Keyifli okumalar
ELİF ÇELİK
“Bazı yaralar dikiş tutmaz. Ben, tam da o yaralara alışkınım.”
Onu ilk gördüğümde, alnındaki ter henüz kurumamıştı. Sedyenin üstünde öylece yatıyordu. Yüzü toprakla kan arasında bir renkteydi. Gözkapakları kıpırdıyor, ama açılmıyordu. Yanındaki raporda “Onur Yaman — Bordo Bereli” yazıyordu. Bir de altına düşülmüş o soğuk not: Durumu kritik.
Aslında o gece nöbet sıram değildi. Bir arkadaşımın yerine kalmıştım. Kardeşim gittiğinden beri gece nöbetlerini seviyorum. Sessizlik insanın içini susturuyor. Kimin yarası daha derin, belli olmuyor.
Onun başında sabaha kadar bekledim. Ateşi düştü. Vücudu savaştı. Ve gözlerini ilk kez açtığında… Beni gördü.
Bakışı… Sertti. Gölge gibiydi. O gözler kim bilir kaç karanlık görmüş. Ama yine de hayatta kalmaya inat eden bir parıltı vardı içinde.
İlk gün konuşmadı. İkinci gün direnmeye başladı. Üçüncü gün, bacağına dokunduğumda o dişlerini sıktı ya… O zaman anladım: Bu adam, yeniden yürümek için bile savaşacak.
Ama mesele sadece yürümesi değil. İçindeki öfke, kabuğunu kırdıkça bana da bulaşıyor. Seans bittiğinde ben de nefes nefese kalıyorum. O terliyorsa ben de terliyorum.
Bir keresinde ona bağırdım.
“Bırak savaşmayı! Siper bitti! Buradasın!”
Dönüp bana öyle bir baktı ki… Gözlerinden taşan öfkenin altındaki çaresizliği gördüm. O an her şeyi anladım: Onur Yaman’ın asıl savaşı, bacağında değil, kalbinde.
Bazen ellerim titriyor. Onun sırtına masaj yaparken yarasının izlerini görüyorum. Omzundaki kurşun izi, kaburgasındaki dikiş izi, dizindeki metal plak… Bir de görünmeyen izleri var. Oraya dokunamıyorum.
Ama bilmeden dokunuyorum galiba. Her sabah o odaya girdiğimde bakışlarını benden kaçırması tesadüf değil. Bir gün daha, bir adım daha… Bir gün daha, biraz daha yakın.
Ve içimden geçiyor:
Belki de siperlerin ardında değil, tam da bu odada başlamıştır bizim savaşımız.
Ve ben, bu savaşı kaybetmeye hiç niyetli değilim.
Yine bir sabah yanına geldim. Suratı asık elinde eski bir fotoğraf gözleri dolu dolu bakıyordu. Kendi kendine konuşuyor bir şey söylüyordu.
"Bilmiyordum.."
Bu cümlenin altında kalmıştı. Nedense içinde bir şey kopuyordu. Derin bir nefes çekti. Hissetmediği bacağına defalarca kez vurmaya başladı. Engel olmaya çalışıyorum. Ama o kadar güçlü ki ona bir türlü engel olamıyordum. Gözyaşları usulca akarken ona sarılmak istedim.
"Onur.."
Gözlerime bakıp başını eğmişti. İçinde ne kıyametler koptuğunu biliyordum. Ama onun kendisini toparlaması gerekiyordu. Derin bir nefes almaya çalıştığımda gidecekken kolumdan tuttu. Bakışlarım ona döndü.
"Bilerek vurmadım."
"Sen Türk askerisin kendini toparla."
Bana bu hayatta en zor olan şey ne? Diye sorsalar bordo bereli askerin inadı derim. Bu adamı ikna etmek ne kadar zormuş. Yarbay'ın emri olmasa suratına bir tane çarpacağım. Her sabah yüzü asıktı.
"Elif hocam dün gece kâbus gördü."
"Psikolojik destek lazım."
"Hocam adam da katır inadı var. Ailesiyle bile görüşmüyor."
"Babasını ara durumu bildir."
Derin nefes alırken onu başka odaya aldığımda yine aynı şikayet ediyordu. Sabırla işimi yapmaya devam ediyordum. Bu adam biraz daha şikayet edecek olursa kendi elimle boğmak zorunda kalacaktım. Bacaklarına hafif elektrik vermek için aletleri taktım. Egzersiz verdiğimde odasına götürdüler.
Telefonun çalmasıyla arayana baktım. Yarbay bilgi için beni arıyordu. Derin bir nefes alırken ona gerekli bilgiyi geldiğinde anlatacaktım.
"Hocam hastanın babası geldi."
Yaşlı adam oğlunun acısıyla çökmüştü. Ona gerekli olanı anlatırken gözyaşları akıyordu. Elini tutup sakin olmasını istedim.
"Allah razı olsun kızım haber verdiniz."
"Ne demek amca oğlun biraz inatçı kusura bakma tedavi bile olmak istemedi."
Onur’un odasına giderken Yarbay karşıma çıktı. Odama girdiğinde gözleri bana döndü. Hem doktor hem de asker olmanın zorlukları beni yormuştu. Derin bir nefes almıştım.
"Onur nasıl?"
"Komutanım çok inatçı her sabah şikayet ediyor. Onu da anlıyorum zor günler geçiriyor."
"Kendi kardeşini vurdu. Onun için kolay değil."
"Haklısınız ama bir çarpacam suratına haberiniz olsun."
Başını salladığında odadan çıkmıştı. Asker olduğumu kimse bilmiyordu. Zaten çok gerekmedikçe çağırmazlar. Onur'un yanına giderken kapıda durdum. Baba oğul dertleşiyordu. Aklıma kardeşim gelmişti. Örgüt lideri onu gözümün önünde öldürmüştü. Babasının gidişinden sonra Yarbay onunla konuştu.
Onun da derin yaraları vardı. Tıpkı benim gibi kardeşimden başka kimsem yoktu. Bir örgütün eline düşmüştü. Onu kurtarmak isterken bende tuzağa düşüp kardeşimin canice ölümünü izlemek zorunda kalmıştım. Gözlerim dolarken hava almak için dışarı çıktım.
"Elif hocam."
Arkama bakarken belalım gelmişti. Her gün aynı saatte benimle konuşmak için ısrar ediyordu. Kardeşimin ölümüne sebep olan kişiydi.
"Hala inat ediyorsun?"
"Kerem ne istiyorsun benden?"
"Ne istediğimi biliyorsun zaten."
Eli saçıma değdiğinde kolunu ters çevirip kıvırdım.
"Bana bak lan kolunu kökünden koparırım."
"Bırak kolumu kıracaksın manyak kadın."
"Karşıma çıkıp durma asabımı bozma benim defol git hayatımdan."
Kolunu bırakıp ileri doğru ittim. Bana baktığında sesinde tehdit vardı. Onun olmam için her gün tehdidine susuyorum ama bir gün patlayacağım.
"Elif elbet bir gün benim olacaksın."
"Kerem kardeşim senin yüzünden ölmedi mi? Bu nasıl bir utanmazlık."
"Ölenle ölünmez herşeye karışıyordu. Ölmesi gerekti. Seninle arama kim girerse ölür."
"Kerem defol git hayatımdan istemiyorum seni."
Başını salladığında tek kelime bile etmeden gitmişti. Korku iliklerime kadar işlemişti. Asla yerinde durmayacaktı. Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldığımda hastaneye tekrar girdim. Onur beni odada bekliyordu.
" Elif Hanım. "
Bakışlarım ona dönerken anlamazca bakıyordum. O kadar istekli olmuştu ki şaşkınca baktım. Derin bir nefes çekip tedavisine başladım. Konuşacak takatim kalmadı.
"Bugün pek sesiniz çıkmıyor?"
"Bugün keyfim yerinde değil."
"Sizi rahatsız eden kişi artık yanınıza gelemez nezarete attılar."
Onur'un söyledikleri karşısında şaşkınca bakıyordum. Bu adam ne ara öğrenmişti. Ayrıca nasıl yakalamıştı. Yine serbest kalacaktı.
"Serbest kalacak her zaman ki gibi."
Cıkladı.
"Timin elinde kolay kurtulamaz."
Yüzümde nedense gülümseme olmuştu. En azından benden uzak kalacaktı. Timin ismini çok duymuştum. Onların eline düşen bir daha kurtulma şansı yoktu.
"Timin adını duymuştum korkusuz cengaverler."
"Bordo Yıldız timi."
Tedavisi biterken odasına yolladım. Bugün hiçbir şey yapmak istemiyorum. Ruhum daralıyordu. Akşam olmaya başladığında üstümü değiştirip hastaneden çıkmıştım. Eve geldiğimde kendimi yatağa atmıştım. Bedenim o kadar yorgundu ki kalkacak halim yoktu.
Sehpanın üstünde duran fotoğrafa bakınca gözyaşlarım akmaya başladı. Hayatının en güzel yıllarını yaşamak varken soğuk toprağın altında yatıyordu.
"Ablan senin intikamını alacak sana yapılanın hesabını soracak."
İçim alev alev yanıyordu. Anne ve babamdan sonra bir o kalmıştı. Onu da elimden aldılar. Yeminim vardı. İntikam almadan bana rahat yoktu. Gözlerimi kapatırken kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Sabahın erken saatlerinde telefonum çaldı. Gözlerimi zar zor açarken telefonu aldığım gibi açmıştım. Hemen ayağa kalktım. Duyduğum kadarıyla hastaneye saldırı yapılacaktı. Üstümü değiştirip arabama atladığım gibi hızlıca çıktım. Ne olur ne olmaz diye yanıma silahımı almıştım.
Hastanenin önünde duran adamlara bakıyordum. Aracı hastane arkasında durduğumda gizlice Onur'un odasına geldim.
"Onur kalk hadi kalk."
"Elif hanım ne oluyor?"
"Peşindeki adamlar geldi seni arıyorlar."
Onu sandalyeye koyarken yüzüne maske taktım. Tanınmayacak halde giydirdim. Yanımdaki telsizi elime aldım.
"Kod 19 acil durum hastaneye baskın yaptılar."
"Kod 19 hemen geliyoruz."
Odadan çıkarken etrafa bakıyorum. Bir sessizlik olduğunda arka kapıdan çıkarken arkamda bir ses duyduğum anda durmak zorunda kaldım. Yutkunamadım Onur'un elinde silah vardı.
"Dön bana."
Önüne doğru dönmemle Onur ateş etmeye başladı. Onu vurduğunda hızlıca kaçmaya başladık araca binmesi için yardım ettikten sonra gaza bastığımda peşimden geliyorlardı.
"Onur başını kaldırma."
"Sen devam et yanında yedek kurşun varsa ver."
Çantamdan çıkarıp verdiğimde camı açarak ateş etmeye çalışıyordu. Bunlar peşimizi bırakmıyordu. Askeri karargaha yaklaşınca sesler kesilmişti. Asker bize bakıyordu.
"Fizyoterapist Elif Çelik."
"Komutanım sizi bekliyor."
"Arkamızda geliyorlar."
"Merak etmeyin hallederiz."
Araçla karargaha girdiğimizde Yarbay kapıda bekliyordu. Derin bir nefes alırken bana korkuyla bakmıştı.
"Şükürler olsun ki iyisin."
"Onur’a zarar gelmesin diye kaçtık."
Onur camı açarken bakışları bana döndü. Derin bir nefes çekti. Hissetmediği bacağına defalarca kez lanet okudu. Sanırım sert vurduğu için acıyı hissetti.
"Bacaklarımı hissediyorum."
"Tedavi işe yaramış."
Askerlerin yardımıyla içeri girdikten sonra tim onu görünce sevinmişti. Toplantı odasında bende olacaktım. Birce Teğmen anlatmaya çalışıyordu. Ayağa kalkarken onun yerini ben almıştım.
"Kerem Yılmazer şirket sahibi ama örgütün ele başı."
"Siz tanıyor musunuz?"
"Evet çünkü kendisi kardeşimin katili canice gözümün önünde öldürmüştü. Sonra bana taktı kafayı sanırım sizde almışsınız."
"Doğrudur komutanım söyleyince yakaladık biraz hasar bırakmış olabiliriz."
"Elleriniz dert görmesin inşallah."
Yarbay ayağa kalktı. Onur yüzüme öyle bir bakıyordu ki içim gidiyordu. Herkes çıkarken Birce bize bakıyordu.
"Sizin için bir oda ayarladık."
"Teşekkür ederim."
Onur’a tim yardımcı olmuştu. Kendi odasına giderken bende bana verilen odaya girdiğimde kızlar vardı. Hepsi aynı anda bana bakarken gülümsedi. Biri dışında Birce bana bakıyordu.
"Adı Büşra ailesini bir saldırıda kaybetti."
"Herkesin içinde bir yara vardır."
Gözlerim dolarken bana verilen yatağa girdim. Hayatımda hiç bu kadar aksiyon yaşamadım. Derin bir nefes çektiğimde kalbim sıkışıyordu. Az kaldı kardeşime yapılanların hesabını soracağım çok az kaldı. Gözlerim kapanırken birinin saçlarımı okşadığını hissettim.
"Sana bir şey olsaydı nefes alamazdım."
Bölüm sonu...