Yazarın anlatımı
Ali, Efsun’un arkadaşını Deniz’i alıp kendi evine geçmek zorunda kalmıştı. Bir de bu adama öfkelenecekti şimdi, çünkü onun yüzünden erken kalkmak zorunda kalmıştı. Kalkmasaydı pot kıracak, Efsun’un başına bela olacaktı.
“Yüzbaşı,ne oluyor?” dedi.
Deniz şaşırmakla kızmak arasında kalmıştı.
Ali sert bir şekilde,
“Efsun’un abisi, Toprak’ı tanımıyor musun sen,” dedi.
Deniz kaşlarını çattı.
“Yoo, tanıtmadı. Efsun sadece ‘bir abim var’ diyordu. Şimdi ne alaka abisi?” dedi, sinirlenmişti.
Ali kararsız kaldı. Efsun anlatmadıysa benim anlatmam düşmez, diye düşündü, ama biraz bahsetmek zorundaydı. Çünkü karşısındaki adam da pek duracak gibi değildi.
“O biraz sinirlidir, kız kardeşinin erkeklerle konuşmasını pek istemez. Şimdi kalmaya gelmiştir. Muhtemelen Efsun senden bahsetmemiştir,” dedi Ali.
Deniz’in kaşları iyice çatıldı, oturduğu yerde dikleşti.
“Nasıl anlatmamıştır? Efsun abisinden mi korkuyor?” dedi sert bir sesle.
“Orasını bilmem. Abisinin yanında Efsun’la konuşma. Zaten seni arkadaşım diye tanıttım. Git, sen git,” dedi Ali.
“Neden ben gidiyormuşum?” dedi Deniz anında. “Sen nasıl duruyorsun yanlarında?”
“Ben komşusuyum, geldiğinde de beraber yemek yiyorduk. Gördü nasılsa.”
Deniz şaşkınlıkla,
“Ne yemeği? Nerede yiyordunuz?” dedi.
Ali sabır dileyerek,
“Yahu hep beraber arkadaşlarla… Hem sana ne kardeşim? Geldin, gördün, git hadi,” dedi.
Deniz daha da dikleşti koltukta.
“Hiçbir yere gitmem. Efsun niye korkuyormuş abisinden? Benimle konuşmadı bile. Onunla konuşmam lazım. Ben gidiyorum,” deyip ayağa kalktı.
Ali onu itip tekrar oturttu, işaret parmağını sallayarak,
“Bana bak! Söz dinle. ‘Gitme’ diyorsam gitme! Efsun seni tanıtmak istese tanırdı. Zaten asabım bozuk, bir de seninle uğraşamam,” dedi kızgınca.
Deniz karışık hissediyordu. Efsun’un abisinden korkma ihtimali onu sinirlendirmişti; yani hafife alınacak bir duruma benzemiyordu. Ama yine de baş başayken sormaya karar verdi.
“Ne yapacağız?” dedi Deniz.
“Sen dur. Ben ayarlayacağım. Toprak burada kalacak bu gece. Sakin ama sakın Efsun’u tanıdığını belli etme,” dedi Ali.
Deniz başını salladı.
Ali içeri geçip Selin hemşireyi aradı. İyi ki buradaki Efsun’un arkadaşlarının numarasını almıştı. İkinci çalısta açıldı telefon.
“Alo, buyurun?”
“Selin, ben Ali Yüzbaşı. Eve gittiniz mi?”
“Gelmek üzereyiz, bir sorun mu var?” dedi, endişelenmişti.
“Hayır da… Sen Eceyi de al, bu gece bücür… şey… Efsun’da kalın.”
Selin, abisiyle ilgili bir sorun olduğunu sezmişti ama tam olarak bilmiyordu.
Ali ekledi:
“Kombi bozuldu, o yüzden geldik deyin, tamam mı?”
“Tamam Yüzbaşı, merak etmeyin. Dönüyoruz.”
Ali telefonu kapatıp Salih’i aradı.
“Alo, Salih, çıktınız mı evden?”
“Evet Ali, ne oldu?”
Ali öfkelendi:
“Ulan ne diye kızı yalnız bıraktınız?”
“Kalayım mı dedim, ‘yok’ dedi. Zorla mı kalayım? İsterse arar, oradan bağırsa sen duyarsın. İstemiyor.”
“Al, Salih… ah!” deyip suratına kapattı telefonu.
Bir süre evin içinde bir ileri bir geri gidip durdu. Kaç kez gitmek istedi ama kendini durdurdu. Hatta dedikoducu teyzeler gibi bir ara duvara kulağını dayadı ama bir şey duymadı. Ya en arkadaki odadaydılar ya da hiç konuşmuyorlardı.
Ardından Efsun’un sesini duydu. Bağırıyor muydu? Deniz de duymuştu Efsun’un sesini. Duvarlar çok inceydi, sesler geliyordu. İkisi de hızla ayağa kalkarken Efsun’un evinin kapısı çaldı.
“Sen dur,” dedi Ali Deniz’e. Hızla gidip kapıyı açtı. Yanlışlıkla açmış gibi davranıp direkt Efsun’a baktı. İyi olduğunu görünce rahatladı.
Şimdi sıra Toprak’ı dışarı çıkarmaktaydı. Adamı bir şekilde kendi evine çekince istediği olmuştu. Artık Ali’nin bücürü rahatça uyuyabilirdi.
Deniz ise bu arada kızları arayıp,
“Hemen buraya geliyorsunuz,” dedi.
Kızlara uçak biletlerini alıp gönderdi bilgileri.
Ali eliyle oturma odasını göstererek sertçe konuştu:
“Geç içeri, otur.”
Toprak belli etmemeye çalışsa da yüzündeki gerginlik saklanamıyordu. Kaşlarını çatıp etrafına bakıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. İçinden, “Eğer kardeşim bir şey söylediyse, onu söylediğine pişman edeceğim” diye geçiriyordu. Ama şimdilik bugünü atlatması lazımdı.
Ali, Toprak’ın bir yanına oturdu; Deniz ise diğer yanına. Toprak onlara göre kısa ve zayıf bir adamdı. Bir ona, bir diğerine bakıp derince yutkundu. İkisinin bakışları da onu öldürecek gibiydi. Ali’nin bakışları daha sertti, Deniz ise tam olanı kavrayamıyordu.
Deniz, sesini yumuşatmaya çalışarak sordu:
“Ee, nasılsın? Tam tanışamadık neler yapıyorsun? Ne iş yapıyorsun”
Toprak dudaklarını ısırıp kısa cevap verdi:
“Serbest meslek benimki… Şu an çalışmıyorum.”
Ali kaşlarını kaldırdı:
“Nasıl yani, çalışmıyor musun?”
Toprak alnındaki teri silerek yanıtladı:
“Bir süredir işsizim. İş bulmak kolay değil.”
Deniz sorguya çeker gibi öne eğildi:
“Ee, nasıl geçiniyorsunuz ya?”
Toprak gözlerini kaçırarak cevapladı:
“Geçiniyoruz işte… bir şekilde.”
Ayağa kalkıp karşıdaki koltuğa geçti, alnından ter damlıyordu.
“Saat de geç oldu… Yatsak mı?” dedi.
Ali sertçe karşılık verdi:
“Daha erken. Sohbet ediyoruz.”
Deniz de ekledi:
“Evet, daha konuşuyoruz.”
Toprak kendini toparlamaya çalışarak konuyu değiştirdi:
“İyi… Siz neler yapıyorsunuz?”
Ali gülümseyerek, ama sesinde tehdit gizliydi:
“Beni hatırlarsın zaten. Annenle Efsun’u almaya gelirdin. Şimdi askerim işte… burada görev yapıyorum.”
Toprak başını salladı, sonra Deniz’e döndü.
“Sen?”
Deniz omuzlarını dikleştirerek cevapladı:
“Ben de doktorum. Ama mesleğimi şu an yapmıyorum. İnşaat şirketimiz var, babama destek olmak için orada çalışıyorum.”
Toprak gözlerini daraltarak sordu:
“Anladım… Ne güzel. Peki kardeşiniz falan var mı sizin de?”
Ali, sorunun niyetini anlamıştı. Kaşlarını çatıp gururla konuştu:
“Benim bir kız birde erkek kardeşim var.”
Toprak bu cevaba sevindi, Ali’nin de kardeşi için aynı hisleri taşıdığını sanıyordu.
“Ya ne güzel seninde kız kardeşin var kaç yaşında?”
Ali kısa bir gülümsemeyle cevapladı:
“Yirmi bir. Memlekette.”
Toprak gözlerini kısıp sordu:
“Aklın kalıyordur şimdi… Senin de kimle, nerede, ne yapıyor diye.”
Ali omuzlarını silkti, ona yalan söyledi:
“Yoo, aklım kalmıyor. Genelde görüşüyorum. Koskoca kız… Kiminle görüştüğü beni ilgilendirmez. Tabi dikkat ediyorum ama sıkboğaz da etmiyorum.”
Gerçekte Ali kardeşini fazlasıyla kıskanır, etrafına erkek yaklaştırmazdı. Ama Toprak’ın bunu bilmesine gerek yoktu. Çünkü bunu onun yaptığı gibi manyakça yapmıyordu.
Toprak umduğu cevabı alamayınca sustu. Ali ayağa kalktı:
“Neyse… Yatalım artık.”
Kendi odasını Deniz’e verdi, yan odada da Toprak’ı yatırdı. Normalde ikisine de oda vermez, koltukta yatırırdı. Ama gece kalkıp Toprak eve gitmek ister diye salonda yatmaya karar verdi.
Kendini koltuğa attı, huzursuzluktan uyuyamadı. Bir süre sonra telefonuna mesaj geldi. Bildirimde “Anacım” yazısını görünce kaşlarını çattı.
Ulan… Annem mesaj atmayı mı öğrendi?diye mırıldandı.
Mesajı açtı:
Anacım: “Ali, Efsun’un abisi şerefsiz Toprak gelmiş. Kızın yanında ol, dikkat et. Kıza sahip çık, Toprak’ı da bir güzel döv.”
Ali doğrulup mesajı tekrar okudu.
“Şerefsiz? Toprak’ı döv? Bunları annem mi yazmış yani?”
Hemen cevap yazdı:
Ben: “Sanada iyi akşamlar anacım. Sen mesaj mı yazmayı öğrendin?”
Anacım “Niye, ben öğrenemez miyim? Hadi boş yapma da dediğimi dinle. Efsun’a sahip çık.”
Ali dudak kenarını kıvırarak yazdı:
Ben: “Kız bacaksız… Utanmıyor musun abini işletmeye?”
Anacım: “Ya abi ya… Nereden anladın? Ama benim suçum yok. Annem ne dediyse aynen onu yazdım. Başı ağrıyormuş, şimdi onun itirazlarını dinleyemem dedi. Yaz dedi, ben de yazdım.”
Ali gözlerini devirdi:
Ben: “Dediklerinin aynısını yazdığına emin misin?”
Anacım: “Şey… Kısmen aynı.”
Ali güldü.
Ben: “Tamam, dikkat ederim. Anamı öp yerime. Bir daha öyle kelimeler kullanma, beni de işletme. Kızarım bak.”
Anacım: “Ya abi ya… Senin kızmanı bile özledim. Ne zaman geleceksin?”
Ben: “Bilmiyorum ben de çok özledim. Hadi yat şimdi.”
Anacım: “Tamam, iyi geceler. Abilerin en yakışıklısı.”
Ali gülerek telefonu kapattı. Birisi abisinden kaçarken, birisi onu görmek için can atıyordu. Hayat buydu işte… herkesin yaşadığı farklıydı. Ama Efsun kesinlikle Toprak gibi bir abiyi hak etmiyordu. Kimse etmiyordu.
Ali düşünceli bir şekilde uykuya daldı.
---
Sabah
Sabah herkesten önce Ali uyanmıştı. Kalkıp yatağını topladı, sonra Deniz’in odasına pat diye girdi.
Deniz aniden doğruldu:
“Ne oluyor ya? Diye ayaklandı?”
Ali keyifle gülümsedi:
“Sabah oldu daha ne olsun? Yatmaya mı geldin buraya? Kalk!”
Deniz gözlerini ovuşturdu, uyku mahmurluğunu atmaya çalışıyordu.
“Çok misafir perversin yüzbaşı… Maşallah sana.”
Kalkıp üstünü değiştirdi. O sırada Ali Efsun’a mesaj yazdı:
Ben: “Uyandın mı? Hazırlanın, kahvaltıya gideceğiz.”
Kısa süre sonra cevap geldi:
Yer Elması: “Günaydın… Uyandım Yüzbaşı. Ne kahvaltısı? Gelemem ben. Abime ne diyeceğiz? Uğraştırma beni onunla.”
Ali kaşlarını çatarak yazdı:
Ben: “Bana bak Yer elması… Öğrenemedin hâlâ bana hayır dememeyi. Abinin yanında atarım sırtıma, götürürüm kahvaltıya. Biliyorsun, yaparım. Hadi yarım saate hazır olun. Kızlar da gelsin söyle”
Yer Elması: “Tamam Yüzbaşı… Tamam.”
Ali, Efsun’un gözlerini devirdiğini görmese de biliyor ve gülüyordu.
Deniz şaşkınlıkla baktı:
“Ne gülüyorsun sabah sabah?”
Ali gülümsemesini silip sertleşti:
“Sana ne kardeşim? Hesap mı vereceğim?”
Sonra ekledi:
“Kahvaltıya gideceğiz. Sen de hazırlan.”
Deniz kaşlarını kaldırdı:
“Ne kahvaltısı
Ali, Deniz’e sen salak mısın? Bakışları atıyordu.
“İnsanların yaptığı kahvaltı… Kızlar da gelecek.”
Deniz kaşlarını kaldırarak karşılık verdi:
“Niye gidiyoruz hep birlikte Yüzbaşı?”
Ali gözlerini kısıp alaycı bir sesle konuştu:
“Nerede yapmayı düşünüyorsun kahvaltıyı, Deniz Efendi? Ben sana kahvaltı hazırlamam.”
“Ben Efsun’la yaparım demiştim. Onunla konuşmalıyım.” dedi Deniz.
Ali kaşlarını kaldırdı, sesi gür çıktı:
“Ulan kız bunca insana kahvaltı mı hazırlayacak? Az yiyin de uşak tutun.”
Deniz dalga geçer gibi gülümsedi:
“Sana gel diyen kimdi Yüzbaşı?”
Ali kahkaha attı:
“Ben gelmezsem ne sıfatla gideceksin evine? Yan komşunun arkadaşı… Ama o gelemedi mi diyeceksin?”
Deniz’in yüzü düştü. Ali hemen toparladı:
“Boş konuşma da gidelim işte.”
“İyi,” dedi Deniz.
Ardından telefonunu çıkarıp Efsun’a mesaj attı:
Ben: “Günaydın kuzum. Kahvaltıya gidiyormuşuz. Bana bak, abinin biraz korumacı olduğunu söylemiştin ama bu kadarı fazla. Bu durumu konuşacağız seninle.”
Kıymetlim: “Günaydın Deniz. Tamam, konuşuruz. Özür dilerim, dün seninle de ilgilenemedim. Kızma bana.”
Deniz içten bir gülümsemeyle yazdı:
Ben: “Tamam, kızmadım. Konuşacağız sadece.”
Kıymetlim: “Tamam.”
Kızların da kahvaltıya yetişeceğini biliyordu. Yanında getirdiği adamlardan birini onları almak için yollamıştı.
O sırada yanlarına gelen Toprak’a Ali sertçe seslendi:
“Hadi hazırlan, sen de kahvaltıya gidiyoruz.”
Toprak sinirlendi, gözlerini daralttı:
“Ne kahvaltısı? Siz gidin. Ben bacımın yanına gideceğim. Bir baş başa kalamadık, konuşacaklarımız var belki bizim.”
Deniz öne doğru eğilip sertçe konuştu.
“İşin gücün de yokmuş. İşsiz, güçsüz geziyorsun. Acelen mi var? Konuşursunuz işte. Hep beraber gidelim.”
Toprak bir an sinirle kızarsa da sonra dişlerini sıkarak cevap verdi:
“Tamam… Gidip giyineyim.”
Eve gitti. Evde kızlar olduğu için Ali biraz rahattı. Onlar da hazırlanıyordu. Ali bu arada korkutu ve timi zor tutuyordu; bir yandan yumuşatıyor, bir yandan gelmemeleri için ikna ediyordu.
Toprak eve gidip kapıyı açtı. Kapıyı ona öldürücü bakışlar atan Selin açmıştı. Toprak artık neredeyse emindi: Efsun bir şeyler anlatmıştı. Öfkesi dolmuş, taşmıştı.
İçeri girdi. Efsun’un ona hazırladığı odanın önünde durdu.
“Efsun!” diye seslendi.
Efsun odasından çıkıp geldi. Toprak başıyla odayı işaret etti. Efsun bütün gece düşünmüş, kendini ezdirmemeye, ne olursa olsun boyun eğmemeye karar vermişti. Annesi için susuyordu ama artık dayanacak gücü kalmamıştı. Arkadaşları onun bu halini fark edince utançtan yerin dibine girmişti. Bir yolunu bulup annesine de bulaşmamasını sağlamayı düşünüyordu. Tek sorunu ise alışılmış korkusuydu. Abisi bağırıp üzerine yürürse korkup onu sevindireceğini biliyordu.
Efsun abisinin arkasından odaya girdi. Toprak kapıyı kapatır kapatmaz onu duvara yapıştırdı. Dişlerinin arasından hırlarcasına konuştu:
“Bana bak geri zekalı! Sen ne anlattın insanlara? Vurdu mu dedin? Ne yaptın? Bunlar böyle davranıyor. Beni sinirlendirme. Canımı sıkarsan burada kalırım. Ne kadar seni koruyacaklar sanıyorsun? Bir süre sonra sıkılıp gidecekler. Biz yine baş başa kalacağız. Olmadı annemin yanına giderim. Bilmiyorsun” dedi.
Efsun’un kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Ama kararından dönmemeye çalışıyordu. Korkudan perişan olsa da belli etmemeye gayret etti. Kolunu sertçe çekip itti.
“Ne o, korktun mu?” dedi Toprak’a dalga geçer gibi.
“Başkarılarının yanında vuramıyorsun değil mi? Madem erkeklik bu, niye korkuyorsun? Herkes seni alkışlar, nasıl da iyi bir erkek diye.” Erkek kelimesini bastırarak söyledi.
Toprak, kardeşinin bu halini dışarıdakilere güvenmesine bağlıyor öfkeleniyordu. Canı çok sıkılmıştı. Üzerine yürüdü:
“Seni terbiye ediyorum ben. Kimse karışamaz bana.”
Efsun gözlerini dikti:
“Ben hayvan mıyım? Birinin terbiye edilmesi gerekse sen edilmelisin!”
Konuşurken zorlanıyordu, korkuyordu ama geri durmuyordu. Artık korkusunun üstüne gidiyordu.
Tam Toprak bağıracakken kapı çalındı. Selin’in sesi geldi:
“Efsun, hadi canım. Herkes bizi bekliyor.”
Selin Toprak’ı hiç sevmemişti. Hayatında kadına bağıran erkeklerden nefret ettiği kadar hiçbir şeyden nefret etmiyordu. Toprak’ın bağırdığını duymasa da halinden belli oluyordu. Ama Efsun’a sormaya çekiniyordu.
Efsun hızla odadan çıktı. Toprak da üzerini değiştirip peşinden çıktı.
Kızlar ve Toprak’ı Ali arabasına aldı. Deniz onları takip ediyordu. Kahvaltı salonuna gelince Deniz hemen kızlara konum attı ve tanışmıyor gibi yapacaklarını söyledi. Kızlar anlamasa da Deniz tam anlatmak istemedi, uzatmadı.
Herkes kahvaltı salonuna girerken hemen peşlerinde Salih de geldi. Gece içi içini yemişti. “Kardeşim” dediği kızı uğradığı şiddeti bilerek o evde bırakmasına kendine çok kızmıştı.
Selamlaşıp herkes oturdu. Çok geçmeden kızlar da geldi. Efsun şaşkınlıkla ayağa kalktı, kızların yanına gitti. Sıkıca sarılırken kendini yuvasında gibi hissetti. Buradakilere alışsa da yıllardır yanında olan dostları onun için ayrıydı. Büyük bir mutlulukla masaya geçti.