Güneşsiz Topraklar;

1273 Words
Dışarı da resmen koca bir ordu kızları karşılamak için yola çıkmıştı, Efe'nin Liderliğinde ki Hayalet birliği, 3 tabur asker ve TMNF taktik subayları... Bu sırada Umay ve simge, Uçak inişe geçtiğinde, yavaş hareketlerle toparlanmaya başladılar. Simge, yeni bir ülkeye, bambaşka bir iklime adım atacağı için heyecanlıydı; gözlerinde merak, yüzünde sabırsız bir tebessüm vardı. Umay ise, içinde tarifi zor bir ağırlık taşıyordu. Bilinmezlikler yığılmıştı üzerine; geçmişin gölgeleri, yarım kalmış hayalleri ve... babası. Kısa bir iç geçirişle toparladı kendini. Omzunu dikleştirdi. Uçak durduğunda, yolcular yavaş yavaş koridora döküldüler. Umay ve Simge de kemerlerini çözüp ayağa kalktılar. Uçuş sırasında şakalaşan, fısıltıyla gülüşen o iki kadın gitmiş, yerini dikkatli, temkinli iki kadın almıştı sanki. İniş kabinine yöneldiler. Açılan kapıdan gelen sıcak hava bir tokat gibi yüzlerine çarptı. Merdivenlerden ağır adımlarla indiler. Simge gözlerini kısmış, çevreyi dikkatle süzüyordu. Umay ise ileri bakıyordu... Simge ve Umay havaalanına girdikten sonra doğruca bagaj sırasına geçti. Kalabalık vardı ama işlemler hızlıydı. Birkaç dakika içinde valizlerine ulaştılar. Ardından pasaport kontrolüne yöneldiler. Belgelerini görevliye uzattılar. Pasaportlar ve izin kağıtları tamdı. Ama görevli dosyalara bakıp hemen onay vermedi. Uzun uzun inceledi. Gözünü ekrandan ayırmadan, belgeleri tekrar çevirdi. Umay bir adım öne çıktı. “Hello, is there a problem? The authorization documents are all complete and in front of you.” (Merhaba, bir sorun mu var? Aslında izin belgeleri de hazır, önünüzde duruyor.) Adam başını kaldırmadan konuştu. “I see. But there are certain details I must verify in the system.” (Görüyorum. Ama bazı şeyleri sistemde kontrol etmem gerekiyor.) Umay kısa bir duraksamayla cevap verdi. “Sure. You can check anything you need.” (Tabii. Ne isterseniz kontrol edebilirsiniz.) Adam klavyeye yöneldi. Uzun bir şeyler yazdı. Ekrana birkaç kez dikkatlice baktı. Simge, Umay’a doğru eğildi. “Umay bir sorun mu var acaba, Tam olarak neyi kontrol ediyor anlamıyorum.” dedi. Umay, “Bilmiyorum. Bekleyeceğiz bakalım.” diyerek dik bakışlarla adamı inceliyordu. Umay’ın bakışları o sırada güvenlik kabinine kaydı. İleriden dört polis yaklaşmaya başlamıştı. Yavaş ama doğrudan. Simge gözlerini kısıp sordu: “Bize mi geliyorlar?” Umay başını çevirmeden konuştu. “Sanırım başımız belada.” Ardından görevli geri döndü. Yanında iki polis memuru vardı. Umay ve Simge’nin yanına yaklaşarak resmi bir tonla konuştu: “Size biz eşlik edeceğiz.” O an, Umay’ın içini bir soğukluk kapladı. Görevliler nezareti işaret etmişti. Gözleri büyüdü. Şok içindeydi. Yabancı bir ülkedeydi, hem de savaşın sürdüğü bir coğrafyada. Kendini aniden bir suçlu gibi hissetmişti. Ne olduğunu anlayamadan tepki verdi: “Excuse me, but why? We have all the proper permits! This isn’t legal. You can’t do this we’re officially assigned here! Please, don’t be ridiculous!” (Afedersiniz, ama neden? Gerekli tüm izinlerimiz var! Bu yasal değil. Bunu yapamazsınız, biz burada resmi görevliyiz! Lütfen saçmalamayın!) Ama cümlelerini tamamlamadan, polisler çoktan Umay ve Simge’yi kollarından tutmuş, kontrol noktasından çıkarmaya başlamışlardı bile. Umay’ın vücudundan soğuk terler boşandı. Adımlarını atarken içini bir suçluluk hissi kemiriyordu. Bu duruma kendisi sebep olmuştu. O her ne yaptıysa, bedelini artık ikisi birden ödüyordu. Göz ucuyla Simge’ye baktı. Korku içindeki yüzü, titreyen dudakları, gözlerine biriken yaşlar… Umay’ın içi ezildi. Yumruk yaptığı ellerini sıkarken içinden kendine öfkeyle haykırdı. Simge’yi bu işin içine çekmemeliydi. Şimdi ne yapacağını bilmiyordu. Aynı saatlerde, Türk birlikleri havalanına gelmişti. Efe, iri cüssesiyle diğerlerinden hemen ayrılıyordu. Uzun boyu, sert ve keskin bakışlarıyla alanı taradı. Omuzlarına taktığı zırh, üzerindeki silahlar, yürüyüşüyle bile korku salan, kararlı bir komutandı o. Yanındaki askerler de sanki bu alanda kahramanlığa soyunmuş savaşçılar gibiydi; yakışıklı, güçlü, disiplinli. İçeriye adım attığında sessizlik vardı. Telsiz bağlantısından Efe'nin ekibi, Hayalet Birliği’nden gelen anons duyuldu: “Alan tamamen kuşatıldı, Boz. Çevre kontrol altında. Beklemede kalıyoruz.” Efe, kısa ve net bir cevap verdi: “Anlaşıldı. Beklemede kalın. Harekete geçmek için emrimi bekleyin.” Kamera gibi gözleri kapılara kaydı. Uçak iniş yapmiştı ve yolcular yavaş yavaş koridora dökülmüşdü. Efe, Umay'ın sosyal medyadan takip ettiği fotoğraflardan az da olsa bir fikirle aralarında seçmeye çalıştı. Sarışın, uzun boylu, zarif duruşlu bir kadın arıyordu. Umay’ın özellikleri aklındaydı. Ama kalabalıkta öyle biri yoktu. Gözleri sıkı sıkıya taradı çevreyi, ama göremiyordu. Tarife uygun birini göremeyince endişesi arttı. Hemen telsizden seslendi: “Boz konuşuyor. Dışarıda hareketlilik var mı? İçeride hedeflere ulaşamıyorum.” Telsizden hemen yanıt geldi: “Hayır, komutanım. Ne araç çıkışı ne insan çıkışı yapılmadı.” Stresi artan Efe, neredeyse tüm yolcuların indiğini biliyordu. Bir süre sonra istihbarat telefonu çaldı. Arayan Albay Turan Ata'ydı. Efe telefonu açtı: “Buyurun, komutanım.” Turan Albay, sert ve temkinli konuştu: “Suriye Havaalanı polisi sana doğru yaklaşıyor. Umay’ı getiriyorlar.” Efe’nin gözleri şaşkınlıkla açıldı. “Nasıl yani? Onların yanında mı?” Albay yanıtladı: “Bu sefer işimi şansa bırakamazdım, Efe. Uçaktan iner inmez onu alıkoymalarını istedim. İşbirliği yaptılar.'' dedi. Kısa bir nefeslendi ve çaresiz bir tonda fısıldadı, '' Efe, Umay benim her şeyim. Şimdi kızımı sağ salim bana getir.” Bu sözler Efe için tüm köprüleri yıkmıştı, Albay'ı hayal kırıklığına uğratma korkusu tüm damarlarına işlemişti... Ama dik durmalıydı... Kısa bir sessizlikten sonra cevapladı, Efe'nin sesi netti, “Emredersiniz, komutanım.” dedi. Ve kapattı. Efe o anda direkt Türk ekiplerine yaklaşan polis ekibini gördü. Yanlarında valiziyle birlikte ilerleyen bir kadın vardı. Ama bu kadın esmer, uzun saçlı, minyon yapılıydı. Umay ise sarı saçlı ve uzun boyluydu. Durum kafasını karıştırmıştı. Yanlarına gelen Suriye komutanına hemen sordu. “Umay Ata’yı getirecektiniz?” (You were supposed to bring Umay Ata?) Polis rahat bir tavırla yanıtladı: “Getirdim zaten.” (She’s already here.) Bu arada, Simge İngilizce bildiği için olaya müdahale etti: “No, no, Umay is not me. Umay is my friend. I’m Simge Demir. There’s a mistake.” (Hayır, hayır, Umay ben değilim. Umay benim arkadaşım. Ben Simge Demir. Bir yanlışlık var.) Efe Simge’ye doğru adım attı. Türkçe sordu: “Bir dakika, Buraya Umay’la mı geldin? Şimdi Umay nerede?” Simge başını kaldırdı ve Efe’ye baktı: “Biz nezarette bekliyorduk. Bir polis geldi, dedi ki ‘Tek tek ifadenizi alacağım.’ Umay ifade veriyordu. Sonra bir polis geldi ‘Umay Hanım dışarı çıktı. Hadi sizi de götürelim,’ deyip getirdiler.” dedi korkuyla. Şimdi gözlerinde yalvarmaya yakın bir ifadeyle Efe'ye döndü “Ne oluyor? Anlamıyorum. Lütfen yardım edin. Umay’ın babası komutan. O Türk. Bilgi verirseniz mutlaka yardımcı olur.” diye arka arkaya sayıyordu. Efe yumruklarını sıktı, dişleri birbirine geçti. İçinde hem öfke hem de çaresizlik vardı. Efe, Simge’nin sözlerinden sonra hemen toparlandı. Giriş çıkışlar Türk askeri birlikleri tarafından tamamen kapatılmıştı. Yani Umay hâlâ buradaydı bir yerdeydi. Havaalanından çıkmış olamazdı. Hızlıca yaşananları gözden geçirmeye başladı. Turan Albay, Suriye ordusu ve polislerine Umay’ı getirmeleri için emir vermişti. Peki ya düşman ya da başka bir örgüt bizden önce yakalamış mıydı onu? Bunun tek anlamı olabilirdi, Suriye sınır polisinin içinde adamları vardı. Durumu sorgulamaya başladı. Yani şuan Albay'ın Suriye polisine güvenmesi, Umay'ı resmen ellerine vermek oldu... Ama Efe, pes edemezdi. Tam o sırada arkadan bir ses duyuldu. İngilizce bağırıyordu: “Hey, They’re my friend!” (Hey, Onlar benim arkadaşım!) Simge başını çevirince gördü, karşıdan seslenen kişi Theo’ydu. Karşıdan bağırdı, “Yes, she’s my friend,” dedi. (Evet, o benim arkadaşım.) Bunu duyan Görevli yakasını bıraktı ve Theo koşarak geldi. Theo şaşkındı, bozuk türkçesiyle mırıldandı: Sizi ana kapıda bekliyordum. Neden buraya getirdiler? Ne oluyor? İzinleriniz tamdı. Umay nerede? Simge korkuyla konuşmaya başladı, Umay’ı aldılar. Buradakiler polisler, kim olduklarını bilmiyorum. Umay’ı aldılar. Theo lütfen birşey yapalım.! Theo gözlerini kısarak düşünmeye çalışıyordu: ''Nasıl yani? Neden böyle birşey yaptılar?'' Efe Theo’ya döndü: ''Simge Hanım’ı teslim al. Güvenli bir yere götür. Ben sizinle tekrar iletişime geçeceğim.'' dedi. Simge bağırmaya başladı: ''Hayır! Umay’ı bulmadan gitmiyorum!'' Efe'nin şakaklarında ki damarlar sinirle kabarmış, çenesi kasılmış kütürdüyordu. Bakışlarını buz gibi Simge'nin üzerine dikti: ''Şu an işimi zorlaştırmana ihtiyacım yok. Çekil ve arkadaşını bekle.'' diyerek çıkışa yöneldi. Sonra, telsizden Hayalet Birliği’ne anons geçti: ''Hedef kayıp. Görüş yok. Hemen harekete geçin.!'' Ve hızla Hayalet birliğine katılmak üzere yöneldi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD