Deniz yol boyunca derin düşüncelere dalmıştı, Fatih'in albaydan uyarı alması kafasını kemiriyordu.Yaşadıkları, Bir anlık duygularla Fatih'in mesleğine zarar vermek istemiyordu.
Bu yüzden kendini toparladı ve kalbi ne kadar istememişse de, derin bir nefes alarak konuştu:
"Fatih... bu seninle resmiyetsizce yaptığım son konuşma olacak."
Fatih şaşkınlıkla ona baktı:
"Ne demek istiyorsun?"
Deniz gözlerini yere indirdi:
"Bugün çok eğlendim, çok güzeldi. Ve sana önyargılı olduğumu anladım. Oysaki hiç sandığım gibi biri değilmişsin. Sen çok daha iyi bir adamsın." dedi.
Sonra gözlerini kaçırdı ve zoraki bir sesle dudakları titreyerek devam etti:
"Ama biz iş arkadaşıyız ve askeriyeye ait bir şantiyede görev alıyoruz. Ne benim kariyerim açısından, ne de senin. Belli bir yakınlığı geçmememiz en iyisi."
Fatih yüreğinde ağır bir baskı hissediyordu. Adeta deli gibi kapıldığı bu kadına "dur" demek istiyordu ama haklıydı. Diyemezdi.
"Haklısın," dedi Fatih, sesinde bastırdığı acıyla.
Deniz, bu konuyu kendisi konuşmak istediği halde Fatih'ten duyduğu onaylama cümlesi kalbinde bir titremeye neden olmuştu. Sanki bir şey kırılmıştı içinde. Bu adama ne ara bu kadar kapılmıştı?
Ama kendini toparlayarak: konuştu.
"Kendinize iyi bakın, Yüzbaşı," dedi.
Fatih zoraki bir gülümsemeyle:
"Siz de, Mühendis Hanım," diye karşılık verdi.
İkisi de orada duraklamış, sanki daha fazla söyleyecek sözleri varmış gibi bakışıyorlardı. Ama sonunda Deniz döndü ve lojman konteynerine doğru yürüdü.
Fatih onu arkasından izledi, ta ki kapısını açıp içeri girene kadar. O an gözleri dolmuş, vedanın acısını en derinlerinde hissediyordu.
O günden sonra ne eski zıtlaşmaları, çekişmeleri vardı. Ne de mesafeli gıcık halleri. Şantiyenin her yerinde birbirine değen bakışları sıcacık anlam yüklüydü. Ama bir o kadar da uzak...
Fazla konuşmamaya ve resmiyeti bozmamaya özen gösteriyorlardı.
Sabah toplantılarında Fatih, Deniz'in fikirlerini saygıyla dinliyor; Deniz ise güvenlik önlemleri konusunda Fatih'in kararlarını destekliyordu. Ama gözleri her karşılaştığında, o güzel sohbetlerini hatırlıyor ve içlerinden bir şey sızlıyordu.
Deniz akşamları lojmanına çekildiğinde, Fatih'in gülüşünü, sıcak bakışlarını, elinin ensesine değişini düşünüyordu. Aslında onunla çıktığı o ilk görücü usulü randevuya geri dönebilse herşey farklı olurmuydu. Bunu hayal etmesi bile kendine sinirlenmesine yetti,
"Deniz, kendine gel!. Bu adam senin iş arkadaşın. Bitti bu konu." diye mırıldandı.
Fatih ise o günden sonra daha da yanlızlaşmış hissediyordu. Sanki biraz ucundan mutluluğu görmüş ama sonra avuçlarından kayıp gitmişti. Şimdi beyninde boğuştuğu görüntüler, sesler ve kokular kalmıştı.
Deniz'in portakal kokusunu, yemek yerken yüzünün aldığı mutlu ifadeyi, saçlarının rüzgarda dalgalanışını hatırlıyor ve "O haklı, bizden asla olmazdı." diye kendini kandırmaya çalışıyordu.
Günler geçtikçe, Deniz artık Üsteğmen Harun'un ona karşı duygularını daha net anlıyordu. Harun sürekli yanında dolanıyor, bahane bulup sohbet etmeye çalışıyor, ince ince iltifatlar ediyordu. Ama Deniz ne diyeceğini ne de nasıl reddedeceğini bilmiyordu. Evet belki Harun'a karşı gelmesi için bir sebep yoktu ama içinde anlamsız bir suçluluk hissediyordu.
Bir gün şantiye binasının depo biriminde, Deniz yeni gelen malzeme listesini kontrol ediyordu. Beyaz gömleğiyle uyumlu bronz teninde kızıl saçları omzuna düşerken. Sayfalar arasında kaybolmuş, kalemini ağzına almış düşünüyordu.
Harun ise elinde iki bardak kahveyle yaklaştı, her zamanki gibi özenli kıyafeti ve yakışıklı gülüşüyle yaklaştı.
''Kahveniz geldi, efendim.'' dedi.
Deniz ellerini kaldırarak:
"Çok teşekkür ederim Harun ama..."
Elinde ki büyük boy buzlu latte'yi uzatarak "Lütfen reddetme. Dışarı o kadar sıcak ki, soğuk bir şeyler içmen gerekir," dedi Harun ısrarla.
Deniz mecburen kahveyi aldı:
"Sağ ol, çok düşüncelisin. Şantiye cafe açıldı da haberim mi yok?" diyerek gülümsedi.
Harun bir kutuya oturdu ve onu izlemeye başladı:
"Merkeze inmiştim, görev için. Cafeyi görünce aklıma sen geldin. Buz yok burda diye yakınıyorsun diye sana soğuk bir kahve alayım diye düşündüm'' dedi.
Deniz başını sallayarak kıkırdadı, kahvesinden bir yudum aldı ve gerçekten iyi gelmişti.
''Peki buzları eritmeden nasıl getirdin'' dedi merakla.
Harun muzip bir bakışla yaklaş işareti yaptı, Deniz yaklaştığında ise fısıltıyla. ''Burda buz makinası olmayabilir ama askeri araçların içinde birer soğutucu bölme var'' dedi.
Deniz gözlerini kocaman açarak, koluna vurdu ''Çok hainsin ve bana bunu şuan mı söylüyorsun'' dedi.
Şimdi ikiside kahkaha atıyordu.
Deniz kahvesine dudaklarını yaklaştırdığı anda bakışları başka yöne kaydı ve deponun girişinde Yüzbaşı Fatih ve arkasında ki bir tabur askeri gördü...
Fatih'in yüzünde hiçbir ifade yoktu ama bakışları canının yandığını belli ediyordu sanki.
Yanlarına yaklaştı.
Harun hemen hazırola geçti ve ''Komutanım!'' diyerek selam durdu.
Fatih sert bakışlarını Harun'a dikerek, ''Rahat Üsteğmen'' dedi.
Sonra Deniz'e döndü, ''Depodaki taşınacaklar için yardım talep etmiştiniz toplantıda. Birliğim size yardımcı olacak'' dedi resmi bir tavırla.
Deniz elini kolunu nereye koyacağını bilemez bir halde, üzerinde ki anlamsız utangaçlığı belli etmemeye çalışarak mırıldandı ''Çok teşekkür ederim, Yüzbaşı''
Fatih başıyla selamlayarak depodan çıktı.
Askerlerin içinden Onbaşı Samet yavaşça yaklaştı, ''Nerden başlayalım, Deniz hanım'' dedi.
Deniz hemen elindeki kahveyi bir kenara bırakıp, listeye uzandı. ''Sametcim bunlar kodları, sadece kutuları kodlarına göre toparlamanız yeterli. Ben yarın işçilere şantiyenin bölümlerine bu kodlarla dağıtımını yaptırırım.'' dedi.
Samet ''Peki, Deniz hanım'' dedi ve hemen birliği organize ederek işe başladı.
Harun bakışlarını Deniz'e çevirerek konuştu ''Çok çalışıyorsun Deniz. Biraz ara versen iyi olur."
Deniz yüzünde yorgun bir ifadeyle "Projenin çok başındayız. Rahatlamaya vaktim yok. Şimdiden sıkı tutmalıyım İşi" dedi.
Harun gülümsedi, sıcak bir tavırla "Peki ya akşamları? Sürekli lojmanında kalıyorsun. Biraz dışarı çıksan..."
Deniz başını kaldırdı: Güldü.
"Harun, çöl gibi bir vadinin ortasındayız, burada dışarı çıkılacak çok yer yok."
"Var aslında. Iğdır merkezi güzel bir şehir. Akşam yemeği yiyebiliriz..."
Deniz duraksadı. Harun'un nereye varacağını anlıyordu:
"Harun..Ben biraz şey hissediyorum."
"Biliyorum umarım seni yanlış anlamamışımdır. Anladıysam çok utanıcam. Ama... ben sadece arkadaş olarak görüyorum seni.'' dedi.
Harun'un yüzü düşmüştü ama hemen toparladı ''Bende arkadaşın olarak istiyorum zaten. Yalnız olduğun çok belli, biraz sosyalleşmen iyi olur." diyerek gülümsedi.
Deniz, sadece ''Bilemiyorum ki, Düşüneyim o zaman'' dedi.
Ertesi gün, Fatih sabah toplantısından sonra şantiye alanını geziyordu.. Elinde evraklar vardı ve Deniz'i arıyor gibiydi.
İleride ki ortak alan kamelyasında Deniz ve Harun'u gördü. Mola saatiydi, ikisine de birşey diyemezdi. Ama Harun'un Deniz'le bu kadar yakın oturduğunu görünce duraksadı. Yumrukları sıkıldı ve çenesi kütürdüyordu. O an düşündüğü tek şey vardı;
''Ben askerim de, o değilmi? Beni çevrenden kovarken ona neden yaklaşıyorsun.!'' diye mırıldandı kendi kendine.
Ve artık kemiklerine kadar sızan kıskançlık duygusuna engel olamadan, sanki onları rahatsız etmek istermiş gibi hızlı adımlarla yanlarına gitti.
Bir iki ufak öksürükle kendini belli ederek,
"Özür dilerim, rahatsız ettim," dedi Fatih, sesi biraz sertti.
Deniz hemen ayağa kalktı:
"Hayır, rahatsız etmediniz. Yüzbaşı'' dedi.
Fatih ona baktı:
"Malzeme listesini imzalamanız gerekiyor. Yarın sevkiyat var."
"Tabii, hemen bakayım," dedi Deniz ve Fatih'in uzattığı evrakları aldı.
Harun saniyesinde ayağa kalktı: Hazırola geçerek "Komutanım!'' diyerek selam verdi
Sonra ''Ben gideyim, sizi baş başa bırakayım." diyerek uzaklaştı.
Fatih'in iblis bakışları ise Harun'un peşinden uzunca izledi ve
Deniz'e döndü.
Adeta sinirle kuduruyordu.
Deniz evrakları kontrol ederken, Fatih'in gergin olduğunu hissediyordu. Sessizlik ağırlaşmıştı.
"Bu malzemeler tam zamanında gelmiş," dedi Deniz konuyu değiştirmek için.
"Evet," dedi Fatih kısa bir cevapla.
Deniz imzasını attı ve evrakları uzattı:
"Buyurun."
Fatih evrakları alırken, parmakları Deniz'inkine değdi. İkisi de o tanıdık elektriği hissetti ama hemen ellerini çektiler.
"Teşekkür ederim," dedi Fatih.
Deniz başını salladı. Fatih gitmek üzereyken, duraksadı:
"Deniz Hanım..."
"Evet?"
Fatih ona baktı. Gözlerinde birikmiş sözler vardı ama çıkamıyordu. Onun yerine oyuncağını kıskanan bir çocuk gibi saldırmak kolayına geldi.
"İş alanı içinde, askerlerle yakınlaşmazsanız sevinirim!. Hatırladığım kadarıyla profesyonel olmak istiyordunuz, İyi çalışmalar." diye tısladı.
Deniz'in öfkesi burnuna kadar çıkmıştı, Ne diyordu bu adam! Ne yapmışım yakınlaşacak! Küstaha bak! Tam ağzını açıp hırlayacağı anda, Fatih arkasını dönüp uzaklaştı.
Fatih gittikten sonra, Deniz öfkesini dindirmek istercesine derin bir nefes aldı.
''Bu pislik herif bana böyle muamele mi yapacak! O zaman suçu gerçekten işlemiş olayım!'' diye mırıldandı.
Harun'un teklifini düşünüyordu. Belki de gerçekten sosyalleşmesi gerekiyordu.
Belki de Fatih'i kafasından çıkarmanın yolu buydu.
Akşam, iş çıkışında, Deniz kararını vermişti:
Harun üsteğmenin odasına uğradı ve "Tamam," dedi Deniz. "Yarın akşam yemeğe çıkabiliriz. Ama sadece arkadaş olarak." dedi.
Harun geniş bir gülümsemeyle:
"Tabii! Sadece arkadaş olarak. Yarın diyelim mi o zaman? Saat 7'de hazır ol, gelir alırım." dedi.
Deniz başını salladı. Ama içinde huzursuz bir his vardı.
Ertesi akşam, Deniz siyah bir elbise giymiş, kızıl uzun saçlarını dalgalı bırakmıştı. Harun geldiğinde, onu görür görmez gözleri parladı:
"Çok güzel görünüyorsun." dedi.
"Teşekkür ederim," dedi Deniz, biraz utangaç.
Arabaya binerlerken, Fatih ofisinin camından onları gördü. Kalbi sıkıştı ama belli etmedi. Yaşadığı derin üzüntü ve öfkeyle, Sadece masasına döndü ve kendi işine baktı.
Restoran güzeldi. Harun çok beyefendi davranıyor, espri yapıyor, Deniz'i güldürmeye çalışıyordu. Deniz de soğuk nevale gibi davranarak ortamı germek istemiyor, ona karşılık vermeye çalışıyor ama aklı sürekli Fatih'te kalıyordu.
Bir süre sonra "Sen çok dalgınsın," dedi Harun yemek sırasında.
Deniz irkildi:
"Özür dilerim. Yorgunum galiba."
"Sorun değil. Ama merak ediyorum, acaba New York'ta yada Eskişehir'de bıraktığın bir adam var mı?"
Deniz şaşırdı:
"Hayır, neden soruyorsun?"
"Çünkü bazen çok uzaklardasın. Sanki başka bir yerde yaşıyorsun. Gözlerin başka birini arıyor gibi" dedi.
Deniz gülmeye çalıştı:
"Sadece iş stresi."
Harun elini masaya koydu:
"Deniz, ben seninle sadece arkadaş olmak istemiyorum."
Deniz dondu:
"Harun..."
"Biliyorum, çok erken. Ama sana karşı hissettiklerimi saklayamıyorum artık. Sen çok özel bir kadınsın. Seni gördüğüm ilk andan beri bunu hissediyorum, Bana bir şans veremezmisin?" dedi gözlerinde içten bir ifadeyle.
Deniz ne diyeceğini bilemiyordu. Harun gerçekten iyi bir adamdı. Yakışıklı, kibar, düşünceliydi. Ama...
"Harun, sen çok iyi bir adamsın. Ama ben şu an böyle bir ilişkiye hazır değilim."
Harun'un yüzü düştü:
"Başka biri var, değil mi?"
Deniz tereddüt etti:
"Hayır... yani... karışık."
"Anladım," dedi Harun üzgün bir ifadeyle. " Bana ne isim vermek istersen sorun değil, arkadaşın olarak bile olsa yanında olmak istiyorum.'' dedi.
Duraksadı ve devam etti ''Ama ben bekleyeceğim. Belki birgün fikrin değişir. O gün bana çekinmeden gel!"
Deniz, Harun'un düşüncelerinin bu kadar derin olduğunu bilmiyordu.
Yaşadığı bu itirafın şokuyla yutkundu ve sadece başını sallayabildi...