıdı yalnız.'' ''Acısın diye yaptım zaten.'' ''Tırnaklarına eyvallah ama sakın tokat atma, çenemin düşmesini istemiyorum lazım oluyor.'' Camdan bakmaya başladım, ona sırtımı döndüm. Gökyüzünü izlemek kesinlikle güzeldi. Yan dura dura tutulan bedenimi hareket ettirip öne döndüm. Yanımdaki adama hiç bakmadan başımı koltuğa yasladım. Zaten yorgun olduğum için gözlerim kendiliğinden kapanmıştı. Kulağıma dolan gürültüyle usul usul araladım gözlerimi. Burnuma çarpan hoş kokuyla başımın döndüğünü hissediyordum. Uçağın sert koltuğunda olması gereken başım bir adamın omzundaydı. Üzerime örtülmüş siyan deri cekete kaydı gözlerim. Hem omzunda uyumama ses etmemiş hem de bana ceketini mi örtmüştü! Gözlerimi hızla açıp başımı çektim. Uyku mahrumu gözlerimi ovalayarak yanımdaki adama baktım. ''Ben özür dilerim uyuyakalmışım.'' ''Önemli değil.'' Dağılan saçlarımı düzenleyip saate baktım. İnişe geçmemize az vardı. Toparlanmaya başladım. Çantamı omzuma asıp önümden ilerleyen adamı takip etmeye başladım. Adını bile bilmiyordum peki neden deli gibi öğrenmek istiyorum? Havaalanına indiğimizde çantamın kulpunu tutarak yürüyordum. O da birkaç adım önümdeydi. Benden kaçar gibi bir hali vardı. Ya da ben öyle hissediyordum. Arabama yaslanmış üzerinde cübbeyle yine Derya karşıladı beni, avukatların çekici olduğunu düşünen erkek topluluğu neredeydi şuan? Bir gözüm Derya'da diğer gözüm önümdeki adamdaydı. Hızlı adımlarını duraksatıp önüme dikildiğinde anlamsızca heyecanlanmıştım. Ekini uzattı bana, kemikli parmaklarında çektiğim bakışlarımı yeşil gözlerine sabitledim. ''Ben Aslan.'' Elini sıktım nedensizce gerilmiştim. Bu heyecan neyin nesiydi! ''Toprak.'' Ellerimizi çektiğim de hala birbirimize bakıyorduk. Bir şey söylemesini bekliyordum, gözlerinde başka duygular geziniyordu ben bu duygulara bir isim bulamamıştım. Gözlerime kenetlediği gözlerini sert bir şekilde çekip benden hızla uzaklaştı. Gitmeden önce söylediği şey fısıltı gibiydi havaya karışan sözlerini duymuştum. ''Kendine gel Aslan o, o olamaz!''
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD