Ewin sabah gözlerini açtığında ona sıkı sıkı sarılmış Welat’ın kollarının arasında olduğunu fark edince nefes almayı bile unutmuştu neredeyse. Yavaşça çıkmaya çalışmıştı kocasının kollarının arasından. Zorda olsa kalkıp yere dağılan pijamalarını alıp koşarak girmişti banyoya. Duş alıp giyindikten sonra sessizce çıkmıştı odadan, mutfağa inip çayı koymuş, kahvaltıyı hazırlamaya başlamıştı.
O sırada uyanıp mutfağa gelen Şevin’i gördüğünde “Günaydın,” diyip tebessüm etmişti ona.
“Günaydın abla,” diye karşılık verip geçip oturmuştu sandalyeye küçük kız.
“Aç mısın?” diye soran Ewin’e, “Açım,” demişti.
“Tamam o zaman sana güzel bir tabak hazırlayalım beraber, olur mu?” diyen genç kadına, “Olur, ben de mi yardım edeceğim?” derken patlamıştı gözleri mutluluktan.
“Evet, hadi gel bakalım,” diyip tezgâhın önüne çektiği sandalyeye çıkarmıştı küçük kızı. “Dikkatli ol,” diyerek. “Ben şimdi bunları doğrayacağım, sen de tabağa diz, sonra da yumurtanı soyarsın,” diyen Ewin’e, “Tamam,” diyip başlamıştı kahvaltısını hazırlamaya.
O sırada uyanıp karısını yatakta göremeyen Welat sinirlenmişti ama aşağı indiğinde gördüğü manzara bütün sinirini alıp götürmüştü. Birlikte kahvaltı tabağı hazırlayan karısı ve kızını ses çıkarmadan izlemişti dakikalarca. Sonra “Kolay gelsin,” diyip girmişti mutfağa. Ewin anında yüzündeki tebessümü silip ciddileşmişti.
“İşiniz bittiyse bana da bir kahve yaparsınız herhalde Ewin Hanım,” diyen Welat’a, “Yapayım ağam,” diyip sandalye üzerindeki Şevin’i kucaklayıp indirmişti.
“Baba bak, Ewin ablayla bana kahvaltı hazırladık,” diyen kızına, “Bakayım,” diyip tabağa göz gezdirmiş, “Hadi gel ben sana yedireyim, Ewin ablan gelene kadar,” diyip karısının kucağından kızını, elinden de tabağı almış çıkmıştı avluya.
Kahveyi yapıp götüren Ewin’e, “Sen yedirecekmişsin,” dediğinde, “Olur ağam,” diyip oturmuştu genç kadın küçük kızın karşısına. Tabaktakiler bittiğinde, “Ben ellerimi yıkayıp geleyim,” diyip koşarak yukarı çıkmıştı Şevin.
O çıkınca masadaki tabağı alıp ayaklanan karısına, “Bundan sonra ben uyanmadan yataktan çıkmak yok, anlaşıldı mı?” demişti Welat.
Ama uyumayı sevmiyordu ki Ewin, hele Welat Ağa’yla hiç…
“Peki,” diyip susan Ewin’e, “Bakıyorum da pek hoşuna gitmedi bu durum,” dediğinde, “Yok, ben çok uyumayı sevmiyorum da ondan,” diyen genç kadına, “İyi, bundan sonra seversin. Şimdi çık yukarı, çalışma odasından telefonumu getir, işim var, erkenden gitmem gerekiyor,” demişti.
Dün onunla yatmak istediğini söylemişti, bugün yataktan çıkmamasını… Ne istiyordu bu adam? Ne güzel yanına bile uğramıyordu ilk zamanlar.
Çalışma odasındaki telefonu eline aldığında ekrana düşen bildirim dikkatini çekmişti Ewin’in. Her ne kadar gözlerini kaçırmak istese de merakına yenilmişti. “Bütün gece yatakta seni bekledim,” diyen mesajın arkasından bir mesaj daha gelmişti ama bu kadarı bile onun midesini bulandırmaya yetmişti.
Telefonu getirip uzattı Welat’a, tek kelime etmeden. Masadaki tabakla girdi içeri. Kıskançlık değildi hissettiği; başka bir kadının koynundan çıkıp onun yatağına girmesi midesini bulandırıyordu sadece. Hele Hesna’yı bile kabul etmek istemezken… Zaten ona dokunsun istemiyordu ama işte elinden bir şey gelmiyordu.
İşleri bitirip oturmuş çay içerken konu hamileliğe geldiğinde aklına gelenle donup kalmıştı. “Ya hamile kalırsam?” diye düşünmeye başladı. Kalamazdı çünkü eğer bir çocuğu olursa burada kalıp bu çileye bir ömür katlanmak zorunda kalırdı. Buradaki tek arkadaşı olan Meryem’e anlattı derdini. “Abim duyarsa öldürür seni,” dese de yalvarmış yakarmış, ona ilaç alması için ikna etmişti. Kendi başının çaresine bakması gerekiyordu çünkü.
“Yarın birlikte çarşıya gidip alırız o zaman,” dediğinde, “Abin izin verir mi benim dışarı çıkmama?” demişti Ewin.
“Verir canım, niye vermesin? Mahkûm değilsin ya sen. Hem ben ikna ederim onu,” demişti Meryem.
Akşam yemeğinden sonra çalışma odasına çıkan abisinin yanına çıkıp, “Eğer müsaden olursa yarın Ewin’le çarşıya gitmek istiyoruz,” demişti genç kız.
“Hayırdır, ne işiniz var çarşıda?” diyen abisine, “Yengeme de kendime de bir şeyler alayım diyorum, hem bize de değişiklik olur,” diyen kardeşine, “Tamam gidin bakalım. Ha şunu da al,” diyip uzatmıştı cebinden çıkardığı kartı.
“Benim param var,” diyen Meryem’e, “Yengen için bu,” demişti.
Yatma vakti gelip Welat odaya çıktığında Eavin’in çoktan uyuduğunu görmüştü. Soyunup girdi yatağa. Bembeyaz teni, yastığa dağılan uzun saçlarıyla kusursuz duruyordu şu an yatağındaki karısı.
Çalan telefonu aldı eline. Eflin mesaj atmıştı yine: “Gelmiyor musun?”
“Sana gelmeyeceğim demiştim, canımı sıkmaya başladın,” yazıp göndermiş, kapattığı telefonu koymuştu kenara.
Sabah olduğunda uyanan Ewin yataktan çıkamamıştı korkudan. Welat’ın uyanmasını beklerken yatağın başındaki komodinin üstünde duran kitabını aldı eline, başladı okumaya. Yatakta hissettiği hareketlilikle kitabı komodine bırakmıştı tekrar.
“Günaydın,” diyen Welat’a, “Günaydın ağam,” dedi.
Welat’ın uyanmasını fırsat bilen Ewin kalkıp banyoya yürüdü. Elini yüzünü yıkayıp çıktığında dolaba yönelip giyeceği elbiseleri eline almıştı ki, “Burada giyin,” diyen Welat’ın sesiyle kaskatı kesilmişti bedeni.
Yataktan çıkıp dolabın önünde sırtı ona dönük dikilen karısına yaklaştı Welat. Sırtına dağılan saçlarını yavaşça toplayıp yaklaşıp boyun girintisine bir öpücük bırakmıştı. Ewin öylece kalakalmış, ne yapacağını, ne tepki vereceğini şaşırmıştı.
“Benim karım olduğunun farkındasın değil mi?” diye sorup geceliğinin askısını tutup indirmişti aşağı.
Ne kadar inkâr ederse etsin karısını arzuluyordu Welat, hem de deliler gibi. Ona dokunmak istiyordu, tenine izini bırakmak istiyordu.
Üzerinden sıyrılıp ayak uçlarına düşen gecelikle çırılçıplak kalan karısını kendine çevirmiş, “Sen benim karımsın, benim kadınım ve çok yakında da çocuklarımın annesi olacaksın,” diyip baştan aşağı süzmüştü.
Buz kesmişti Ewin’in teni. Korktuğu başına gelmek üzereydi. O daha tepki veremeden öpmüştü Welat onu, sonra da kucaklayıp yatağa taşımıştı. Normalde yapmayacağı her şeyi yapmaya başlamıştı.
Welat yaşadığı şeyin sadece arzu olduğunu sanıyordu başlarda ama değildi. “Sen benimsin,” derken bunu öyle bastırarak söylüyordu ki anlatılmazdı.
Dudakları karısının teninde hüküm sürmeye başladığında kaybediyordu kendini. Ewin’in kollarını yukarıda birleştirerek hızla git gel yapmış, titreyerek boşalmıştı. Hamile kalsın istiyordu, ona bir evlat versin.
Öğleden sonra Meryem’le hazırlanıp çıktı evden Ewin.
“Önce biraz alışveriş yapalım, abim şüphelenmesin,” diyen genç kadına, “Olur,” dedi Meryem. Bu bahaneyle neredeyse dolabını komple yenilemişti Ewin’in.
“Sen ileride bekle, ben alıp geleyim ilacı,” diyen görümcesine, “Tamam,” diyip yürüdü o tarafa Ewin. Ara sokakta beklemeye başladı. Elindeki poşetleri kenara bırakmış soluklanıyordu ki…
“Nihayet yalnız kalabildin,” diyen Yusuf’u gördüğünde, “Ne işin var senin burada, beni mi takip ediyorsun?” diyip etrafa bakınmaya başladı. Biri görürse iyi olmazdı çünkü.
“Evet, seni takip ediyorum, konuşmamız gerekiyor,” diyen Yusuf’a, “Bizim konuşacak bir şeyimiz kalmadı, uzak dur benden. Hem evliyim ben artık, hem de unuttuysan hatırlatayım, senin kuzeninle,” dedi.
“Allah kahretsin ki biliyorum ama yapamıyorum, unutamıyorum seni. Aklımdan çıkmıyorsun. Benim dokunamadığım tenine onun dokunduğunu düşündükçe deliriyorum. Hâlâ çok seviyorum seni,” demişti.
“Ne sevgisinden bahsediyorsun be sen? Sana geldim, ‘Tut elimden gidelim’ dedim, sen ne yaptın? Bana tecavüz etmeye kalktın,” diyen Ewin’e cevap veremeden…
“Ne, ne diyorsun sen?” diyen Meryem’le ikisi de ne yapacağını şaşırmıştı.
Hiçbir sır sonsuza kadar saklı kalmıyordu. Maalesef…