İki gündür Berfin benim evde kalıyordu.
Kıyafetlerim ona büyük gelse de mecburen giyiyordu. Her sabah hiçbir şey olmamış gibi işe gidiyordum. O kaçtığı gece ve ertesi gün, Berfin’in abileri—isimlerini diğer doktorlardan öğrendiğim kadarıyla Azad ve Şehmuz—ortalığı ayağa kaldırmıştı. Bana silah çekenin adı Azad’dı. İlk gün beni epey sorguya çekti. Bilmediğime ikna oldu mu, hâlâ emin değilim. Ama hâlâ hastanede adamları var. Kendisi de arada uğruyor.
Sabah işe geldim. İçimde sıkıntı. Berfin için bir yol bulmam lazımdı. Onu buradan göndermem gerekiyordu. Salih abiye söylemeyi bir kez daha düşündüm ama biraz araştırınca Dervanlı aşiretinin büyük ve güçlü olduğunu öğrendim. İşin içinde bir de kaçırılan kız ve berdel meselesi vardı. Boyumdan büyük bir işe kalkışmıştım ama pişman değildim. Son ana kadar çabalayacaktım.
Hastalarımın gelmesini beklerken telefonuma bir bildirim düştü. Ekrana baktım.
Çam Yarması: “Nasılsın?”
Yüzümde istemsiz bir tebessüm belirdi. Demek ki iyiydi...
Ben: “İyiyim, siz nasılsınız? Bitti mi görev?”
Çam Yarması: “Hayır, bitmedi. İyiyiz. Çok vaktim yok, bir iyimisin? diye sorayım dedim.”
Ben: “İyiyim, siz de iyi olun. Allah’a emanetsiniz. Selam söyle time.”
Çam Yarması: “Aleyküm selam. Sen de Allah’a emanetsin.”
Aklım Berfin’deydi ama nedenini tam çözemediğim bir şekilde Ali’ve ve timdeki herkeste de kalmıştı. Bunca zaman erkeklerden ölesiye nefret ederken, bir anda o tim nasıl girmişti kanıma? Nasıl sevdirmişti kendini? Ve hatta... nasıl güvenmiştim onlara? Tırnaklarına taş değmesin...
İş bitiminde eve geçtim. Berfin’in sevdiği yemekleri yaptım: köfte, patates. Mutfakta yemek kokuları yayılırken içimde bir huzur vardı. Sofraya oturduk. İştahla yemeğimizi yedik. Morlukları ve yaraları daha iyiydi. Kalbi, ruhu ne durumda tahmin edebiliyordum ama en azından bedeni iyileşiyordu.
Masayı kaldırırken kapı çaldı. Hemen yöneldim. Kapıyı açtım—Selin ve Ece gelmişti.
“Hoş geldiniz... Sizin ne işiniz var burada?” dedim şaşkınlıkla.
Selin elindeki poşeti uzattı. “Berfin’i merak ettik,” dedi.
Ece sıkıca sarıldı bana. “Merak etme arkadaş ziyareti yapıyoruz. Kimse bir şey anlamaz,” dedi göz kırparak.
İçeri geçerken ben de peşlerinden girdim. Kapıyı kapatırken içimde bir huzursuzluk vardı.
“Selin, Ece... Neden geldiniz? Bakın, yakalanırsam tek başıma yapmış olacağım. Ama sizi görürlerse boşuna başınız belaya girer,” dedim endişeyle.
“Biz de zaten yardım ettik ya,” dedi Selin. “Adamları oyalayacağız diye neler yaptık!”
Ece o sırada kıkırdadı.
“Selin bi ara adama yürüyor sandım ha!” deyince şaşkınlıkla ona döndüm.
“Napayım be, ‘oyala’ dediniz diye!” diye hemen savundu kendini.
“Bu çok tehlikeli kızlar,” dedim ciddiyetle.
İkisi de iki yanıma oturup, “Yanındayız. Zaten yardım ettik. Hem biz de istemeyiz Berfin’in onlara verilmesini,” dediler kararlılıkla.
O sırada Berfin sessizce yanımıza geldi. Gözleri kocaman, ürkek bir kedi yavrusu gibi bakıyordu. Dayanamadım, çekip sıkıca sarıldım ona.
“Berfim... Güzelim... Suçlu hissetme kendini,” dedim fısıltıyla.
“Ya size bir şey yaparlarsa?” dedi gözlerinden yaş süzülürken.
Saçlarına bir öpücük kondurdum. “Düşünme bunları. Bir şey olmayacak, merak etme,” dedim yumuşak bir sesle. “Hadi sen gir odaya. Sana verdiğim kitabı oku biraz.”
Başını usulca sallayıp içeri geçti.
“Kızlar, ne yapacağız?” dedi Ece, gözleri endişeyle bana çevrilmişti.
“Ya... bunlar unutmazlar mı acaba?” dedim, bir an duraksayıp sonra devam ettim. “Bir süre kalsın yanımda. Benim bir arkadaşım var, Deniz. Ona söyleyeceğim. Babadan zengin biraz. Yurt dışında tanıdıkları var. Zaman geçince bir şekilde Deniz’e ulaştırırım Berfin’i. Gerisini o halleder. Yurt dışında bir hayat kurar ona.”
“Ya ama nasıl çıkaracağız şehirden? Ne zaman?” diye sordu Selin, gözleri kararsızlıkla doluydu.
“Deniz ‘tamam’ desin de... biraz zamana bırakalım, bekleyelim. O zamana kadar nasıl çıkaracağımızı düşünürüz. Gerekirse Deniz gelip alır,” dedim, gözlerimi yere indirerek.
“Peki... Deniz dediğin kişi kabul edecek mi?” diye sordu Ece. Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecektim ki telefonum çaldı. İçimden “İyi insan,” diye geçirdim.
“Deniz bizim grubu arıyor,” dedim. “Görüntülü... şimdi söylerim.”
Telefonu açıp orta sehpaya yerleştirdim. Kamera üçümüzü de görüyordu.
“Selam kuzum,” dedi Deniz, sonra kızlara baktı.
Tuğba ve Gül de neşeyle ekrana eğilip, “Selam! Efsun napıyor?” dediler.
“Selam çocuklar. Bakın sizi kızlarla tanıştırayım,” dedim. “Bu Selin, hemşire,” diyerek Selin’i gösterdim. “Bu da Ece, hemşire,” dedim Ece’yi göstererek. Diğerlerini de tanıttıktan sonra kısa bir sohbet ettik.
En son Deniz, “Efsun kuzum, dökül hadi. Ne oldu?” dedi. Gözlerine baktım.
“O kadar belli oluyor mu?”
“Beş metre öteden belli oluyor,” dedi Gül, kaşlarını kaldırarak.
“Merakta bırakma da kıvranıp durma. Anlat bakalım, ne oldu?” dedi Gül, sabırsızca.
Derin bir nefes aldım. Biraz korkacaklarını biliyordum. O yüzden önceden uyardım.
“Bakın, şimdi anlatacağım ama bitene kadar dinleyin. Yoksa yüzünüze kapatır, bir daha açmam,” dedim kararlı bir sesle.
“Efsun, daha fazla merakta bırakma da söyle hadi,” dedi Deniz.
Ben de en başından anlattım her şeyi. Kaşları çatık dinliyorlardı. Özellikle Deniz, kızarmıştı bayağı.
“Şimdi Deniz, senden istediğim belli. Buralar sakinleşince Berfin’i bir şekilde yurt dışına çıkar. Evlatlık iyi bir aile bulabilir misin? Ya da yatılı okul... Olmaz mı?” dedim, sesim titreyerek.
“Efsun, sen ne yaptığının farkında mısın?” dedi Deniz, öfkeyle. “Adamlar seni bulursa öldürür! Farkında mısın?” diye kükredi ekrandan.
“Ne bağırıyorsun be! Ne yapsaydım? Bıraksa mıydım?” dedim, gözlerim dolmuştu.
Gül araya girdi. “Bağırma kıza! Ne yapsın? Göz mü yumsun?” diye çırpındı.
Tuğba, “Geleyim mi Efsuncum yanına?” dedi, sesi yumuşaktı.
“Şimdilik gerek yok,” dedim, başımı hafifçe sallayarak.
Deniz hâlâ bağırıyordu. Sesindeki öfke ekranı titretiyordu adeta.
Selin daha fazla dayanamadı. “Bağırıp durma be ayı gibi karşında bi kadın var! Yardım edecek misin, etmeyecek misin?” diye çıkıştı.
Deniz önce bir şok geçirdi, ardından ekrana yaklaştı.
“Yardım edeceğim tabii ki... Ama yaptığınız iş iş değil. Bu çok tehlikeli. Oraya geliyorum Efsun,” dedi, sesi bu kez daha yumuşaktı ama hâlâ ciddi.
Ece “Şüphe çekeriz ortalık biraz durulsun” diye lafa girdi.
Gül, ellerini iki yana açarak, “Tamam, sakin olalım şimdi. Tamam, biliyoruz,” dedi. Sonra ekrana dönüp, “Bu arada Deniz, sen kız için hazırlıkları yaparsın. Efsun, sen de en ufak bir şeyde bizi arıyorsun,” diye uyardı.
Deniz, gözlerini kısmıştı. “Yarım saate bir bana mesaj atacaksın. Geç kalırsan gelirim Efsun,” dedi sertçe.
“Çüşş!” diye patladı Selin. “Yarım saat ne be?”
“Sana ne kızım? Sen kimsin?” diye bağırdı Deniz, gözleri Selin’e dikilmişti.
“Bana bak, benimle kızımlı mızımlı konuşma!” diye Selin ayağa kalktı. Görüntülü konuşma olmasa kafa göz dalacaklar gibiydi.
Deniz bana döndü, burnundan soluyordu. “Bana bak Efsun, gündüzleri yarım saatte bir, geceleri ise saat başı yazacaksın. Yoksa gelirim!”
Tam itiraz edecektim ki lafa girdi.
“İtiraz istemiyorum! Kendini saçma sapan bir duruma düşürmeden düşünecektin bunları!” dedi ve aramayı kapattı.
İtiraz kabul etmediği belliydi. Gerçekten gelirdi. Ama Deniz’den başka kimse yardım edemezdi. Onu buraya getirip riske atmayacaktım. Buradan birinden yardım isteyecek olsam Salih abi vardı. Dönse Ali vardı. Ama görmesinler, bilmesinler istiyordum.
“Sen ona bakma, biliyorsun Deniz bize değer verir,” dedi Gül, sesi yumuşaktı.
“Biliyorum,” dedim.
Hatta abimle olanları tam bilmiyor. Bir bilse... öldürürdü onu. Ama işte... canım annecim yemin verdirdi. Onun hatırına sustum. Deniz’le abim hiç karşılaşmadı bile. Deniz, abimi fazla korumacı olarak biliyor. Bazen hareketlerimden şüpheleniyor ama konduramıyor sanırım.
“Hayvan gibi böğürerek mi koruyor sizi?” dedi Selin. Öfkeyle ben de gülümsedim.
“Sinirlenince bağırır bazen... ama neyse. Halloldu işte. Deniz halledecek,” dedim.
Tuğba, “Dikkatli olun kızlar,” dedi. “Aklımız sizde kalmasın.”
“Tamam,” deyip kapattık.
Selin’in getirdiği poşete baktım. Berfin’e kıyafet getirmişti.
“Bunları nereden aldın ya? Takip edip bakmışlarsa?” dedim endişeyle.
“Merak etme. Bunları bana bir kadın vermişti aylar önce. ‘İhtiyacı olan biri olursa ver’ diye. Hastanede çok insan görüyorsundur demişti. Ben unutmuşum. Tam Berfin’e göre,” dedi Selin, poşeti uzatırken.
Birkaç gün geçti. Hâlâ Berfin bendeydi. Kızlar ara ara geliyor, sonra gidiyordu. Ben en çok alışverişte zorlanıyordum. Buraya gelirken aldığım para suyunu çekmek üzereydi. Maaşımı almama daha vardı. Abimi arayıp istemeyi düşündüm ama korkup vazgeçtim. Hafta sonları bir yerde çalışmayı bile düşündüm.
Ali o günden sonra hiç mesaj atmamıştı. Aklım biraz da oradaydı. “Umarım iyilerdir,” diye geçirdim içimden. Berfin uyuyordu. Ben ise koltukta oturmuş, televizyon izliyordum.
Telefonum çaldı. Ece arıyordu. Elime alıp açtım.
Sesi telaşlıydı. “Efsun! Azad Ağa bazı hastane personelinin evini aratmış. ‘Berfin orada mı?’ diye. Bizim eve geldiler! Birkaç adam konuşurken duydum. Bu gece size de gelecekler. Ne yapacağız?”
Duyduğumla bir an korkudan titredim. Ama hemen kendimi toparlamam lazımdı. İçeriye, Berfin’in yanına gittim. Zaten kızın eşyaları azdı. Bir poşete koydum.
“Berfin, kalk. Geliyorlar. Korkma, bulamayacaklar seni,” dedim, sesim titreyen ama kararlı bir tonla.
“Ne yapacağız, Efsun abla?” dedi, gözleri kocaman açılmıştı.
Etrafı iyice kontrol edip bir şey kalmadığından emin oldum. Ali’nin evinin yedek anahtarını aldım. Berfin’in elini tutup evden çıktım. Hemen Ali’nin dairesini açıp içeri girdim.
“Burada dur Berfin. Sakın çıkma. Ne ses duyarsan duy, ne olursa olsun çıkma. Söz mü?” dedim, diz çöküp gözlerine bakarak.
“Efsun abla... ya sana bir şey yaparlarsa?” dedi, sesi titriyordu.
“Korkma güzelim, bir şey yok,” dedim. Berfin’i Ali’nin odasına götürüp oturttum, poşeti eline verdim. “Sadece bekle,” dedim. Saçlarına bir öpücük kondurup kendi evime geçtim.
Yaklaşık yirmi dakika sonra kapı, alacaklı gibi çalmaya başladı. Yerimden kalkıp açtım. Kapının önünde Azad Ağa ve Şehmuz vardı. Arkalarında bir grup adam.
“Ne oluyor?” dedim.
“Bir şey yok doktor. Berfin’in burada olmadığından emin olacağız sadece,” dedi Azad Ağa ve beni itip içeri girdiler. Sakin kalmak zordu. Çok korkuyordum.
Evin her yerini aradılar. Azad Ağa üstüme yürüdü.
“Nedense içimden bir ses, Berfin’in yerini bildiğini söylüyor doktor” dedi.
“Bilmiyorum. Daha önce de söyledim size,” dedim. Üstüme bir adım daha atmıştı ki...
“Höst lan!” diye bağıran biriyle irkildik. Hepimiz o tarafa döndük.
Korkut, iri cüssesiyle öfkeyle kapıda duruyordu.
“Çek lan elini!” diyerek Azad Ağa’nın bana dokunmak üzere olan elini itti. Beni arkasına aldı. “Ne oluyor burada? Siz kimsiniz? Ev basıyorsunuz!”
“Birini arıyoruz,” dedi Azad Ağa, sesi daha sakin ama tehditkârdı. “Ama burada değilmiş.”
“Çıkın gidin lan! Belanızı benden bulmayın!” dedi Korkut, öfkeyle.
Azad Ağa onun üzerine yürüyordu ki birkaç bağırış sesiyle kafamı çevirdim. Salih abi ve birkaç kişi içeri girmişti.
Salih abi hemen yanıma geldi. Güvenli bir liman bulmuş gibi sıkıca sarıldım ona.
“Efsun, güzel kardeşim... Ne oldu? Kim bunlar?” dedi, sesi yumuşaktı ama gözleri tetikteydi.
Şehmuz, Salih abiye bakarak, “Ee... herkese hesap mı vereceğiz komutan? Yanlış anlaşılma olmuş,” dedi. Salih abinin üzerinde üniforma yoktu ama asker olduğunu biliyorlardı.
“Bana bakın Şehmuz,” dedi Salih abi, sesi sertleşmişti. “Efsun’la derdiniz ne?”
“Kardeşiniz kayıp. Buradadır diye düşündük. Yokmuş sıkıntı yok komutan,” dedi Şehmuz, geri adım atarak.
Giderken bana baktı, parmağını savurdu. “Eğer bir yanlışını yakalarsam doktor...” Devamını getiremedi. Çünkü Salih abi onun parmağını kırmıştı. O ses başka türlü açıklanamazdı.
Sonra bana döndü. “Arkanı dön güzelim. Bakma. Kulaklarını da kapat,” dedi. Ne dediyse yaptım. Kavga sesleri geliyordu ama bakmıyordum. Dizlerim titriyordu artık.
Kısa süre sonra Salih abi önüme geçti. Arkamı döndüğümde diğerleri yoktu. Sadece Korkut’la ikisi vardı. Ellerinde kan vardı.
“Salih abi... siz ne yaptınız? Bunlar aşiret ya... Bir şey yaparlarsa?”
“Yapamazlar Efsun. Senin evini basmışlardı. Genç, bekar bir kadının... Üstelik haksız yere. Sen merak etme. Bunu büyüklerine açıklayamazlar.”
“Sen nereden duydun abi?” dedim. “Abi” kelimesini sevmeye başlamıştım. Tiksinirken şimdi yavaş yavaş yerini huzura bırakıyordu.
“Ali gitmeden peşine birkaç asker takmış,” dedi.
“Hiç fark etmedim,” dedim, gözlerim büyümüştü bir an.
Güldü. “Sen iyi misin?”
“İyiyim,” dedim. “Teşekkür ederim.”
Sonra Korkut’a döndüm. “Sana da teşekkür ederim, Korkut.”
“Ne demek yenge. Evi biraz dağıttık, hemen toparlarım ben,” dedi.
Evi toparladık. Aklım Berfin’deydi. Nasıl korkmuştur şimdi...
“Alya da seni soruyordu. Hiç uğramıyorsun, hayırsız,” dedi Salih abi.
“İlk fırsatta gelirim. Siz de gelin,” dedim.
Bir şey diyemedi. Telefonu çaldı. Açıp dışarı çıktı, konuştu. Sonra düz bi ifadeyle geri geldi.
“Hayırdır abi, ne oldu?” dedim.
Korkut ayaklanmıştı bile, nedense.
“Kasırga timi bir saat önce görevden dönmüştü yaralılar vardı bende hastaneden buraya gelmiştim zaten çocuklar haber verince” dedi Salih abi.
Ayağa kalktım ben de. “Ciddi mi? Salih abi, yaraları nasılmış?”
“Ciddi değil merak etme Ali ve aras biraz fazla kan kaybetmişti sadece baygındılar şimdi uyanmışlar gideyim ben” dedi.
“Ben de geliyorum abi,” dedim. İtiraz etmedi. Baktım, yürümemi bekliyorlar.
“Abi, siz geçin aşağı. Ben üzerime bir şey alıp hemen geliyorum,” dedim. Onlar indi. Ben de üzerime montumu alıp yan daireye geçtim. Berfin’e sarıldım.
Hızlı konuştum. “Berfin, korkacak bir şey yok artık. Gelmezler. Sen eve geç. İstediğin gibi takıl güzelim. Yemek de var. Acıkırsan ye.”
“Tamam,” dedi. Gözleri şişmişti ağlamaktan.
Onu eve bırakıp aşağı indim. Aklım onda kalsa da timi de merak ediyordum. Aşağı indiğimde Salih abinin arabasına bindim. Korkut ön koltukta oturmuştu. Ben de araya geçip oturdum.
“Umarım gerçekten iyilerdir,” diye dua ederek hastaneye doğru yola çıktık.