1 AY SONRA,
Nilüfer sabah erkenden uyandı. Mayıs güneşi odasına dolunca kayıtsız kalamamıştı güçlü ışığa. Gerinip yer yatağında oturdu. Henüz kendi odası için tül ve güneşlik dışında bir şey alamamıştı. Kıyafetleri hala bavuldaydı ya da askıyla kapının arkasına asılmıştı. Ama gülümsüyordu çünkü ikinci kirasını da ödeyebilmişti iki gün önce. Ev sahibin hesabına atmıştı parayı ve wpden de,
‘’Gökdeniz Bey, kirayı hesabınıza havale geçtim. Bilginiz olsun.’’ Yazan bir mesaj göndermişti. Adamın profilinde güzel bir deniz ve dalgalanan bir bayrak fotoğrafı vardı. Son görüldüsü kapalıydı ve cevaben sadece,
‘’Teşekkür ederim Nilüfer Hanım. İyi günler.’’ Yazmıştı. Yalnız adamın adı çok havalı diye düşünüyordu Nilüfer. Gökdeniz Kılıç, tam bir S.A.T. komandosu ismi. Nilüfer’in de profilinde kendi fotoğrafı yoktu, Bertuğ’un arkadan çekilmiş bir fotoğrafı vardı epeydir. İkisi de birbirlerini görmemişlerdi yani. Adam onu hiç aramamış, evle ilgili her şeyi Murat amcayla halletmişti Nilüfer. Bundan da şikayetçi değildi.
İşleri bir şekilde yolunda gidiyordu. Editörlük işi şimdilik üç beş kazandırıyordu ve ek olarak tez yazmaya da başlamıştı. Okuldan çok sevdiği bir arkadaşı ona iş paslıyordu. Bu sayede biraz uykusuz kalıyordu ama kendine güveni yerine gelmeye başlamıştı. Ödemeler hesabına geldikçe kafasında ayarlamalar yapıyor ve sırayla hangi eksiklerini halledebileceğini düşünüyordu sürekli. Ve bu uğraş ona geride kalan üzüntülü hayatını düşünecek vakit bırakmıyordu pek.
Mutfağa geçerken Bertuğ’un açık kapısından içeri baktı. Kumral güzeli çocuk melekler gibi uyuyordu yatağında. Nilüfer onu uyandırmamak için odaya girmedi ama oğlunun masumiyeti içini anne şefkatiyle doldurdu. Cansu Nilüfer’e büyük bir sürpriz ve iyilik yapıp Bertuğ’un odasını hediye olarak kendisi almıştı. Nilüfer Cansu’nun hakkını nasıl ödeyeceğini düşündü tekrar. İlk bir hafta onun evinde kalmışlardı ve o sırada evinin en acil ihtiyaçları olan birkaç eşyasını almıştı Nilüfer. Bir buzdolabı, bir ocak ve çamaşır makinesi bulmuşlardı spot mağazasında. Perdeleri taksitle veren küçük bir dükkandan alabilmişlerdi. Cansu da oradan alışveriş yaptığı için dükkan sahibi üç taksitte ödeme kolaylığı sağlamıştı ki normalde çoğu yer kredi kartı olmadan taksit yapmıyordu. Havalar ısınmaya başladığı için mutfağa ve iki yatak odasına ince, yıkanabilir ucuz halılardan almışlardı.
Bertuğ’un odası dışında ev neredeyse boştu ama Nilüfer bunu dert etmiyordu. Çünkü inanılmaz bir huzur hissi vardı içinde. Ne babasının ne de kocasının evinde hiç hissedemediği bir huzurdu bu. Kavga yoktu, kimse bağırmıyordu onlara ve en önemlisi kendilerini sığıntı gibi hissetmiyorlardı. Burası onun ve oğlunun eviydi. Burası onların güvenli ve sevgi dolu yuvasıydı.
Mutfağa geçip çay suyunu koydu ocağa. İki yumurta koydu haşlanmaya ve dolaptan kahvaltılıkları çıkarıp yere serdiği sofra bezinin üzerine koyduğu geniş yuvarlak tepsiye sofrayı hazırlamaya başladı. Eski günlerdeki, kendi çocukluğunda köye gittiklerinde anneannesi de onlara böyle sofra kurardı bazen. Bazen de sininin altına sofra demiri koyardı ama şuan sofra demirleri olmadığı için yerde yemek zorundaydılar. Nilüfer o nostaljik ve güzel günleri anarken mutfağın kapısında yumuşak ayak sesleri duyduğunda neşeyle ayakların sahibine döndü. Bertuğ uyku mahmuru gözlerini ovalıyordu.
‘’Anne, çiş.’’ dediğinde Nilüfer hemen koşturup banyonun ışığını açtı. Bertuğ’un terliklerini giydirdi ve çişini yapmasına yardım etti. Onu temizledi, yüzünü yıkadı ve banyodan çıktılar. Kucağına alıp mutfağa taşırken de,
‘’Meleğim, acıktın mı?’’ derken öptü yanağından. Mis gibi beyaz sabun kokusu doldu burnuna. Şampuan kullanmıyordu saçlarına, sadece beyaz sabunla yıkardı onu ve kokusuna bayılırdı oğlunun. Hayatta başka hiç kimseyi bu kadar sevemeyeceğinden emindi Nilüfer.
‘’Mama.’’ Bertuğ kafasını salladı ve Nilüfer onu mutfakta indirdi kucağından.
‘’Buraya otur meleğim, anne sana yumurta soyacak. Ekmeğine krem peynir de sürecek.’’
‘’Hıhı. Umuta.’’ Nilüfer onun yumurta dediğini biliyordu. Kelimelerin çoğunu eksik ve zor anlaşılır söylüyordu Bertuğ ama çok azı dışında genelini anlıyordu Nilüfer. Yeni bir kelime söylerse bazen onun ne olduğunu anlaması biraz zamanını alabiliyordu ama bu anlaşılamama hali Bertuğ’un ufak öfke nöbetleri geçirmesine sebep oluyordu. Nilüfer hayatı boyunca bu çocuğa karşı gösterdiği sabrı hiç kimseye göstermemişti. Her şeyiyle elinden geldiği kadar sakince ilgileniyor ve onu anlamaya çalışmanın dışında çocuğun korkularını da bildiği için asla onun çok uzağında olmamaya dikkat ediyordu.
Bazen kendisi de ufak nöbetler geçirip ağlıyordu ama hemen kendisini toparlayıp yüzünü yıkıyor ve kaldığı yerden devam ediyordu her şeye. Başka çaresi yoktu, üzerinde büyük bir sorumluluk vardı ve bundan gocunmuyordu. Ona defalarca,
‘’Keşke çocuğun olmasaydı bekar kız gibi evlenirdin yeniden, seni gören bayılır da işte çocuğun var diye isteyenlerin de geri vazgeçebilir.’’ demişlerdi çevresindekiler. Ama o her defasında,
‘’Benim derdim koca bulmak değil ki siz niye dert ediyorsunuz benim çocuğumu. Çocuk benim ve onu dünyaya değişmem. Ben bana emanet edilenden memnunum. Siz boşa dertlenmeyin.’’ diyordu.
Sanki Nilüfer’in rızkını onlar veriyor, nilüfer onlara yük oluyordu da böyle hadsizlik ediyorlardı. Sanki her şey bir koca bulmaktı, bulmuştu da ne olmuştu? Aman aman uzak olsundu koca, hayatında ilk kez özgür iradesiyle kendi istediği gibi yaşayacaktı. Babası konuşmuyordu onunla, açıkçası buna seviniyor ve hiç üstelemiyordu barışmak için. Annesiyle görüşüyordu, ablasıyla da görüşmemek için çoğu zaman bahane uyduruyordu işim var diye. Babasının biricik yalakası ablası. Kendisiyle konuşup ona yetiştirirdi çoğu şeyi muhtemelen. O yüzden ne zaman arasa çalışıyorum, işlerim iyi sorunum yok, diyordu. Ekmek bulamayıp, taş yese ablasına demezdi. Öz ablası ona bu kadar uzak olmayı nasıl başarıyordu anlamıyordu.
O gün cumartesiydi ve Nilüfer merdivenlerde adım sesleri duyunca Cansu’nun kahvaltıya gelmiş olabileceğini düşünüp o zile basmadan kapıya koşturdu. Binada her katta tek daire olduğu ve Nilüfer’in üst katında da kimse olmadığı için bu kadar erken gelen Cansu’dan başkası olamazdı zaten. Cansu’yu hazırlıksız yakalamak hoşuna gittiği için kapıyı hızla açıp coşkulu şekilde,
‘’Günaydııın!’’ deyip sırıttı. Ama gördüğü kişi yüzünden sırıtışı yüzünde resmen donup kaldı. Uzun boylu, oldukça atletik ve kendisinden birkaç yaş büyük görünen yakışıklı bir adam eli tırabzanlarda, dairenin önünden geçerken durup kendisine günaydın, diyen kadına şaşkın bir ifadeyle bakıyordu. Gözleri, ah o masmavi denizleri andıran parlak mavi gözleri ne kadar etkileyiciydi. Nilüfer utancının şokuyla bile gözlerini düşünmekten alamamıştı kendisini. Ama birden toparlandı ve
‘’Af edersiniz! Çok pardon! Ben şey, arkadaşım sandım. Başka birinin geleceğini düşünmemiştim.’’ Eliyle de durumu destekleyen hareketler yapıyordu. Adamın yüzündeki ifade yumuşadı ama yakışıklılığından hiçbir şey kaybetmediği gibi sanki daha da çekici bir hal aldı.
‘’Nilüfer Hanım sanırım?’’ dedi oldukça düz ve anlaşılır şekilde.
‘’Evet, siz?’’ dedi genç kadın iri ela gözlerini hafif kısarak.
‘’Ben ev sahibiniz Gökdeniz Kılıç. Üst katta evim var. Babam söylemiştir belki arada geldiğimi.’’ Nilüfer hafif bir şaşkınlıktan sonra,
‘’Ah Gökdeniz Bey, evet babanız söylemişti. Hatırladım. Kusura bakmayın, ben cidden böyle birden kapıyı açtım, ayıp oldu. Arkadaşım kahvaltıya gelecekti. Kusuruma bakmayın.’’ Genç adam hafifçe tebessüm etti,
‘’Estağfurullah, olur öyle şeyler. Dert etmeyin. Evle ilgili bir sorun yoktur umarım? Ben ilgilenemiyorum burada olmadığım için.’’
‘’Şuan çok ciddi bir sorun yok, ufak tefek olursa ya ben hallediyorum ya da Murat amcaya söylüyorum. Sağ olsun o da ilgileniyor.’’
‘’Anladım, hayırlı olsun o zaman. Gülerek oturun.’’ O sırada Bertuğ gelip annesinin bacağına yapıştı ve karşısındaki iri adama şaşkınlıkla baktı. Gökdeniz de çocuğu görünce birden bakışları ona kaydı. Yüzünde yumuşak bir sempati ifadesi belirdi.
‘’Bu delikanlı da oğlunuz sanırım?’’ dedi hala çocuğa dikkatle bakarken. Bertuğ elini Gökdeniz’e doğru uzatıp işaret parmağıyla gösterirken Nilüfer gülümseyerek
‘’Evet, oğlum Bertuğ.’’
‘’Bertuğ, ne kadar güzel bir ismin varmış senin yakışıklı. Kendin gibi güzel ve güçlü bir isim. İsminle yaşa sen. Kaç yaşında?’’ Bertuğ bir şeyler söyledi ama Gökdeniz anlayamadı.
‘’4 yaşında, biraz konuşma güçlüğümüz var. Size adını söylemeye çalıştı.’’ Gökdeniz’in gözleri Nilüfer’e kayarken biraz üzüntü yerleşmişti sanki bakışlarına.
‘’Hım, demek dört yaşında? Bir uzmana veya eğitime götürüyor musunuz?’’
‘’Henüz değil. Ama götürmeyi planlıyorum. Yeni geldiğimiz için buraya, bazı şeyler çok vaktimi alıyor, düzene koymaya çalışıyorum.’’ Genç adam kafasını anlamış gibi hafifçe salladı.
‘’Yardıma ihtiyacınız olduğunda çekinmeden babama söyleyin. Kendisi burada birçok kişiyi tanır ve sizi gerekli yerlere yönlendirebilir.’’ Nilüfer bu iyi niyet karşısında mahcup oldu.
‘’Çok teşekkür ederim, aklımda tutacağım. Sağ olun Gökdeniz Bey. Sizi de tuttum burada.’’
‘’Estağfurullah, yakışıklıya dikkat edin lütfen. İzninizle.’’
‘’Ederim, izin sizin ne demek. Tanıştığımıza memnun oldum.’’
‘’Ben de memnun oldum. İyi günler.’’
‘’Bertuğ, sana da iyi günler paşa.’’ Bertuğ kendisine içtenlikle bakan iri adama yine bir şeyler söyledi ama anlaşılmadı.
‘’İyi günler diyor size.’’ dedi Nilüfer gülerek. Gökdeniz tebessüm etti ve başıyla selam verip üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldi. Sırtında büyük bir sırt çantası vardı. Kıyafetleri, ayakkabıları ve yürüyüşü, kesinlikle komando olduğu her halinden akıyordu sanki. Nilüfer kapıyı kapatmadan önce bir saniye kadar bakmıştı arkasından. Adamın gözleri gözünün önünden gitmiyordu. Kapıyı kapatırken hala ilk göz göze geldikleri anda o mavi gözlerde çakan şimşekleri düşünüyordu.
Gökdeniz de merdivenleri çıkarken çok farklı hissetmiyordu. Kapı birden açılınca şaşırmıştı. Kahverengi saçları tepesinde gelişigüzel topuz yapılmış iri koyu ela gözlü ve biçimli hatları olan bir kadın ona en içten haliyle, günaydın, dediğinde neye uğradığını şaşırmıştı. Öyle güzel gülüyordu ki kadın Gökdeniz yıllardır böyle içten gülen bir kadın görmemiş gibi hissetti. Eşi öldüğünden beri hiç. Hele küçük oğlanı gördüğünde ve 4 yaşında olduğunu öğrendiğinde kalbi daha da derinden etkilendi. Selin yaşasaydı ve oğullarını doğurabilseydi evladı da 4 yaşında olacaktı. Dairesinin kapısını açıp içeri girdi ve kapıyı kapatırken alt katındaki anne oğlu düşünmeye devam etti. Onları görmek kendi kaybını hatırlatmıştı Gökdeniz’e. Ve babası bu kadının da buraya boşandığı için yeni bir hayat kurmaya geldiğini söylemişti, öyle hatırlıyordu. Hayat bu anne oğul için de kolay değildi muhtemelen. Çocuğun iri gözleri annesininkine benziyordu ve ikisi de çok güzellerdi.