KINA GECESİ

1327 Words
Hamamdan sonra beni bir güzel paketlediler. Saçlarım hala ıslak, tenim yanıyor, içim biraz gevşemiş ama aklım dipdiri. Demek şimdi alışverişe gidiyoruz dedim içimden. Hani şu filmlerde olur ya; gelin aynanın karşısında döner, güler, utanır, “Ay bu mu olsun, bu mu?” diye nazlanır… Heh, işte onun köy versiyonu. Arabaya bindik. Önde kaynana, yanımda elti. Ben arkada. Şoför zaten aileden, beni insan yerine koyması beklenmez. Arabada kimse konuşmuyor. Sessizlik var ama öyle huzurlu falan değil. Bildirimi kapalı telefon gibi, içimden içimden konuşuyorum. İlk durak bir mağaza oldu. Mağaza dediğime bakmayın, koca bir dükkan. İçeri girer girmez kaynana dükkan sahibine baktı, elti bir bakış attı, ben daha “Merhaba” demeden karar verilmişti zaten. “Biz gelinlik bakacağız.” dedi kaynana. Bana bakmadan söyledi. Sanki gelinlik kendisi için. Dükkan sahibi bana baktı, sonra kaynanaya döndü. Bu bakışın anlamını biliyorum. “Buna mı?” bakışı. Beni ölçtüler biçtiler. Boyuma baktılar, kiloma baktılar. Bir de elti kafasını sağa sola eğip şöyle dedi. “Çok zayıf. İçine dolgu falan koyarız.” İçimden dedim ki: İçine değil de hayatıma dolgu koysanız keşke. Gelinlikler indi raftan. Beyaz, krem, kırık beyaz… Hepsi aynı bana göre. Ama kaynana için hepsi farklı. “Bu çok açık.” “Bu çok kapalı.” “Bu çok dikkat çeker.” “Bu dikkat çekmez.” Ben mi dikkat çekiyorum? Hayır. Gelinlik çekiyor. Ben sadece askıyım. Bir tane seçtiler. Ben bakmadım bile aynaya. Baksam ne olacak? Beğensem mi giyeceğim? Beğenmesem mi giyeceğim? Dükkan sahibi bana döndü. “Gelin hanım ne der?” Kaynanam araya girdi. “Biz deriz.” İşte o an anladım. Ben sadece ölçüydüm. Karar değil. Sonra bindallıya geçtik. Bindallı dediğin şey zaten kaderin kumaşa bürünmüş hali. Elti en koyusunu seçti. “Gelin dediğin ağır olur.” dedi. Ağır olacak zaten, dedim içimden. Hayat hafif mi ki üstüm hafif olsun. Benim fikrim sorulmadı. Zaten sorsalar da cevap vermezdim. Yanlış cevap verme riskim var. Cevabı da beğenmez bunlar. Ayakkabılar… Ayakkabılarda bir an duraksadım. 35 numara ayaklarım var ya hani, çocuk reyonu… Elti gülümsedi. “Buna çocuk ayakkabısı buluruz.” Gülmediğimi fark edince sustu. Takılar… Takı değil, emanetler. Ne bana ait, ne bana kalacak. Bu kaynana bana günahını vermez takı mı verecek? Gelin gibi takılacak, sonra sandığa kilitlenecek. Her seçimin sonunda kaynana başını salladı. Elti onayladı. Ben sustum. Bir ara aynada kendime baktım. Beyazın içinde, suskun, ince, biraz yanık, biraz yorgun. Bu kız kim? Bu kız ne zaman evlenmeye karar verdi? Sonra fark ettim… Karar vermedim ki. Kararlaştırıldım. Çıkarken poşetler doluydu. Arabaya yüklendi. Kaynanam memnun görünüyordu. Eltim biraz daha az. Ben mi? Ben hala şunu düşünüyordum: Madem her şeyi siz seçecektiniz… Madem gelinlik benim değil, kına benim değil, ayakkabı benim değil… Beni neden getirdiniz? Cevap basitti aslında. Gelinin canlı olduğunu göstermek için. Ve arabaya binerken kendi kendime şunu söyledim. Helin, Bugün alışverişe gelmedin. Bugün hayatının kostümünü seçtiler. İç çamaşırı meselesi alışverişin sonuna doğru çıktı. Hani artık bitti sanırsın ya, poşetler dolmuş, ayakların ağrımış, ruhun yorulmuş… İşte tam o an. Bir dükkan önünde durduk. Bu sefer vitrinler utanmıyordu. Danteller sarkıyor, satenler parlıyor, hepsi “bak beni giy” diye bağırıyordu. Ben içimden dedim ki: Bunları giymesem de olur aslında. Var ama yok. Ama kimse bana sormadı zaten. Kaynanam dükkan sahibine döndü: “Gelin iç çamaşırı bakacağız.” Gelin dedi ama gözleri beni görmedi. Sanki ben yoktum, sanki iç çamaşırı kendi kendine oğluna gidecek. Dantelli gecelikler indirildi. Şeffaf, ince, bol süslü. Benim üstüme tutuyorlar, ölçüyorlar, bakıyorlar. Elti kafasını salladı. “Bu olur.” Ne oluyor? Ben mi? Gecelik mi? Gelin utanır mı diye düşünen yok. Bu evde gelin utanmaz. Gelin susar. Kaynana tek tek seçti. Bir gecelik, bir sabahlık, bir takım daha. Hepsi hizmet için. Hepsi oğlan için. Ben aynaya baktım. Aynadaki kız utandı ama kimse umursamadı. Poşetlere eklendi. Hayatıma eklendi. İtiraz etmedim ... Sonra zaman geçti. Öyle çok değil. Birkaç gün. Kına gecesi için düğün salonu tutulmuştu. Merkezde. Hani para bizde demek için değil. Kadınlar rahat rahat oynasın diye. “Aman kimse görmesin.” “Aman ses çıkmasın.” “Aman ayıp olmasın.” Ben kuaföre götürüldüm. Kuaför dediğime bakmayın, kaynananın kararlarını uygulayan bir yer. Saç modelime kaynanam karar verdi. “Toplu olsun.” “Yukarıdan.” “Ciddi dursun.” Zevksiz. Aynaya baktım. Kafamda kuş yuvası var sanki. Bir serçe çıksa şaşırmam. Bir tel oynasa hemen düzelttiler. “Gelin hanım sabit dur.” Zaten sabitim, dedim içimden. Ruhumdan başka oynayan bir şey kalmadı. Makyaj yapıldı. Biraz fazla. Biraz bana ait olmayan bir yüz çıktı ortaya. Sonunda kına elbisem giydirildi. Ağır. Kırmızı. Üzerimde taş gibi duruyor. Kına gecesi başladı ama öyle usul usul, mumlu, hüzünlü falan değil. Mardin burası. Burada kına dediğin şey, mini düğün provasıdır. Salon doldu taştı. Kadınlar bir yanda, kızlar bir yanda. Altınlar şıngırdıyor, bilezikler tokuşuyor. Bir teyze daha kapıdan girerken göbeğini açtı, “Ben hazırım” der gibi. Beni ortaya aldılar. Sandalyeye oturttular. Elime kına yakılacak, sözde ağlayacağım. Davul vurdu ilk tokmağı. O an bir şey oldu içimde. Ben bu hayatta çok sustum, dedim. Ama bu gece susmayacağım. Kına tepsisi geldi. Mumlar… Kadınlar “Yüksek yüksek tepelere”ye hazırlanıyor belli ki. Ama ben daha ilk dizede ayağa fırladım. “Yok!” dedim. “Bu gece ağlamayacağım.” Salon bir an sustu. Kaynanam bana baktı. Eltim kaşını kaldırdı. Mecbur yaktırdık kınayı kaptık yarım altını. Ben kınalı elimle havaya bir işaret yaptım. “Davulcu!” dedim. “Halay çek.” Bir anlık şaşkınlık… Sonra davul bir vurdu ki… İşte orada koptu her şey. Halay başladı. Ama öyle iki adım sağa, iki adım sola değil. Yeri titreten, insanın dizini değil ruhunu yoran cinsten. Ben en başa geçtim. Kınalı elim havada. Başımı bir sağa bir sola sallıyorum. Saçlarım mı? Dağıldı. Kuaförün o kuş yuvası dediği şey üç dakikada bozuldu. Tokalar çıktı. Topuz çöktü. Saçlarım omuzlarıma indi. İyi de oldu. Kafam hafifledi. Halay büyüdü. Kadınlar coştu. Bir teyze ayakkabıyı çıkardı. Bir diğeri mendil sallıyor. Kaynanam en başta “Aman gelin yorulmasın” bakışı atıyordu. Yalan. Neyse veş dakika sonra o da oynadı. Oynamak dediğime bakmayın… Yerinde sallandı ama olsun. Ben durmadım. Bir halay bitti, diğeri başladı. Davulcu bana bakıyor artık. “Gelin ne ister?” der gibi. Ben de gözümle “devam” dedim. Terledim. Ama güzel ter. İnsan olduğunu hatırlatan cinsten. Biri kulağıma eğildi. “Helin çok oynadın.” Güldüm. “Daha yeni başladım.” Kimse bir şey diyemedi. Çünkü o an şunu fark ettiler: Ben ağlamayacağım. Ben teslim olmayacağım. Bu gece benim gecemdi. Yarın ne olur bilmiyorum. Ama bu gece… Saçım dağınıktı. Alnımdan ter akıyordu. Ayaklarım ağrıyordu. Ama ben gülüyordum. Bir ara lavaboya gidip aynaya baktım. Yanaklarım kızarmış. Gözlerim parlıyor. İşte bu benim, dedim. Satılan kız değil. Oynayan, terleyen, direnen Helin. Kına gecesi bitmeden daha sesim kısılmıştı. Ayaklarım zonkluyordu. Ama içimde bir ferahlık vardı. Kaynanam yanıma geldi. Bir şey diyecek sandım. Sadece şunu dedi: “Çok oynadın. Gelin dediğin ağır olur.” Gülümsedim. Dudaklarım oynadı ama gözlerim değil. “Daha düğün var.” dedim. Ve içimden geçirdim: Beni aldılar belki. Ama bu ruhu alamazlar. Yanılmışım. Kaynanam gülümsememe karşılık vermedi. Yüzünde ne öfke vardı ne şaşkınlık. Daha beteri vardı: kesinlik. “Düğünde erkekler olacak.” dedi. “Oynayamazsın.” Bir an durdu. Sonra cümleleri yavaşça, tane tane koydu önüme. “Burası kadın diye ses çıkarmadım.” “Ağa gelinisin sen.” “Ağırlığını bil.” İşte o an… Davul sustu içimde. Salon hala gürültülüydü. Kadınlar hala oynuyordu. Birileri gülüyordu, birileri video çekiyordu. Ama benim içimde bir şey kapandı. Demek buymuş, dedim. Bu kadar oynama hakkıymış bana tanınan. Kına gecesi. Kadınlar arası. Son serbestlik. Saçım dağınık kaldı. Toplamadım. Bıraktım öyle. Çünkü biliyordum… Bir daha bu halimle kimseye görünmeyecektim. Düğünde saçım düzgün olacaktı. Yüzüm ciddi. Adımlarım ölçülü. Ellerim dizimin üstünde. Gelin dediğin… Sessiz olurdu. Az gülerdi. Hiç oynamazdı. Kaynanam gitti. Arkasından baktım. Bir süre daha oturdum. Elimdeki kınaya baktım. Avucuma yapışmıştı. Silmek istedim. Geçmedi. İnsan bazı şeyleri bir gecede öğreniyor, dedim. Bazı özgürlükler yalnızca ödünç veriliyormuş. O gece halay çekerken saçımın dağıldığını sanmıştım. Meğer ruhum açılmış. Ve ben… Sanırım hayatımda son kez oynamış oldum. Davul sustu. Işıklar kapandı. Kına bitti. Ben kaldım. Sessiz. Ağır. Ağa gelini olmaya bir adım daha yakın.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD