BEŞİNCİ BÖLÜM

3984 Words
Evden çıktığından beri, kara bata çıka köyün meydanına arıyordu. Mustafa'ya gitmek istedikçe yollar gözünde büyüyordu. Soğuktan buz tutmuş ellerini, ayaklarını hissetmiyordu. Gözyaşları aktıkça buz kesiyordu.   "Mustafa..."   İki dudağının arasında çıkın isim, donmuş bedeninin aksine kalbini sıcacık ısıtıyordu. Gücü kalmamıştı, nereye geldiğini hiç bilmiyordu, etrafında evler yoktu. Sadece uzak da küçük bir kulübe vardı. Nefesini bile zor alıp verirken kulübenin yanına gitmek onun için imkânsızdı.   Hissettiklerini kelimelere dökmeye çalışıyordu. Düğümlenmişti boğazında her şey. Hissedemiyordu bedenini. Sızlıyordu vücudu; üşümek tanımlamıyordu bu sızıyı... Yavaş yavaş bedeninin her yerini esir alıyor, karanlık çöküyordu gözlerine. Ölüm böyle bir şey miydi? Donmaya başlayan bedeni, onu terk mi ediyordu? Gözleri kapanıyordu, belki de bir daha hiç açılmamak üzere...   ***   Hatice Hanım evin etrafını dolaşıp ellerini dizlerine vurdu. "Nereye gitti bu kız? Kocasına ne diyeceğiz biz?" Fadime endişeli haliyle evin içinde sağa sola gidip duruyordu. Gökhan işten gelir gelmez olanları öğrenmiş, Elif'i aramaya çıkmıştı. Saat ona gelmesine rağmen Elif'ten haber yoktu. Hatice Hanım kapıyı açıp içeri girdi.   "Yok, hiçbir yerde yok! Ben deliyim ama bu gelin benden daha deli. Nereye gitti akşam akşam?"   " Anne çok korkuyorum, Mustafa bana bir şey yapar mı?"   Ezgi yengesinin üstüne yürüyüp omzunu itekledi.   " Abimi boş ver yenge, sen vicdanını düşün tabii varsa sen de. Dua edin bir şey olmasın, yoksa annem de sen de kendinize kaçacak yer arayın."   Mustafa kapının önünde üstündeki karları silkeleyip kapıyı açtı. Evin içine girince, annesi yengesi korkulu gözlerle ona baktılar. Mustafa gözlerini salonda gezdirip annesine ne oldu der gibi baktı.   "Elif nerede?"   Hatice Hanım yutkunup yeleğini sıktı, "Gitti." Mustafa botlarının bağcıklarını çözerken durdu. Başını kaldırıp, "Anlamadım." dedi.   "Oğlum akşam gitti, nereye gittiğini bilmiyoruz ağabeyin arıyor onu."   Genç adam annesine doğru yürüdü. Kaşları neredeyse gözlerine inmişti. Hatice Hanım oğlunun sinirli yüzünü görüp yutkundu.   "Neden gitti benim karım? Ne yaptınız kıza?"   Fadime yerinden sıçrayıp çocuklarına sarıldı.   "Konuşsanıza!"   Mustafa'nın gür sesi evi inletti. Çocuklar korkudan annelerine sarılıp ağlamaya başladılar. "Abi, yengemle annem Elif yengemin üstüne gittiler, Elif yengem saat sekizde evden çıkıp gitti. Nerede olduğunu bilmiyoruz."   Mustafa ellerini yumruk yapıp burnundan soludu. Yumruk yaptığı elini sobanın borusuna vurdu. Gülşen çığlık atıp ablasının arkasına geçti.   "Dışarıda buz gibi hava var, kar dizlerime kadar geliyor. Elif nerede?" Parmağını annesine sallayıp, "Hatice Hanım!" diye bağırdı. "On beş yaşımda babamı benden aldın, beni hayata küstürdün. Şimdi de karımı benden alıyorsun! Dua et ona bir şey olmasın, eğer karımı sağ salim bulamazsam bu evi başına yıkarım."   Arkasını dönüp kapıdan çıktı. Elleri titriyordu, kaybetme korkusunu ikinci kez yaşıyordu. Ağabeyini arayıp, "Haber var mı?" diye sordu.   "Yok Mustafa, her yere baktım yok. Jandarmaya haber vereceğim şimdi."   " Lanet olsun! Sizin gibi ailem olduğu için lanet olsun!"   Telefonu kapatıp Serdar'ı aradı.   "Hayırdır Mustafa?"   Serdar hemen bizim çocukları topla, Elif yok köyün içinde arayacağız." Serdar hemen montunu giyip, "Tamam." dedi.   Yirmi dakikadır köydeki gençler, yaşlılar ellerindeki ateşlerle Elif'i arıyorlardı. Elif'ten hiçbir şekilde iz yoktu. Mustafa karısını bulamadıkça tükeniyordu, kalbinin üzerindeki el kalbini paramparça ediyordu...   "Mustafa, köyün sağ tarafında iz yok, jandarma ormanlık alana doğru gidiyor biz de gidelim.   "Koruyamadım onu, kim bilir ne haldedir?"   " Kendini bırakma, bulacağız onu."   "Bulacağız, Elif iyi biliyorum, şu an beni bekliyor."   Karlara bata çıka ormanlık alana doğru yürüdüler. Jandarma köpekleriyle beraber Elif'i arıyorlardı. Kulübeyi görünce köpekler havlamaya başladılar.   "Komutanım orada olabilir mi?"   "Bakalım asker."   Kulübeye doğru nefes nefese yürüdüler, yaklaştıkça kaybolmaya durmuş ayak izlerini gördüler.   "Kız burada!" Askerlerden biri ağacın dibinde yatan Elif'i gördü. Diğer askerler ağacın oraya koştular. Onu bulan asker Elif'in nabzını nefesini kontrol ediyordu.   "Yaşıyor mu?"   "Zor nefes alıp veriyor, vücut ısısı düşmüş."   " Hemen sağlık görevlilerini haber verin, kızı kulübeye taşıyalım kıyafetlerini çıkarmamız lazım."   "Tamam komutanım."   Askerlerden biri Elif'i kucağına aldı, diğerlerinin yardımıyla kulübeye doğru yürüdüler. Mustafa nefes nefese askerlere yetişti. Koşmak istiyor koşamıyordu. Elif'i askerin kucağında görünce dizlerinin üstüne çöktü, "Yaşıyor deyin!" Serdar kollarından tutup ayağa kaldırdı, "Kulübeye götürüyorlar, yaşıyor demek ki." Mustafa gözlerini yumup gözyaşının akmasını engel olmak istedi. O, ne kadar kendini tutmak istese de damlalar tek tek akıyordu. Askerler kulübenin kapısını kırıp içeri girdiler, içeride kimse yoktu. Elif'i küçük divanın üstüne yatırdılar. Mustafa'da peşlerinden girip karısının yanına koştu.   " Elif! Elif'im aç gözlerini."   Karısının soğuktan kıpkırmızı olmuş ellerini, nefesini üfleyip ısıtmaya çalıştı.   "Sağlık görevlileri geliyor üstünü çıkarmamız lazım, siz de soyunun bedeninizin sıcaklığı onu ısıtsın."   Mustafa elleri titreye titreye Elif'in kabanını çıkardı. Askerler arkalarını dönüp kapının önünde beklediler. Karısının üstünü çıkarınca kendi üstünü çıkarıp Elif'i kollarının arasına aldı. Nefesini boynuna üflüyordu, ellerini buz gibi olmuş sırtında gezdiriyordu. Yatağın ucunda duran pikeyi çekip üstlerine örttü.   "Aç gözlerini Elif, İlk günden pes mi edeceksin? Onlarla baş edemeyecek misin? Oysaki ben seni gördüğüm ilk günden güçlü olduğunu anlamıştım. Pes etme, yalvarırım beni bırakma. B-ben seni, bunu sen uyandığında gözlerine bakarak söyleyeceğim tamam mı? Sakın kendini bırakma."   Hatice Hanım ise meraktan ölüyordu. Saat on bir olmasına rağmen kimseden haber yoktu. Ayağa kalkıp askılıktan montunu alıp giydi. Başına kalın şalını takıp kapıya doğru yürüdü.   "Anne nereye gidiyorsun?"   "Kızı aramaya gidiyorum, bu saat oldu haber yok. Başımıza iş aldık Fadime, Allah sonumuzu hayır etsin."   Fadime koltuğa çöküp gözlerini yumdu.   "Abla bir şey olmamıştır, kesin bir yerde saklanıyordur o."   "Sus Gülşen, canım burnumda bir de seninle uğraşmayayım."   Hatice Hanım dışarı çıkınca köyün erkeklerini gördü.   "Komşular haber var mı gelinimden?"   " Bulundu Hatice Abla, hastaneye gidiyorlar."   Hatice Hanım elini göğsüne koyup, "Ne hastanesi?" diye bağırdı.   " Kız soğuktan donmuş, çok şükür bulundu da müdahale edildi hemen."   "İçim yanıyor komşular, kızımı kaybedecektim. Kapının önünde kar oynamaya çıktı, ne ara kayboldu yavrum? Ah güzel yavrum."   "Ağlama Hatice abla, çok şükür bulundu bir sorun yok."   "Allah'a şükürler olsun." Arkasına dönüp ona merakla bakan gelini ve Gülşen'e doğru yürüdü, "Girin içeri."   Fadime, Gülşen içeri girip merakla yüzüne baktılar, "Bakmayın öyle, duydunuz işte bulunmuş." Ezgi ellerini birbirine vurup ayağa kalktı, "Seni alkışlıyorum anne, profesyonel oyuncusun diyecek hiçbir şey bulamıyorum sana."   " Kes sesini kız, bulundu işte ne yapayım daha? Kolu komşu evimizin içinde olanları öğrensin mi?" Ezgi annesine cevap vermeden odasına çıktı.   Mustafa Elif'in elini tutmuş uyanmasını bekliyordu. Vücut ısısı normale dönmüştü. Karısının alnını öpüp ateşini kontrol ediyordu. Elif öksürmeye başlayınca elini ensesine koyup dudaklarına ılık su değdirdi,   "Hadi aç gözlerini Elif."   Tekrar yatağa yatırıp battaniyeyi boynuna kadar çekti. Eve gidince büyük bir hesaplaşması vardı, kimse onun karısına böyle davranamazdı. Bu gece Elif'i kaybetseydi bir daha asla toparlanamazdı. Masum meleği onun emanetiydi, yirmi yaşında gencecik kadınıydı. Elif tekrar öksürünce yavaş yavaş gözlerini açtı. Boğazı yanıyordu. Yutkundukça kulaklarının içinden alevler çıkıyormuş gibi hissediyordu. Mustafa gözlerini açan karısının alnını öpüp, "Şükür verene." diye fısıldadı.   "Boğazım çok acıyor."   " Geçecek güzelim, söz veriyorum geçecek. Bardağı alıp karısının dudaklarına yaklaştırdı."   " Suyu iç rahatlarsın."   " Yutkunamıyorum."   " Yavaş yavaş yapacağız tamam mı? Hemen içme."   Elif Mustafa'nın uzattığı bardağı alıp bir yudum içti. Bıçak yutuyormuş gibi hissediyordu.   "Çok acıyor."   " Hepsi geçecek."   Elif'in gözlerini öpüp akan yaşlarını sildi.   "Ağlama."   Mustafa'nın elini itip, "Dokunma." diye fısıldadı. Mustafa elini çekip bakışlarını karısının karnına çevirdi, "Ne desen haklısın. Ben ailemin huyunu biliyorum, seni en başında uyardım hatırlıyor musun?" Elif ağrıyan boğazına hafif masaj yapıp gözlerini yumdu, "Y-yengen ba-ba-ma." Konuşamıyordu, konuştukça boğazı acıyordu.   "Futbol, saklambaç, yakar top bunları oynamayı çok severdim. Okuldan bir an önce eve gelip arkadaşlarımla yaylada maç yapmak için heyecandan yemeğimi bile yemezdim. Sürekli gülerdim, annem babam ne söyleseler gülerdim. Annem, "Bu ne biçim erkek Turgay," derdi babama. Babam saçımı okşar, "Aslan gibi erkek benim oğlum," derdi."   Elif kocasının üzgün yüzünü görünce içi tuhaf oldu. Mustafa'nın yaralarını çok merak ediyordu. Elini kocasının elinin üstüne koydu.   "Abim ne zaman yaramazlık yapsa, annem babama benim yaptığımı söylerdi. Babam da beni cezalandırırdı. Hayatta vurmazdı. Benim en büyük cezam onun bir gün benimle konuşmaması olurdu." Mustafa yutkunup başını karısının karnına koydu. "Saçlarımla oynasana. " Elif Mustafa'nın saçlarına dokunup yavaş yavaş okşadı. "Sonra ne oldu?"   " Sonrasını yok."   " Bir gün hazır olduğunda dinleyeceğim."   " Bir gün hazır olduğumda anlatacağım."   Sabah olduğunda karısını hastaneden çıkarıp halasının evine getirdi. Halası İstanbul'da olduğu için evde sadece kuzeni ve eşi vardı.   " Mustafa, Elif için odaya yatak yaptım."   " Sağ ol yenge, yatmak ister misin?"   Elif olur anlamında başını salladı. Mustafa karısını kucağına alıp odaya getirdi.   " Ben yürürüm kucağına almana gerek yok."   " Ben birazdan geleceğim, sen uyu tamam mı?"   " Nereye gidiyorsun? Ayrıca eve gidecek miyiz?"   " Gideceğiz, ama önce benim eve gidip onlarla konuşmam gerekiyor. Sen dinlen."   Elif başını sallayıp gözlerini kapadı. Mustafa karısının alnını öpüp odadan çıktı.   "Sana emanet yenge."   "Aklın kalmasın Mustafa."   Evden çıkıp kendi evine doğru yürüdü. İçindeki öfke ve kin onu bitiriyordu. Evin kapısını açıp sert kapattı. Kadınlar çıkan sesten yerinden sıçradılar.   "Ezgi çocukları al odana çık!"   Ezgi abisine cevap vermeden yeğenlerini alıp odasına çıktı. Mustafa yengesine doğru yürüdü, "Sen kim oluyorsun da benim karımın üstüne yürüyorsun?" Fadime yutkunup sırtını koltuğa yasladı.   " Cevap versene!"   " Bağırma bana, senin karın hak etti."   Mustafa ellerini koltuğun kenarlarına koyup yengesinin üstüne eğildi.   " Zehirli diline sahip çık! Bu sana son uyarım, bulunduğun konumu unutma! Bu evde senin kuralların geçmez Fadime Hanım. Ağabeyimin karısıysan kocana hizmet et, pabuç kadar dilinle benim olana laf söyleme!"   Hatice Hanım oğlunun kolundan tutup geri çekti, "Kendine gel Mustafa, hangi hakla yengenin üstüne yürürsün? " Mustafa kolunu çekip annesine döndü.   " Benim karımla uğraşmayacaksınız! Ondan ben sorumluyum, canım onun yan gelip yatmasını istiyor. Sakın karıma iş yap diye baskı yapmayın. Benim karım yirmi yaşında olmasına rağmen senin bu aklı beş karış havada olan gelininden daha akıllı. O yapması gerekenleri biliyor." Bakışlarını Gülşen'e çevirdi. "Bu kadını da evimde istemiyorum, defolup gitsin." Gülşen ayağa kalkıp, ayağını yere vurdu, "Gitmiyorum." Genç adam Gülşen'in kolunu sıkıp, "Gideceksin!" diye bağırdı.   " Ne o korktun mu aramızda geçen olayları karına anlatırım diye?" Mustafa biraz daha sıktı Gülşen'in kolunu. "Seninle benim aramda hiçbir şey geçmedi, sen kendi kendine uyduruyorsun!"   Gülşen Mustafa'yı itip, "Herkese söyleyeceğim beni zorla öptüğünü, hem de düğünden bir gün önce. "diye bağırdı. Hatice Hanım'la Fadime şok oldular. Mustafa Gülşen'i yatağa itip, "Seni öldürürüm." diye bağırdı. "Yalancısın sen, karım bana güveniyor senin yalanlarına hayatta inanmaz." Hatice Hanım'la Fadime, Mustafa'yı Gülşen'in üstünden çekmeye çalışıyorlardı. Mustafa Gülşen'in kolundan çekiştirip dışarı attı.   "Senin nasıl biri olduğunu abilerine söyleyeceğim, o zaman yalan konuşmanın ne demek olduğunu öğrenirsin." Hırsla arkasını dönüp annesinin yüzüne baktı.   "Bir daha bu kadın bu eve girmeyecek!" * Odada yanan odunların sesi, dışarıda rüzgârın uğultusu, insanın en huzurlu hissetmesi gereken anda Elif kendini huzursuz hissediyordu. Yorganı başına kadar çekmiş kocasının onu gelip almasını bekliyordu. Duvardaki saate ne zaman baksa akrep olduğu yerde duruyordu. Zaman onun için hiç geçmiyordu. Aklına Fadime'nin söyledikleri geldi. Kocasına güveni vardı, Mustafa'yı tanıdığı kadarıyla mert, sözünün eriydi. Eğer sevdiği kız olsa onu yarı yolda bırakıp başkasıyla evlenmezdi. Onun tanıdığı Mustafa yapmazdı.   Genç adam halasının evinin önüne gelince dizlerindeki karı sildi. Kar hiç durmadan yağıyordu. Kar temizleme araçları ne kadar temizleseler de hemen doluyordu sokaklar. Evin kapısına vurup açılmasını bekledi. Kuzeni kapıyı açınca başıyla selam verip içeri girdi.   " Hoş geldin Mustafa."   " Hoş buldum Tayfun, Elif yatıyor mu?"   " Yasemin demin baktı uyuyormuş."   Genç adam kuzeninin koluna hafif vurup karısının kaldığı odaya girdi. Karısı yatağın içinde iki büklüm olmuştu. Ses yapmadan yatağın kenarında oturdu. Yavaşça Elif 'in saçlarına eğilip kokusunu içine çekti. Bedeninin tüm uzuvları huzurla doldu.   Genç kadın kocasının geldiğini kokusundan anlamıştı. Saçlarına yaklaştığını hissettiğinde gözlerini sımsıkı yumdu. Hissettiklerini tanımlayamıyordu, kocasına çekildiğini hissediyordu. Babasından sonra kendini huzurlu güvende hissettiği kişi Mustafa'ydı. Yavaşça yatakta dönüp kocasının gözlerinin içine baktı. Genç adam nefesini içine çekip mavi gözlerin içinde kayboldu.   " Nasıl hissediyorsun?"   Sesindeki tını Elif'e sıcacık bir yuva veriyordu. Elif gözlerini yumup kadife sesin sahibini düşündü. Bu adama güveniyordu, onu sevmediği halde bu kadar üstüne düşerken, sevdiği olsa nasıl vazgeçer diye aklına getiriyordu. Mustafa karısının yanağına başparmağıyla hafif daireler çiziyordu, parmağı karısının yanağında gezdikçe Elif içine sıcak sular akıyormuş gibi hissediyordu. Kocasıyla iki kez birlikte olduklarında bile böyle yoğun duygular hissetmemişti. Şu an bedenini saran sıcaklık neyin habercisiydi?   " Evimize gidelim mi?"   Gözlerini açıp derinliklerinde kaybolduğu gözlere baktı.   "Gidelim."   Onun için gidelim demek pes etmeyeceğim demekti, onunla uğraşanlarla mantığıyla zekâsıyla cevap verecekti. Ona iyi davranan kocasına nankörlük yapmayacaktı. Dirseklerinden destek alarak yataktan kalkmaya çalıştı. Mustafa belinden tutup oturur duruma getirdi.   "Bekle kabanını getireyim."   Genç kadın başını sallayıp soğuktan yanan ellerine ayaklarına baktı. Her yeri su toplamıştı, bir yerlere çarptıkça etinden parça koparıyorlarmış gibi hissediyordu.   Mustafa elinde küçük bir poşetle odaya girdi. Yatağın yanına gelip yere çöktü. Karısının kıpkırmızı su toplamış ayaklarını görünce içi acıdı. Onu koruyamadığı için kendine kızıyordu. Kız kardeşi Ezgi'den aldığı kalın çorabı canını acıtmadan sakin bir şekilde giydirdi. Elif gözlerini yumup acıyı hissetmemeye çalıştı.   " Eve gidince çıkaracağım biraz dayan."   " Acıyor."   Bakışlarını ayaklarından çekip karısının gözlerine baktı. Benim de canım acıyor diyemiyordu.   " Hepsini geçireceğim, gerekirse tek tek öper canının acısını azaltırım."   Elif elini Mustafa'nın saçlarına uzattı. Dokunmak istediği saçlara dokunamadığı için gözleri doldu.   " Hadi şimdi kabanını giyelim."   Karısının saçlarını yüzünden çekip arkaya attı. Ellerindeki yaralara dikkat ederek kabanını giydirdi. "Ve bitti, gitme zamanı." Karısını kucağına alıp açık olan odanın kapısından çıktı. Kuzeni traktörün anahtarını alıp yanına geldi,   " Traktörle bırakıyım sizi, karda zor gidersiniz."   " Sağ ol halaoğlu."   " Ne demek kardeşim, kalsaydınız burada biz yengenle ikimiz yaşıyoruz, size de bir oda açardık. Kalırdık beraber."   " Allah razı olsun kardeşim, biliyorsun dedeme sözüm var."   " Biliyorum kardeşim, ama bak böyle de olmuyor görüyorsun kızın halini."   Mustafa bakışlarını karısına çevirdi, "Görüyorum görmem mi? İçini çekip, "Gidelim." dedi. " Her şey için sağ ol yenge, hakkını helal et."   " Helal olsun Mustafa, her zaman gelin."   Genç adam başını sallayıp çıkışa doğru yürüdü. Kuzeni evin önündeki traktörün üstünden naylon poşeti çıkarıp kenara koydu. Elif şaşkınlık içinde traktöre bakıyordu,   " Mustafa?"   " Söyle güzelim."   " Biz bu şeye mi bineceğiz?"   " Evet, daha önce binmedin mi?"   " Yoo."   Eski Mustafa olsa kahkaha atıp Elif'in bu haline gülerdi. Şimdiki Mustafa alnını karısının alnına yaslayıp gözlerini kapadı sadece. "Yazın yaylaya gittiğimizde istediğin kadar bindiririm seni."   " Haydi gelin."   Mustafa Elif'e dikkat ederek traktöre bindi. Karısını sıkı sıkı sarmıştı düşmesin diye, kar çok olduğu için sallana sallana gidiyorlardı. Elif gülmemek için kendini zor tutuyordu. İlk kez böyle bir şey yaşıyordu. Mustafa tutmasa kesin düşerdi. Beş dakikalık yolu on dakikada gelmişlerdi. Elif eve bakınca içini korku sarmıştı, o insanlardan ürküyordu ne yapıp ne yapmayacakları belli değildi. Korktuğu halde hiçbir zaman korkusunu onlara göstermeyecekti.   Mustafa karısını traktörden indirip kuzenine başıyla selam verdi. Elif üşüdüğü için hızla eve doğru yürüdü. Kapıya vuracakken Ezgi güler yüzüyle kapıyı açtı.   " Yengem hoş geldin."   " İçeri geçelim Ezgi, Elif üşüdü."   Ezgi kenara çekilip abisiyle yengesinin içeri girmesine müsaade etti. Elif salonda göz gezdirdi. Kimseyi göremeyince içi rahatladı. Mustafa karısını direkt odalarına çıkardı, yatağın üstüne yatırıp kabanını çıkardı. Evden çıkmadan önce şömineyi yakmıştı odanın içi sıcacıktı.   " Seni yıkayacağım, yaraların yumuşasın."   Elif başını hayır anlamında salladı. "Ben kendim yıkanırım." Mustafa karısını dinlemeyip banyonun içine girdi. Karısının çamaşırlarını yıkadığı büyük leğeni alıp şöminenin önüne koydu.   " Mustafa ne yapıyorsun?"   Tekrar banyoya girip kovanın içine ılık su doldurdu. Şampuan ve lifi alıp leğenin yanına koydu. Elif şaşkın halde kocasını izliyordu. Genç adam dolaptan karısının iç çamaşırlarını, giyeceği beyaz pijama takımını aldı. Odanın kapısını kilitleyip yatağa doğru yürüdü.   "Mustafa valla olmaz, bak ben çok utanırım."   " Ben senin kocanım benden utanma, ben hasta olsam sen benimle ilgilenmez misin?"   " İlgilenirim."   " O zaman sorun yok."   Tek tek Elif'in kıyafetlerini çıkardı. Karısını tamamen soyunca kucağına alıp leğenin içine oturttu.   " Banyo soğuk olduğu için burada yıkıyorum seni, yeteri kadar üşüdün daha fazla üşümeni istemiyorum."   Elif yutkunup başını dizlerine koydu. Annesi başka adamla evlenmek için onu hiç tanımadığı bir adama vermişti. Bu ona yaptığı iyilik mi kötülük müydü? Gözyaşları başından akan suyla karışıyordu.   Genç adam karısının canını acıtmadan pamuk teninde ellerini gezdiriyordu. Suyu vücuduna döktükçe gözlerini yumuyordu. Karısını bulamasaydı elinin değdiği sıcacık ten bugün buz gibi olacaktı. İçinde hissettiği korkuyla başını iki yana salladı.   " Sevdiğin biri mi var Mustafa?"   Genç adamın eli havada kaldı, karısının sorusu yutkunmasına sebep oldu. Nereden çıkmıştı bu soru? "Yüreğinde sevdiğin kadın varsa ben giderim Mustafa, sana zorluk çıkarmam."   Mustafa kaşlarını çatıp Elif'in çenesini tuttu. "Gitmek yok Elif, ölünceye kadar benim yanımda kalacaksın. Sakın gitmeyi düşünme."   " Yüreğindeki kişi ne olacak?   Genç adam tasa suyu doldurup karısının başından aşağı döktü, "Yüreğimde olanın yanındayım ben." Fısıltısı Elif'in kulaklarına gitmemişti. Genç kadın yüzündeki suları kocasının kazağına sildi.   " Var mı senin sevdiğin?"   " La havle, ben senle evliyim başka kadını nasıl seveyim?"   " Yok mu yani?"   Yatağın üstünde duran havluyu karısının omuzlarına koydu, " Kalk ayağa."   "Emrin olur."   Elif ayağa kalkmaya çalışınca ayağının altındaki yaralar yüzünden çığlık attı. Mustafa elini alnına vurdu. "Özür dilerim." Karısını kucağına alıp yatağa yatırdı, "Çok mu acıdı? Şimdi ilaç süreceğim acısı kalmayacak." Komodinin üstünde duran eczane poşetini alıp kremi çıkardı, "Bu krem etkisini hemen gösterirmiş, önce üstünü giydireyim sonra kremi sürerim."   Kremi yatağın üstüne bırakıp iç çamaşırını aldı. Elif ne kadar itiraz etse de genç adam karısını giydirdi. Ayaklarına kremi sürünce karısının yanına oturdu, "Şimdi ellerine sürelim." Kremi sürerken üfleyip acısını geçirmeye çalışıyordu. Karısının dolan gözlerini öptü. Başını Elif'inin boynuna sokup, "Sadece bana güven." diye fısıldadı.   Akşama doğru Ahmet Bey Trabzon'a gelmişti. Olanları kızından duyunca çok üzülmüştü. Koltukta ona bakmayan geliniyle Fadime'ye baktı.   "Bir bayram arifesinde, dul bir kadın yanında babadan yetim kalmış çocuğu ile zengin bir hacının dükkânına girerek, Allah rızası için yardım istemiş. Hacı fakir kadına yardım etmediği gibi,   "Bıktım sizden nedir bu iş. Ben sizin için mi çalışıyorum. Defol şuradan, diyerek kovmuş onları.   Hacıdan hiç ummadığı bir şekilde cevap alarak kapı dışarı edilen kadıncağız, melül" mahzun oradan ayrılıp giderken, hacının karşısında, aynı mağazadan bir dükkânın sahibi olan Yahudi, o fakirin ıstırabını anlamış.   " Nedir hanım, hacı size niçin bağırdı? Diye sormuş.   İmanlı ve şuurlu bir kadın olan fakirceğiz, Yahudi'ye hacıyı şikâyet etmek yerine,   " O benim büyüğümdür. Döver de kovar da sana ne oluyor ey kefere! Diye cevap vermiş.   Fakat Yahudi durumu anlamış. Kadını ısrarla dükkâna çağırıp, ne isterse almasını, kendisine ve çocuğuna olacak elbisenin kendisinde bulunduğunu hatta hacınınkinden daha iyisini kendisinden alabileceğini söyleyerek dükkânına getirmiş. Dul kadın ve yetim çocuk Yahudi'nin dükkânından beğendikleri elbiseyi giymişler, kuşanmışlar ve kadın Yahudi'ye,   " Allah sana iman nasip etsin. Sen bizi giydirdiğin gibi Allah da sana Cennette köşkler verip Cennet elbiseleri giydirsin, gibilerden dua etmiş, yanındaki masum çocuk da anasının duasına âmin deyip şen şakrak oradan ayrılıp gitmişler.   Dul ve yetimi dükkânından kovan hacı, o gece bir rüya görmüş. Rüyasında kıyamet kopmuş ve kendisi cennete gitmiş. Cennette gezerken gayet güzel, gözleri kamaştıran bir köşk görmüş. Bakmış ki köşkün kapısında kendisinin ismi yazılıymış, köşkün kapısından içeri girmek istemiş ama girememiş. Kapıda bekçi olarak bekleyen melekler hacıyı içeri almamışlar.   " Giremezsin hacı, dur bakalım nereye gidiyorsun? Demişler.   Hacı durmuş,   " Niye giremiyorum, bu köşk benim değil mi? diye sormuş.   Melekler cevap vermişler,   " Düne kadar senindi ama maalesef dün sizden başkasına devredildi. Daha henüz kapısının üzerindeki tabelâ da sökülmemiş, yakında sökerler demişler.   Hacı neye uğradığını anlayamadan o telaş ve heyecan içinde uyanmış. Sabah olunca doğru Yahudi Avram Efendi'nin dükkânına gitmiş. Selam, hoş " beşten sonra,   " Avram Efendi, dünkü dul kadına sen kaç liralık elbise verdiysen onların parasını sana ben vereceğim, demiş.   Yahudi bir altın değerinde elbise verdiğini söylemiş.   Hacı, Madem o kadarmış al sana onun iki misli, demiş.   Fakat Avram itiraz edip parayı almamış, hacı yükselttikçe Yahudi olmaz diyor, Yahudi kabul etmedikçe hacı vermek istediği parayı artırıyormuş. Hacı yüz altın, iki yüz altın vermeye başlamış ama artık Avram'ın da sabrı taşmıştı.   " Olmaz hacı olmaz, o köşk yüz altınla bin altınla satın alınmaz... O senin gördüğün rüyayı ben de gördüm ve işte Müslüman oldum. O köşk düne kadar senindi, sen daha evvel yaptığın hayır " hasenatla o köşkü yaptırmıştın ama dün bana sattın. Ben onu tekrar sana satmaya niyetli değilim. Sen artık bundan sonra kapına geleni boş çevirme de Cennette kendine başka saraylar yaptır. Allah'ın mülkü geniştir, demiş.   Yahudi'den bu cevabı alan hacı, bir daha kapısına geleni boş çevirmeyeceğine dair kendi kendine söz vererek oradan ayrılıp gitmiş."   Hatice Hanım'la Fadime, yaşlı adama boş boş bakıyorlardı. İkisi de yaşlı adamın ne demek istediğini anlamamıştı.   " Anlattığım hikâyeden hiçbir şey anlamadınız değil mi? Şu yukarıda yatan kıza iki günde etmediğiniz eziyet kalmamış, yazıklar olsun size! Söylesenize Hatice, Fadime nerede sizin Müslümanlığınız? Evinize gelen yetim bir kızı sokağa atıp soğuktan donmasına nasıl göz yumarsınız. Sizin kıldığınız namaza, tuttuğunuz oruca, şu taktınız eşarbınıza, saygınız yok. Yazıklar olsun size! Bu saatten sonra gözümde beş para etmezsiniz. Allah sizi affetsin diyeceğim ama Yaradan ne olursa olsun karşıma kul hakkıyla gelmeyin diyor. Sizi şu yukarıda yatan masum yavru affetsin."   Yaşlı adam söylene söylene bastonuyla alt katta olan odasına doğru yürüdü.   " Görüyorsun değil mi? Evimizdeki huzuru kaçırdı yılan. Masummuş bir de, yüzünden şeytan olduğu anlaşılıyor mendebur suratlının." Fadime ayağa kalkıp, "Ben odama gidiyorum." dedi.   " Kocan nerede kız?"   " Gece çalışacakmış, nasıl işse çalışıyor ama eve para getirdiği yok." Merdivenleri çıkıp odasına girdi.   Mustafa uyuyan karısının ateşi var mı diye kontrol etti. Hafif ateşi olduğunu hissedince üstündeki yorganı açtı. Banyoda bezi ıslatıp karısının alnına koydu.   " Elif, duyuyor musun güzelim?"   " Hıı...   " Ben mutfaktan sana çorba alıp geliyorum. Sakın üstünü örtme, ateşin var."   Elif'in burnu tıkalı olduğu için ağzından nefes alıp veriyordu. Dudakları, boğazı kuruduğu için zor yutkunuyordu. Mustafa bardağa su doldurup yavaşça karısını kaldırdı, "İç hadi." Elif zor da olsa iki yudum aldı. Karısının başını yastığa koyup geri çekildi. Odadan çıkıp alt kata indi. Annesi onu görünce ayağa kalkıp yanına geldi.   " Acıktın mı oğlum, sana yemek hazırlayayım."   Annesine cevap vermeden dolaptan çorba tenceresini alıp ocağın üstüne koydu.   "Oğlum sen otur ben hazırlayayım, erkek adam yemek hazırlar mı?"   Çorba ısınınca ocağın altını kapattı. Annesi ellerini yumruk yapıp mutfaktan çıktı. Nefret ediyordu Elif'ten, ailesinin huzurunu bozduğu için ona olan kini daha fazla büyüyordu.   Mustafa çorba kâsesiyle odasına çıktı. Tabağı komodinin üstüne koyup Elif'i kaldırdı.   " Uykum var."   " Çorbanı iç uyursun. "   Karısına çorbayı içirdi. Elif bakışlarını kocasının yüzünün her yerinde gezdirdi. Kollarını Mustafa'nın boynuna doladı. Genç adam elindeki kaşığı tabağın içine koydu. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Elif kendi isteğiyle ona dokundukça mutlu oluyordu. Tepsiyi komodinin üstüne koyup karısının beline sarıldı.   " İyi ki yanımdasın Mustafa."   Karısının saçlarını okşayıp gözlerini yumdu. "İyi ki yanımdasın Elif." Sabaha kadar genç adamın gözüne uyku girmedi, karısı zor nefes alıp verdikçe uyanıyordu. Elif gözlerini açtığında yanında gözünü kırpmadan ona bakan adama baktı.   " Mustafa?"   " Efendim."   Parmaklarıyla kocasının gözlerinin altına dokundu, "Morarmışlar, neden uyumadın?"   " Gece zor uyudun, burnun tıkalı olduğu için nefes alıp vermen zor oluyordu. Ben de bir şey olur diye bekledim."   Elif tebessüm edip parmak uçlarını kocasının yüzünde gezdirdi.   "Biraz uyuyabilir miyim?"   Genç kadın kollarını açıp, "Gel." dedi. Mustafa yatağın içine girip karısının beline sarıldı. " Çok güzel kokuyorsun. Kokun bana huzur veriyor Elif'im."   Kendini uykuya bırakacağı zaman dışarıdan silah sesi geldi. Yataktan hızla kalkıp odadan çıktı.   " Mustafa, neler oluyor?"   Mustafa merdivenleri hızla inip kapının önüne çıktı. Recep Gülşen'i dövmüş kapının önüne atmıştı. Mustafa burnundan kan akan Gülşen'e şok olmuş gibi bakıyordu. Ev halkı sesi duyup kapının önüne çıktılar.   " Recep abi ne yapıyorsun sen?"   Fadime çığlık atarak kardeşinin yanına koştu. "Ablam ne oldu sana?"   " Mustafa! Bu kızın söyledikleri doğru mu? Sen bu kıza dokundun mu?" Mustafa ellerini yumruk yapıp gözlerini yumdu. "Ne saçmalıyorsun?"   Elif dışarıdaki sesleri duyunca meraktan yerinde duramadı. Parmak uçlarına basa basa alt kata inmeye çalıştı. Kapıya yaklaştıkça sesler kulağına daha çok geliyordu.   " Gülşen söyledi, seninle evleneceğim demişsin, kızı öpüp durmuşsun doğru mu lan?"   Mustafa Recep'e yaklaşıp kaşlarını çattı. "Ben kimsenin kızına dokunmadım, kimsenin kızına evleneceğim diye vaatlerde bulunmadım. Hele ki senin kardeşinle aramda hiçbir şey olmadı."   Elif elini kapıya dayayıp, "Mustafa." diye mırıldandı. Mustafa karısının sesini duyunca arkasına hızla dönüp yanına gitti.   " Yalan söylüyor inanma onlara, ben ona dokunmadım yemin ederim."   " Yalancı sen beni öptün."   Elif elini kalbinin üzerine koyup sırtını kapıya yasladı. Yüreğinde hissettiği acı neydi? Gözlerinin içine korkuyla bakan adama âşık mıydı? Hepimiz âşık olduk... Babamıza, öğretmenimize, annemize, doğaya, bir kadına, bir adama... Onun kalbindeki bu heyecan aşk değil miydi? Ya da sabah annesi işe giden çocuğun, annesinin her akşam geleceği saati bilip, zilin sesini duyduğunda heyecandan zıplaması o kıpırtı... İşte bu his de bu da aşktı! Çocuğun annesine koşulsuz aşkı. Ne kadar cümle kurulur senin tanımına "Aşk?" Peki, genç kadının kalbindeki bu çarpıntı? Hakkında, binlerce cümle kurulabilen, şiir yazılabilen "Aşk" değil miydi? Bedenini sarmaya başladığını hissediyordu. Boğazında düğüm olmuş tanım, iki dudağından çıkmıyordu... Zaman durmuştu olaylar karşısında... Genç kadın kendine sorular soruyordu. Kalbindeki tuhaf hissin sahibi olan adama güvenebilecek miydi? Yoksa karşısındaki kadının sözleriyle, başlamadan bitirecek miydi her şeyi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD