7.BÖLÜM

4699 Words
Sanayi sitesinde bulunan firmaya ulaşmaları ise uzun sürmedi. Tarık arabayı firmanın önündeki yolda park edecek alan bulamayınca, iki blok ötede bulanan başka bir binanın önüne park etti. İkisi de arabadan inince hala sessizdi. Hafta sonu olmasına rağmen sanayi sitesinin içi kalabalık ve bir çok dükkan açıktı. Firmaya ait olan beş katlı binanın girişinden geçip, birinci katta bulunan danışma noktasına ulaştılar. Birinci kat geniş ve lükstü. Kapıda onları karşılayan güvenlik görevlisi genç adam, kim olduklarını ve neden geldiklerini sorgularken, Tarık ciddi bir güvenlik taraması yapılmasının nedenini merak etti. Nihayetinde burası banka veya havalimanı değildi. Alt tarafı gıda tedarik firmasıydı. Müşterilerin araması ve sorguya çekilmesi midesini bulandırdı. Güvenlik engelini aşıp, danışma bankosuna ulaştıklarında onları karşılayan genç hanım gayet kibardı. "Hoşgeldiniz Reyhan Hanım."dedi gülümserken. Pembe çerçeveli gözlükleri ve mora çalan saç rengi dikkat çekiyordu. "Hoşbuldum Pakize Hanım." diyerek ona selam verdi Reyhan. Buraya daha önce bir kaç kez daha geldiği için onu tanıyordu. Zaten Pakize Hanım'da bir kez görüp unutulacak bir kadın değildi. "Süha Bey'le görüşeceğiz. Lütfen geldiğimizi haber verir misiniz?" Pakize Hanım önce Reyhan'ı sonra da arkasında duran genç adamı baştan aşağı dikkatlice süzdü. Bakışları Tarık'ın yüzünde bir kaç saniye daha fazla oyalanırken, Tarık o bakışlara alışkın olduğu için görmemezlikten gelmiş etrafta olan biteni izliyordu. Ayrıntılara dikkat eden bir adam için burada dikkatini çeken başka şeylerde görüyordu. İlk bakışta beş tane takım elbiseli ve gayet iri yapılı adamlar görüş alanına girdi. Üçü ayrı köşelerde oturmuş, gelen gideni izliyor, özellikle ikisi geniş bir pencerenin önünde dışarıya bakıyordu. Onların burada iş için bulunmadıklarını, özel hizmete tabi koruma olduklarını aptal bir adam bile anlardı. Kalite ve şıklık akan ceketlerinin bel kısmındaki kabarıklığında orada gizlenen silahlar olduğunu da bilirdi. Basit bir gıda tedarik firmasının güvenliği neden bu kadar önemliydi acaba? Bir kaç çuval pirinci, mercimeği ve fasulyeyi hırsızlardan korumak için kapıya silahlı adamlar dikmeye çok gerek var mıydı? Tabii sorun sadece bakliyatlar değilse. Adamların kendisini süzdüğünü fark edip, onlara alelade bir bakış atarak, cep telefonunu çıkardı ve mesajlar menüsüne girdi. Ve hızlı bir şekilde bir şeyler yazarak, telefonu yine cebine koydu. "Sizinle görüşecek ama biraz bekleteceğim Reyhan Hanım. Şu an misafirleri var." diyerek salonun bir köşesinde bulunan oturma alanını işaret etti Pakize Hanım. "Süha Bey bu aralar çok yoğun." "Umarım çok uzun sürmez. Çünkü çok fazla vaktim yok Pakize Hanım." "Siz oturun haber veririm. Bu arada size içecek bir şeyler ikram edelim." Arkasına dönünce Tarık'la göz göze geldi Reyhan. "Duydunuz Tarık Bey bekleyecekmişiz." "Sıkıntı değil Reyhan Hanım. Acil yapılacak bir işim yok." Tarık'la birlikte üç kişilik geniş koltuğa doğru yürüyüp, yan yana oturdular. Reyhan bedenleri birbirine değmesin diye dikkat ederken, genç adam hafifçe öne doğru eğilerek dirseklerini dizlerinin üzerine koyup, iki elinin parmaklarını birbirine kenetledi. Onları kaçamak bakışları ile izleyen korumaların pek ala farkındaydı ama görmezden geliyormuş gibi davranıyordu. Elinde bir tepsi ile yanlarına gelen bir hanım iki bardak çay ikram etti. Tarık cep telefonuna gelen mesajı okuyordu. "Tekin biri değil. Hakkında açılmış bir çok dava var. Her birini incelemem çok uzun zaman alır. Kara para aklama için bir firma kurduğu, illegal yollardan bir çok yatırımcıyı dolandırdığı söyleniyor. Küçük işletmeleri de bir şekilde ele geçirmeyi ve kendine bağlamayı başarıyormuş. Organize suçlar tarafından sıkı takibe alınmış." "Gerek yoktu teşekkür ederiz." dedi Reyhan kadına. Gelen çayları alarak önlerinde duran sehpanın üzerine bıraktı. Sonrasında yanında oturan adamın yüzündeki gergin ifadeyi fark etti. Telefonuna bakarken daha gergindi. Ona doğru seslenirken ses tonu alçaktı ve sesini duyması için ona biraz daha yaklaştı Reyhan. "Sorun çıkarmayacağınız konusunda anlaşma yaptık Tarık Bey. Unutmadığınızı umuyorum." Tarık onu duyuyor olsa da bakışları binanın içinde geziniyordu. "Sorun çıkaran ben olmayacağım ama sorun çıkarsa olacaklar konusunda söz veremem Reyhan Hanım." derken ciddiydi Tarık. "Ne sorun olabilir ki? Süha Bey'e yaptığı şeyin yasal olmadığını bir kez daha anlatacağım ve eminim bu kez hatasını kabul edecek." Genç kıza alaycı bir bakış attı Tarık. "Umarım... Umarım sizin dediğiniz gibi olur." "Her zaman böyle şüpheci misiniz?" "Yerine göre..." "Gergin olması gereken benim Tarık Bey ama gören de buraya onunla görüşmek için sizin geldiğinizi sanır." "Ben iş yapacağım adamların geçmişini, piyasadaki durumunu ve hatta sabıka kaydını bile araştırırım." "İşte tam size göre bir tavır. Benim için dürüst olmaları önemli. Süha Bey de burada bir çok otelle çalışıyor." "Bu onun dürüst olduğunu göstermez." "İnsanların hayatlarına burnumuzu sokmak ve gittiği dişçiye kadar araştırmak bizi ne kadar dürüst yapar?" "En çok hangi yemeği sevdiğini unuttunuz?" "Bunu da mı?"dedi genç kız şaşkınlıkla "Yapmayın ama Tarık Bey. İş etiği bu şekilde yürümez." "İş etiğiniz konusunda size saygım sonsuz. Ancak herkes sizin gibi değil. Yani ben haklıyım..." Gözlerini devirip, başını iki yana olumsuz manada salladı Reyhan. "Buraya sizinle gelmek gerçekten çok kötü bir fikirdi. İlk kez Nazım'a çok kızıyorum." Tarık giriş kapısının önündeki hareketliliği ve az önceki adamların oraya yönelmesini gözucuyla izliyordu. "Nazım hisleri kuvvetli bir adam. Benim gibi..." "Nazım bana karşı fazla korumacı o kadar." "Bu kötü bir şey değil. Sevdiklerimizi koruma iç güdüsü asla geçmez." "Her neyse... Çayınızı içmeyecek misiniz?" Ortada hiç iyi şeyler dönmediğini, adamlar ellerini bellerine attıkları anda anladı Tarık. Başını çevirip Reyhan'a baktı. "Reyhan..."dedi usulca. Ona doğru yaklaşıp, elini tuttu. Genç kız onun kendisini adıyla hitap etmesini, garip bakışlarını ve aniden elini tutmasını şaşkınlıkla karşıladı. "Tarık Bey. Bu da ne demek?" dediği anda bir patlama sesi duydu. O sesle birlikte kendisine sarılan adamı, ikisinin ağırlığı ile arkaya devrilen kocaman koltuğu ve ardından gelenler silah seslerini duydu. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki yerde yattığını, Tarık'ın kolları arasında olduğunu, onun kendisine sıkıca sarıldığını ve başını adamın boynunun altına gömdüğünü saniyeler sonra idrak edebildi. Patlayan cam sesleri, bağıran insanlar, hiç durmayan silah sesleri... Allahım! Başını kaldırmaya korkuyordu. Zaten başının üzerindeki elde buna izin vermiyordu. "Korkma Reyhan..."diye fısıldarken, onun bedenine kendi bedenini siper etmişti Tarık. Arkasında gizlendikleri koltuk, çok güvenli olmasa da şu an için işe yarıyordu. "Neler oluyor?" derken kendi sesini zor duydu Reyhan. Bir kadının çığlığı, bir adamın inlemesi, asansörün sesi... Her sesle irkilip, genç adama sığınırken, sesi de ürkekti. "Kötü bir zamanda geldik."dedi Tarık. "Ama..." "Şışş..."diye genç kızın kulağına fısıldadı. "Bana güven Reyhan. Ne dersem onu yap. Ve sakin ol." Kollarının arasında korkuyla titreyen genç kıza daha sıkı sarıldı. Reyhan bacaklarını karnına çekmiş, küçük bedenini kendi bedenine yaslanmış, üstte olan eliyle ona sarılmıştı. Şimdi tek düşüncesi onu güvenli bir şekilde buradan çıkarmaktı. Bir kaç adım ötelerinde mutfak olduğunu tahmin ettiği kapıyı görmüştü. Az önceki hanım elindeki tepsiyle oradan çıkmıştı. "Bak... Reyhan..." Tek eliyle çenesini tuttu kızın. "Evet..." "Arkamızda bir kapı var. Sanırım orası mutfak. Oradan dışarı çıkabiliriz." "Tamam..." "Tamam..." Kendisini izleyen genç kızın gözlerine bakıyordu Tarık. Ağlamamak için kendisini tuttuğunu da görebiliyordu. Yine de güçlüydü. Biraz önce onunla çatışırken, şimdi kollarının arasında minik bir kedi yavrusu gibi kıvrılmış, kendisine tutunuyordu. Ona sarılmak bu durumda yapabileceği en doğru şeydi ama içini saran tuhaf duyguyu daha önce hiç hissetmemişti. Böylesi güzel kokan ve güzel bakışları olan bir kadın daha önce görmemişti. Onu koruma iç güdüsü öyle bir hal almıştı ki elinde bir silah olsa, ona zarar vermek isteyen herkesi vurabilirdi. Silahı vardı ama arabasındaydı. Yani şu an için işe yaramıyordu. "Fatoş..."dedi Reyhan usulca. "Onun bana ihtiyacı var." O an bir kaç damla yaş yanaklarından süzüldü. Canı yandı Tarık'ın. Reyhan'ın kendisi için değil, emaneti olan genç kız için endişelendiğini görmek kalbini eritti. Belli ki ölmekten onu yalnız bırakmaktan korkuyordu. Nasıl bir kalbi vardı bu kızın? Böyle bir durumda nasıl başka birini düşünebiliyordu? "Ben... Ben ona söz verdim. Lütfen..." "Reyhan..."dedi Tarık, dudaklarını başının üzerine koyup, saçlarında gezdirirken "Sana bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim. Asla... Yanındayım... Daha önce olduğu gibi... " Bir kaç silah sesi daha duyuldu. "Lütfen... Lütfen...." Cehennemin ortasına düşmek bu olsa gerekti. Belli ki bir hesaplaşmanın içinde kalmışlardı. Tarık neler olduğunu görmek için bedenini yukarı hafifçe kaydırıp, koltuğun yan tarafından girişe baktı. Beş adamdan ikisi yerde yatıyor, diğerleri pencereden hala silah sıkıyordu. Hemen sonra kapının önünde onlarca adam belirdi. "Şimdi!" dedi genç kızın elini tutup. Onunla birlikte eğilerek kapıya doğru koştular. Onlar mutfağa girdiği anda binanın içine sayısını bilmedikleri adamlar daldı. Tarık kapıyı kilitleyip, genç kızın elini tutarak pencereye koştu. Camı açıp, başını usulca dışarı çıkardı. Etrafta kimse olmadığından emin olunca, onu kucağına aldı ve cama çıktı. Yerden çok yüksek olmadığı için ikisi de şanslıydı. Bahçeye inince Reyhan'ın elini yine tuttu. Uzaktan gelen siren seslerinin polis araçlarına ait olduğunu tahmin etse de etrafta iyi tipler olmaması nedeniyle dikkatli olması gerekiyordu. Binanın duvarına yaslanarak, ağır adımlarla genç kızı arkasına alarak yürümeye devam etti. Bahçeden ve binanın içinden sesler geliyordu. "Polis geliyor! Çabuk olun!" "Kameraları patlatın!" "Arkanızda iz bırakmayın!" "Geberdi mi it?" "Süha huzura sonunda erdi!" diyerek bir adam gülüyordu. "Yanındakiler de bok yoluna gitti!" "Hadi çabuk olun!" "Toparlanın!" Binanın köşesine gelince bekleyen iki adamı gördü Tarık ve adamlardan biri de onu gördü. "Kahretsin!" dedi usulca. "Hey arkada bahçede biri var. Kaçmayı başarmış!" dedi adam yanındakine. "Polis gelmeden onu da halledelim." Adamın sesini ve onlara doğru geldiğini duydu Tarık. Ama yerinden kımıldamadı. Sadece gizlendi. "Şimdi ne olacak?"dedi Reyhan korkuyla. "Yere eğil ve başını kollarının arasına göm Reyhan." "Ama... Neden?" O anda köşeden çıkan ve elinde silah olan adamı gördü Reyhan. Hemen sonra Tarık'ın dediğini yaptı. Başını göm dese de ona ve silahlı adama bakmaktan kendini alamıyordu. Tarık adamı sadece iki hamlede yere fırlatırken, diğer adamda hemen sonra oraya ulaştı. Tarık onlardan daha iri değildi ama daha güçlü olduğunu ilan edercesine, silahlı olmalarına aldırış etmeden ikisini de alt etmeyi başardı. Üstelik bunu bir kaç dakika da yaptı. Adamlar yarı baygın yerde yatarken, onlara bakıyor ve titriyordu Reyhan. Reyhan'a uzanıp, onu kaldırdı ve yine elini tuttu Tarık. "Reyhan..." Reyhan onu duymuyordu gibiydi. Hala bakışları yerde yatan adamların üzerinde ve adım atmaya hali yoktu. Bir kez daha "Reyhan..."dedi. Genç kız ona doğru baktı. "Kusmak istiyorum..."derken sesi de kendi gibi titriyordu. Onu kendisine çekip, iki kolunun arasına aldı Tarık. O anda polislerin geldiğini de duydu. "Bitti Reyhan... Bitti..." "Ya buraya yalnız gelseydim? Tek başıma..." İki elinin avuçlarını genç adamın göğsüne yaslayıp, ağlamaya başladı. "Yalnız değilsin Reyhan..."dedi Tarık usulca. "Artık ben varım. Yalnız değilsin..." Bir zamanlar en sevdiği renkti mavi... Denizi ve gökyüzünü bu renge boyamış olmanın mutlaka bir sebebi olmalı diye düşünürdü. Deniz sarı gökyüzü kırmızı olabilir miydi? Ya da yeşil... Hayır... Doğanın sahip olduğu her renk o kadar güzel bir uyum içindeydi ki hayran olmamak mümkün değildi. Her rengin bir anlamı ve insanı içine çeken bir albenisi mutlaka vardı. Mavi samimiyet, dürüstlük, güven ve kendisine göre huzur demekti. Şimdi önünde uzanan masmavi denizi izlerken, bunları düşüyordu Reyhan. İki saat kadar önce yaşadıklarını zihninden atmak kolay olmasa şimdi daha iyiydi. Son üç yıldır ölmeyi ne kadar çok istediğini de düşünüyordu. Canını kendi elleriyle almanın çok zor olmayacağını, çok kolay öleceğini... Ama yanılmıştı... Bugün ölüme bir nefes mesafesi kadar yakınken, artık tek düşündüğü şey yaşamaktı. Fatoş için yaşamak istiyordu. Ve bugün bunun bir kez daha farkına varabildi. Hayatını kurtaran adam bir kaç adım ötesinde, arabasına yaslanmış kendisini izliyordu. Polise verdikleri ifadeden sonra, kendisini buraya getirmişti. Sanki buna ihtiyacı olduğunu hissetmişti. Hiç konuşmadan, arabayla denizi görebildikleri en güzel noktaya gelmişlerdi. Ne istediğini, neler hissettiğini bir yabancı nasıl bilebilirdi ki? O yabancı iki gündür kendisine nasıl bu kadar yakın olabilirdi? Bir kaç günde onunla ne kadar çok şey yaşamıştı. O binanın içinde, kendisini korumak için onun kollarının arasına sığındığı, ona sarıldığı anı da düşünüyordu. Bilerek ve isteyerek olmamıştı. O anın hissettirdiği korku yüzünden hiç tanımadığı bir adama sarılmıştı. Göğsünü ve nefesini sıkıştıran tanıdık his hiç geçmiyordu. Kollarını göğsünün üstünde birleştirmiş, saçlarını savuran rüzgara inat, olduğu yerden bir milim kımıldamadan denizi izliyordu. Usulca akan gözyaşları artık ağlamaktan yorulmuş gözlerini yakarken, çektiği acının asla bitmeyeceğinden emindi. Yıllar sadece daha katlanılabilir kılıyordu o kadar... Ve son üç yıldır gördüğü tek renk siyahtı... Onu buraya bilerek getirmişti Tarık. Sakinleşmesi, bugün yaşadıklarını biraz olsun zihninden atması için getirmişti. Arabasına yaslanmış denizi izleyen ve düşünen kadını seyrediyordu. Bir portre gibi görünüyordu Reyhan. Sahile vurmuş, çok sevdiği denizi özleyen bir deniz kızı gibiydi. Neredeyse beline inen dalgalı saçları, elbisesinin altında harika görünen vücudu, hüzün oturmuş bal rengi gözleri ile o kadar güzeldi ki böyle bir kadının yaşama sevincini kaybetmesi, kendini karanlığına gizlenmesi doğru gelmiyordu. Şu an ne düşündüğünü, neler hissettiğini, kimi özlediğini tahmin ediyordu. Bazı acıların tarifi yoktu... Onu kollarının arasında tutarken, dudakları saçlarına gezinirken, sıcaklığını hissederken yabancı olduğu ve adını koyamadığı duyguların içine düşmüştü. Belki onu koruma iç güdüsü, belki sahiplenme, belki de çaresiz bir kadına yardım etme çabası... Bu duygunun adını koyamasa da artık emin olduğu tek bir şey vardı. Reyhan'a sarılırken, dudaklarından yemin gibi dökülen cümlenin sonuna kadar arkasında duracaktı. Ona artık yalnız değilsin, yanında ben varım derken hiç olmadığı kadar ciddiydi. Kendisini buraya getiren sebep Fırat Kocabaş'tı. Onun ağabeyi ile olan ilişkisini merak ederek, sorgulayarak, ne olduğunu öğrenmek için gelse de burada bulunmasının tesadüf olmadığını düşünüyordu. Hatta emindi... Onu önce bir sahilde görmüş, sonra aradığı adamın karısı olduğunu öğrenmişti. Ve bugün yine yanındaydı. Bu kadar tesadüf olabilir miydi? Burada bir süre daha kalma konusunda kesinlikle kararlıydı. Gitmek istemiyordu... Gidemiyordu... Ya da belki de gitmeliydi! Reyhan'ı tanımamış varsayarak, buraya gelme sebebini unutarak, arkasına bile bakmadan çekip gitmeliydi. Kalırsa sonunda ne olacağını kestiremiyordu. Plansız yaşayan bir adam olmamıştı hiç... İnsanların hayatlarına öylesine girmek kendisine göre değildi. Ama şimdi yarın için hiç bir planı yoktu. Ya da öbür gün... Uğur Kıraç ve Fırat Kocabaş arasında ne geçtiğini henüz bilmese de içinden geçen bir his, bu kadına yardım etmesini, ona bunu borçlu olduğunu fısıldıyordu. Ağabeyi ile o adam arasında hiç bir sorun olmayabilirdi. Buraya bir hiç için gelmişte olabilirdi. Henüz ne olduğunu bilmediği bir hissin peşinden sürüklenirken, Reyhan'ın yanında biraz daha kalmak istediğinden kesinlikle emindi. Nazım'la birlikte araba bakmaya gelmiş olabilirlerdi. Ya da öylesine bir ziyaretti. Bunun cevabını verecek tek kişi Nazım'dı. Ondan bu sorunun cevabını bir gün alacağını umut ederken, şu an düşündüğü tek şey karşısında duran ve denizi izleyen kadındı. Geçmişte ne olduğunun hiç bir önemi yoktu. Ya da yarın ne olacağının... Bir kaç gün öncesine kadar adını bile bilmediği genç bir kadındı Reyhan. Acılı bir eşti. Ve hala eşinin yasını tutan, onu sevmekten vazgeçmeyen bir kadın... Oysa şimdi sadece Reyhan'dı. Sadece Reyhan... Ağır bir kaç adımla ona doğru yaklaştı ve yanında durup, bakışlarını onun gibi denize çevirdi. "Bakakalırım giden geminin ardından."dedi alçak ve duygu yüklü sesiyle Tarık. Reyhan onun sesinin şiirlere yakıştığını daha önce fark etmiş, söylediği dörtlüğü gözleri kapalı dinliyordu. Gerçekten çok güzeldi sesi. İnsanın içine huzur veriyordu. "Atamam kendimi denize, dünya güzel." Son cümleyi fısıldayarak Reyhan tamamladı. "Serde erkeklik var, ağlayamam... Orhan Veli." Ona baktı Tarık başını usulca sallarken. "Biliyorum Reyhan..."derken yine şiir okuyor gibiydi genç adam. Alçak duygulu ve naif... "Çok zor olduğunu biliyorum." Hayatı hakkındaki her şeyi bildiğini tahmin ediyordu Reyhan. Onun gibi birinin gözünden hiç bir şey kaçmayacağı açıktı. Belki de Nazım anlatmıştı. "Bilemezsin..."dedi Reyhan bakışlarındaki derin hüzün sesine de yansırken. "Yaşamayan hiç kimse bilemez." "Haklısın... Yaşamayan hiç kimse bilemez." Yine denize kaydı bakışları Tarık'ın. Ve yine ses tonu alçaktı. "Asla geri dönmeyeceğini, bir daha asla onu göremeyeceğini, sesini duyamayacağını bilmek insana çok ağır geliyor. İlk günler bunun gerçek olduğunu kabul etmek istemiyorsun. Sanki her an ben geldim diyecek ve karşına çıkacak ya da seni arayacakmış gibi hissediyorsun. Herkes onun gittiğinden eminken, sen asla emin olamıyorsun. Kabul etmen ise hiç kolay olmuyor." Genç adamı dinliyor, onun gibi denizi izliyordu Reyhan. Neler hissettiğini ilk kez birinden duymak garip bir histi. Kendisine teselli veren bir çok insan olmuştu ama hiç biri bu adamın söyledikleri kadar yüreğine dokunmamıştı. Belli ki o da hayatında değer verdiği birini kaybetmiş, o yüzden bu kadar içten ve samimi dile getiriyordu. "Acının asla geçmeyeceğini ve onsuz nefes alamayacağını düşünüyorsun. Bazen öyle bir an geliyor ki neden yaşadığını sorguluyorsun. Madem sonumuz ölüm, neden bunca çaba? Neden bunca koşturmaca? Ve neden o?" "Neden?"dedi usulca Reyhan. "Çünkü bizler ölümsüz değiliz Reyhan. Hiç bir canlı ölümsüz değil. Bak şu denize... Asırlardır burada. Şu gökyüzü, yıldızlar, her gün doğan güneş... Ölümsüzlük onlara bahşedilmiş, bize değil. Ölüm olmasaydı hayatımızın hiç bir değeri olmazdı. Ölüm olmasaydı sevdiklerimizin kıymetini bilmezdik. Ve bizlere vaat edilen cennet olmasa dünyada iyi insan kalır mıydı?" "Haksızlık..." dedi genç kız. "Biz onunla..." sözlerine devam etmek için derin bir nefes aldı. "Fırat'la o gün evlendik. Her şey çok güzeldi. Bir masalın sonu gibiydi. Ben masalların sonunun güzel olacağına inanırdım." Reyhan konuşurken yanaklarından süzülen yaşları silmeyi istedi Tarık. Onun ağlaması içini acıtıyordu. Ancak bu kez ona dokunamazdı. "Önce babamı kaybettim."diyerek devam etti Tarık. "Ve ben babamı hiç tanımadım Reyhan. Onu hiç görmedim. Annemin onu nasıl sevdiğini biliyorum sadece. İki çocuğu için ayakta kalmaya çalışan, tek başına bir kadın... Tıpkı senin gibi. Sen de Fatoş için yaşıyorsun. Sonra... Yani üç yıl önce ağabeyimi kaybettim. Benim için çok acı bir kayıptı. İntihar etti ağabeyim." Reyhan'ın nemli gözleri genç adama kaydı. Tarık hala denizi izliyordu. Acısını da bakışlarından anlamak mümkündü. "Sahip olduğum tek ailem, beni bırakıp gitti. Keşke bu kararı vermeden önce beni arasaydı... Keşke bunu neden yapmak istediğini anlatsaydı. O zamanlar Amerka'daydım. Yanında olmadığım için kendimi çok fazla suçladım. Bana ihtiyacı olduğu anlarda yoktum. Oysa o her zaman yanımdaydı. Kardeşi ve annesi için kendi hayallerinden vazgeçti. Annemin hasta olduğunu bile çok geç öğrendim. Beni üzmemek için söylememişti. Annem öldüğünde, o kadar güçlüydü ki ondan güç aldım ben... Ama o öldüğünde çok yalnızdım. Acımı paylaşacak kimsem yoktu. Üstelik ağabeyim..." Cümlenin devamını getirmedi Tarık. Ağabeyinin hiç dostu olmadığını, hayatı hatalarla dolu olduğunu söyleyemedi. Cenazesini bile bir kaç arkadaşı ile kaldırdım diyemedi. "Üzgünüm..."derken yanaklarını sildi Reyhan. "Ben... Bugün benim için zor zordu. Ve... Şey... Galiba bu yüzen bu kadar gerginim. Teşekkür ederim... Bugün yaptıkların, beni koruman, yanımda olman... Sana borcumu nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum. Her şey çok zor ve anlamsız." Tarık da ona baktı. "Hayat başlı başına zor Reyhan. Hepimizin yüreğinde gizlediğimiz bir acı vardır. Kimse sonsuza kadar mutlu ya da sonsuza kadar mutsuz olamaz. Alışmayı ve kabul etmeyi bir şekilde öğreniyoruz. Hayat devam ediyor demek çok klasik ama doğru. Geride kalanlar için hayat devam ediyor. Son perde inene kadar da devam edecek." "Alışmak istemiyorum... Sadece bekliyorum. Ağabeyin gibi güçlü de değilim. Onu gösterdiği cesareti göstermeye gücüm yok. Burada kalmak için sebebim olduğunu biliyorum." "Fatoş..." "Evet... Onun bana ihtiyacı var. Benden başka kimsesi yok." "Ya kendin?" "Ruhu olmayan bir bedenim sadece... Öylesine yaşayan bir insan. Kendini önemsemenin nasıl bir his olduğunu unuttum." "Kendine bunu yapma Reyhan. Bir mezar iki kişi için çok küçük." "O mezarda ben de varım. Fırat yalnız değil. Onunla ben de gittim." Derin ve içli bir nefes aldı Tarık. Genç kızın kendine acı çektirmesine kızıyordu. "Git o zaman."dedi bu kez ciddiyetle. "Git derken?" "Git! İnan bana bunu yapmak çok kolay. Kendine her gün işkence ederek yaşamaktansa, bunu bir kez yap ve kurtul. O mezara gir. Hayatına bir son ver. Fatoş bir şekilde devam eder." Genç adama şaşkınlıkla bakıyordu Reyhan. "Yani... İntihar mı edeyim?"dedi kekeleyerek. Bunu daha önce kimseden duymamıştı. Bu derece de net dile getiren olmamıştı. "Evet." Öyle rahat bir tavırla cevap veriyordu ki Tarık. Yapmasını söylediği şey sanki çok sıradan ve olağandı. "Öldür kendini... Seç bir yol. Ağabeyim bunu bir silahla yaptı. Tek bir kurşun ve acısız bir ölüm. Diğer yöntemler konusunda bilgi sahibi değilim. Tabii bunu başaramayıp hayatının sonuna kadar pişmanlık içinde yaşayan insanlar da var." "Ne demek bu?" "Şu demek? Amerika'da intihar eğilimli insanların grup terapilerinde bir çok insanla tanıştım. Örneğin Bayan Gwen... Sevgilisi onu terketti diye birlikte yaşadıkları evi ateşe verip, ölmeyi isteyen ama başaramayan bir kadın. Bedeninin yüzde yetmişi yanmış. Yüzünün büyük bir kısmı da buna dahil. Ya da Bayan Jade... Oğlunun ölümünden sonra tek düşüncesi ona kavuşmak olmuş ve bunun için seçtiği yol gerçekten acımasızca. Köpeğinin pire ilacını içmiş. Ne olmuş sence?" "Duymak istemiyorum. Çok acımasızsın. Bana neden bunları anlatıyorsun?" "Acımasız değil, gerçekçiyim. Yaşam hakkı insana bir kez veriliyor. Sen hala bu hakka sahipsin. İntihar etmek çözüm değil. Asla da olamaz." "Ben de ölmeliydim."derken sesini yükseltti Reyhan. "Onunla birlikte ben de gitmeliydim. Bu şekilde yaşamak hak mı?" "Ama gitmedin. Bunun bir sebebi olmalı." "Hiç bir sebebi yok." "Görmek istemiyorsun. Sahip olduğun hakkı kullanmak istemiyorsun. Ne yaşadın Reyhan? Annem babamın ölümden sonra hayata daha sıkı sarıldı. Çünkü biz vardık. Onun bir kez bile ölmek istiyorum dediğini duymadım." "Benim hayatım seni ilgilendirmiyor! Kimseyi ilgilendirmiyor. Nasıl istersem öyle yaşarım. Ve belki de ölürüm. Ne hissettiğimi asla anlayamazsın. Anlamanı da beklemiyorum." "O seni görebilse ne düşünürdü? Acı çektiğini izlemek hoşuna gider miydi? Ölmeni ister miydi?" "Fırat benim üzülmemi asla istemezdi. Onu tanımıyorsun. Onun hakkında hiç bir şey bilmiyorsun." "Sevdiğimiz insanların acı çekmesini hiç birimiz istemeyiz. Ölmesini de istemeyiz. Mutlu olmalarını isteriz. Sevgi bencillik değildir. Kendine bencillik etme." "Sen hiç ölmeyi düşünmedin mi? Bir kez bile aklından geçmedi mi?" "Hayır." "Ya birini sevdin mi? Dur tahmin edeyim. Hiç sevmedin. Belki de sevmeyi bilmiyorsun." "Her insan sevginin ne olduğunu bilir ama farklı sever. Ölesiye sevmek... Bilmiyorum... Bu konuda haklısın." "İşte bu yüzden beni anlaman imkansız. Lütfen artık gidelim. Ve lütfen bir daha asla benimle bunun hakkında konuşma. Hayatımla ilgilenme. Ne yapmam gerektiğini söyleme." "Belki de bunun için buradayım Reyhan. Birinin sana bunları hatırlatması gerek." "Yapma... Aramızdaki sınırı koruman yeterli. Bugün olanlar yeterince kötüydü. Bana yardım etmiş olman, artık yakın olduğumuz anlamına da gelmiyor." "Arkadaş olmak da buna dahil mi?" "Evet." "Nasıl istersen? Ama şunu bilmeni istiyorum. Artık buradayım. Yardıma ihtiyacın olduğunda yanında olmaya hazırım." "Neden? Seni tanımıyorum bile... Sen de beni tanımıyorsun." "Birbirimizi tanımak için uzun bir zamana ihtiyacımız yok." "Ah..."dedi Reyhan usanmış bir tavırla. "Artık otele dönelim. Yeterince zaman kaybettim." "Nasıl istersen? Nihayetinde patron sensin." Arabaya doğru yürürken "O yüzden dikkat et." diyerek uyardı genç kız. "Daha ilk günden işini kaybedebilirsin." Onun arkasından bakarken belli belirsiz gülümsedi Tarık. "Bugüne kadar hiç kovulmadım. Sanırım bu ilk olacak."dedi bağırarak. "O zaman istifa et." "Zoru görünce kaçan biri de olmadım." Onun peşinden arabaya ulaştı Tarık. İkisi de arabaya yerleşip, genç adam kontağı çevirince yanında oturan, asık suratı ile yan camdan dışarıyı izleyen genç kıza baktı. "Belki de bahçıvan olmayı seveceğim. Hayalimdeki iş olabilir. Bu şansı kaçırmak istemem." Kollarını göğsünde birleştirip, dudak kıvırdı genç kız. "Seni çiçek sularken hayal edemiyorum." Genç adamla göz göze gelmemeye dikkat ediyordu. "Ya da bahçıvan tulumu içinde gezinirken... " Arabayı çalıştırıp, ana yola çıktı Tarık. "Açıkçası tulum olayı benim de içime sinmedi. Şimdilik rafa kaldırabiliriz. Giyim tarzıma uyduğunu söyleyemem." "Kesinlikle haklısın." "İlk defa bana hak verdin. Mutlu olmalı mıyım?" "Her zaman olmaz." "Ayrıca..." "Evet..." O sırada Tarık'ın telefonu çaldı. Arayan avukatıydı. Araba kullandığı için hoparlöre yöneldi. "Tarık Bey selam." "Selam." "Müsait misiniz?" "Evet." İki adamın sohbetine mecburen kulak misafiri oluyordu Reyhan. Gözleri hala yoldaydı. "Harika bir ev buldum diyebilirim. Üstelik fiyatı da gayet iyi. Ev sahibi nakite sıkıştığı için acil olarak satışa çıkarmış. Evi bugün boşaltıyor." "Nerede?" "Kemer tabii ki... Kaldığınız yere çok uzak değil. Beş kilometre civarı." "Müstakil değil mi?" "Evet. Üç katlı bir villa. Denize sıfır, geniş bir bahçesi var. Eski bir yapı ama restore edilmiş. Sahibi de çok tatlı bir hanım." "Site içinde mi?" "Hayır bağımsız. Dilerseniz resimleri atayım." Genç kıza göz ucuyla bakıp, yola yöneldi Tarık. "Daha iyi bir yol buldum. Sen bana adresi at. Gidip bakayım." "Elbette Tarık Bey. Ben de ev sahibine ulaşayım ve eve bakacağınızı haber vereyim." "Olur." "Ne zaman peki?" "Yarım saat içinde..." "Harika. Olmuş bilin." "Teşekkür ederim. Ararım sonuca göre." "Cevabınız olumlu olursa, alım işlemlerini kısa sürede hallederim." "Tamam." Genç adamın telefon konuşması bitince ona doğru döndü Reyhan. "Bu arabaya sahip ayrıca villa alacak kadar parası olan bir adam neden bahçıvan olmak istiyor? Cevabını merak ediyorum."derken genç adama manidar bir şekilde bakıyordu. Tarık da ona baktı. "Bana bu işi teklif eden kişi çok ikna ediciydi. Hayır diyemedim." "Nazım." "Evet Nazım." "Nazım senin paraya ihtiyacın olduğunu, iş aradığını sanıyormuş." "İş aradığım doğru." "Böyle bir iş mi?" "Nazım'ın etkilemeyeceği biri var mı? Kesinlikle yoktur. Bu işin bana iyi geleceğini ve hayırlı olacağını düşünüyor. Neden olmasın? " "Bahçemin canını okuma da... İşi bilen biriyle çalışmak daha mantıklı geliyor. Evindeki çiçekleri sulamayan bir adama bahçemi emanet edeceğim. Harika!" Hafif bir tebessüm etti Tarık. "Zararı maaşımdan kesersin. Sorun değil." "Yani anlamalıydım. Bana ne kadar maaş alacağını bile sormadın. Nazım da bilmiyor. "Sormadım." "Zaten paran var." "Yeterince..." "Macera mı arıyorsun?" "Olabilir." "Garip bir adamsın. Kapalı bir kutu gibi. İçinden ne çıkacağını tahmin edemiyorum." "Bazen ben de..." "En azından dürüstsün." "Her zaman." Avukatın yolladığı adrese yöneldi Tarık. "Otele gidecektik." dedi Reyhan itiraz ederek. "Önce eve bakalım. Çok uzun sürmez." "Tek başına gidebilirsin. Evin beni ilgilendirmiyor." "Bir hanımın yardımına ihtiyacım olabilir. Sizler bu konuda daha iyisiniz." "Senin birinin yardımına ihtiyacın olabileceği imkansız bence." "Hepimizin birine ihtiyacı vardır." "Bu ben değilim. Sana yardım edemem." "Çok zamanımızı almaz endişelenme..." "Endişelenecek durumdayım. Otele gitmesi gereken gıdalar ne olacak? Ömer Bey beni bekliyor. Ve Nazım da..." Tarık gayet rahattı ve Reyhan onun rahat tavrına sinir oldu. Çantasından telefonu çıkarıp, Nazım'ı aradı. Görüşmesi bir kaç dakika sürdü. Reyhan'dan çok Nazım konuştu. Nazım'ın henüz olanlardan haberi yoktu. Olsaydı sorardı. Telefonu kapatınca Tarık'a baktı. Genç kızın garip bakışları Tarık'ın dikkatini çekti. "Ne oldu Reyhan? Bir sorun mu var?" "Sensin değil mi?" dedi Reyhan usulca. "Ben mi? Anlamadım..." "Bir saat önce otele gelen gıda yüklü kamyonu sen yolladın değil mi?" Tarık suskundu ve yolu izliyordu. "Nazım yeni bir firma ile ne zaman anlaştığımı sordu. Şefimin de keyfi yerine gelmiş. Bir saat içinde bunu nasıl yaptın?" "Sevindim... Her şey yoluna girdi yani." "Nasıl hallettin? Ve benim neden haberim yok?" "Eve yaklaştık. Sanırım bu cadde üstünde." "Soruma cevap ver. Bana neden sormadın?" Bu durumdan biraz olsun mutlu olsa da ona kızıyordu Reyhan. Kızgınlığının sebebi kısa sürede hayatının içine dalması ve hala yanında olması olabilirdi. Kendisini izleyen genç kıza baktı Tarık. "Patronuma iyi bir eleman olduğumu kanıtlamaya çalışıyorum. Yardım etmek suç mu?" "Bunu neden yapıyorsun? Neden bana yardım ediyorsun?" "Sen neden böylesin?" "Nasılım?" "Sert bir duvar gibi." Sustu Reyhan ve yine yola daldı. Tarık evin önüne gelince arabayı yol kenarına çekti ve arabadan indi. Onun hemen ardından Reyhan da indi. Ve yanına gitti. Genç adam önünde durduğu evi izliyordu. Aynı anda kaldırımın diğer ucunda bir kamyonete evden çıkan eşyaları taşıyan ve yükleyen adamları da seyrediyordu. "Cevap vermeni bekliyorum."dedi Reyhan. "Bana neden yardım ediyorsun?" "Güzel bir ev. Sence?"diyerek onu duymamazlıktan geldi Tarık. Genç adamın kaçamak cevaplarına sinir olsa da Reyhan da eve doğru döndü. "Evet güzel. Ayrıca da çok büyük. " "İçeriyi de görelim."diyerek eve yöneldi Tarık. Genç kız mecburen peşinden gitti. Kapıyı açıktı. İkisi de içeri girerken, bir kaç adam ellerindeki kolilerle yanlarından geçiyorlardı. Holü geçince salondan gelen sese yöneldiler. Bir kadın eşyaları taşıyan adamlarla konuşuyordu. "Lütfen dikkat edin. Bunun içindekiler benim için çok önemli." "Tamam teyze." "O kolidekiler cam." "Anladık teyzem. Biz hallederiz." Adamlara talimatlar veren yaşlı kadın bir an sonra salona giren Reyhan ve Tarık'ı gördü. "Merhabalar..."dedi gülümseyerek. "Ev için mi geldiniz?" "Evet." "Adile Yurttaş ben." "Merhaba Adile Hanım. Ben Tarık Kıraç." dedi Tarık ona doğru yaklaşıp, elini tutarak. "Hoşgeldiniz Tarık Bey. " Sonra Reyhan'a baktı yaşlı kadın. "Siz de hoşgeldiniz." "Hoşbulduk." "Bu hanım eşiniz mi?" Tarık bir an Reyhan'a bakıp, tekrar Adile Hanım'a döndü. "Aslında şey... Reyhan benim eşim..." "Aman ne güzel..."diyerek genç adamın sözünü kesti kadın. "Bu ev size uğur getirecek inanın." Salondan bahçeye açılan kapıyı işaret etti. " Önce bahçeye çıkalım. Sonra evi gezeriz." "Olur." Bahçeye çıkınca yine konuşmaya başladı Adile Hanım. Reyhan ve Tarık onun yanında durmuş, hem bahçeyi hem de bahçenin bitimindeki çitlerden sonra başlayan kumsalı ve denizi izliyordu. "Aile yadigarı bu ev... Yıllar içinde bir çok kez bakımdan geçti diyebilirim. Hiç bir sorunumuz yok. Bahçesi geniş, deniz ayaklarınızın altında. Dört odası var.... Tam beş çocuk büyüttüm burada... Şimdi hepsi ayrı yerlerde kendi hayatlarının telaşına düştüler. Ah... Ne güzel manzara değil mi? En çok da bunu özleyeceğim." Çok tatlı ve kibardı Adile Hanım. Beyaz saçları ve kırışıklık dolu yüzüne rağmen, gençliğinde güzel olduğunu anlamak kolaydı. Samimiydi. "Burayı neden satıyorsunuz?" dedi Tarık. Belli ki Adile Hanım buradan isteyerek ayrılmıyordu. Evini izlerken nemli gözleri ve yüzündeki buruk ifade bunu belli ele veriyordu. "Küçük kızım ve damadım artık onlarla yaşamamı istiyorlar. E yaş oldu yetmiş sekiz. Eşimi de geçen yıl kaybettim. Tek başına yaşamak elbette ki zor ama işte anıları bırakmakta hiç kolay değil. Evi satışından gelen parayı çocuklarım arasında paylaştıracağım. Bana eşimden kalan maaş yeter. Ölmeden haklarını vermek istedim." "Anlıyorum..." Reyhan kadının onları evli sanmasına bir an takılsa da sonrasında umursamadı. Nasıl olsa bir daha onu görmeyecekti. Hiç önemli değildi. Kapıdan onlara seslenen genç adama döndüler. "Ev için mi geldiniz?" diyen adama yönelerek onun yanına gitti Tarık. İki adam içeri girince Adile Hanım Reyhan'a bahçedeki koltuğu gösterdi. İkisi yana yana oraya oturdular. "Oğlum yardım etmek için geldi."dedi Adile Hanım. "İyi ki geldi. Tek başıma bunca işle ilgilenmem imkansız. Yapmak istesem bile sağlığım el vermez." "Sizin için çok zor olmalı."derken yaşlı kadının gözlerine bakıyordu Reyhan. Onun sıcak tavrını sevmişti. "Öyle ama yapacak bir şey yok ki... Eşim ölünce hiç bir şeyin önemi de kalmadı. Bana anılarım yeter... Onunla geçirdiğim yıllar, acılarımız, mutluluklarımız, güzel günlerimiz bana yeter... Ev değil, eşya değil, para değil insanı mutlu eden. İnsanı insan mutlu eder..." ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD