5.BÖLÜM

3256 Words
İnsanın herkese yardım edebiliryorken, kendine yardım edememesi ne garipti... Acı çeken ve ağlayan birini teselli etmek daha kolaydı. Birinin acısını uzaktan izlemek ise en kolayı... Bunları aklından geçirirken, oteldeki müdür odasına geçmiş, bugün yapacağı işlerin listesini inceliyordu Reyhan. Araması gereken kişiler, imzalaması için masaya bırakılan evraklar, haftalık yemek menüsü, iş başvuruları ve daha fazlası... Unutkanlığı yüzünden her gün liste yapıyordu. *Gıda tedarik firması ile görüş! *İlaçlama firması ile görüş! (Sakın unutma) *Muhasebecine gidecek evrakları unutma! *Piyasadaki verileri kontrol et; otelin mali durumu analizini yap! *Alternatif kazanç yolları hakkında araştırma yap! *Çalışanlar, müşteri ve müşteri beklentileri üzerine bir rapor hazırla! *Çalışanları motive edecek etkinlik listesi yap! * Ekiple toplantı ayarla! *Kampanya ve indirimler için reklam firması ile görüş! (Unutma) *Haftaya denetim var! ( İç denetim yap) *Avukat Nazan Hanım'ı ara! *İş güvenliği uzmanından randevu al! Listesini incelerken sabah almak zorunda olduğu ilacının yan etkisi yüzünden kafasının içi boş bir balon gibiydi. Etkisi çok uzun sürmese de aklını toparlaması biraz zaman alıyordu. Keşke ilaç kullanmak zorunda kalmasa ve acısı ile yüzleşebilseydi... Ama yapamıyordu. Henüz buna hazır değildi. Restoranda olan kavga yüzünden sinirleri hala gergin olsa da olay çok daha fazla büyümeden neyse ki bitmişti. Huzursuzluk çıkaran müşteriler elbette ki oluyordu ama fiziksel saldırı bugüne kadar hiç olmamıştı. İyi ki Nazım yanındaydı. Yoksa tek başına bir kadın olarak burayı yönetmek çok kolay değildi. Nazım otelin düzenini sağlarken, her türlü konuda yardım ediyor, destek oluyor, onun varlığı güven veriyor, kendini daha güçlü hissediyordu. Nazım biraz önce de odasına gelmiş, bugün tanıştığı Tarık isimli adama bahçe düzeni için iş teklif ettiğini söylemişti. Bahçıvana ihtiyacı var mıydı? Bunu bile bilmiyordu. Bu iş için o adamı uygun gördüğü için kendisi hayır dememişti. Yalnız o adamı bahçıvan değil, güvenlik elemanı olarak işe alsa daha isabet olurdu. Olaydan sonra çalışanların onun hakkında konuştuklarını duymuştu. Nazım'a her konuda güvendiği gibi işe aldığı insanlar konusunda da sonuna kadar güveniyordu. Onu kıracak değildi. Yine de formalite gereği, onunla görüşmesi gerektiği için yanına gelecekti. Referansları, çalışma saatleri, izin günleri, talep ettiği maaş vs... Önünde duran gider ve gelirlerin yazdığı dosyayı açtı. Bunları muhasebeye göndermeden önce kendisi mutlaka inceler, imzalar öyle yollardı. İnsanlara asla güvenmemeyi acı bir şekilde öğrendiği için kendi işlerini asla başkasına bırakmamak gibi bir huy edinmişti. Hayatı yemek yapmakla geçen biri için sayılar ve hesapları öğrenmek çok kolay olmasa da bir şekilde öğrenmişti. Mutfakta yemek yapan aşçı kız Reyhan, geçmişte kalsa da bazen, o günleri özlüyordu. Yemek yaptığı tek kişi ise Fatoş'tu. Önündeki işleri yapacak birini bulabilirdi ancak kafasını dağıtmak ve yaşadıklarını biraz olsun unutmak için her işini kendisi yapmayı tercih ediyordu. İyi ki bir işi vardı. Kafasını meşgul edecek bir işi, hayatına anlam katan Fatoş ve iyi ki Nazım ve Kerime vardı. Hafızasından kötü anılarını silmek mümkün olmasa da bir süre unutmak işlerini yaparken mümkündü. Dosyadaki her kalemi tek tek incelemeye başladı. Masasında duran hesap makinesine, gider ve gelirleri yazıyor, kaba taslak hesaplamaya çalıştı. Of... Derin bir iç çekerken, dirseğini masanın üstüne dayamış, eliyle alnını ovuyor, dikkatini önündeki hesaba vermişti. Geceyi uykusuz geçirmenin bedelini ödeyen göz kapaklarını açık tutmakta zorlanırken, beynini adeta uyuşturan ilaç yüzünden hesabı bir türlü tutturamadı. Kapının çalındığını ve ardından içeri giren adamı da duymadı. Otel müdürü yazan odaya, kapıyı çalarak girmişti Tarık. Genç kadının odasında olduğunu Nazım söylemiş ancak içeriden gelen bir ses duymamıştı. Odaya girince kapının bir adım önünde durarak, onu izlemeye başladı. Reyhan başını masaya devirmiş, önünde duran dosyaya dalmıştı. Elindeki kalemle bir şeyler karalıyor, arada aldığı, sıkıntısını belli eden nefesi ve suratındaki yorgun aynı zamanda gergin ifade genç adamın dikkatinden kaçmadı. Yaklaşık bir dakika geçmesine rağmen, odadaki varlığını hissetmeyen genç kıza geldiğini belli etmek için sesli bir şekilde iki kez boğazını çekti. Reyhan duyduğu sesle irkilip, telaşla başını kaldırdı ve elini masadan çekerken üzerinde duran bir bardak çayı masanın üzerine devirdi ve "Ah!" diyerek hızla ayağa kalktı. Yarısı masaya, diğer yarısı dosyanın üzerine dökülen çayı silmek için peçete ararken aynı anda genç adama seslendi. "Ne zaman içeri girdiniz? Sizi hiç duymadım." Masaya hızlı bir kaç adımla ulaşan Tarık, aynı anda masanın üzerindeki dosyaları çekiyor, Reyhan da telaşla çekmecelere bakıyordu. Genç adamın yanına geldiğini ise fark etmedi genç kız. Neden bu kadar dalgındı bugün? Dalgın, uykusuz, düşünceli... Sakarlığına ne demeli?  "Burada bir yerlerde olacaktı! Of..." "Tamam telaş etmeyin." Genç adamın sesini duyunca "Telaşlı değilim!" derken bir adım ötesinde duran adama baktı Reyhan. "Hem siz bırakın. Ben hallederim. Yardımınıza ihtiyacım yok." Tarık odanın içindeki kapının lavabo olduğunu düşünerek hızla o tarafa yöneldi. Kapıyı açıp, duvara asılı olan havlu kağıt makinesinden uzun bir parça kopararak, masaya doğru koştu. Reyhan onun masayı sildiğini görünce, kendisi de masanın üzerindekileri kaldırmaya başladı. "Olur böyle şeyler. Ben de dalgınken çok fazla sakarlık yaparım."dedi Tarık. Dalga mı geçiyordu bu adam? Onun yüzünden çayı devirdiğini görmemiş miydi? "Kapıyı çalmak adetiniz değil sanırım." diyerek masadaki bir kaç dosyayı sandalyenin üzerine koydu Reyhan. "Çaldım ama galiba duymadınız." Tarık kendisini savunurken, onun kadar ciddi ve soğuk değil, aksine çok rahattı. "Neyse ki çok ıslanmamışlar." Adamın rahat tavrı, Reyhan'ın canını sıktı. Büyütülecek bir olay olmamasına rağmen bugün nedensizce sinirli ve gergindi. Aslında nedeni belliydi. Hala kaybettiği yüzüğünü bulamamış, onu kaybettiği için kendisine çok kızıyordu. Şimdi de öfkesinin hedefine bu adam girmişti. Yanında duran adam! Aralarındaki boy farkı hissedilebilir derecedeydi. Ayrıca da iriydi. Tamam insanı rahatsız eden bir tipi yoktu. Hatta gayet düzgün bir yüze sahipti. Esmerliğine inat mavi renk gözleri, kendisine çok garip bir şekilde bakıyordu. Garip kelimesinin yerine uygun bir kelime aradı ama bulamadı. Yetenekleri ne olursa olsun, yanında çalışanların tavrına ve kendilerine gösterdikleri özene de dikkat ederdi. Nazım onu işe almıştı ama henüz kim olduğunu bilmiyordu. Hırsız da olabilirdi. Ya da bir sapık... Aranan bir suçlu da... Şüpheci yönü yüzünden onu biraz daha dikkatli incelemeye başladı. "Duymadım çünkü işim vardı." Sesine yansıyan hafif kızgınlığı da umursamadı. Suratını asmış, adamın tavrından rahatsız olduğunu belli ederken, ıslak peçeteyi alarak, tekrar lavaboya giden Tarık'ın arkasından baktı. Elindekini çöpe atıp, yenisini aldı ve tekrar masaya döndü genç adam. Birbirlerine kaçamak bakışlar atarken, ikisi de bir bardak çayla fazlasıyla ıslanan masanın üstündeki her şeyi topladı. "Zahmet etmenize gerek yoktu."derken yine kızdığını belli etti Reyhan. "Ben yapardım." "Zahmet olmadı Reyhan Hanım."dedi Tarık alçak bir sesle. "Sorun değil. Yani benim yüzümden olduğunu düşününce..." "Kesinlikle haklısınız. Bırakın ben hallederim." Adamın elindeki peçeteye uzandı Reyhan. Parmakları farkında olmadan adamın eline dokununca, elektrik çarpmışcasına hızla geri çekti. Aynı elektriği Tarık da hissetti. "Siz de hissettiniz mi?"derken parmak uçlarını tuttu Reyhan. Sanki ona değil de elektrik yüklü bir prize dokunmuş gibiydi. "Elektrik çarptı! İnanamıyorum resmen çarpıldım!" "Evet." derken gülümsemesine engel olmadı Tarık. "Sinirlenince kadınların elektrik ürettiğini bilmiyordum. Şimdi öğrenmiş oldum." "Benim mi?" Reyhan gözlerini kısıp, genç adama sert bir bakış attı. "O elektrik benden değil sizden kaynaklandı. Ayrıca sinirli değilim. Gayet sakinim Tarık Bey! Ve espri yapabilen bir adama hiç benzemiyorsunuz." "Dış görünüş yanıltıcı olabilir Reyhan Hanım." Küçük bir kız çocuğu gibi bakan ve kendisini savunan genç kıza bakıyordu Tarık. Yakından çok daha güzel olduğunu da düşünmeden edemiyordu. Aralarında elektrik tüm odayı sarmıştı. O da aynı şeyi hissediyordu. Çarpıldım! "Bir an adımı yine unuttunuz sanmıştım." demekten de kendini alamadı Tarık. Gözlerini masaya devirip, derin bir nefes aldı Reyhan. Dikkatinden hiç bir şey kaçmadığını belli eden adama, bir an ne diyeceğini bilemedi. Masayı bir kez daha kuruladı. "Unutmadım." "Unutabilirsiniz. Niyetinde ilk kez karşılaştık." İlk kez olmasa da kendisini bugün görmüştü genç kız. Bu onun için bir ilkti. Açık olan kapıdan içeri giren iki kişiye baktı Reyhan. "Bu kadarı çok fazla!"diyerek odaya dalan Şef aşcı Ömer Bey çok sinirliydi. Yanında gelen genç kız da onun kadar sinirli göründü. "Şefim ne oldu?" dedi Reyhan, masanın yanından geçip ikisinin arasına girerken. "Bu kız vallahi beni deli edecek Reyhan. Ne dersem tersini yapıyor. Mutfağın patronu ben miyim yoksa o mu?" Yaşlı adama itiraz etti yanındaki kız. "Dediğiniz her şeyi yapıyorum şefim ama bana da biraz güvenmenizin zamanı gelmedi mi? Beş aydır buradayım daha tek başıma bir tas yemek yapmama izin vermediniz." "Beş ayda aşçı olunmaz Hafize!" "Her zaman kendi dediğiniz olsun istiyorsunuz. Kimseye fırsat tanımıyorsunuz." Tarık onların atışmalarına müdahale etmeye çalışan Reyhan'ın izlerken masanın üzerini düzenlemeye başladı. Oradan kaldırdıkları her şeyi tek tek ve özenle aldığı yere koyarken, bakışları ister istemez kağıtlarda yazanlara kayıyor, merakına engel olamıyordu. Genç kızın üzerinde çalıştığı dosyayı daha fazla inceliyordu. Bu arada odanın için de tatlı ve sert bir çatışma vardı. Reyhan arkasındaki adamın, saldalyesine oturduğunu ve yarım kalan hesabını kısa sürede bitirdiğini görmedi. "Birbirinize anlayış gösterin."dedi Ömer ve Hafize'ye. "İkiniz de işiniz de çok iyisiniz. Bence sorun hiç bir sorun yok." "Şefim bana güvenmiyor Reyhan Hanım." Hafize üzgündü. Kendini kanıtlamaya çalışmanın nasıl bir şey olduğunu Reyhan çok iyi bildiği için onu anlıyordu. "Zamanla güvenecek Hafize. Sen sakın pes etme. " "Herkes senin gibi olmuyor Reyhan."diyerek araya girdi Ömer Bey. "Hafize sana Reyhan'ın nasıl bir aşçı olduğunu hiç anlattım mı?" "Defalarca anlattın şefim." "Bakma şimdi hayatı bu odada geçiyor. Onun asıl yeri mutfaktı. Elinin lezzetini hiç kimse kolay kolay yakalayamaz." Tarık adamın söylediklerini duyunca, o tarafa baktı. Reyhan daha önce aşçı mıydı? Güzel yemek yapan, mutfakta harikalar yaratan, eli çok lezzetli bir kadın... Bunu usta bir şef söylüyorsa yanılıyor olamazdı. Kendisi de mutfağı seviyordu. Kafeyi açtığı ilk aylarda mutfak konusunda bir çok şey öğrenmişti ama yaptığı yemek sayısı oldukça sınırlıydı. Sandviç, hamburger, kremp, donat, kap kek, ufak atıştırmalıklar yapmakla elbette ki aşçı olamazdı. "Biliyorum şefim."dedi yine Hafize. "Ben de onun gibi olmak istiyorum. Tabii izin verirsen." "Daha vakit var. Çok acele ediyorsun." Tarık dosyayı kapatıp, ayağa kalktı ve onların yanına gitti. "Anlaşmazlığı başka bir şekilde çözebilirsiniz."dediğinde üçünün bakışları genç adama kaydı. Reyhan yanında dikilen adamın, ne söyleyeceğini merakla bekliyordu. "Eminim ikinizin de usta olduğu yemekler vardır." "Ben salatalar konusunda gayet iyiyim."diyerek atladı Hafize. "Şefim de et yemeklerinde çok iyi." "İş birliği ve görev dağılımı sorunları çözer. Böylece birbirinizle de tartışmaya vaktiniz olmaz." Ömer Bey genç adamı baştan aşağı süzdü. "O adamları döven sen değil misin delikanlı?"dedi gülerek. "Valla ellerine sağlık. Çok iyi ettin." Reyhan gözlerini devirerek derin bir nefes aldı. Konu yemekten adam dövmeye gelince, Ömer Bey, odaya neden geldiğini unutmuş gibiydi. "Hoş olmadı ama hak ettiler şefim." "Hem de ne hak ettiler?" "Akşam yemeği yetişecek şefim."diyen Hafize'ye "Sen git ben hemen geliyorum."dedi Ömer Bey. "Gideceğim ama ne yapacağımı söylemedin?" Elini salladı Ömer Bey. "Salata yap, pilav yap. Ne istiyorsan onu yap." "Ciddi misin? Ama menü hazır demiştin." Genç kızın yüzüne yayılan neşe görülmeye değerdi. "Nasıl olsa eline yüzüne bulaştıracaksın. Bari yap da henüz iyi olmadığını kendin gör." "İyi olacağım şefim. Söz veriyorum sana, her gün çok daha iyi olacağım." Hafize odadan koşarak çıkarken, keyfi yerindeydi. "Deli kız."dedi Ömer Bey onun ardından. Onun da yüzü gülüyordu. "Sardın bunu başıma Reyhan. Valla tüm suç sen de." "Kızıyorsun ama onu seviyorsun."dedi Reyhan elini yaşlı adamın omzuna koyup. "İnsanlara ikinci bir şans vermek gerek." "İyi dersin de herkes ikinci bir şansı hak eder mi?" Tarık "Hak eder..."dedi alçak ve ciddi bir sesle. "Nefes aldığımız sürece, hayatımızda ne olursa olsun, şansımızın peşinden gitmeliyiz. İki ya da üç hiç fark etmez..." Reyhan'ın bakışları genç adama kaydı. Tarık da ona bakıyordu. Ömer Bey saatine bakıp, adeta koşarak odadan çıktı ama ikisi de bunu fark etmedi. "Ben Tarık Kıraç." Tarık genç kıza elini uzattı. "Memnun oldum Reyhan Hanım." Reyhan onun ne yapmaya çalıştığını anladı. "İş için yeterli misiniz emin değilim Tarık Bey." Boşta kalan elini usulca geri çekti Tarık. "İşin aslı ben de emin değilim."dedi ciddiyetle. "Evimdeki bir kaç çiçek dışında suladığım başka bitki yok. Gerçi o çiçekler de emin olun şans eseri yaşıyorlar." Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı Reyhan ve genç adamdan uzaklaşarak masasının başına geçti. "Nazım işi kabul ettiğinizi söyledi. Hiç bilmediğiniz bir alanda çalışmak zor olmayacak mı?" Tarık iki elinin parmak uçlarını kot pantolonun ceplerine soktu. Yine yüzünde rahat bir ifade hakimdi. "Demeden bilemeyiz Reyhan Hanım." Sandalyesine oturdu Reyhan. Ve bakışları hala genç adamın üstünde geziniyordu. "Peki gerçek mesleğiniz nedir?" "Finansal ekonomi mezunuyum. Buraya da iş için geldim." "Bakın... Nazım sizi bu işe uygun gördü ise ben sadece kabul ederim. Çünkü benim için onun kararı çok önemli." "İşe alındım yani..." "Evet." "Teşekkür ederim." Önündeki dosyaya döndü yine Reyhan. "Artık çıkabilirsiniz Tarık Bey."derken ona bakmadı. Tarık bir kaç saniye bekleyip, sonrasında odadan çıktı. Ve o an aklın geçen tek bir şey vardı... Nerede bu çim biçme makinası? Ve Nazım... *** Belki de Doğan haklıydı. Belki de gerçekten aklını kaçırmak üzereydi. Nazım ile birlikte otelin bahçesini gezerken bunu düşünüyordu Tarık. Tamam doğayı, çiçekleri, ağaçları, bitkileri seviyordu ama Reyhan'a dediği gibi evindeki bir kaç çiçeği sulamaktan aciz bir adam koca bir bahçenin bahçıvanı olmayı nasıl kabul etmişti? Nazım yaklaşık otuz dakikadır, otelin işleyişini, bahçedeki bitkileri, yıllık doluluk oranlarını, hizmetlerini anlatıp duruyor, anlattıklarını iki elini pantolonunun ceplerine sokmuş, sadece dinliyordu. "Arazi oldukça geniş diyebilirim. Aslına bakarsan burası daha önce otel değildi. Küçük bir restorandı. Reyhan burayı bu duruma getirene kadar çok çalıştı. Ve ortaya böyle bir yer çıktı." "Güzel bir yer." dedi Tarık alçak bir sesle. Yan yana yürüyorlardı. Tarık otelin durumundan çok, öğrenmek istediklerini merak etse de aklındaki soruları yanındaki adama sormak için çok erkendi. Kendisini yanlış anlayabilirdi. "Sahildeki oteller kadar tercih edilmesekte çok şükür işler iyi gidiyor. Burası kafa dinlemek isteyenler için birebir."dedi Nazım. "Tatil sadece deniz demek değil. Doğayla iç içe bir yer, tatil için en doğru seçenek bence..." "Senin gibi düşünenler geliyor zaten. Aile yeri olmamız da bir etken. Bar, gece eğlencesi, sınırsız içki ikramımız yok ama hafta da bir gün, çocuklar için küçük bir gösteri düzenliyoruz. Bir günde canlı müziğimiz var." "Çok daha fazlasına gerek yok sanırım." "Aslına bakarsan yapılabilir ancak Reyhan böyle olmasını istedi. Sonuçta burası ona ait. Nasıl istiyorsa öyle olmalı..." Dilinin ucuna kadar geleni yutmayı düşündü Tarık ama yapamadı. "Başarılı bir hanım olduğu belli. Yani tek başına bu piyasa da var olmak kolay olmasa gerek. Ya ailesi? Gerçi evli mi bilmiyorum ama..." Durgunlaştı Nazım. Adımları da yavaşladı. Bakışları karşıda bir noktaya dalmış düşünüyordu. Yaklaşık bir dakika sonra, bahçenin ormana açılan arka kapısına gelince, genç adamın sorduğu soruya, yüzündeki derin ifade gibi derin ve üzgün bir ses tonuyla cevap verdi. "Eşini kaybetti Reyhan." Kapının girişinde bulunan banka oturdu. Tarık da yanındaki boşluğa yerleşti. "Çok çok kötü bir şekilde kaybetti." "Kaza mı?" İleriye doğru bakıyordu Nazım. O günlerin gözünün önünden geçtiğini anlamak zor değildi. "Feci bir kaza. Aslında kaza değil, cinayet." Tek kaşını kaldırıp, bakışlarını merak ve şaşkınlıkla onun yüzüne dikti Tarık. "Başka bir araç mı çarptı?" "Onların arabasına çarptı. Bilerek, isteyerek, canına kastederek, henüz yeni evlenmiş, nikah dairesinden yeni çıkmış iki gencin mutluluğunu ezdi, paramparça ve yok etti." "Neden?"dedi Tarık onun ki kadar üzgün bir ses tonuyla. Ve gerçekten duyduğu şeye üzüldü. Buna yaşamak Reyhan için hiç kolay olmamıştı ki hala acısını çekiyor, sevdiği adam için kendisini öldürmeyi bile düşünebiliyordu. Onu şimdi çok daha iyi anlayabiliyordu. Evlendiği gün insanın eşinin ölmesi hiç de kolay unutulacak bir şey olamazdı. "Çok uzun hikaye Tarık. Uzun ve üzücü... Fırat benim dostumdu. Dosttan öte kardeşimdi. Onun öldüğüne hala inanamıyorum. Hiç böyle bir sonu hak etmedi. İnsan en güzel gününde öleceğini tahmin edebilir mi?" "Hiç birimiz hayatımızın nerede ve nasıl sona ereceğini bilemeyiz Nazım. Bilseydik yaşamdan zevk alamazdık." "Bilemeyiz de böyle olmamalıydı... " Tarık'a kaydı bakışları. "İyi adamdı Fırat. Kimseye bir kötülüğü dokunmazdı. Babasını kaybettiğinde çok küçüktü. Annesi ve kız kardeşi için küçük yaşta büyük adam olmuştu. Fatoş için bir babaydı, annesi için yoldaştı. Sonra Reyhan girdi hayatına. Çok sevdi Reyhan'ı... Reyhan da onu." Onların birbirinizi sevdiğini tahmin etti Tarık. Hala kocasının yasını tutan bir kadın, üstelik çok da genç olmasına rağmen yalnızdı. "Fatoş kim?" "Kız kardeşi... Dünyaya özel bir insan olarak doğmuş, Fırat'ın yüreğinin diğer yarısı olan çok güzel bir melek." "Anlıyorum... Çocukların hepsi birer melek." "Yaşamayan anlamaz." dedi Nazım derin bir iç çekerek. "Ama işte onların hikayesi böyle bitti. Biri mezarda bir ölü, diğeri dünyada yaşayan bir ölü... Tabii buna yaşamak denirse." "Reyhan Hanım için çok üzüldüm. Çok genç... Yaşadıklarına rağmen pes etmeyip ayakta durması onun güçlü bir kadın olduğunu gösteriyor." "Yirmi sekiz yaşında Reyhan. Üç yıl oldu Fırat gideli. O gittikten yaklaşık bir yıl sonra annesi de gitti. Geriye sadece Fatoş kaldı. Reyhan da kendini ona adadı. Allah'ın işine akıl sır ermez ama Reyhan sanki onun için gelmiş. Bu dünyada Fatoş'a onun kadar sahip çıkan, seven, kollayan başka hiç kimse olamaz." "Peki kimdi o? Arabayı onların üzerine süren." "Fırat'ın eski nişanlısı." Nazım'ın yüzüne yayılan öfke, o kadından nefret ettiğini belli ederken, Tarık bunu ilk kez duyduğu için şaşırdı. Kaza ve sonrasında olanları araştırmamış, sadece aradığı adamın bir kaza da öldüğünü duymuştu. Karısı ve kız kardeşinin yaşadığını o zaman öğrenmişti. "Acıklı bir hikaye... Bunu başka bir kadının yaptığını bilmek ise çok daha acı." "O kadın da cezasını çekiyor. Ölmedi ama ölmekten beter oldu. Gerçi şu an en fazla acı çeken kişi Reyhan. Onun için hayat hiç kolay değil." "Yine de başarmış. Takdir edilecek şeyler yapmış. Hayat bir şekilde devam ediyor. Nefes aldığımız sürece devam da edecek." "Öyle... Allah'ın takdiri. Vade dolunca elden bir şey gelmiyor." Tarık başını çevirip, önündeki boşluğa daldı. "Ben de ağabeyimi kaybettim Nazım." derken tıpkı Nazım kadar üzgündü. "Sahip olduğum tek ailemi kaybettim. Onu çok iyi anlıyorum." "Başın sağ olsun. O neden öldü?" "İntihar... Kendi elleriyle hayatına son verdi." "Tüh... Ne olursa olsun kendini öldürmeye değmez be arkadaşım. Kimbilir ne sorunu vardı? Belki ki altından kalkamamış." "Ben de yıllardır bu sorunun cevabını arıyorum. Ama işte bulmak hiç kolay değil. Ağabeyim sırlarıyla birlikte gitmeyi tercih etti." "Mektupta mı bırakmadı? İntihar edenler neden yaptığını bazen yazıyor ya... Ondan sordum." "Bırakmadı... Sebebinin terk edilmek olduğunu düşündüler. Nikahın hemen önce nişanlısı evlenmekten vazgeçmişti. Belki de bunu kaldıramadı..." "Belki de... Yine de giden gitsin diyecek, önüne bakacaksın. Dünya da kadın da tükenmez erkekte. İnsanın mutluluğu ne zaman ve kiminle yakalayacağı hiç belli olmaz." "Keşke öyle düşünebilseydi. Keşke daha güçlü olabilseydi. Aslında benim tanıdığım adam çok güçlüydü." Genç adamın omzuna elini koydu Nazım. "Erkekler her zaman güçlü olmuyor işte Tarık... Bazen bir kadın bir erkeğin sonu olabiliyor. Ağabeyin gibi, Fırat gibi..." "Kötülük öyle bir tohum ki kökünü kazımadığın sürece, yeşermeye ve büyümeye devam ediyor. İnsan dünyaya kötü olarak doğmuyor fakat bir şekilde kötü olmayı becerebiliyoruz." "Haklısın..." Ayağa kalktı Nazım. "Hadi öğle yemeği vakti geldi. Acayip acıktım."dedi gülümseyerek. Uzun zamandır biriyle Fırat hakkında konuşmamıştı. Tarık'ı yeni tanısa da onun samimi ve mert bir adam olduğunu düşünüyordu. Belki de bu yüzden ona içini açmış, onunla canını hala acıtan bu konu hakkında sohbet etmişti. Tarık da ayağa kalktı. İkisi de canlarını sıkan konularından uzaklaşmak istedi. Bakışları bir kez daha bahçede gezindi. "Bu iş..." dedi alçak ve ciddi bir sesle. "Bahçıvanlık bana göre değil sanırım Nazım. Sana evet dedim ama yapabilir miyim bilmiyorum. Acele karar verdim." "Yaparsın tabii... Sana bu bahçeyi mükemmel hale getir demiyorum. Biraz bakımlı olsun kafi..." "Bu işten anlamayan bir adamı neden istiyorsun? Çok daha kötü de olabilir. Beni de tanımıyorsun." "Evet seni tanımıyorum. Belki de işe yaramazın tekisin... Ya da belki de beş para etmez bir adamsın. " Güldü Nazım. "Ne halt olduğumuz alnımızda yazmıyor ancak tuttum seni. Başka birinin sorunu için cesurca davranan bir adam, kendi sorunları karşısında asla pes etmez. Erkek adam geri değil ileri adım atar. Sen de bunu görüyorum. Ve sanki bir arayış içindesin. Bir derdin var... Belki de sana burası iyi gelebilir. İki çiçek sulayıp, biraz toprak kazısan iyileşebilirsin." "Bir yıl önceye göre çok daha iyiyim. Dediğimiz gibi hayat devam ediyor. Pes etmek yok." "Sen kolay pes edecek bir adama benzemiyorsun Tarık. O yüzden bu iş seni yıldırmasın. Paraya ihtiyacın yok mu?" Nazım'ın sorduğu soruya dürüstçe cevap vermek istedi ama yapamadı. Amacı onu kandırmak değildi. Ağabeyi hakkında neler bildiğini, onunla ne işi olduğunu öğrenmek için onunla arasındaki güveni sağlaması gerektiğini düşündü. "Kimin yok ki?"dedi alaycı bir surat ifadesi takınarak. "Çay dağıtan bir garson olsam, inan bana daha başarılı olurum." Güldü Nazım "Biraz çalış bakalım."derken ve otele doğru yürümeye başladılar. "Belki terfi edersin. Becerine bağlı..." "Bahçıvanlıktan garsonluğa terfi etmek..." Tarık da güldü. "İt sounds good!" "Ne dedin sen? Yine ingilizce mi konuştun?" "Evet... Şey dedim. Kulağa hoş geliyor." İkisi de aynı anda güldü. ****
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD