Fatih'in gelmesiyle Deniz anlamsız bir utanç hissetti. Sanki yanlış bir şey yapıyormuş gibi...
Neden böyle hissediyordu ki? Harun sadece iş arkadaşıydı ve ona iltifat etmişti. Normal bir durumdu bu.
Ama neden öyle gelmiyordu?
Sonra birden durumun farkına vardı.
"O benim hiçbir şeyim değil, ben bekar bir kadınım. Ne yapıyorsun Deniz?" diye kendi kendine mırıldandı.
Fatih yaklaştı, tok bir sesle konuştu:
"Üsteğmen, istersen masada atalım. Bir piknik ayarlayın."
Harun hemen toparlandı, duruşunu dikleştirdi.
Fatih'in sesi daha da sertleşti:
"Sen dönebilirsin. Ben eşlik ederim mühendis hanıma."
Harun gitmek istemese de emir komuta elini kolunu bağlıyordu. Başka bir şey diyemezdi. Fatih'in bakışları onu kuşatıyordu.
Harun, Selam durdu.
"Emredersiniz komutanım," diyerek uzaklaştı.
Harun gittikten sonra Fatih, yüzünde sert bir ifadeyle, yavaş adımlarla Deniz'in üzerine yürümeye başladı.
Adımları kararlıydı, bakışları kesindi.
Deniz geri geri, adım adım uzaklaşıyordu.
"Ne oluyor be! Neden yürüyorsun üstüme!"
Fatih hiç ses çıkarmadan yürümeye devam etti. Gözleri Deniz'den ayrılmıyordu.
Deniz yutkundu. Üstüne sert bakışlarla yürüyen adama anlam veremiyordu.
"Yüzbaşı ne yapıyorsunuz!"
Fatih birden onu köşeye sıkıştırmış, kolunu yanına dayamıştı.
Askeriyenin görüş ve dürbün alanından çıkmak için üzerine yürümüştü. Şimdi ikisi de kayaların arasında, gözlerden uzaktaydılar.
"Şimdi yüzbaşı mı oldum!"
Deniz yutkundu. Nefesi yüzüne vuran adama bakarak:
"Ne!"
Fatih gözlerini kıstı:
"En son randevudaydık, kızıl!"
Deniz, daha fazla yüzüne vuran nefesinin tenini bir elektrik gibi çarpmasına dayanamadı. Yüzünü çevirdi.
"O roldü," dedi.
Fatih'in diş gıcırtısı adeta kulaklarını tırmaladı.
"Rol demek! Oyun mu oynadın yani benimle!"
Deniz başını çevirdi, gözlerine dik dik bakarak:
"Oyun demedim, sadece taklitti. Seninle buluşmaya ablam gelmeliydi, ben gelmek zorunda kaldım."
Fatih'in gözleri şaşkınlıkla açıldı:
"Neden?"
Deniz burnunun dibinde ki adamın yüzüne baktı ve yutkundu,
"Şey... Ablam birini seviyor ama henüz anneme açıklamadılar. Ben de... işte, kardeş yardımı," diye açıkladı Deniz, biraz utanarak.
Fatih'in dudakları zevkle kıvrıldı:
"Başından beri niyetin, beni kaçırmaktı yani."
Deniz, onaylarcasına başını salladı.
Fatih birden gülmeye başladı. Kahkahası kayalar arasında yankılandı. Deniz şaşkınlıkla bakakaldı.
Neden gülüyordu bu adam?
Kaşları çatıldı, ''Neden gülüyorsun?'' diye söylendi.
Ama Fatih, umursamazca gülmeye devam ediyordu.
Deniz, daha çok sinirlendi,
"Off, ben size hesap mı vereceğim yüzbaşı! Neyse ne," diyerek onu kıstırdığı alandan uzaklaşmak amacıyla adım attı.
Ama bileği burkulunca aniden yalpaladı, dengesi bozuldu ve yere doğru düşüyordu..
Fatih birden hızlı bir refleksle, belinden yakalayıp düşmesini engelledi.
Deniz'in Kızıl saçları rüzgarla, Fatih'in yüzünü yalıyor, kokusu buram buram ciğerlerine doluyordu.
O an Deniz'in cebinden düşen radyo yere çarptı ve çalmaya başladı.
Sanki kader onlar için romantik bir sahne kuruyordu.
Müzik sesi kayalar arasında yankılandı:
***
Denedin bizi, ruhumun ikizi
Sandım aynı parmaklarımızın izi
Seni gördüğümde vurdu bi' kalp krizi
İnan ki, inan ki
Yaramaz kedi, yok ki tabii dili
Nasıl söyler ki sana olanı biteni?
Yokluğunda kaldım ben bi' kemik, bi' deri
İnan ki, inan ki
Zor, çok zor
Yapma n'olursun, bırak o yerimi doldursun
Bana ihtiyacın olursa sarıl ona, elbet unutursun
Yapma n'olursun, bırak o yerimi doldursun
Bana ihtiyacın olursa sarıl ona, elbet unutursun
*** (Arka fona açın ve Bu sahneyi hayal edin kızçelerim. Dolu Kadehi Ters Tut, Yapma N'olursun)
Şimdi ikisinin gözleri birbirine kilitlenmişti. Fatih'in göğsüne dayanmış göğsü çıldırmış bir tempoda atıyor, adeta kalplerini tek ritimde attırıyordu.
Aralarında sadece birkaç santim mesafe vardı. Fatih'in nefesi yüzüne değiyordu.
Saniyelerce hareket edemeden kalakaldılar, sanki zaman durmuştu.
Biraz sonra, Deniz ayılmak istercesine başını çevirdi ve yutkundu:
"Şey... Ayağım." diye mırıldandı.
Fatih kaşını kaldırdı, anlamayan bakışlarla.
"Ayağıma basıyorsun," dedi Deniz, sesinde hafif bir titreme vardı.
Fatih gözlerini çevirince gördü. Düşmesini engellemek için hamle yaptığında fark etmemişti. Telaşla doğruldu ve Deniz'i hızla kendine çekti.
Deniz utançla bakışlarını çevirdi. Yanakları kızarmıştı.
"Öhöm... Şey, ben dönüyorum artık," dedi ve hızla, koşar adım uzaklaştı.
Fatih ise kalbinde hiç hissetmediği bir ritimle, Kızıl saçlarını savurarak kaçan bu kadının arkasında kalakalmıştı.
Sırtını kayaya dayadı ve derin derin nefeslendi. Yumruğunu birkaç kez kalbine vurdu.
Hâlâ burnunda olan bu kadının kokusu, teninin sıcaklığı...
Düşmeyen nabzıyla, Bunlarla baş etmeye çalışıyordu.
Kendi kendine mırıldandı:
"Saçmalama Fatih! Askersin sen. Burası görev yerin! Kendine gel!"
Ama kalbi artık pek onu dinlemiyordu. O güçlü, kararlı yüzbaşı şimdi bir kadın yüzünden kontrolünü kaybetmek üzereydi.
Deniz ise koşarak lojmana girdi. Nefesi kesilmişti. Odasına geçip kapıyı kapadığında resmen herkesten kaçarak saklanmıştı.
Sanki biri onu görse vücudunun yandığını ve kalbinin deli gibi attığını anlayacaktı.
Kapıya sırtını dayadı. Elini kalbine götürdü.
"Salaklaşma Deniz! İlk kez erkek görmüş gibi davranma!" dedi kendi kendine.
Ama o adamın bakışları, nefesi, vücudunun sıcaklığı... Hâlâ bunların etkisindeydi.
Koşarak odasına girdi,
Biraz sakinleştikten sonra ilk işi telefonunu almak oldu. Derya'yı araması gerekiyordu.
Telefon çaldı, ablası açtığında hemen konuşmaya başladı:
"Derya, senin yüzünden başıma neler geliyor!" diye bağırdı.
"Ne oldu yine? Ses tonundan anladım, Yine başına bir çorap ördün."
"Fatih'le karşılaştım!"
Telefon ucunda sessizlik oldu. Sonra Derya'nın şaşkın sesi:
"Hangi Fatih? Randevuya gittiğin..."
"Evet o! Buraya yüzbaşı atanmış. Bölgenın güvenlik komutanı!"
"Yok artık! Şaka yapıyorsun, üff!"
Deniz yatağına çöktü:
"Daha kötüsü, beni tanıdı. Çok gıcık kaptı bana Derya!. Çok..."
"Nasıl yani?"
"Bugün sahada çalışırken yanımdaydı. Beni sorguya çeker gibi sıkıştırdı, Nefesini hissediyordum, elleri değiyordu.."
Derya gülmeye başladı:
"Hoşuna gitti mi?."
"Hayır! Yani... Ne alaka, ben ne diyorum! Sen ne diyorsun!."
"Sen ona aşık oluyor olabilir misin Deniz.?"
"Saçmalama! Tanımıyorum bile adamı."
"Randevuda tanımıştın işte."
"O roldü, Saçmalama!."
"Çok da rol değilmiş, demek ki" diyerek kıkırdadı.
Deniz cevap veremedi. Çünkü gerçekten de fark vardı. O zaman oyun oynuyordu, şimdi gerçek duygular yaşıyordu.
''Sana anlatanda kabahat! Kapatıyorum.'' diyerek telefonu kapattı ve kendini yatağa bıraktı...
Ertesi günler Fatih'in iş yoğunluğu artmıştı. Bölgenin güvenliğinden sorumlu olan yüzbaşısı olarak, sınır devriyelerine çıkıyor, toplantılara katılıyor, raporlar yazıyordu.
Deniz'i sadece geçiş sırasında görebiliyordu.
Ama bu kısa karşılaşmalar bile ikisinde iz bırakıyordu.
Yemekhanede gözleri karşılaştığında ikisi de utanarak bakışlarını çeviriyordu.
Deniz çizim yaparken Fatih'in yanından geçişini fark ediyor, kalbi hızlanıyordu.
Fatih ise raporlarına odaklanmaya çalışırken Deniz'in sesini duyduğunda dikkati dağılıyordu.
Ertesi gün, Deniz temel inşaatının son kontrollerini yaparken bir sorun farketti. Hesaplamalarda bir hata vardı ve bu durum projeyi geciktirecekti.
Fatih bu durumu öğrenince sinirle, mühendis ekibini çağırttı.
"Size her imkanı sağlamaya odaklanıyor ama bu kadar erken bir evrede hatalarla başladık, Bunu nasıl açıklayacaksınız!"
Ekip adeta korkuyla pusmuştu.
Deniz şaşırdı. Fatih'in sesi çok sertti, gözlerinde soğuk bir öfke vardı.
"Yüzbaşım, hesaplamalar kontrol edildi. Hata zemin çökmesinden kaynaklı, bunu düşünemedik..."
"Baş Mühendis! Düşünemedik, sizin kariyerinizde fazlasıyla acemice değilmi?!"
"Zemin etüdünde bir değişiklik..."
"Bahane üretmeyin! Siz buranın baş mühendisisiniz. Bu sizin sorumluluğunuz!"
Deniz'in yüzü kızardı. Bu sefer öfkeden:
"Bahane falan üretmiyorum! Jeolog raporu sonradan geldi!" dedi.
Ama Deniz daha nefeslenemeden Fatih saldırıya devam ediyordu.
"Sonradan geldi de ne oldu? Siz öngörü sahibi olmalıydınız!" diye hırladı.
"Ben falcı değilim ki! Elimdeki verilerle çalışıyorum!"
"Peki şimdi ne yapacaksınız?"
"Revize edeceğim projeyi. Ama bu zamana alacak!"
"Zamanımız yok! Sınır hattındayız, farkındamısınız!" dedi. Gözleri adeta öfkeyle yanıyordu.
Deniz daha fazla dayanamadı,
"O zaman siz yapın! Bu iş, bu kadar kolay sanıyorsanız!"
Fatih'in gözleri büyüdü. Karşısında artık o utangaç kadın yoktu. Meydan okuyan, inatçı, huysuz baş mühendis vardı.
"Haddinizi bilin!"
Deniz, şimdi Fatih'in burnunun dibinde dik bir duruşla konuşuyordu.
"Haddimi biliyorum! Mühendisim ben, sizin emir eriniz değilim! Konu hakkında bilginiz yok, Fikriniz var. Maşallah. Bırakalım da siz yapın!" dedi.
İkisi de eski hallerine dönmüşlerdi. Fatih soğuk, otoriter askerdi.
Deniz ise inatçı, meydan okuyan mühendisti.
Bu tartışmayı biraz uzaktan izleyen Bozkurt timinin çaylağı Onbaşı Samet, yanındaki arkadaşlarına fısıldadı:
"Valla bizim köydeki Hacer yengeyle Tahsin emmi gibiler."
Mühendis ekibinin çaylağı Elif merakla sordu:
"Niye, onlar da mı çok çekiciydi, baksana tam alfa çift?"
Hayranlıkla bir pembe dizi izliyormuş gibi bakıyordu.
Samet güldü:
"Yok, onlarda birbirini öldürmeye çalışıyorlardı sürekli." dedi.
Tam o sırada Üsteğmen Harun belirdi ve Samet'in ensesine geçirdi:
"Askerlik yapmaya mı geldin, dedikodu yapmaya mı?"
Samet hemen toparlandı:
"Pardon üsteğmenim!" diyerek uzaklaştı.
Elif de Harun'la göz göze geldiğinde utandı:
"Oldu o zaman, iyi çalışmalar asker bey," dedi ve hızla uzaklaştı.
Harun şimdi bakışlarını Deniz ve Fatih'e çevirdi. İkisinin arasındaki gerilimi görebiliyordu. Gözlerinde derin bir kıskançlık ve merakla kendi kendine mırıldandı:
"Neden eski sevgili gibi birbirinizi yiyorsunuz?"
Tartışma sırasında Fatih'in soğuk bakışları Deniz'i derinden yaralamıştı. O yakın anların ardından bu soğukluk onu şaşırtmıştı.
Deniz son sözü söyleyerek uzaklaştı:
"Projeyi revize edeceğim. Ama bir daha bu şekilde azarlanmayı kabul etmem!"
Fatih ise kızgınlıkla izledi onu. Ama içinde garip bir duygu vardı. Sanki o yakın anları özlüyordu.
Her ikisi de artık eski sert ve inatçı hallerine dönmüş gibiydi. Ama kalp ritimlerinde hâlâ o elektrikli anın izleri vardı...