Yazar anlatımıyla
Ağacın gövdesine yaslı bir halde, karşısındaki manzaraya sırıtarak bakan Canan, Melisa’nın tepkilerini görebilmek için, biraz daha dikkatle bakmaya başladı. Her şeyiyle nefret ediyordu bu kızdan. Kuzeniydi ama asla o şekilde görmüyordu onu. Aslında başlarda iyi anlaşırlardı. Arada sırada görüşürlerdi zaten ve birbirlerine sinir olmak için sebepleri yoktu.
Her şey, üniversite sınavlarına girip de tercihler açıklandıktan sonra başlamıştı. Canan bir yeri kazanamamıştı ama Melisa en iyi üniversitelerden birinde dört yıllık, bilgisayar mühendisliği kazanınca delirmişti. Ailesi de ders çalışmadığı için çok kızmışlardı ona. Zaten hep bir karşılaştırma yapılırdı, Melisa ile arasında. Yine de kendince çabalamış, ikinci kez sınava girdiğinde, hemşirelik kazanmıştı. Canını dişine takıp çalışmış ve kazanmıştı ama yine ailesine yaranamamıştı. Neden ilk seferde kazanmadın tarzı sorulara maruz kaldıkça Melisa’ya iyice bilemişti.
Bir şekilde o zamanlar geçip gitmişti. Bir gün dayısının evine misafirliğe gittiklerinde, markete uğramak için dışarı çıktığında; uzun boylu, yapılı birini görmüş ve gördüğü anda hoşlanmıştı. Daha sık gelip gitmeye başlamıştı dayısının evine ama bir daha o adamı görmemişti. Ta ki, Melisa’nın nişan haberi gelene kadar. Nişana gittiğinde ise sinirleri ve kıskançlığı iki katına çıkmıştı. Hoşlandığı adam, Melisa’yla nişanlanıyordu. O günden sonra Melisa’ya huzur vermeyeceğine, söz vermişti kendi kendine.
Aslında bir çok planı vardı ama aptal kuzeni gelip, ona nişanlısıyla arasında olanları anlatmaya başladığında, eline çok daha güzel bir fırsat geçmişti. İnce ince aklına girmeye başlamıştı. Manipüle edebildiği kadar etti. Akıllıydı aslında Melisa ama saflığı da vardı biraz. Kandırması kolay olmuş, Hülagü’den ayrılmasını sağlamıştı.
Ama her şeyden önemlisi, Melisa’nın evlenmesine sebep olan plandı. Aslında Serkan yoktu işin içinde. O sonradan dahil olmuştu. Kendi kendine girivermişti işin içine. Ve en önemlisi de Serkan, Canan’ın eski sevgilisiydi. Ama ne Melisa bunu biliyordu ne de Serkan Canan’ın, Melisa ile olan akrabalık bağından haberi vardı.
Hülagü’yü Melisa’ya karşı sürekli doldurmaya çalışıyordu ama pek başarılı olamıyordu. Ondan nefret etmesini sağlayamamıştı, henüz. Elindeki, Serkan kozu halen duruyordu. Bunu sakladığı iyi olmuştu. Her an bir yakınlaşma anı olursa aralarında, bunu Hülagü’ye söyleyecekti. Biraz ağlar, ‘Melisa aslında benim eski sevgilimle evlendi, elimden onu aldı, benden nefret ediyor,’ dediğinde Melisa’nın işi tamamen biterdi.
Melisa ilerideki bedene başını sallayarak bir kere daha baktıktan sonra, önündeki kızgın boğaya döndü.
“Evet, yüzbaşı. Bir sorun mu var?” Gayet resmi bir şekilde konuşmaya çalışıyordu. Bundan sonra bu şekilde hareket edecekti. Hülagü duyduğu hitap ve resmi konuşmayla, sinirli halinin yerini şaşkınlık aldı. Bunu beklemiyordu. “Senin ne işin var bu adamın evinde?” Yine de dişlerini sıkarak sormuştu sorusunu. Melisa gözlerini devirdi. “Hesap mı soruyorsunuz, yüzbaşı? Ne hadle?” Hülagü’nün kaşları öyle bir çatıldı ki az kalsın birbirine değecekti. Melisa gülmemek için dudaklarını ısırdı. “Bana bak Melisa…” cümlesi Melisa’nın arkasına gelen bedenle sekteye uğradı. “Komutanım, bir sorun mu var?” Murat, merakla sormuştu. Ne kadar dün akşam bu adamdan dayak yese de komutanıydı. Melisa olaya el atma ihtiyacıyla araya girdi. “Yüzbaşı, özür dilemek için gelmiş. Dün akşam için.” Hülagü sert bakışlarını Melisa’ya çevirdi. Genç kadın, tek kaşını kaldırmış ona bakıyordu. Sertçe yutkunup, boğazını temizledi. “Özür dilerim, anlayıp dinlemeden saldırdım sana.” Murat şaşırmıştı bu özüre. Dudaklarına bir tebessüm kondurdu. “Olabilir komutanım. Ben unuttum bile.” Tamamen doğruydu sözleri. Kıskanç bir adamın yumruklarını ilk kez tatmıyordu neticede.
Hülagü başını sallayarak onayladı onu. Kapının ağzında dikilmeye devam ediyorlardı. Melisa bu saçmalığın bitmesi için, Murat üsteğmene döndü. “Bende gideyim. Ziyaretin kısası makbuldür.” Yere doğru eğilip, ayakkabılarını giydi. Doğrulduğunda, Murat’a gülümsedi ve kendi lojmanına doğru yürümeye başladı. Hülagü de hemen arkasından geliyordu.
“O herife yemek mi yaptın? Tencere varmış elinde.”
“Öyleyse ne olmuş, yüzbaşı? Alt tarafı çorba yaptım. Ne var bunda, büyütülecek?”
“Bana bile yapmadın, iki yıl nişanlı kaldığımız zaman!”
“Çok içmek istiyorsan, eve gel. Vardı biraz.”
Anlatmak istediği kesinlikle bu değildi, Hülagü’nün. Sadece Canan gelip de, Melisa’nın elinde tencere ile Murat üsteğmenin evine girdiğini söylemesi üzerine, sinirleri gerilmişti. Kendisine bir kere bile yapmamıştı dediği gibi. Adımları durunca, lojmanın kapısına varmış olan Melisa dönüp ona baktı. “Gelecek misin, yüzbaşı?” Duyduğu sesle Melisa’ya baktı. Gidecekti tabi. “Geliyorum.” Adımlarını yeniden atıp, Melisa’nın yanına geldiğinde, genç kadın şaşırdığını belli etmemek için, kapıyı açtı ve ayakkabılarını çıkarıp, eve girdi. Kabul etmez diye düşünmüştü.
Ayağındaki postalları çıkaran adam ise, kapıyı kapayıp salona geçti. Etrafa şöyle bir göz attı. Her şey aynıydı. Koltuğa oturup beklemeye başladı. Zaten öğle yemeği zamanıydı. Karnı da acıkmıştı.
Mutfakta ise Melisa altını ısınması için yaktığı yemeği, karıştırmakla meşguldü. Aklında bir ton düşünce vardı. Ne yapacağına karar veremiyordu bir türlü. Hülagü’den uzaklaşmak istediğinde adam yanında bitiyordu, yaklaşmak istediğinde ise kaçıyordu. Onun da bir ayarları vardı neticede.
Çorbanın ısındığına emin olunca, altını kapattı. Eline aldığı kepçeyle, çorbayı kaseye koydu. Bir tepsiye yerleştirip, yanına da ekmek dilimleri bıraktı. Kaşığı da koyup, mutfaktan çıkıp, salona girdi. Koltukta usluca oturan adamın önündeki sehpaya elindeki tepsiyi bıraktı. Kapının yanında duran tekli koltuğa geçip oturdu.
Önündeki nefis kokular gelen tepsiye bakıyordu, Hülagü. Eline kaşığını alıp, çorbadan biraz aldı ve ağzına götürdü. Çok güzeldi. Ekmek diliminden eline alıp, çorbasını kaşıklamaya başladı. Melisa’nın elinin bu kadar lezzetli olmasını beklemiyordu. Hele bir de o üsteğmen ondan önce bakmıştı bu çorbanın tadına. Sinir katsayıları yükselirken, hırsla içip bitirdi çorbayı. Kaşığı tepsiye bırakıp, kaseyi eline aldı ve Melisa’ya doğru uzattı. “Doymadım. Biraz daha istiyorum.” Melisa gözlerini devirirken yerinden kalktı. “Rica etsen ölmezsin, yüzbaşı!” Eline aldığı kaseyle mutfağa gidip, çorbayla doldurdu. Geri salona girip, Hülagü’nün önüne bıraktı.
Hülagü hızlıca ekmeklerle birlikte bunu da bitirdi. Doymuştu. “Eline sağlık, çok güzeldi.” Melisa dudaklarındaki gülümsemeyi saklama gereği duymadan yerinden kalktı ve tepsiyi alıp, mutfağa geçti. Bulaşıkları sonra yıkamak için mutfak lavabosuna bıraktı. O sırada Hülagü de bir bardak su almak için mutfağa girmişti. “Neden o herife çorba yaptığını halen söylemedin! Hadi yaptın kapıdan verip dönsene, eve neden girdin?” Melisa başını çevirip, Hülagü’ye baktı. “Özür dilemek amaçlıydı. Davet edince de geri çevirmek için bir sebebim olmadığını farkettim.” Hülagü gözlerini kapatıp bir nefes aldı.
“Senin bir hatan yoktu ki, özür diledin!”
“Haklısın ama öküzün biri anlayıp dinlemeden adama saldırınca kendimi mahcup hissettim.”
“Öküz ben mi oluyorum burada?”
“Aynen öyle. Tam bir öküzsün. Hatta sinirli bir boğasın. Öküzlere haksızlık yapmayalım şimdi.”
“Boğayı kabul edebilirim. O kadar güçlüyüm çünkü.”
Melisa duyduklarıyla gözlerini devirdi. “Ne yapayım yani güçlüysen? Ağlayayım mı, sevineyim mi?” Hülagü Melisa’ya doğru adımladı. Bedeniyle tezgah arasına sıkıştırıp, arkasından sarıldı. “Böyle sıkıca sarabilirim seni.” Dudaklarını Melisa’nın kulaklarına doğru götürdü. “Ya da her türlü pozisyonu rahatlıkla yapabiliriz.” Melisa duyduklarıyla heyecanlanırken, bir çaba sarf ederek, Hülagü’yü itmeye çalıştı ama yapamadı. “Çekil.” Hülagü, cıkladı. Bu kadına hep böyle yakın olmalıydı. Melisa kurtulamayacağını anladığından, çabalamaktan vazgeçti. Çünkü bir işe yaramayacaktı. Hülagü durulan kadının kalçalarına biraz daha kendini bastırdı. Zaten sarılır sarılmaz, erkekliği uyanmıştı.
Melisa kalçalarında hissettiği sertlikle, gözlerini kapattı. Göğüsü heyecanla inip kalkıyordu. Sonra aklına gelenlerle gözleri açıldı. Canan’ı tamamen aklından çıkartmıştı. Kendine gelmeli ve bu adamı uzaklaştırmalıydı. Tırnaklarını hiç düşünmeden, Hülagü’nün karnına sardığı elinin üzerine geçirdi. Hülagü aniden hissettiği acıyla, kollarını çözdü. Melisa kurtulunca hemen ona döndü. “Canan söyledi değil mi sana, üsteğmenin evine gittiğimi?” Hülagü gelen soruyla kaşlarını çattı. Tırnak izi olan elindeki bakışlarını, Melisa’ya kaldırdı. “Evet, o söyledi.” Melisa zaten Canan’ı o ağacın yanında gördüğünden beri biliyordu bunu. Sinirle gülüp, Hülagü’ye baktı. “Başka neler söyledi hakkımda? Eminim seni de manipüle etmeye çalışmıştır!” Hülagü Melisa’ya bakmaya devam etti. “Sence ben birinin, beni yönetmesine izin verir miyim? Ben sen değilim Melisa! Bir iki söze kanmam!” Ah bu adamın kendini beğenmişliği de kimse de yoktu.
“Onun lafıyla gelmişsin hemen ama üsteğmenin kapısına.”
“Yalan bir şey söylememiş ama değil mi? Sen oradaydın ve herife yemek götürmüşsün!”
“Bunu akşam ya da başka zaman gelip bana sorsaydın zaten sana söylerdim! Onun lafıyla hemen geldin ama.”
“Sevdiğim kadının, yeniden başkasının olmasından korktum tamam mı?”
Hülagü’nün bağırarak söylediği sözlerle, Melisa durdu. Yutkunarak baktı Hülagü’ye. Bu itirafı beklemiyordu. Yine de dilin kemiği yoktu. “O yüzden mi bana dükkandayken Canan’a çıkma teklifi edeceğini söyledin? Beni sevdiğin için mi?” Hülagü dişlerini sıktı. “Bende senin canını yakmak istedim çünkü. Onunla sevgili olmak isteseydim, geçen iki yılda zaten olurdum. İstediğim o değil, sensin. Benimle nişanlıyken de sendin, başkasının karısıyken de sendin. Senden başka kimseye yolum yok benim.” Melisa ona doğru bir adım atmak istedi ama vazgeçti. Akışına bırakacaktı. Hatta geri adım atacaktı. Şu sıralar ne yapacağını kestiremiyordu ve bir psikolojik destek almalıydı. Takındığı bu iyiyim, güçlüyüm maskesi yırtılmak üzereydi ve öyle bir şey olursa toparlanamazdı. Karşısında nefes nefese ona bakan adamın gözlerine baktı, sonra bakışlarını kaçırdı. Söyleyeceklerini gözlerine bakarak söyleyemezdi.
“Bizden olmaz, Hülagü. Çok yıprandık. Ne ben seninle nişanlıyken olan temiz kızım, ne sen beni güzelce seven sakin adam. O hallerimizden tamamen farklıyız artık. Geçip gitmesini beklemek en mantıklısı.”
Hülagü burnundan soluyordu resmen. “Yine mi bırakıp, gideceksin beni? Her şeye rağmen seni istediğimi söylüyorum.” Melisa başını tamamen eğdi. Doğru olanı yapıyordu değil mi? Öyle olmalıydı. Peki neden yüreği böyle yanıyordu?
Cevap bekleyen gözlerle Melisa’ya dikti bakışlarını, Hülagü. Sessizlik devam ederken, almıştı zaten cevabını. Sözlere gerek yoktu. Gözleri dolarken, nefesini verdi iki yanına bakıp. Vazgeçildiği ilk sefer değildi. Başını salladı kendine bakmayan kadına ve mutfaktan çıkıp gitti.
Kapının açılıp, kapanmasıyla tezgaha tutunarak yere oturdu, Melisa. Ağlamaya başlarken tek bir şey düşünüyordu. Gitmeliydi. Buradan bir an evvel gitmeliydi. Yoksa hiç iyi şeyler olmayacaktı.