Efe ve Umay, panelvan aracın arka kısmına sinmiş, nefeslerini tutarak etrafı gözlüyorlardı.
Efe bir an önce Umay'ı saklayabileceği güvenli bir yer aradı. Gözleri çevreyi tararken, hemen çaprazlarında duran eski bir su tankerine takıldı. Paslanmış, kullanılmayan bir tanktı ama içerisi görünmüyordu. Saklanmak için yeterince iyiydi.
Düşünmeye zamanı yoktu. İçinden geçen endişeye izin vermeden, askeri bir soğukkanlılıkla Umay’a döndü.
Umay'ın yüzü korku ve şaşkınlıkla karışıktı. Ne kadar belli etmemeye çalışsa da, burkulan ayağının şiştiği ve ağrının yüzüne yansıdığı açıktı.
Efe yanına eğildi. Gözü ayak bileğine takılmıştı, elini uzatıp dokunduğunda Umay acıyla irkildi.
''Döndürebiliyor musun ayağını? '' diye sordu Efe.
Umay çekimser bir tavırla başını salladı. ''Evet dönüyor, sadece üzerine bastığımda acıyor. Beni düşünme sen, Ne yapıyoruz şimdi?'' diye sordu.
Efe “Bak,” dedi sessizce, gözleriyle su tankerini işaret ederek. '' Eski bir su tankeri. İçine girersen seni görmeleri mümkün değil. Ayrıca orada olacağını da düşünemezler. Ben adamları etkisiz hale getirir getirmez gelip seni alacağım. Söz.” diyerek gözlerine baktı.
Umay, aniden Efe’nin kolunu tuttu. Tırnakları istemsizce onun tenine geçmişti.
“Neden böyle bir şey yapıyoruz ki?” dedi tedirginlikle. “Şuradan geçip uzaklaşsak... Belki fark etmeden kaçabiliriz…”
Efe onun paniklediğini anladı. Sesi hâlâ sakindi, anlaması için her kelimeyi tane tane söyledi:
“Şu an terk edilmiş bir benzin istasyonundayız. Etrafta ne araç var ne de başka bir yapı. Eğer çıkarsak, kurak arazide tamamen açıkta kalırız. Bizi hemen fark ederler. Üstelik araçlarıyla bizden çok daha hızlı olurlar. Kesinlikle yakalanırız ve seni korumayam. Bunu göze alamam.” dedi.
Umay, söylediklerini anlamaya çalıştı. Haklıydı… ama yüreği kabul etmiyordu.
“Anlıyorum ama... ben senden ayrılmak istemiyorum,” dedi. Gözleri dolmuştu. “Ben böyle şeylere... böyle aksiyonlara alışkın değilim.'' Kekelemeye... başlamıştı. ''işte böyle durumlarda… ben nefes alamıyorum.” dedi.
Gerçekten de nefes alamıyordu, hıçkırıkları boğazını tıkamış elleri titriyordu.
Efe onun gözlerinin içine baktı. Nazik bir dokunuşla, Yüzünü avuçlarının arasına aldı, ona iyice yaklaştı.
“Nefes al,” dedi sadece. Burnu neredeyse onun burnuna değiyordu.
Umay, titreyen dudaklarıyla derin bir nefes aldı.
“Tut şimdi,” diye fısıldadı Efe.
Umay nefesini tuttu.
“Şimdi ver... yavaşça.”
Birlikte birkaç kez tekrarladılar. Sonra Efe, Umay'ın gözlerine odaklanarak konuşmaya başladı.
“Bak, korktuğunu biliyorum. Ama bana güvenmen gerekiyor. Seni babana götüreceğim. Söz veriyorum.”
Umay’ın titremesi azaldı. Kalbi hâlâ hızlı atıyordu ama gözlerindeki panik yerini yavaş yavaş kabullenişe bıraktı. Başını usulca salladı.
“Tamam...” dedi fısıltıyla.
Efe, son kez onun elini sıktı.
“Şimdi su tankerinin içine gir. İçinden yavaşça bine kadar say. Olur mu?”
Umay gözlerini ondan ayırmadı. Ağlamamak için zor tutuyordu kendini ama başını bir kez daha salladı.
“Olur…”
Efe, ''Tamam'' dedi. Ve Umay'ın elini sıkıca kavrayarak pusuya yattı.
Panelvan aracın hemen ön hizasında, terk edilmiş benzin istasyonu ofisine bakıyordu. Camlardan biri hâlâ sağlamdı ve arada bir içeriden bir baş görünüyordu. Adamlar tetikteydi. Hareket varmı diye yokluyor bölgeden çıkış yolu arıyorlardı.
Efe, Umay’la birlikte kımıldamadan bekledi. Gözünü bir an bile o camdan ayırmıyordu.
Zihninde tek bir düşünce vardı: Onlardan önce davranmalıydı...
Etrafı kolaçan etti. Panelvanın hemen arkasındaki eski su tankerine göz gezdirdi bir kez daha. Bu tek şansıydı. Umay’ın oraya girmesi gerekiyordu. Usulca ona döndü.
“Hazır mısın?” diye sordu fısıltıyla. Umay başını salladı, gözlerinde korku hâlâ duruyordu ama kararlılık da parlıyordu artık.
Efe bir hamlede fırladı. Önce su tankerinin kapağını kontrol etti; paslıydı ama hafifçe zorlayınca gıcırdayarak açıldı. İçerisi boştu. Tozlu ve karanlıktı ama güvenliydi.
Umay’ı dikkatlice yerinden kaldırdı, kolunu omzuna doladı. Ayağına yük bindirmemeye çalışarak, hızlı ama sessiz adımlarla su tankerine taşıdı. Umay, hiçbir şey sormadı artık. Sadece Efe’ye bıraktı kendini.
Efe onu rahatlatmak istiyordu,
“Karanlıktan korkma, gözlerini kapat. Bine kadar say.. Ne olursa olsun, Ne duyarsan duy çıkma, tamam mı?”
Umay başını salladı, gözleri dolmuştu ama direniyordu.
Efe kapatmak için kapağa uzandığında, Umay hızlı bir hamleyle elini tuttu. Efe, avucunda ki ince ve zarif parmaklara bakakaldı. Sonra gözlerini ona çevirdi.
''Sen de dikkatli ol, Lütfen!'' dedi. Gözlerinden endişe okunuyordu.
Efe, ''Tamam'' dedi ve Tanker kapağını usulca kapattı. İçeriden çıkan küçük metalik bir tıkırtı duyuldu. Ardından her şey sessizliğe gömüldü. Efe derin bir nefes aldı. Gözleri tekrar istasyona döndü. Adamlar tekrar camdan kafayı uzatmış, etrafa göz gezdiriyordu. Sonra içeri çekildiler.
Bu onun fırsatıydı.
Hemen tekrar panelvan aracın arka tarafına geçti. Saklandığı yerden başını çıkartıp çevreyi inceledi. ''Silahım... telsizim. Acaba nerdeler '' diye düşünüyordu...
Aracın ön koltuklarına göz gezdirdi. Ön konsola... koltuk altına... hiçbir şey yoktu. Muhtemelen içeri götürmüşlerdi.. Dudaklarını sıktı. ''Harika, Silahsızım...'' diye mırıldandı.
Ama eli boş değildi. Hemen ilerde, terkedilmiş başka bir tankere gözü takıldı. Yan tarafı paslanmıştı ama üzerindeki uyarı işaretleri hâlâ okunuyordu: Yanıcı madde.
Benzin pompasını gördü... Gözleri parladı. Köşede, yıkık betonun yanında yıllardır dokunulmamış bir pompa duruyordu. İçinde aktif yakıt olmasa da... En kötü ihtimalle sıkışmış gaz... patlama yaratabilirdi.
Efe kafasında planları hızla sıraladı. Eğer pompanın oraya siper alırsa, adamlar geldiğinde onu net göremeyeceklerdi. Üstelik ani bir patlamayla onları şaşırtabilir, kaçmak için zaman kazanabilirdi.
Tekrar adamların pencereden bakmasını bekledi. Bir baş, sonra diğeri…
Sonra ikisi de içeri çekildi.
İşte şimdi diye düşündü ve hızla hareket etti.!
Fırladı. Tankerin yanından geçerken son kez Umay’ın saklandığı yere göz attı. Hâlâ sessizlik hâkimdi. Tam zamanında davranmıştı.
Çünkü, Panelvanın arkasına doğru hızla ilerlediği ve bir anda;
TANG! diye, Sert bir metal sesi yankılandı. Efe refleksle yere çömeldi, bakışını sesin geldiği yöne çevirdi.
Panelvanın kilidi kırılan arka kapağı! Rüzgarla birlikte açık kalmış kapak aniden kapanmış, sonra tekrar çarparak açılmıştı. Metal, metale vurmuştu. Gürültü uzaklardan bile yankılanacak şiddetteydi. Adamların bunu duymama ihtimali yoktu.
Efe dişlerini sıktı.
“Siktir…” diye homurdandı. “Şimdi yakalandık işte.”
Gözlerini benzin istasyonuna çevirdi. Ve tam beklediği şeyi gördü.
Camda bir gölge belirdi. Ardından hızlı adımlarla dışarı fırlayan iki silahlı adam. Üzerlerinde siyah kamuflaj giysiler, ellerinde uzun namlulu silahlar vardı. Gözleri öfkeyle doluydu. Hedef belliydi. Ona geliyorlardı...
Efe hızla yerinden fırladı. Doğruca benzin pompasına koştu. Metal gövdesine yaslandı, nefesini tuttu. Adamlar bağırıyordu artık.
“Asker Orada! Panelvanın arkasında!”
Kurşun sesleri yankılandı. Efe eğildi, başını yana çekti. Kurşunlar pompanın metalini sıyırdı. Etrafına toprak parçaları saçıldı. Sakin bir avcının refleksleriyle hareket etti.
O an, pompanın tutma koluna elini attı. Hızla çekip aldı. Efe'yi buradan kurtaracak tek silah buydu..
Gözlerini kısarak hızla bir plan kurmaya başladı. Adamlar yaklaşırken o pompayı patlatabilir miydi? En azından onları şaşırtabilir, yönlerini dağıtabilir miydi?
Şimdi tüm mesele, o üç saniyelik aralıkta doğru zamanda doğru yere hareket etmekti…