Ali Karayel
Toprağı alıp kışlaya içtima alanına geldik. Tim hazır bir şekilde bizi beklerken çaktırmadan Toprak’ı süzüyorlardı. Evet bugün çok eğlenecektim.
Salih en sert sesiyle bağırdı, kaşları çatık, göğsü kabarmıştı:
"Asker!"
Askerler bize döndü.
"Hiza alın!!!" Dedi Salih.
“İçtima başlıyor.”
"Emredersiniz komutanım!" Tim en gür sesiyle bağırdı.
Toprak biraz gerilmişti, dudaklarını ısırıyordu. Salih’le aramıza aldık. Salih gözlerini kısarak sordu:
"Sen özledin mi askerlik anılarını?"
Toprak başını yana eğip kısa bir nefesle cevapladı:
"Yok."
Kolunu tuttum, pazularının olduğu yeri yokladım. Kaşlarımı kaldırarak:
"Biraz zayıfsın sanki."
Salih sırtına sertçe vurdu, gülümseyerek:
"Aslan gibi çocuksun, biraz geliştir kendini."
Toprak sadece bakıyordu, gözleri kaçıyordu. Ben gülümsememi bastırarak dedim:
"Hadi sen de eğitime. Bu her yiğide nasip olmaz bordo bereli eğitimi görmek. Sende canlı yaşa."
Toprak dudaklarını bükerek, sesi titreyerek:
"Yo... yok, ben izlerim sadece."
Dudağımın kenarını kıvırmamak için zor tuttum. Salih sert bir tonla, gözlerini dikerek:
"Hadi sen de katılacaksın. İtiraz istemez!"
Toprak korkak adımlarla timin yanına gitti. Hepsi ona öldürecek gibi bakıyordu. Aslında dışarıdan biri haline üzülürdü; bu kadar iri yarı adamın içinde küçük kalmıştı, bir de korkuyordu.
Ben sesimi yükselttim, ellerimi arkada bağlayarak:
Evet, uzun mesafe koşu! Normalde 20 km derdim de, şimdi bu daha ilk sınav, elimde kalmasın diye düşündüm. “Tim, eğitim alanının etrafını 30 tur koşu, başla!!"
Tim hep bir ağızdan gür sesle:
"Emredersiniz komutanım!"
Toprak irkildi. Bu nasıl askerlik yaptı ya.
Bağırılmaktan korkmak nasıl bir şeymiş sana canlı göstereceğim, it herif.
Tim koşuya başladı. Salih’le ellerimiz arkada izliyorduk. 5. turda Toprak kan ter içinde kalmıştı ama pes etmedi. Tim neredeyse 20. turdaydı. Canbaz yanından geçerken ona sert bir omuz attı. Toprak ağzı üstü yere kapaklandı. Canbaz koşarken başını çevirip:
"Pardon birader, yanlışlıkla oldu." Dedi.
Toprak yerden destek alıp kalkacakken Bozkurt koluna sert bir tekme attı. O da koşarken alaycı bir ifadeyle:
"Pardon kardeş, yerde olduğunu görmedim." Dedi.
Toprak öfkeyle ayağa kalktı, gözleri parlıyordu. Devam etti. Bırakıyorum, yapmıyorum demeye de korkuyordu. Tim turu bitirene kadar ara ara sürekli çarpıp düşürdüler. Onların koşusu bitmişti, bir süre Toprak’ınkini bekledik. İnanılmaz eğleniyorduk.
Salih bağırdı, alnındaki damarı belirginleşmişti:
"Asker, şınav pozisyonu al!"
Herkes anında şınav pozisyonu alırken Toprak da istemeye istemeye aldı. Salih sertçe:
"100 şınav, başla!"
Tim anında başladı. Toprak zayıf kaslarıyla zorlanıyordu. En sonda düşüyordu. Yanına ayakta dikildim. On tane falan çekmişti ki kolları titremeye başladı. Gülümsememi saklamaya çalışıp eğildim:
"Pozisyonun yanlış, dur kolunu böyle…” Derken kolunu sert bir şekilde çektim, ağzı üstü düştü. Sinirle bana bakarken ben omuz silkip:
"Ne bileyim bu kadar güçsüz olacağını. Seni biraz güçlendirmek lazım." Dedim.
Nasıl becerdiyse çenesini değil boynunu yere çarpmıştı. Tutarak doğruldu.
Tim sınavı bitirince doğruldu. Hazır ol’da beklerlerken emir verdim:
"Parkuru 5 tur geçin!"
Normaldeki eğitimleri düşürüyordum. Her eğitimde ona eziyet etmek istiyordum.
Tim engel atlamadan hızla geçerken Toprak arkalarından salyangoz hızıyla geçiyordu. Suskun bacağına çarpıp engele takılmasını sağladı. Neredeyse kafasını çarpıyordu, son anda dengede durdu.
Halatla tırmanmada ise Suskun sanırım halatı tam bağlamamıştı. Toprak 4. metrede tırmanırken Suskun’un kısa bir çarpmasıyla halat açıldı ve yere çakıldı. Suskun yukarıda kahkaha atıyordu.
Salih’le koşarak telaşlıymışız gibi olduğu yerden kaldırdık. Salih eğilip sordu:
"İyi misin, bir yerin kırıldı mı?"
Toprak belini tutuyordu, dişlerini sıkarak:
"İyiyim." Dedi.
Sonra sertçe:
"Ben asker değilim, ne işim var burada ya? Devam etmeyeceğim."
Ben gözlerimi kısarak:
"Aa olur mu? Ama olmaz, daha en eğlenceli kısma gelmedik." Dedim.
Toprak ters ters baktı. Ben omuz silktim:
"Neyse, gel tim parkuru bitirsin şimdilik."
Tim parkura devam ederken Toprak yanımıza geldi. Tim parkuru bitirince emir verdim:
"Hedef tahtalarını yerleştirin!"
Belli yerlere fazlaca hedef tahtası yerleştirdiler. Ben sesimi yükselttim:
"Bozkurt, gel!"
Tahtaların yerini incelemesi için kısa bi zaman verdim. Gözlerini bağladım. Toprak dikkatle izliyordu, dudaklarını ısırıyordu.
"Bozkurt, hedef 1, 7 metre, ateş!"
Bozkurt anında istediğim yeri vurdu.
"Hedef 2, sağdaki 5 metre, tek atış!"
Tam 12’den vurdu.
"Hedef 3, arkanda kalan 6 metre, seri atış!"
Onu da vurdu. Tüm tim aynı başarıyı gösterdi. En son Suskun kaldı. Gözlerini bağladım, birkaç hedefi 12’den vurdu.
"Hedef 4, 7 metre, saat 12 yönü, ateş!"
Ama Suskun silahı farklı bir yöne tuttu, tam Toprak’ın olduğu yere. Toprak öfkeyle bağırdı, alnındaki damarı belirginleşmişti:
"Hey, ben buradayım!"
Salih’in yanına geçti, dişlerini sıkarak:
Korkak herif!
Suskun hedefi tam 12’den vurdu. Gözlerini açınca ben geçtim yerine. Canbaz’a başımla işaret verdim, gözlerimi Toprak’a dikerek bağladım.
"Hey hey, ne oluyor? Saçmalamayın, film mi çekiyoruz, ne yapıyorsunuz?"
Toprak bağırıyordu, sesi titriyordu. Sanırım Canbaz başına elmayı koyuyordu.
"Ali, dur lan! İstemiyorum, şikayet ederim sizi!" Dedi.
Silahı ona doğrulttum sert bir tonla:
"Eğer uslu durmazsan elim kayar, düz durmanı tavsiye ediyorum." Dedim.
Sesi kesildi. Tim’in gülüşme seslerini duyuyordum. Hiç tereddüt etmeden silahı ateşledim. Gülümseyerek gözlerimi açtığımda şok olmuş, başında elma parçalanmış bir Toprak gördüm. Çok geçmeden yere yığıldı. Tim şaşkınlıkla bakarak yanına koştu. Yaklaştım, kaşlarımı kaldırarak sordum:
"Bayıldı mı lan o?"
Canbaz başını salladı:
"Evet komutanım."
Suskun kaşlarını çatarak:
"Ulan bakın, altına falanda yapmış olabilir."
Sertel ciddi ciddi o tarafa baktı:
"Yok, yapmamış."
Kaldırın şunu dedim, canbaza bakarak alıp içeri götürdüler. Uyanıktan sonra da burada tutabildiğim kadar tuttum. Akşam geç geleceğiz diye bücüre mesaj açmıştım, şimdi çıkacağız. Telefonu elime alıp tekrar yazdım.
Ben: "Biz geliriz birazdan, siz ne yaptınız, yanında kim var?"
Yer Elması: "Bizimkiler kızlar ve Deniz.” Bu adam bu kızın dibinden ayrılacaktı zaten.
Ben: "Yolla o herifi abin görse ne diyeceksin?"
Yer Elması:"Sanki çok da takarsın abimi, yollarım şimdi."
Ben: "Evet takmam, sen dur diyorsun diye duruyorum. Neyse, abin bugün timle eğitime katıldı, pek bir nazlı çıktı, baya yoruldu."
Yer Elması: "Tahmin edebiliyorum ben o eğitimleri. Neyse görüşürüz."
Kapattım. Eskiden de Efsun’un yaşadıklarını düşününce çok sinirlenirdim ama bu defa daha farklı, içimi kavuran bir sinir bu.
Akşam Efsunlardan Deniz’i de alıp bize geçtik. Zaten toprak top atılsa uyanmaz, bayılıp kalmıştır. Kızlar da vardı. Deniz dün toprağın yattığı odaya geçerken ben kendi odama geçtim, duşumu alıp yatağa girdim.
---
Efsun Eren
Sabah gözlerimi yüzüme gelen güneş ışığıyla açtım. Alarmı çok bağırtmadım bugün. Duşumu alıp giyindim, mutfağa geçip kahvaltı hazırladım. Sofrayı kurarken abim zebani gibi tepemde dikildi. Sert bakışlarını üzerime tutup iyice yaklaştı. Kalbim hızla çarpmaya başladı, korkacak gibi oldum ama kendimi sakinleştirdim.
Abim dişlerinin arasından hırlayarak: "Şu arkadaşlarını evden gönder Efsun. Bu Ali’yi de başından al. Zaten bu Selin’le arkadaş da olma, iyi bir kız değil o."
Gözlerimi devirdim, sesim titremeden: "Sen benim arkadaşlarıma karışamazsın."
Önce şaşkın, sonra sinirli bir ifadeyle yaklaştı: "Ne dedin sen?"
Ben dik durarak: "Duydun işte. Arkadaşlarıma karışma. Onları yollayacağım ama sırf burada rahat etmediler diye. Sen sakin senin için yolladım sanma. Ve eğer bana vurabileceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun."
Elini saçlarıma atacaktı ki, ben sert bir sesle: "Sakın! Elini kaldırma, buna pişman olursun. En fazla bir kere daha vurursun ama emin ol o elin kırılır."
Abim öfkeyle: "Ne diyorsun lan sen, kime güveniyorsun?" Dedi.
Ben gözlerinin içine bakarak: "Öncelikle kendime. Bence beni sinirlendirme, seninle uğraşmam bile. Şuradan bir Ali diye bağırsam seni ikiye böler, biliyorsun değil mi?" Dedim.
Alayla güldü: "Demek Ali’ye güveniyorsun. Ali ne zamana kadar kalacak senin yanında?"
Ben iç çekerek: "Off, seninle uğraşmak istemiyorum." Yüzüne bakmak beni tedirgin ediyordu ama belli etmedim. "Şimdi ya adam gibi oturursun kahvaltını zıkkımlanırsın…”
Annem olmasa çoktan kovardım onu.Ama şimdi kovsam ona gidecek biliyorum.
“Ya da ben jandarmayı arar seni şikayet ederim."
Abim tehditkâr bir sesle: "Ne kadar tutacaklar beni, çıkmayacak mıyım?" Dedi.
Tam o ara kızlar mutfağa girdi. Dördü birden: "Günaydın!" Dedi.
Ben gülümseyerek: "Günaydın." Dedim.
Hep beraber kahvaltıya oturduk. İçimden annemi arayıp yanıma gelmesi için ikna edebilir miyim diye düşündüm. Yok, memleketten ayrılmazdı. Abime baktım, ayaklarını kırsak gitmezdi. Bu defa bana muhtaç olurdu. Hiç bakamam ona, bir yolunu bulmam lazımdı.
Tuğba ve Gül işten iki gün izin almışlar, gitmeleri gerekti ama beni bırakmak istemiyorlardı. Ben onları ikna ettim. Gül sarıldı, sıkıca: "Efsun, bak en ufak bir şeyde haber veriyorsun, tamam mı?"
"Tamam, merak etmeyin." Dedim.
Tuğba da sarıldı: "Bak, sonra konuşacağız. Şimdi istemiyorsun diye zorlamadık."
"Tamam." Dedim.
Kızlarla vedalaştık, onlar gittiler. Deniz aşağıda bekliyordu. Onları havaalanına bırakıp gelecekti. Selin ve Ece’yi karşıma alıp konuştum.
"Kızlar, benim için kaldığınızı biliyorum ama gerçekten gerek yok. Merak etmeyin, ben iyiyim.” Kimseye yük olmak istemiyordum.
Selin sert çıktı: "Ben seni o embesille yalnız bırakamam. Sen nasıl kaldın bununla aynı evde, anlamıyorum."
Ben gülümseyerek: "Merak etme, ben iyiyim. Bana bir şey yapamaz."
Ece şüpheyle: "Emin misin?" Dedi.
Bende "Evet kızlar, beni merak etmeyin." Dedim.
İstemeseler de kalktılar. Kendi sorunumu kendim çözecektim. Bunun en önemli adımını atmış, karar vermiştim.
Bugün iş yoktu. Kızlar evlerine giderken abim sanırım Ali’ye görünmemek için: "Ben biraz dolanayım." diyerek evden kaçarcasına çıktı. Bu iyiye işaretti. Evde kimse yoktu ama beni tehdit bile etmedi. Alışacaktı bu halime.
Evdeki yalnızlığın tadını çıkarırken kapı alacaklı gibi çaldı. Çalma şeklinden Ali olduğunu anladım. Kalkıp açtım. Kızgın boğa gibi duruyordu. Kaşlarımı çatıp: "Hoş geldin diyeceğim ama pek hoş gelmedin galiba Yüzbaşı?" Dedim.
İçeri girip kapıyı kapattı. Öfkeyle: "Kızım sen manyak mısın, ne diye yanına olanları gönderiyorsun?" Bu kızlarla konuşmuş.
Ben ellerimi iki yana açarak: "Ne yapsaydım Yüzbaşı, sürekli bana bakıcılık mı etselerdi?" Dedim.
Yaklaştı, gözlerini dikerek: "Bana bak Yer elması, dikme o burnunu bana. Yine gitme burnunun dikine. Ara gelsinler." Dedi emir verir gibi.
Başımı iki yana salladım: "Kimseye ihtiyacım yok, iyiyim ben."
Yüzbaşı kükredi: "Efsun yeter! O adamla aynı evde kalamazsın. Tek başına olmaz!"
Ben sesimi yükselterek: "Ne bağırıyorsun Yüzbaşı! Kalacak, kalmak zorunda.”
Anneme yollayamazdım.
Yüzbaşı dişlerinin arasından: "Efsun, olmaz diyorum. Aklımız sende, kalacak."
Ben kaşlarımı çatıp: "Niye Yüzbaşı, niye aklın kalıyormuş bende?" Dedim.
O "Emanetsin de ondan." Dedi.
Bende öfkeyle "Of, yeter bu emanet muhabbeti! Yardımcı oldun, bitti. Karışma hayatıma. Bana yardımcı oldun, hem de her konuda. Gerçekten teşekkür ederim. Ama sakın hayatıma karışma. Hayatımda söz hakkın yok."
Sinirle üzerime yürüdü, mesafeyi iyice azalttı.
"Gelecek kızlar!."
"Gelmeyecek!."
"Gelecek!"
"Gelmeyecek Yüzbaşı, gelmeyecek!" Dedim. Net bi şekilde.
"Hay senin Yüzbaşını da seni de..." kaşlarını iyice çatıp. "Ne halim varsa gör huysuz bücür!" deyip kapıyı çarpıp çıktı.
"Sensin huysuz goril!" diye bağırdım arkasından.
Evden bağırdı o da: "Getirme beni oraya bücür!"
"Çam yarması işte, ne olacak! Gelsene!" diye bağırdım öfkeme hakim olamayarak.
"Efsun sus!" diye bağırdı kendi evinden. "Sus!"
İçeri geçtim. Kendimi koltuğa bıraktım. Ne yapacağımı düşünürken telefonuma gelen mesaj bildirimi duydum. Elime alıp baktım, bilmediğim bir numaradan.
"Öğrenmeyeceğiz sandın değil mi Doktor Berfini Sen kaçırmışsın. O askerlere çok güvenme seni elimden kimse alamayacak"
Elimden telefon yere düşerken gözümden yaşlar akmaya başlamıştı. Bir bu eksikti… Şimdi ben ne yapacaktım? Ayağa kalkmaya çalıştıkça üzerime basıyorlar. Biri bitmeden diğeri başlıyor