Atmaca; (Bir kırık kalp)

1140 Words
Efe şok geçirmişti ama kısa sürede toparlandı. Karşısındaki kişi Baran bile olsa, az önce ona kurşun sıkan biriydi. Bu da artık onun bir düşman olduğu anlamına geliyordu. Soğukkanlılığını koruyarak Baran’ı etkisiz hale getirdi, ardından sürükleyerek aşağı indirdi. Panelvanın ön koltuğuna oturttu, aracın anahtarını aldı ve kapıları kilitledi. Hiç vakit kaybetmeden koşar adım Umay'ın yanına gitti. Eski su tankının kapağını açtığında Umay'ı bir köşeye sinmiş hâlde buldu. Genç kadın havasızlıktan bayılmak üzereydi. Efe hızla uzanıp onu dışarı çıkardı. "Nefes al, Umay!. Bana bak, nefes al. İyi misin?" diye fısıldadı endişeyle. Umay, birkaç derin nefes aldıktan sonra biraz toparlandı. Gözleri Efe'nin üzerindeydi. "Sen iyi misin?" diye sordu, gözleri onun vücudunu tararken. Kolunda ya da bacağında bir yara olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Dışarıda onlarca silah sesi duymuştu, hâlâ kulağında çınlıyordu. Efe, hiç alışık olmadığı bir ortamda korkmasına rağmen dik durmaya çalışan bu kadına içten içe hayran olmuştu, gülümsedi ve ona sarıldı. "İyiyim," dedi kısık sesle. "İkimiz de iyiyiz. Bitti artık... Her şey bitti." Birkaç dakika sonra, eski benzinlik binasının içerisinde ki bir çekmecede telsizine ulaştı ve derhal birimlere bilgi geçti. Türk askerleri ve Hayalet Birliği çoktan yola çıkmıştı. Artık yalnız değillerdi... Dakikalar sonra, Motor sesi kulakları yırtarken siyah zırhlı araç, çöl tozunu ardında bırakarak ağır ağır durdu. Olay yerine ulaşan ilk ekip Hayalet Birliği'ydi. İlk adımı atan, Efe'den sonra rütbeli kidemli birlik lideri Atmaca'ydı. Yaklaşık 1.75 boyunda, geniş omuzlu ve atletik vücut yapısıyla adeta zırhlı bir tanrıça gibi ilerliyordu. Kamuflaj tulumu kadınsı hatlarını gizlemek yerine belirginleştiriyor, diz hizasındaki kılıfı ve belindeki tabanca ise bu güzelliğin yalnızca görünüşten ibaret olmadığını fısıldıyordu. Güneşten bronzlaşmış teni, koyu kestane rengi saçlarının topuzundan kaçan birkaç telin alnına düşmesiyle daha da çarpıcı bir hâl almıştı. Çenesi sert, bakışları delici ve komut verirken sesi tok ve netti. Bu kadın üsteğmen sadece güzelliğiyle değil, karizmasıyla da gözleri üzerine çekiyordu. Ardından gelen kişi Teğmen Sarp’tı. Keskin nişancıydı. 1.80 boyundaydı; zayıf değil, sıkı kaslı, tam kararında bir vücuda sahipti. Geniş göğsü ve belirgin kol kasları her hareketinde tulumunun dikişlerini zorluyordu. Koyu renk sakalı yüz hatlarını daha da sertleştiriyordu. Sonra hemen ardından araçtan iri cüsseleriyle ikizler indi: Pars ve Turna. İlk adımı Pars attı. 1.90 boyunda, iri yapılıydı. Geniş omuzları, adeta göğsünü dolduran bir zırh gibiydi. Vücudu düzgün, simetrikti; kas hatları barizdi ama abartılı değildi. Tulumunun üst düğmeleri açık, içerideki siyah tişört göğüs kaslarının tam sınırında gerilmişti. Buz mavisi gözleri dikkat çekici derecede netti, bakışlarında her zaman hafif bir alay vardı. Ekibin şakacısı olduğu her haliyle belliydi. Onun hemen ardından ikizi Turna indi araçtan, kardeşinin tıpatıp aynısıydı ama enerjisi farklıydı. Pars’ın asi ve özgüvenli tavrına karşın Turna daha kontrollü, daha derin bir sertliğe sahipti. Aynı boyda, aynı kas oranında ama daha dik yürüyordu. Çenesinde hafif bir yara izi vardı; onu daha tehlikeli ve daha "yaşanmış" gösteriyordu. Atmaca; Sert adımlarla ilerledi, bölgeyi gözleriyle taradıktan sonra kararlı bir ses tonuyla emrini verdi: “İki kişi sağ kanada, iki kişi sol tarafa. Bölgeyi hemen tarıyorsunuz. En ufak bir ayrıntıyı bile kaçırmayın. Olağandışı bir şey görürseniz anında bana bildirin.” Ardından bakışlarını ekibine çevirdi, sesi biraz daha sertleşti: “Ayrıca buraya bu kadar geç ulaşmamızın sebebini derhal öğrenmek istiyorum. Bu adamlar buradaydı ve biz bunu nasıl fark edemedik? Bu ihmalkârlığın hesabını bana hemen vereceksiniz.” dedi. Arkasındaki subaylar başlarını öne eğip bir ağızdan, “Emredersiniz, komutanım,” diyerek hızla dağıldılar. Kadın subay bir süre gözleriyle çevreyi süzdü, sonra yavaş adımlarla Efe’ye doğru yürümeye başladı. Sert görünümünün altında, dikkatle sakladığı bir rahatlama da vardı. Efe, kadını gördüğünde derin bir nefes aldı. Nihayet destek gelmişti. Artık yalnız değildi. O an, sırtındaki ağırlığın bir kısmı kalkmış gibi hissetti. Atmaca, sessiz ama kararlı adımlarla Efe’ye doğru yaklaştı. “Merhaba. İyi misiniz, komutanım?” dedi. Ses tonu ciddi ama içinde zar zor bastırılmış bir endişe vardı. Efe, başını hafifçe sallayarak tok bir sesle cevap verdi: “İyiyim, Atmaca. Sağ ol. Ama Umay’ın tıbbi yardıma ihtiyacı var. Ayağında burkulma ya da kırık olabilir. Aynı zamanda çok susuz kaldı, yorgun ve bitkin. Derhal bir sağlık ekibi yönlendirelim buraya.” Atmaca hiç tereddüt etmeden yanıtladı: “Tamamdır komutanım. Hepsini çağırdım bile. Yolda olmalılar. Merak etmeyin.” Bir an duraksadı. Gözlerini yere indirip sonra tekrar Efe’ye baktı. Kumral saçları rüzgârda hafifçe yüzüne savrulmuştu. Sert hatlı yüzünde bu kez gerçek bir mahcubiyet vardı. “Geç kaldık… Bunun için özür dilerim,” dedi kısık bir sesle. “Her türlü cezaya razıyım, efendim.” Efe bakışlarını yerden kaldırdı, onun gözlerinin içine baktı. “Konu senlik değildi, Atmaca,” dedi. “Her şeyi açıklayacağım. Ama önce karargâha dönelim. Ekibimizle birlikte.” dedi. Bu sırada Atmaca’nın dikkatini başka bir şey çekti. Gözleri Umay’a takılmıştı. Umay, yüzü bembeyaz, saçları toz içinde, yorgun ama hâlâ dik durmaya çalışan bir haldeydi. Sarı saçları dağılmış, yüzünün kenarına yapışmıştı. Göz altları morarmıştı ama yine de duruşunda bir direnç vardı. Atmaca, gözlerini kısa bir an Umay’dan ayıramadı. Ardından çevresine bakındı. “Onu oturtabileceğimiz bir yer bulalım, komutanım,” dedi. Sonra doğrudan Umay’a yöneldi. “Yardım edeyim,” dedi ve elini uzattı. Umay, bitkin ama içten bir ifadeyle ona baktı. “Teşekkür ederim,” diye fısıldadı. Atmaca’nın ifadesi yumuşadı. Normalde savaş alanında duygularına yer yoktu ama karşısındaki genç kadının hâli, içini burktu. “Ben teşekkür ederim,” dedi Atmaca. “İyi ki geldin, seni hep merak etmiştim...” Umay, bu sözleri duyduğunda gözleri doldu. Kimse ona uzun zamandır böyle bir cümle kurmamıştı. Bu kadının onu nereden tanıdığı önemli değildi; varlığıyla bile güç veriyordu. Atmaca, Umay’ı kenardaki bir kasanın üzerine dikkatlice oturttu. Gölgelik bir alandı, dinlemesi için uygun olabilirdi. Ardından yüz ifadesini tekrar toparladı ve Efe’nin yanına döndü. Atmaca etrafa göz gezdirdi, yerdeki cesetleri tek tek saymaya başladı. “Bu kadarlar mıydı komutanım?” diye sordu. Efe başıyla onayladı. “Evet. İkisi ofisin içinde, Biri de araçta.” Atmaca, hemen harekete geçti. “Ben araçtakini alırım, zırhlıya taşırım,” dedi. Tam arkasını dönmüştü ki, Efe kolunu aniden tuttu. Kadın bir anda ona doğru döndü, neredeyse yüz yüze geldiler. Atmaca’nın bakışları Efe’ye kilitlendi. “Ne oldu, komutanım?” Efe bir an ne söyleyeceğini bilemedi. Gözleri yerde bir noktaya takıldı. Boğazı kurudu, yutkundu. “Araçta… görmeyi beklemediğin biri var,” dedi alçak ama net bir sesle. “Hazırlıklı ol. Olur mu?” Atmaca'nın kaşları hafifçe çatıldı. İlk kez gözlerinde gerçek bir tereddüt belirdi. Bugüne kadar hiçbir düşman ya da çatışma ona şaşkınlık yaşatmamıştı. Efe bunu bilirdi, Ne olabilirdi ki? Bir an durdu, gözlerini Efe’den ayırmadan başını salladı. “Peki, komutanım,” dedi; ses tonu sakindi. Sonra ağır adımlarla araca doğru yürüdü. O ana kadar her şey normaldi, biraz daha ilerledikten sonra arabanın camında ki yansımayı gördü. Yutkunamadı, kalbi sıkışıyordu. ''Baran...'' diye cılız bir sesle mırıldandı. Efe'nin neyi kastettiğini anlamıştı ama anlam veremiyordu. Ölmüş bir adam nasıl burada olabilirdi? Nefesini verdiği son anında bile yanında olmuştu. Gözleri kısa bir süre geçmişe daldı. Suriyenin tekinsiz dağlarından birinde, üstü başı kan içinde kucağında bir adama sarılıyordu. Gözlerinden akan yaşlar çığlıklarına karışmıştı. Başını kanlar içinde ki boynuna gömdü ve bağırdı! ''Sevgilim lütfen, yapamazsın. Beni bırakamazsın! BARAN!!!''
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD