Part12

1294 Words
Her şey yoluna girmişti. Ewin, hayatında ilk kez Mardin’den dışarı çıkmıştı. Ertesi gün, sevdiği adamla uçağa binerken korkan karısının elini bir an olsun bırakmamıştı Welat. İstanbul’un büyüklüğü karşısında şaşkına dönmüştü genç kadın. Ömründe ilk defa deniz görmüş, hayran hayran etrafa bakınırken kocası “Beğendin mi buraları?” diye sormuştu. “Evet, çok güzelmiş… Hele de deniz… Kim bilir ne güzel kokuyordur,” diyen karısına, “Eşyalarımızı eve bırakıp çıkalım, deniz kenarında yemek yeriz,” demişti Welat. Konaktan sonra rezidansta yaşayacak olmak Ewin’i biraz gerse de, alışmak zorundaydı. Madem kocasından ayrı kalmak istemiyordu, buna da alışacak, katlanacaktı. Hem Welat yanındayken, kimsenin bir önemi yoktu. Olamazdı da… Eşyaları eve bırakıp hemen dışarı çıkmışlardı. Welat, karısını deniz kenarındaki bir balıkçıya götürmüştü. Gerçi Ewin denizi izlemekten iki lokmayı zor yutmuştu ama bol bol resim çekip Meryem’e atmıştı. Aşk sarmıştı dört yanlarını. El ele sahilde yürümüş, el ele dönmüşlerdi evlerine. Ertesi sabah Welat, “Yarın işe gitmem gerekiyor gülüm, tek kalabilirsin değil mi?” diye sormuştu. Ewin ise, “Kahrım, merak etme,” demişti. “Sıkılırsan yan taraftaki alışveriş merkezini gördün, oraya gidersin. Alışveriş falan yaparsın, kafan dağılır. Ha unutmadan, sana şunları da vereyim,” deyip yerinden kalkmış, dolaptan bir kredi kartı ve bir deste para çıkarıp uzatmıştı. “Kartı anladım da, ben bu kadar parayı ne yapacağım?” diyen genç kadına, “Yanında dursun, lazım olur. Burası İstanbul, her şey para,” demişti kocası. Sabah kocasını işe uğurlayan Ewin, valizleri yerleştirmiş, tüm evi temizlemişti. Yetmemiş, yemek bile yapmıştı. Ama zaman sanki durmuş geçmiyordu. Meryem’le konuşurken, “Kalk git gez, alışveriş yap. Kendine şöyle güzel bir şeyler al. Oralar bizim buralara benzemez,” demişti arkadaşı. Haklıydı. Dün dışarıda gördüğü insanlarla arasında dağlar kadar fark vardı. Welat’ın verdiği kartı ve parayı çantasına atıp çıkmıştı evden. Hemen yan taraftaki mağazaları dolaşmaya başlamış, her beğendiğini Meryem’e gösterip onay aldıktan sonra satın almış, sonra da evin yolunu tutmuştu. Aldığı kırmızı, belden açılan mini elbiseyi giyip saçlarını salmış, hafif bir makyaj yaparak odasından çıkmıştı. Sofrayı kurmuş, yalnızca yemekleri ısıtmak kalmıştı. Televizyon karşısına geçip Welat’ı beklemeye koyulmuştu. Kapı çalınca heyecanla fırlamıştı yerinden. Derin bir nefes alıp kapıyı açtı. Güzelliği karşısında şaşkına dönen Welat’ın yanında, sağ kolum dediği İhsan da vardı. “Yavrum, ne yaptın böyle? Ne bu halin? Çabuk içeri geç. Arkadaşım geliyor, telefonunu arabada unutmuş, onu almaya gitti,” demişti. Karısını böyle kimsenin görmesini istemiyordu. “Niye haber etmiyorsun?” diye kızarken, “Kaç kere aradım, açmadın,” demişti. “Telefonu içerde unutmuşum,” deyip hızla odasına geçmişti Ewin. Elbiseyi çıkarıp daha usturuplu bir kıyafet giyerek geri dönmüştü. İçeride kocasıyla oturan adama “Hoş geldiniz,” deyip sofraya bir tabak daha koymuştu. Sohbet, muhabbet derken İhsan geç saatlere kadar kalmıştı. Giderken “Yarın görüşürüz,” demişti. Saat gece yarısını geçmişti bile. Misafirlerini yolcu edip kapıyı kapattıkları anda, “Şimdi gelelim sana Ewin Hanım… Neydi o demin ki halin? Sen benim kalbime mi indireceksin?” diyerek sarılmış, kendine çekmişti karısını. “Misafir geleceğini bilmiyordum. Senin için giyindim,” diyen karısına, “Yeni ciciler mi aldın?” demişti. “Aldım, hem de neler neler…” diyerek cilveli cilveli konuşan genç kadına, “Ben aldıklarından çok, içindekilerle ilgileniyorum. Yani o daha çok çekiyor ilgimi,” demişti. “Öyle mi? İyi o zaman, gel sana içindekini de göstereyim,” diyerek kocasının elinden tutup onu yatak odasına götürmüştü. Odaya girer girmez kocasını yatağa itip üzerindeki gömleği çıkarıp yere fırlatmıştı. Eli eteğinin fermuarına gittiğinde, Welat nefesini tutarak izliyordu. Ewin, fermuarı açıp eteğinin üzerinden kaymasına izin vermişti. Sıra iç çamaşırlarına gelmişti bile. Kopçasını açıp yere fırlattığında, Welat daha fazla dayanamamış, karısını kucaklayıp yatağa uzatmıştı. “Artık eminim, sen benim sebebim olacaksın,” demişti. “Sebebin olmak istemiyorum… Sebebim ol istiyorum,” diyen Ewin’in dudaklarına yapışmıştı. Dudakları genç kadının çıplak teninde gezinirken, göbeğine kondurduğu her öpücükte “Burada bizden bir parça olsun istiyorum,” diyordu. Üzerinde kalan son parçayı da çıkarıp bir köşeye fırlatmıştı. Ewin, hissettiği şeyle, “Welat, ne yapıyorsun?” diye sormuş, doğrulmaya çalışmıştı ama kocası, “Bana yaptığını sana yapıyorum. Sen karşımda öyle soyunurken, şimdi senin hissettiğinden de beter oluyorum,” diyerek devam etmişti işine. Genç kadının bedeni yay gibi gerilmişti, ama aldığı hazdan bir tek ses bile çıkaramamıştı. Daha doğrusu… çıkaramamıştı. Welat, karısını yavaş yavaş uçurumun kenarına kadar götürmüş, tam düşeceği o anda ani bir hareketle geri çekilmişti. Ewin, neye uğradığını şaşırmıştı. Gözleriyle şaşkınca kocasını ararken, bir anda bedenler yer değiştirmişti. Şimdi Welat, kucağına oturan karısının sıcaklığına bırakıvermişti kendini. Ewin, yatağın başucuna yaslanmış, elleriyle destek almaya çalışıyordu. Gücünü yitirmişti, dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi. Her nefes alışında göğsü hızlı hızlı inip kalkıyor, kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. “Hızlan, güzelim…” diye fısıldadı Welat, sesi hem emir hem de yakarış gibiydi. Ewin, bu sözlerle birlikte daha önce hiç hissetmediği kadar özgür, hiç hissetmediği kadar arsız hissetmişti kendini. “Dayanamıyorum,” diye inledi genç kadın, gözlerini kapatıp başını geriye yasladı. Welat dudaklarının arasından buğulu bir sesle cevapladı: “Sen bir de bunu bana sor…” Ve ardından, bedenleri aynı ritimde, aynı dalgada buluştu. Zaman durmuş, kelimeler tükenmişti. Sadece tenleri konuşuyor, sadece kalpleri birbirine dokunuyordu. Titreye titreye, aynı anda… boşalmışlardı. Yorgunluktan kollarında uyuya kalan karısını izliyordu Welat. Âşıktı… Hem de delicesine. Ama ilk kez onu bu kadar yakın, bu kadar cesur ve utanmaz görmüştü. Bu haliyle bile onu izlemekten kendini alamıyor, hayranlığı her geçen saniye daha da derinleşiyordu. İnkar etmeyecekti; bu kadının her hali deli gibi hoşuna gidiyordu. Ona dokunmak, nefes almak gibiydi… Welat, çok şey görmüş, çok şey geçirmiş bir adamdı ama Ewin’i gördüğünde akıl duruyor, mantık susuyordu. Sanki yeniden on sekizine dönüyordu adeta. Ewin, ona bir kalbi olduğunu hatırlatan kadındı. Ve o günden sonra fark etmişti Welat… Kalbi olduğunu. Sert, merhametsiz bir adamken, zamanla başka birine dönüşmüştü. Düşündüğünde, her şeyin başlangıcı ilk dokunduğu andı. O zaman demişti kendi kendine, “Bir daha olmayacak.” Ama ne zaman gözlerini kapatsa Ewin gelmişti gözlerinin önüne… Tıpkı şimdi olduğu gibi. Ona duyduğu arzunun ne sonu vardı, ne de sınırı. Onu sarıp sarmalayarak sevmek istiyordu. Ama bir de verdiği bir söz vardı. İşte bu yüzden, o sabah gözünü açar açmaz İhsan’ı aramış, yapılması gerekenleri söylemişti. “Güzelim, hazırlan. Dışarı çıkacağız,” dedi kocası. “Nereye gideceğiz?” diye sordu Ewin merakla. “Biraz işimiz var, halledelim… Sonra da seni iş arkadaşlarımla tanıştıracağım,” dedi Welat. Hazırlandılar ve birlikte çıktılar evden. Arabaya binip biraz ilerledikten sonra soluğu büyük bir modaevinin önünde aldılar. İhsan her şeyi onlar için önceden ayarlamıştı. “Ne yapacağız burada?” diye soran genç kadına, “Gelinlik seçeceğiz,” dedi Welat, gözleriyle gülerek. Ewin, duyduklarını idrak etmeye çalışırken “Hadi gel, bekletme,” demiş, onu da yanına alıp içeri sokmuştu. Girişteki genç görevliye, “Bizim randevumuz vardı, Welat Karakoçan adına,” dediğinde, “Evet, sizi bekliyorduk beyefendi,” diyen genç kadını takip ederek içeri geçmişlerdi. Ewin, sanki bir rüyanın içindeydi. Her genç kızın hayali değil miydi beyaz gelinlik giymek? Elbette onun da vardı, bir zamanlar… Ama nasip olmamıştı. Şimdi ise Allah, öylesini değil; böylesini nasip etmişti. Üzerine giydiği gelinlikle ayna karşısına geçtiğinde, yirmi beş yaşındaki halini değil, on beşindeki o küçük kızı görüyordu gözlerinde. Hele Welat… Ewin’i gelinlikle gördüğü anda, aklı başından uçup gitmişti sanki. “Her şey mi yakışır bir insana? İşte yakışıyor,” diye geçirmişti içinden. Beğendiği gelinliklerden birkaçını denemiş, sonunda karar verilmişti. Ölçüler alınmıştı. “İki gün sonra teslim ederiz,” diyen görevlinin ardından, Welat bu kez, “Gelinlik tamam… Şimdi birkaç şık gece elbisesi deneyeceğiz. Ama onlar için prova yapmaya gerek yoktur herhalde?” demişti. “Tabii, hazır olan kıyafetlerimizden deneyelim,” diyerek Ewin’i bir kez daha kabine yönlendirmişlerdi. Dönüş yolunda telefon çalmıştı. Welat kısa bir konuşma yaptıktan sonra, “Benim acil bir işim çıktı, gitmem gerekiyor. Sen eve geç, akşam seni aldıracağım,” demişti. Ewin eve gitmiş, aldıkları kıyafetlerden birini üzerine geçirip makyajını yapmıştı. Aynada kendine baktığında, neredeyse kendisini tanıyamamıştı. Ama böyle olması gerekiyordu… Çünkü artık Mardin’de değil, İstanbul’daydı. Ve kocasını, kimsenin yanında mahcup etmek istemiyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD