2. Bölüm "Birlikte Olmak"

3099 Words
Genel olarak hayatımda çok fazla şok yaşamıyordum. Tanıdığım insan sayısı sınırlıydı ve beni tanıyan insanlar, durmaları gereken yerleri çok iyi bilirlerdi. Karşımdaki adamın beni tanımadığı çok belliydi çünkü evimde kalmaktan bahsediyordu Ağzım iki karış açık bir şekilde, "Ne?" diye sordum. Gülümseyip gözlerini kapattı. Ve kafasını aşağı yukarı salladı. Gözlerini açıp, "Seni ikna edene kadar burada kalıyorum." dedi. Çok beklerdi. İrileşmiş gözlerim ile kafamı iki yana sallayıp, "Hayır. Hayır bu asla olamaz." diye mırıldandım. Kaşlarını kaldırıp, "Neden?" dedi. Aniden ayağa fırlayıp üzerine doğru yürüdüm. "Sen aklını mı kaçırdın? Gelmiş burada bana insan olmadığını söylüyorsun! Beni götürmek istiyorsun! Bir kardeşim olduğunu da unutmamalıyım! Bir de hiçbir şey olmamış gibi burada kalacağım diyorsun!" diye bağırdım. Elimi kapıya doğru tutup, "Defol git buradan!" dedim. İki elini havaya kaldırıp, "Sakin ol Küçük Kelebek." dedi. Bana böyle söylemesi sinirlerimi daha da çok bozarken, o yakınlığımızdan yararlanıp bileklerimden tuttu ve beni yanına oturttu. Bileklerimi bırakmadan önüme çöktü. "Bana ihtiyacın var." dedi. Bileklerimi ondan kurtardım fakat bir şey söylemedim. Çatık kaşlarım ile konuşmasına devam etmesini bekledim. "Senden haberdar olan sadece benim sürüm değil." dedi. "Ne saçmalıyorsun sen? Açık konuş." dedim. Sesimi olabildiğince sakin tutmaya çalışmıştım. Derin bir nefes alıp, "Bak, sen belki kurt olmayabilirsin ama içinde bir güç olduğunu düşünüyoruz." dedi. Konuşmama izin vermeden devam etti. "Biraz erken tanıştığımızı söylemiştim. Hatırlıyor musun?" dedi. Kafamı salladım. "Bunun sebebi seni korumamdı. Bizden önce davranıp sana ulaşmışlar. Yaralanmamın sebebi seni korumaya çalışmamdı." dedi. İçimi inanılmaz bir pişmanlık duygusu kaplarken, yutkunma ihtiyacı hissetmiştim. "Normalde çabuk iyileşirdim. Hatta iz bile kalmazdı. Ama düşmanlarımız sadece kurt değil." dedi. "Beni yaraladıklarında, kendimi henüz toparlayamamıştım ve bunu fırsat bilip, kurtboğan yutturdular bana. Sonra da sen geldin işte..." dedi. Bakışlarımı kaçırdım. "Bir gücüm olsaydı fark ederdim. Bunca zahmete gerek yok." diye mırıldandım. Çenemden tutup, gözlerimi gözleri ile buluşturdu. Suratında küçük bir tebessüm vardı. "Seni bulma işini bana vermelerinin sebebi de burada başlıyor." dedi. "İkimiz de olmamız gereken kişiler değiliz ve bu farklılıkların başka bir güç getireceğine inanıyorlar." dedi. "Şimdi bana izin ver, en azından birlikte olalım ve bunun bir işe yarayıp yaramadığına bakalım. Eğer içinde keşfedemediğin bir güç varsa ve bu benim sayemde ortaya çıkarsa benimle gelirsin. Çünkü bunu kontrol etmen gerekir. Eğer hiçbir şey olmazsa da senin istediğin olur ve giderim. Tamam mı?" dedi. Kafamı salladım. Genişçe gülümsedi. "Aç mısın?" diye sordum kısık çıkan sesimle. Ne kadar gurursuz olsa da, sonuç olarak benim yüzümden yaralanmıştı. Yarası iyileşene kadar kalabilirdi. Ayrıca ben bunun için eğitim alıyordum. Hayvanları iyileştirebilmek için... Burnundan gülüp, elimden tuttu ve kendi ile birlikte beni de ayağa kaldırdı. "Yaralanma sebebimin sen olduğunu öğrendiğinde, kedi gibi olacağını bilseydim daha önce söylerdim." dedi. Elimi çekip koluna dirsek attım. "Sende sürekli vuruyorsun ya." diye homurdandı. Yüzünde eğlendiğini belli eden bir gülümseme vardı. Bu çocuk bana göre çok fazla gülümsüyordu. Mutfağa geçtiğimizde ciddi bir ifade ile buzdolabını açtım. Boştu. "Sanırım makarna yapabilirim." diye mırıldandım. Buzdolabını kapatıp, dolabın yanındaki erzak dolabını açtım. Kahvaltı yapmayı seven bir insan değildim. Öğlen yemeğini dışarıda yiyordum. Akşam yemeğinde ise makarna yiyordum. Sıradan bir hayatım vardı. Şuana dek... "Makarna oburu musun sen? Bu ne böyle her yer makarna." dedi. Kaşlarımı çatıp arkamı döndüm. Konuşmak için ağzımı açacaktım ki, "Tamam tamam sus. Her konuştuğunda bana kızıyorsun. Bu kadar gergin olma. Ömrün kısalır." dedi. Söylediği şeylere gözümü devirirken tekrar arkamı döndüm ve dolaptan bir paket makarna aldım. Kapakları kapatıp, tezgahın altındaki dolaptan küçük bir tencere çıkarttım. Makarna paketini tezgahın üzerine bırakıp, tencerenin içine su doldurmaya başladım. İçi dolan tencereyi ocağa koyup, ocağın altını yaktım. Derin bir nefes alarak arkamı döndüm. Eftal, salonu arkasına alacak şekilde ada tezgaha yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. Aklımı okurmuş gibi, "Ne soracaksan sor." dedi. "Neler yapabildiğinizi anlatsana." diye mırıldandım. "Sesleri duyma yetimiz çok iyi. Şuanda senin kalp atışlarını duyabiliyorum mesela. Doğduğumuzdan itibaren bizi ilk geliştirmeleri hep ses üzerine olmuştur. Mesela insanların heyecanlandığını, hızlı atan kalplerinden anlayabiliyoruz. Koku alma duyumuz da oldukça iyidir. Senin kokunu ilk defa bir insanda alıyorum." dedi. Kaşlarım havalandı. Parfüm kullanan bir insan değildim. En hassas parfüm bile bana çok ağır geliyordu. "Kasımpatı kokuyorsun." dedi. "Bunlar insanken olanlar. Kurda dönüştüğümüzde görüş algımız da açılıyor. Göz renkleri de tüy renkleri gibi. Genetik. Sarı veya turuncu oluyor." dedi. Suyun kaynadığını anladığımda, arkamı dönüp makarnayı tencerenin içine boşalttım. Tezgahın sonunda duran tuzu elime alıp, bir kaç kaşık tuzu da ekledikten sonra, yağı döktüm. Çekmeceden aldığım kaşık ile makarnayı karıştırdım ve tencerenin kapağını kapattım. Arkamı dönüp, ocağın biraz yanına yaslandım. Ellerimle oynamaya başlayıp, "Bir şey sormak istiyorum." dedim. Bakışlarımı ellerime indirip, "İsimleri ne?" diye mırıldandım. Kastettiğim şeyi anlayıp, "Onları merak mı ediyorsun?" dedi. "Bana nefret ediyormuşsun gibi gelmişti." diye ekledi. "Onlardan nefret etmiyorum." dedim. Bakışlarımı tekrar yüzüne çevirdim. "Onlara, nefret duygusunu besleyecek kadar önem vermiyorum çünkü." dedim. "Yine de beni doğuran kişinin ismini bilmeyi isterim." diye mırıldandım. "Babanın ismi Acar. Annenin ismi Ala. Kardeşinin ismi Kiram." dedi. Dudaklarımı birbirine bastırıp, kafamı salladım. Hem konuyu değiştirmek adına, hem de merak ettiğim için, "Diğerlerinden farklı olduğunu söylemiştin. Şu Kanlı Ay olayı dışında ne farklılığın var?" diye sordum. "Diğerlerinden daha güçlüyüm." dedi. "Dediğim gibi, diğerleri kurt olduklarındaki göz renklerini genlerden alıyorlar. Ama benimkisinin genlerle bir ilgisi yok. Benim gözlerim küçüklükten beri siyah oluyor." Tek kaşımı kaldırarak, "Seni bulduğumda gözlerin maviydi?" diye sordum. "Sadece öfkeliyken." dedi. "Tabi bir de dolunay da kendimi kaybettiğimde." diye ekledi. Ben tekrar makarnanın başına dönerken, "Biraz da ben soru sormak istiyorum." dedi. Makarnanın kalan işlerini hallederken sessizce soracağı soruları beklemeye başladı. Çok geçmeden, "Ne iş yapıyorsun?" dedi. Kaşlarımı alayla havaya kaldırıp, "Bunu bilmen gerekmez miydi?" diye sordum. "Biraz aceleye geldiği için ben öğrenemedim." dedi. Derin bir nefes alıp, "Vetenerlik okuyorum. Son yılım." dedim. "Staja gidiyor musun?" diye sordu. Kafamı aşağı yukarı sallayıp, "Çoğunlukla. Yarında stajım var." dedim. "Erkek arkadaşın var mı?" Sorusu karşısında şaşırıp kaşlarımı havaya kaldırdım. Yine de bozuntuya vermeden, "Hayır." dedim. "İlgilendiğin bir hobi var mı?" diye başka bir soru yöneltti. "Dövüşüyorum işte." dedim. "Neden böyle eski bir yerde yaşıyorsun?" diye sordu. Bir an için afalladım. Geçmişi gözümün önüne getirmemeye çalışarak, "Öylesine." dedim. Makarnayı tabağa koyup, çekmeceden bir çatal aldım. Arkamı dönüp çoktan sandalyeye oturmuş Eftal'in önüne tabağı ve çatalı koydum. "Sen ne iş yapıyorsun?" diye sordum. "Avukatım ben." O yemek yemeye başlarken, "Pekala," dedim. "Yarın staja gitmem gerekiyor ve ben de yatıyorum. Madem burada kalmaya çok heveslisin kendine yatacak bir yer bulursun." diye ekledim ve konuşmasına fırsat vermeden hızla yürümeye başladım. Yatağın yanına geldiğimde yorgana kan bulaştığını gördüm. Yorganın çarşafını çıkartıp, banyoda bulunan çamaşır makinesine attım. Yorgana yeni bir çarşaf geçirmeye üşendiğim için yorganı ellemedim ve doğruca banyoya üzerimi değiştirmeye gittim. Pijamalarımı da hızlıca giyip yorganın altına girdim ve ağırlaşmış göz kapaklarımı kapattım. Gözlerimi sakince açtığımda, suyun içerisinde olduğumu fark ettim. Yüzeye çıkmak istedim fakat başaramadım. Burada nefesimi tutmakta zorlanmadığımı fark ettim. Etrafa bakınırken, masmavi olan suya kırmızı bir damla düştü. Kan. Ardından bir damla daha. Ve ardı ardına bir kaç damla daha. Bir anda masmavi su kırmızıya boğuldu. Nefesimi daha fazla tutamayacağımı fark ettim. Yüzeye çıkmaya çalıştıkça dibe batıyordum. Nefessiz kalıyordum. Çığlık atmak istedim. Ağzımı açtım. Sesim çıkmadı. Kollarım yüzeye çıkmak için çırpınırken, etraftaki kırmızılıktan hiçbir şey göremiyordum. Etraf çok sessizdi fakat kafamın içinde çığlıklar kopuyordu. Daha fazla dayanamayıp gözlerimi kapattım. Gözlerimi hızla açtım ve yatakta doğruldum. Ter içerisinde kalmış saçlarıma, ellerimi daldırdım. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken, gözlerim büyük salonumun ortasındaki koltuğa kaydı. Eftal, her zaman koltuğun üzerinde tuttuğum battaniyeyi karnına kadar örtmüştü. Kollarını göğsünde birleştirmiş ve arkasına yaslanmış bir şekilde bana bakıyordu. Kaşları çatıktı. "Lütfen bana uyurken çığlık attığımı söyleme." diye mırıldandım kısık çıkan sesimle. Kafasını iki yana sallayıp, "Aksine, daha çok bağırmak istiyor ama bağıramıyor gibiydin." dedi. Bakışlarımı kaçırarak ayağa kalktım ve banyonun yanındaki küçük odaya girdim. Oradan kıyafetlerimi alıp banyoya geçtim ve hızlıca duş aldım. Saçlarımı tarayıp, açık bıraktım. Üzerime siyah yüksek bel bir pantolon ve koyu yeşil bir kazak giydim. Banyodan çıkıp, salona geçerek beyaz kabanımı giydim. Kasım ayındaydık ve hava oldukça soğuktu. Küçük bir kol çantasına telefonumu ve cüzdanımı attım. Elime araba anahtarlarını alıp, beyaz botlarımı giydim. Acele ediyordum çünkü geç kalmak istemiyordum. Evden çıktığımda, Eftal'i arabamın kapısına yaslanırken bulmuştum. Bu adam ne ara üzerini değiştirmişti? Üzerinde beyaz bir kazak, onun üzerinde de kahverengi bir kaban vardı. Altında siyah bir pantolon, ayağında ise siyah spor bir ayakkabı vardı. Onu incelemeyi kesip, yanına gittim ve "Hayırdır, sen nereye?" diye sordum. "Seninle geliyorum."  "Sebep?"  Alayla, "Hani dün bir konuşma yaptık. Ben seni koruyorum. Hani senin yanında kalacaktım. Hatırlıyor musun?" dedi. Benimle dalga geçiyordu. Kaşlarımı çatıp, "Hafızam yerinde benim. Evde kalma konusunda anlaştık. Gittiğim her here kuyruğum gibi gelecek misin?" dedim. Kafasını aşağı yukarı salladı ve sırıttı. "Ben staj yapacağım! Yanıma nasıl gelmeyi planlıyorsun peki?" diye sordum. "Ben hallederim." dedi. Gözlerimi devirip, arabaya bindim. Anahtarı çevirip, arabayı hareket ettirecektim ki aklıma gelen şey ile durdum. Bir yandan homurdanırken, bir yandan da arabadan inmekle meşguldum. Eftal, "Ne oldu?" diye sordu peşimden gelirken. Yolun aşağısına doğru yürürken, elimle alnımı sıvazladım ve "Ben geçen sefer benzinliğe gitmeye üşenmiştim. Sonra giderim diyerek doldurmamıştım arabayı. Şimdi de zamanım yok." dedim. Gülerek, "Şimdi nasıl gitmeyi planlıyorsun?" diye sordu. "Aşağıda metro var. Ona bineceğim." dedim. Aklıma gelen şeyle sırıtıp, "Ben sana kart basmam. Şimdi senin kartın da yoktur. Hiç boşuna yürüme. Geri dön sen." dedim. O da benim gibi sırıtıp, "Kartım olmadığını da nereden çıkarttın?" dedi. Bu söylediği ile yüzüm düşerken, adımlarımı daha da hızlandırdım. Çok geçmeden alt geçide geldiğimizde, duyduğum ses ile arkamı döndüm. Altmışlı yaşlarında bir kadın, insanlara çarparak bu tarafa doğru geliyordu. Üzerinde neon sarı bir mont, içinde ise pembe bir sıfır kollu vardı. Altındaki pembe taytıyla birlikte çok renkli görünüyordu. Sol elinde tuttuğu neon sarı çantaya anlam veremezken, çantanın içerisinde bir süs köpeği olduğunu da fark ettim. Kulağında kulaklık vardı ve sağ elinde bir şişe su tutuyordu. Spor yaptığı her halinden belliydi. Kadın en az altmış yaşındaydı fakat benden daha sağlıklı görünüyordu. Önüme dönüp, hızlı adımlar ile alt geçide girdim. Eftal de benimle geliyordu. Kartımı okutup metroya doğru yürümeye başladım. Yürüyen merdivenleri es geçip, normal merdivenler ile yukarı çıktım ve metroyu beklemeye başladım. Çok geçmeden metro gelince hızlı adımlar ile metroya bindim. Gördüğüm tek kişilik boş yer ile sırıtıp, koltuğa oturdum. Yanımda yaşlı bir teyze, karşımda ise sohbet eden iki amca vardı. Saatin kaç olduğuna bakmak için çantamdan telefonumu çıkarttım. 10.35 On birde klinikte olmalıydım. Geç kalmayacağımı anlayınca rahat bir nefes aldım. "Ne zaman ineceğiz?" diye sordu bir ses kulağıma doğru. Bakışlarımı arkaya çevirip, bana bakan bir çift mavi göze, "Üç durak sonra." dedim. Kafasını sallayınca önüme döndüm. Sol tarafımdan birinin cıklama sesini duymam ile kafamı kaldırdım. Az önce gördüğüm, altmışlarındaki kadın bana bakıyordu. "Şimdiki nesilde hiç saygı kalmamış." dedi. Kaşlarım çatılırken, "Bu ne ahlaksızlıktır, bu ne saygısızlıktır!" diye bağırdı. Kadının ne söylediğine anlam veremiyordum fakat bana söylediği kesindi çünkü gözlerini benden ayırmıyordu. "Şurada yaşlı başlı bir bayanım. Sırtım tutulmuş, ayaklarım tutmaz ama şu edepsize de bakın. Turp gibi de bana her vermiyor hayırsız!" dedi. Bu kadının mı sırtı tutulmuştu, ayakları tutmuyordu? Az önce insanlara çarpa çarpa metroya gelen kadındı bu. Ayaklarım tutmuyor da neydi? Kendimi işaret ederek, "Ben miyim edepsiz?" diye sordum. Kadın kafasını iki yana sallayıp, "Ay bir de gerizekalı bu!" diye cıyakladı. Sinirlenmeye başlıyordum. Sinirli bir şekilde gülümseyip, "Siz çok zekisiniz sanırım. Yalan söyleyerek kendinizi muhtaç duruma düşürüyorsunuz. Siz az önce koşarak, pardon, insanları umursamadan onlara çarparak koşan ve spor yapan kadın değil misiniz?" dedim. Kadın bir anda gözlerini açtı. Onu gördüğümü bilmiyordu muhtemelen. "Bir de ben ahlaksız oluyormuşum! Ben en azından tanımadığım insanlara 'gerizekalı' demiyorum!"  "Şuna bak. Hayatım tersine dönmüş. Ailem yıllar sonra beni arıyor, insan olmayan varlıklara uğraşıyorum, götürülmek isteniyorum ama benim uğraştığım şeye bak!" diye çemkirdim. "Çok pardon ya. Benden daha sağlam olan bir kadına yer vermediğim için çok pardon!"  "Alın koltuğunuzu da bir yerlerinize so..." konuşmaya devam edecekken bir el ağzımı kapattı ve buna engel oldu. Kaşlarım daha da fazla çatılırken, elimi ağzıma götürdüm ve beni susturan eli çekmeye çalıştım. Arkadan bir ses, "Kusura bakmayın lütfen. Bu aralar çok gergin." dedi. Elin sahibi diğer elini de koluma götürerek beni kaldırdı. Hâlâ ağzımı tutuyordu. "Yalan söyleyerek geçirdiğiniz ve insanları tanımadan ithafta bulunduğunuz gününüzde iyi günler diliyorum." Beni ittirerek metrodan çıkarttığında, arkamı dönünce bu kişinin Eftal olduğunu anladım. Hâlâ ağzımı tutuyordu. Elini ısırınca mecburen elini geri çekti. "Ne ısırıyorsun kızım?" diye homurdandı. "Sen ne diye benim lafımı kesiyorsun?" diye sordum. "Durağı kaçıracaktık." dedi. Ağzımı açacaktım ki, "Hadi ya, açım ben." dedi. Oflayarak önüme döndüm ve yürümeye başladım. Çok geçmeden kliniğin olduğu caddeye geldiğimizde Eftal, beni zorla bir pastaneye sokmuştu. Kasada duran kadına, "Ben bir tane zeytinli poğaça istiyorum." dedi. Bana dönüp, "Sen ne alacaksın?" diye sordu. "Ben aç değilim. Almayacağım bir şey." diye homurdandım.  Omuz silkip cebinden cüzdanını çıkarttı ve aldığı poğaçanın parasını ödedi. Kadının uzattığı poşeti alıp, "İyi günler." dedi. Pastaneden çıkıp kliniğe doğru yürürken, o poğaçasını yemeye başladı. Dudaklarımı ıslatıp, "Bir şey soracağım," diye mırıldandım. Bakışlarını bana çevirip konuşmamı bekledi. "Sen ne ara yeni kıyafetler aldın?" Lokmasını yutup, "Senin kapının önünde bulduğun çanta varya," diye mırıldandı. Kafamı salladım. "Onu ben getirtmiştim. Sonra akşam sen uyuyunca da diğer eşyalarımı getirmelerini söyledim." dedi. Başka bir şey sormak için dudaklarımı aralamıştım ki, "Sormadan söyleyeyim, senin telefonundan aradım." dedi. Kaşlarım çatılırken sinirle ona baktım.  "Bende bir şeyi merak ediyorum." diye mırıldandı. Hâlâ çatık olan kaşlarım ile ona bakarken, "Nasıl hasta olmamayı düşünüyorsun?" dedi saçlarımı kast ederek. "Sana ne? Hasta olmam ben." diye sinirle konuştum. Gözlerini devirerek, "Burası mı?" diye sordu. Bakışlarını takip edince, kliniği kast ettiğini anladım. Kafamı aşağı yukarı salladım. "Ne kadar da güzel. Etkileyici cazibemi kullanmama gerek kalmadı." dedi pis pis sırıtırken. Ne söylediğine anlam veremedim. Bir şey demeden kliniğe girdim. Eymen Bey beni görünce gülümsedi ve başıyla selam verdi. Ona aynı şekilde karşılık verdim. Bakışları arkama odaklanınca, kaşları havalandı. "Çetiner?" dedi sorar gibi. Çetiner? Bunu Eftal'e sormuştu. Eftal'in soyadı Çetiner miydi? Eftal Çetiner. "Nasılsın Eymen?" diye sordu Eftal. Şaşkınlıktan dudaklarım aralandı. Tanışıyorlar mıydı? "Ben iyiyim de, bir sorun mu var?" dedi Eymen Bey. O da şaşırmışa benziyordu. "Arkadaşımı görmeye gelmişim. İlla bir sorun mu olacak?" dedi. Arkadaş mı? Arkadaş... O da mı kurtdu? Yavaşça arkamı dönüp, "O da mı..." diye soruyordum ki, kafasını iki yana sallayınca derin bir nefes aldım. "Ama her şeyden haberi var." dedi. Gözlerim irice açıldı. Eymen Bey, "Sanırım konuşmamız gereken şeyler var. Kelebek, sen bakarsın buraya. Bir şey olursa arka taraftayım." dedi. Ona doğru dönüp kafamı salladım. Eftal ile Eymen Bey, arka tarafa geçince düşünmeye başladım. Benden haberi var mıydı? O da gücüm olduğunu mu düşünüyordu? "Doktor yok mu burada?" diye bir ses gelince arkamı döndüm. Gördüğüm kişi ile gözlerim kısıldı. Bu kişi pembe taytlı kadından başkası değildi. Kadın beni görünce gözleri irice açıldı. Bir sıkıntı çıkmaması için bir şey demedim ve önüme dönüp, koltuğun yanındaki askılığa yürüdüm. Çantamı çıkartırken kadın, "Sen beni mi takip ediyorsun?" diye sordu. Gözlerimi devirip, "Hanımefendi benden sonra geldiniz." dedim. "Ne için gelmiştiniz?" Onunla uğraşmak istemiyordum. "Köpeğimin son bir aşısı kalmıştı, onu yaptıracaktım." dedi. Bu sırada kabanımı da çıkarttım ve askıdaki beyaz önlüğü giydim. "Sen doktor musun ki?"  Arkamı dönüp, sahte olduğu belli olan bir şekilde gülümsedim ve, "Ne oldu? Gerizekalı dediğiniz kişiye veteriner olmayı yakıştıramadınız mı?" dedim. Kadın dudaklarını birbirine bastırıp, "Bak kızım sana öyle dememeliydim. Kusura bakma." dedi. Umurumda olduğunu mu sanıyordu? Sadece ona patlamıştım. Omuz silkip sağ elinde tuttuğu küçük köpeği ve sol elinde tuttuğu aşı kartını aldım. Sedyeye giderken kadın, "Bak benden sana söylemesi, sen bu dilinle evde kalırsın." dedi. Ne kadar 'Sen bu beyinle yaşamışsın ama' demek istesem de, "Evlenmek gibi bir niyetim yok." dedim. "Hiç öyle şey olur mu kız! Bul kendine bir koca, gör işini, otur evinde." dedi. Kaşlarım havalanırken, "Boşuna okumadım ben." diye mırıldandım. Bir yandan da aşı ile uğraşıyordum. "Kızım boşver okulu. Bak bana, evlendim yaşlı başlı bir adamla. Öldü. Tüm parası da bana kaldı. Şimdi yiyorum tüm parayı. Yeni bir adam da buldum. Zengin bayağı." dedi kıkırdarken. "Kimsenin parasına ihtiyacım yok benim. Kendi paramı kendim kazanabilirim. Herhangi bir adama da muhtaç kalacak halim yok. Elim ayağım tutuyor. Kimsenin işini de yapmam. O zengin adamların da ne halt olduğunu iyi biliyorum. Nasıl dövdüklerini, nasıl dokunduklarını." diye mırıldandım. Kadının bakışları donuklaşırken, "Sen kaç yaşındasın ki daha?" diye sordu. Burnumdan gülüp, "Yirmi üç yaşındayım. O çok övdüğünüz zengin adamlarla tanıştığımda on bir yaşındaydım." dedim. "Sen..." diye mırıldandı. Sesi titriyordu. Suratına baktığımda gözlerinin dolduğunu gördüm. "Çocuk gelin misin sen?" diye sordu. Kafamı iki yana sallayıp, "Sadece üvey baba kurbanı." diye mırıldandım. Buruk bir şekilde gülümseyerek, "İsmin ne senin?" diye sordu. "Kelebek." Kaşları şaşkınlıkla havalanırken, "Kelebek Doğan?" dedi sorarcasına. Kaşlarım çatılırken, "Soy ismimi nereden biliyorsunuz?" diye sordum. Burnundan gülüp, "Seni bilmeyen mi var kızım. Koskoca Çiçek Doğan'ın kızısın sen." dedi. Bir şey demedim. Annemle bir haftadır konuşmuyorduk. En son beni aramıştı ve okul telaşından ona geri dönmeyi unutmuştum. Eve gidince onu arasam iyi olacaktı. "Seni onun yetiştirdiği çok belli." dedi. "Güçlü bir kadın olmayı ondan öğrenmişsin." dedi. Gurur duyuyor gibiydi. Ne kadar öz olmasa da o benim annemdi. Beni sevmiş ve korumuştu. Sırf göz boyamak için beni evlat edinmiş Timur Kaya'dan beni korumuştu. Benim yüzümden çok şey yaşamıştı. Ama o benim aksime hayata olumlu yönünden bakıyordu. Yedi sene önce ondan boşanmış ve beni yanına almıştı. Kendine ait bir moda dergisi vardı. Ayda en az bir kere bağış organizasyonu düzenlerdi. Kafamı kaldırıp kadına gülümsedim. Aşısını yaptığım köpeği kadına uzatıp, "Geçmiş olsun." dedim. Kadın, ücreti ödedikten sonra teşekkür edip, kapıya yöneldi. Dışarı çıkmadan, "Hanımefendi,"  diye seslendim. Adımlarını durdurup, bana döndü. Gülümseyerek, "Belki geçmişte sizi bir adama muhtaç bırakmaya zorlamışlardır. Ama geçmiş geçmişte kaldı. Geleceğinize odaklanmalısınız. Kendinizi bir insana adamayın. Sadece kendiniz olun. Günümüzde ne kadar para her şey gibi görünse de, para sizi geçmişinizden kurtaramaz. . Sizi parayla satın almalarına izin vermeyin. Çünkü her şeyden önce siz bir insansınız ve parayla satın alınamayacak kadar değerlisiniz." dedim. Kadın da aynı şekilde bana gülümserken kafasını salladı. "Ben bir hanımefendi olmaya layık değilim kızım. Aycan de bana." dedi. Kafamı olumsuz anlamda sallayıp daha geniş bir şekilde gülümsedim. "Siz ve ben. İnsanlara göre hanımefendi değiliz. Çünkü her hakkımızı aradığımızda, kendimizi savunuyoruz, susturamıyorlar bizi. Bu yüzden nefret ediyorlar bizden. Siz, ben ve onlarcası hanımefendi değiliz. Bizler kadınız." Kadın, gözünden akan bir damla yaşı hızlı bir şekilde sildi. "Tanıştığıma memnun oldum." dedi. "Tanıştığıma memnun oldum." dedim. Ve arkasını dönüp gitti. Bende tekrar arkamı döndüğümde, yüzümde aptal bir gülümseme vardı. Kafamı kaldırdığımda kaşları havada olan bir Eftal gördüm. "Sen gülebiliyir muydun ya?" diye sordu alay edercesine. Bunun üzerine kaşlarımı çattım. Sırıtıp, "Süre tuttun mu? Kaç saniye gülümsedin?" dedi. Onu takmayarak Eymen Bey'in yanına gittim ve kalan işime geri döndüm.                                                                                 Evden içeri girdiğimizde, kendimi direkt koltuğa attım. "Staj yapmayı sevmiyorum." diye homurdandım. Eftal yanıma oturup, "Senin sevdiğin bir şey var mı?" diye sordu. Çatık kaşlarım ile ona ters ters baktım. Sırıtıyordu. Öğle yemeğini dışarıda yemiştik. Daha sonra Eftal'in bir işi çıkmıştı. Ben eve geçmek istemiştim ama buna izin vermemişti. Beni zorla kendi avukatlık bürosuna götürmüştü. Günümü ona saydırarak geçirmiştim. O ise sadece sırıtmıştı. Eve geçmeden önce ise benzinlikten bidon ile benzin almıştık. "Sen..." diye konuşmaya girmiştim ki, aniden kapı çaldı. Kimsenin girmemesi için kilitleyip, arkasına tahta koyduğum kapı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD