Haberci;

1185 Words
Umay o gece, ruhunu saran bir suçlulukla uykuya dalmıştı. Babasından ayrı geçen yıllar için kendini suçluyordu. Neden hiç araştırmamıştı? Neden ona ulaşmayı denememişti? Neden ona kinliydi? Pencereden serin bir rüzgâr doldu içeri; üzerindeki pike sıyrıldı. Tenini okşayan soğuk, uykuya daldığı an düşlerini daha da ürkütücü kıldı. Beyaz uzun bir gecelikle uçsuz bucaksız bir çölde koşuyordu Umay. Ardından devasa bir gölge geliyordu. Başını döndürüp bakamıyordu bile. Biraz ileride babasını gördü, seslendi ama sesi kısıktı. Çırpındı, bağırdı… Ama babası ona dönüp bakmadı. Ayakları kumlara gömüldü; kumlar onu aç bir hayvan gibi yutmaya başladı. Gözlerini kaldırdığında, Peşindeki kötü gölgenin yüksekten baktığını gördü. Uzanan o dev el, tam onu yakaladığı an… Umay çığlık atarak, terler içinde yatakta doğruldu. Kan ter içinde kalmıştı. Kalbi göğsüne sığmayacak kadar hızlı çarpıyor, gördüğü şeyin bir kabus olduğuna inanmakta zorlanıyordu. Hızla nefes alıp verirken alnındaki teri sildi, başını avuçlarının arasına alarak bir süre öylece kaldı. Tam o sırada yan odadan koşarak gelen Simge, telaşla odaya girdi. Gördüğü manzara karşısında irkildi. “Ne oldu?!” diye sordu endişeyle. Arkadaşının bu hali onu ürkütmüştü; sesi titrek, gözleri panikle doluydu. “Umay! Canım, noldu? İy misin?” Umay'ın nefesi boğazında düğümlenmişti, yutkunamadı. Göğsü hızla inip kalkıyordu. “İyiyim… sanırım,” dedi sonunda. “Çok gerçekçi bir kabus gördüm. Dev bir gölge beni kuma gömmeye çalışıyordu. Babam da vardı, duymadı beni.” Simge gözlerinde şefkatle bakarak, “Rüyalar ruhu anlatır. Sanırım babana karşı gerçekten çok suçluluk hissediyorsun.” Umay Simge’ye baktı. “Sanırım,” diye fısıldadı. Korku hâlâ gözlerindeydi. Simge elini uzatıp tuttu. “Aç mısın?” Umay omuz silkerek hayır dercesine başını salladı. Simge heyecanla mırıldandı, “Tamam… Peki, ne yapalım biliyor musun? Terasa çıkalım. Matlarımızı sereriz, tütsü yakarız, nefesleniriz.” Umay göz devirdi ama kabul etti. “Tamam, deneyelim bakalım.” İkisi de salınan çamaşır iplerinin gölgesinde, küçük terasta oturdular. Ahşap zemin üzerinde renkli matlar seriliydi. Minik bir masa, üzerinde sandal ağacı tütsüsü ve lavanta çiçeği kokulu mumlar... Simge önce tütsüyü yaktı. İnce duman terasta kıvrılarak yükseldi. “Derin nefes al,” dedi. Umay burnundan çekti. Dumanın hafif tatlı kokusu ciğerlerine doldu. Simge “1–2–3” diye saydı; birlikte nefes verdiler. Sabahın sessizliğinin içinde yalnızca rüzgârın ve uzak şehir ışıklarının hafif uğultusu vardı. Bir süre gözlerini kapalı tuttular. Matların üzerinde bacaklarını çapraz bağladı Umay. Tütsünün dumanı etraflarını çepeçevre sararken, Umay artık biraz olsun rahatlamaya başlamıştı. Simge fısıldadı: “Her nefes, yükünü biraz olsun hafifletsin. Düşünceleri bırak… Sadece var ol.” Umay’ın omuzları gevşedi. Sabah şafağının soğuğu, tütsünün sıcaklığıyla yarışıyordu. Kısa bir sessizlikten sonra, gözlerini yavaşça açtı. “Biraz iyi geldi.” dedi alçak sesle. Simge gülümsedi, elini omzuna koydu. ''Çok sevindim, Hadi o zaman kahvaltımızı yapalım.'' dedi. Kısa süre sonra küçük çatı katı dairesinin mutfağında iki arkadaş sessiz birlikte kahvaltı hazırlamaya başlamıştı. Güneş, perdelerin arasından sızarak eski mutfağın soluk fayanslarını aydınlatıyordu. Simge dolaptan yumurtaları çıkarırken, Umay kahve makinesini demleme moduna aldı. Tost ekmekleri hafifçe kızarıyor, minik sahanda yumurtalar pişiyordu. Masa tamamlandığında, Umay telefonunu çıkarıp bir fotoğraf çekti. Sosyal medyasında günlerdir paylaşım yapmıyordu ve etkileşimi oldukça düşmüştü. ''Hello girls, Beni özlediniz mi? Bakın bakalım sizce ben neredeyim!'' #yeniden #hayaller #kuracağız, notuyla sofranın fotoğrafını ekledi. Saniyeler içinde 2 milyona yakın abonesinden, yüzlerce mesaj gelmişti. ''Yok artık Türk kahvaltısı bu!'' ''Türkiyede misin? Hayran görüşmesi yapalımmm!'' ''Şaka mı yapıyor?'' ''Ama hayır olamazz, Artık Paris storyleri yok mu?'' ''Kezban, parasız kaldı sanırım.'' ''Off burdan da sıkılır yakında, tipik zengin barbie'si!'' Umay, ekranda ki bildirimleri okudu ve başını sallayarak masaya oturdu. Sosyal medya yine her zaman ki gibi şekilci ve iticiydi. Bir zamanlar Umay'ın lüks yaşantısını izlemek için gelen insanlar, bir süre sonra bu lüksü eleştirmeye başlamıştı. Her storysini sinsice izleyenler, tek hatasında üzerine toprak atmak içinde hazırdı. Hoş artık umrunda değildi, Yaşadığı son olaylardan sonra hiçbiri ona gerçek hissettirmiyordu. Kendini kaybetmiş ve umutsuzca bir sığınak arıyor gibiydi. Simge ve Umay, Bir süre sonra küçük mutfak masasının etrafında oturdular.. Umay nihayet biraz olsun rahatlamış, ellerine hâkim olan titreme yerini huzurlu bir yorgunluğa bırakmıştı. Sıcacık çayın buharını yüzünde hissedince, istemsizce gülümsedi. Çayı özlemişti, İstanbul'u özlemişti, Vatanını özlemişti... Tam o sırada Simge'nin telefonu çaldı. Simge, hemen yanındaki sandalyeden uzanarak ekranına baktı. ''Kuzii,” yazıyordu ekranda, Simge, ''Aaa kuzenim arıyor, haber var galiba'' dedi ve telefonu açtı. Umay, bir yandan çayını karıştırıyor, bir yandan da peynirli simidinden küçük bir parça alıyordu. Askeriyenin bilgi vermeyeceğinden çok emindi, bu yüzden hiç kendini beklentiye sokmamıştı. Ta ki… “Nasıl yani, Turan Komutan’ı buldun mu?'' Bu sözleri duyar duymaz elindeki çatal havada dondu. Gözleri aniden açıldı, yutkunamadı. Kalbi yeniden hızlandı. “Babamı mı bulmuş? Gerçekten mi? Neredeymiş?” diye sordu, sesi yükselmişti. Simge elini hafifçe kaldırarak “Bir dakika,” dedi, telefonla konuşmaya devam etti. “Tamam... tamam, bana yollasana. Bir konuşalım tekrar. Çok teşekkür ederim, gerçekten çok sağ ol,” diyerek telefonu kapattı. “Evet, bilgi vereceklermiş.'' dedi Simge, sonra heyecanla gözlerini Umay’a dikti. Umay sandalyeye biraz daha yaklaştı, sesi neredeyse titriyordu: “Ne olmuş? Neredeymiş? Nasıl bulmuş?” Simge telefonuna döndü, bildirim sesini duyunca hızla ekrana tıkladı. “Dur, şimdi bilgileri atacak… Birlikte okuruz,” dedi ve gözleri ekranın üzerine sabitlendi. Ekranın yüklenmesini beklediler. Birkaç saniyelik sessizlik, ortamı buz gibi kesti. Gelen mail açıldığında Umay, yerinden fırlayıp Simge’nin yanındaki sandalyeye oturdu. Gözleri hızla satırlar arasında gezinmeye başladı. "Turan Ata’ın şu anda görev yaptığı yer: Suriye – Kuzey Hattı." Bir anda yüzü düştü. Göz bebekleri büyüdü, dudakları aralandı ama bir süre ses çıkmadı. Sonunda, boğuk bir sesle fısıldadı: “Nasıl yani? Babamı... savaşa mı göndermişler?” Simge bir an sustu. Gözleri Umay’ın yüzünde, titreyen parmaklarında, boşluğa bakan bakışlarındaydı. Cevabın yumuşatılacak hâli yoktu. “Galiba... evet,” dedi. “Savaşa göndermişler. Ama... dur, bir sakin ol bakalım. Henüz her şeyi bilmiyoruz.” Simge ekrana geri döndü. Umay ise ellerini yumruk yapmış, dizlerinin üzerinde bastırıyordu. Topukları ritimle yere vuruyor, stresini gizleyemiyordu. İçinde bir fırtına yükseliyordu ama sesi çıkmıyordu henüz. Simge, ekranı aşağı kaydırdı ve yüksek sesle okumaya devam etti: “Direkt irtibat numaraları ve benzeri bilgiler, güvenlik gerekçesiyle tarafınıza verilememektedir. Ancak sizinle iletişime geçebilmesi için telefon numaranız kendisine bırakılmıştır. Konu hakkında tarafımıza bilgi veren subayımız, Albay Turan Ata’ya bizzat ulaşarak, kızının kendisini aramak istediğini bildirmiştir. Albay Turan Ata artık bu durumdan haberdardır. Size aktarabileceğimiz bilgiler şimdilik bu kadar.” yazıyordu. Umay, dizlerini karnına çekip sandalyeye yaslandı. Duygularını nereye koyacağını bilemiyordu. Yıllardır süren boşluk, cevapsız kalan sorular... bir anda hepsi donup kalmıştı. Babası hayattaydı ama savaşın ortasındaydı. “En azından hayatta…” dedi fısıltıyla. Sanki kendi kendine, sanki hâlâ inanamıyormuş gibi. Simge sessizce telefonunu masaya koydu. Gözlerini Umay'a dikti. Sesinde hem hüzün hem de umut vardı. “Bence seni arayacak. Artık senin onu aradığını biliyor, senden haberdar. Kesinlikle arayacak.” dedi. Umay’ın yüz ifadesi daha umutsuzdu. “Aslında pek ihtimal vermiyorum,” dedi kısık bir sesle. “Yıllarca anneme olan kızgınlığından dolayı beni de aramadı. Belki de artık beni hayatında istemiyordur…” Simge heyecanla, Hemen savunmaya geçti. “Bir baba, kızını hayatında neden istemesin? Ne yaşamış olursa olsun... Bence sana ulaşamadığı için böyle oldu. Ama şimdi, senin onu aradığını biliyor. Mutlaka arar. En azından neden aradığını öğrenmek ister.” diyerek ellerini tuttu. Umay, bir süre düşündü. “Umarım söylediğin gibi olur,” dedi ve gözlerini İstanbul’un manzarasına çevirdi. Şimdi, içinde kopan fırtınalara yön vermeye, onları susturmaya çalışıyordu...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD