“Seni Geri Alacağım!”

1723 Words
Dün yaptığımız, Canan’la olan stresli ilk karşılaşmanın ardından, Melih’le doğruca evinize gelmiştik. Herkes kendi odadan çekilmiş, akşam yemeğine kadar da bir araya gelmemiştik. Şöyle güzel bir karnı yarık, pirinç pilavı ve cacık yapmıştım, akşam yemeğine. Afiyetle yemiş, bulaşıkları halletmiş ve yine odalarına çekilmiştik. Sabah olunca Melih yine askeri kıyafetlerini giyip, işinin başına gitmişti. Ben de ne mi yapıyordum. Uzatmak için binbir çaba verdiğim, güzelim tırnaklarıma gece mavisi oje sürmeye çalışıyordum. Şimdi ben solak bir insan olduğum için sağ elime güzelce sürmüştüm ama sol elime gelince iş, olmuyordu. Sürdüklerimi beğenmeyip bir kaç kere silmiş, yeniden sürmüştüm. Yine olmamıştı. Tam silmek için pamuk ve asetona uzanacakken, dirseğim ojeme çarptı ve yere düşüp kırıldı. Hayal kırıklığıyla bakıyordum yere. Yerimden kalkıp, önce bir peçeteyle, fazlalığı aldım. Ardından üzerine biraz aseton döküp, kopardığım pamukla bir güzel sildim. Hiç bir şey kalmamıştı yerde. Oje sürmeyi tamamladığım elime baktım. Çok güzeldi. Şimdi silsem yazık olurdu bunlara. Ama diğer elimin tırnakları da öksüz kalmıştı. Biraz düşündükten sonra, çarşıya gidip aynısından almaya karar verdim. Hem biraz da gezmiş görmüş olurdum buraları. Odama geçip, şıkır şıkır giyindim. Artık güzel gözükmem gereken bir adam vardı burada. Gerçi bu halini görmeyedebilirdi ama göreceğini düşünerek hareket etmem gerekiyordu. Evden çıkarken, aklıma yine dün ve ondan önceki gece geldi. Canan ile ikisi sevgili değildi anladığım kadarıyla, çünkü sevgili olsalardı, Hülagü’nün beni öpmesine sessiz kalmazdı. Ama Canan’ın kesinlikle onunla sevgili olmaya çalıştığını anlamıştım. Hele de utanmadan geçmişte olanların, konusunu açıyordu. Beni yeniden yerle bir etmesine izin vermeyecektim! Şimdi tek yapmam gereken, en ufak bir beraberliklerini bile sabote etmekti ama nasıl yapacaktım? Ben burada bir misafirdim ve serbestçe dolanmam bile yasaktı etrafta. Keşke küçükken kardeşimle beraber daha çok ‘Jackie Chan’ filmleri izleseydim. Ajan gibi hareket edebilirdim o zaman. Morallerim yerle bir olurken, tamamen içimde yaşıyordum bunları. Dışımdan gülücükler saçarak ilerliyordum. Bir kaç asker yine bana bakmaya başladılar. Hepsine elimden geldiğince küçük gülücükler gönderdim. Gülücüğü alan kalbinden vurulmuş gibi hareketler yapıyordu. Bu da beni epey bir güldürdü. Bu kadar sinirin stresin üzerine biraz morale ihtiyacım vardı. Yanlış anlaşılmasın, kimsenin duygularıyla falan oynadığım yoktu ve hepsi de Melih’in ablası olduğumu öğrenmişti. Birnevi dalga geçiyorduk, birbirimizle. Askeriyenin çıkış kapısına vardığım zaman, nöbetçi askerlere selam verdim ve kimliğimi uzattım. Yine kardeşimi ve neden soyadımızın farklı olduğunu uzun uzadıya anlattım. Başlarını salladılar. Kapıdan çıkınca biraz ileri doğru yürüyüp, kaldırımda durdum. Otobüs geçer demişlerdi ama geç gelecek gibiydi. Çantamda ilk geldiğim zaman bana kartını veren taksicinin kartını aramaya başladım. Bir bulabilirsem arayacak, çağıracaktım. Sıcak inanılmaz fazlaydı ve ben şimdiden erimek üzere gibiydim. Ben işime dalmış yapmaya çalışırken, askeriyenin kapısından bir askeri araç çıktı. Aldırış etmeden, lanet olasıca kartı aramaya devam ettim. Şimdi arkadaşlar sizde bilirsiniz ki çoğu kadının çantası dağınık olur ve ne ararsan vardır ama esas aradığını bulamazsın. Benimki de o hesaptı. Cüzdanımı elime aldım en sonunda onun içini karıştırmaya başlarken, kapıdan çıkan askeri araç yanımda durdu. Başımı cüzdanımdan kaldırdığımda arabanın içindekiyle göz göze geldim. Hülagü’ydü. Beni baştan aşağı süzdü, dişlerini sıktı. “Nereye gidiyorsun böyle giyinmiş, süslenmiş?” Kaşlarım çatıldı. Kıyafetime önem verdiğim doğruydu ama makyaj yapmamıştım. Bu sıcakta yapamazdım da zaten. “Önemli bir işim varda, çarşıya gidiyorum.” Bir yandan da cüzdanıma bakmaya devam ediyordum. “Otobüs saat başı geçer buradan. Daha gelmesine yarım saat var.” Biliyordum o askerlerin beni kandırdığını. Hiç bozuntuya vermedim. “Taksi çağıracağım zaten. Otobüs beklemiyorum.” Tek kaşını kaşırdı bana bakarak. Allahım sana geliyorum nasıl bu kadar yakışıklı ve karizmatik olabilirdi? Yani yalnız olsam bu hareketiyle, bacaklarımı birbirine bastırır, çığlık atardım. Ama yapmadım tabiki de deli miyim ben? “İyi sana güzel beklemeler.” İnsan bir götürmeyi teklif ederdi. Ayı. Direksiyonu kırıp gidecekken başka bir askeri araç yaklaştı yanımıza. Bu da çapkın üsteğmendi. “Melisa hanım, çarşıya mı gideceksiniz?” Hülagü’ye bakıp, başımı üsteğmene çevirdim. “Evet, üsteğmenim. Taksi çağırmak için kart arıyordum.” Beni süzüp, dudaklarını yaladı. Sanki ben yemektim de yiyecekti. “Ben sizi bırakırım. Gelin lütfen.” Hülagü’den duymayı istediğim, teklifi üsteğmenden duymak, üzülmeme yol açtı ama bu sıcakta da beklemek istemiyordum. Şaşkın şaşkın bakmayı kesip, bir adım atacakken onun sesini duydum. “Siz gidin üsteğmenim. Melisa hanımı ben bırakacağım. Siz gelmeden evvel de teklifimi kabul etmişti.” Hızlıca başımı, Hülagü’ye çevirdim. Hangi ara arabadan inmişti de yanıma gelmişti? Üsteğmen bize baktı. “Sizin işiniz önemlidir, komutanım. Benim fazla bir işim yok. Bir kaç belgeyi teslim edeceğim, kurumlara sadece o kadar. Sonrasında Melisa hanımı da gezdirebilirim.” Düşünceli olması, gülümsememe sebep oldu. Çapkındı ama kibardı da. “Ben ne diyorsam sen onu yap, üsteğmen. Kararlarımı sorgulama. Git şimdi.” Üsteğmen bir şeyler demek için ağzını açacakken, dudaklarını birbirine bastırdı ve selamını verip, arabasının gazına basıp gitti. Arkasından bakıyordum bende. Emir komuta zincirinde altta olmak kötüydü galiba. “Hadi ne bakıyorsun öyle? Arabaya bin!” Sinirli bir öküzün sesini duymamla, düşüncelerimden ışık hızında fırlatıldım, gerçek dünyaya. O çoktan arabaya binmiş beni bekliyordu. Bende ön koltuğa binip, yerleştim. Emniyet kemerimi bağlarken onun bağlamadığını farkedince konuştum. “Emniyet kemerini bağlar mısın? Lütfen.” Kaşlarını çatarken bana baktı. Hep de kaşlarını çatıyordu. ‘Tamam en çatık kaşlı sensin’ dedim içimden. “Bağladığım zaman sıkıyor kemer. Cüsse büyük olunca.” Kemer dediğinde gözlerim pantolonunun kemerine gitti anlık. Pek de sıkıyor gibi değildi. Bir öksürük sesi duyunca gözlerimi yüzüne kadırdım. “Emniyet kemerinden bahsediyorum.” Ablak ablak etrafa bakmaya başlarken, geç de olsa aydınlanmamı yaşadım. Başımı önüme doğru çevirdim hemen. Kesin yanaklarım kızarmıştı, çünkü alev gibi yanıyordu şu anda. Sessizce ilerlemeye başladık arabayla. Utancımdan bakamıyordum. “Gitmeyi düşünmüyor musun?” Sorusuyla ona döndüm. “Hayır. Canım ne zaman isterse o zaman gideceğim. Şansa bak ki, şu sıralarda gitmeyi de hiç istemiyorum.” Sinirle homurdanıp, bir şeyler mırıldandı. “Beni böyle görmek hoşuna mı gidiyor? Seni aşamadığımı görmek, zevk mi veriyor sana?” Sorularına verecek bir cevabım yoktu. Susmayı tercih ettim. Ama o konuştu. “Az önce bir kere daha ne farkettim biliyor musun? Seni halen çok kıskandığımı. Şimdi benim yerime o adamın arabasında olsaydın, kendimi yer bitirirdim. Böyle olmak istemiyorum ben Melisa. Sen etrafımda oldukça devam edecek ama bu. O yüzden git.” Beni sevmeye devam ettiğini direkt söylemese de çok güzel anlatmıştı. “Hayır gitmeyeceğim ve etrafında olmaya devam edeceğim.” Arabayı aniden sağa çekip durdurdu. Torpidoya yapışmaktan emniyet kemerim sayesinde kurtuldum. İyi ki de takmışım, kemerimi. “Neden?” Öfkeli yüzüne baktım. Sonra gözlerine değdi gözlerim. “Çünkü seni geri kazanmak istiyorum.” Bir süre gözlerime baktı. Kararlı bir ifadeyle bakıyordum ona. “Benim sana geleceğimi kim söyledi?” Hafifçe güldüm. “Gözlerin söylüyor, Hülagü. Gözler yalan söylemez!” Önüne döndü. Ben hala yan profiline bakıyordum. “Beni yeniden bırak diye mi, sana döneyim?” Sanki bir sır veriyormuş gibi biraz yaklaştım ona. “Bu sefer bırakmak yok, yüzbaşım. Sıkıca sarılmak var. Geçen geceki gibi.” Öpüşmemize gönderme yapınca bana döndü. Henüz geri çekilmediğim için, yüzlerimiz bir hayli yakındı. Dudaklarına indi bakışlarım. Onun da aynı şekilde. Biraz daha uzanıp, dudağına küçük bir öpücük kondurdum. Geri çekilmek için bir hamle yapacakken, ensemden tutarak dudaklarımı buluşturdu. Alt dudağımı dudakları arasına alıp, emmeye başlarken, bende aynı işlemi üst dudağı için yapıyordum. Ellerimi göğüslerine koydum ve hafiften okşamaya başladım. Kalbi hızla çarpıyordu. Gerçi benim kalbim de, onun kalbi gibiydi. Beni kucağına çekmek için elini belime attı ama emniyet kemeri sayesinde yapamadı. Bu da onun kendine gelmesine vesile oldu. Hızla öpüşmeyi sonlandırıp geri çekti başını. Ellerim hala göğsündeydi. Sertçe tutup, çekti bana doğru bıraktı. “Senin yüzünden ne hale geliyorum. Ama bu sondu.” Kararlı bir ifadeyle dediklerine karşı gülümsedim. “İkimizde son olmadığını biliyoruz. Hatta yakında çok daha ileri gideceğiz bence.” Ne demek istediğimi anlayınca, bir şey demeden önüne döndü ve arabayı çalıştırdı. Yerime yerleşirken, dudaklarımda hin bir sırıtma vardı. Geri kalan yolculuk sessizlikle geçerken, çarşıya da gelmiştik. Yüzümü camdan tarafa dönüp, bakınmaya başladım. Az sonra gördüğüm dükkanla gözlerim ışıldadı. “Burada ineyim ben.” Heyecanla konuşup, emniyet kemerimi çözdüm. Arabayı sağa çekip durdurduktan sonra, başını eğip, dükkana baktı. “Önemli dediğin iş bu muydu? Takı, toka mı alacaksın?” Çantamı elime alıp, oje süremediğim sağ elimi ona doğru uzattım. “Ojem kırıldı bunlara süremedim. Bende küsmesinler diye oje alacağım aynısından. Eve gidince de süreceğim.” Elimdeki bakışını yüzüme çıkardı. “Sen ciddi misin?” Başımı sallayıp, onu onayladım ve arabanın kapısını açıp indim. “Sen işlerini hallet. Ben geri kendi başıma dönerim.” Sözlerimi söyleyip arkamı dönerek dükkana ilerledim. İçeri girmeden önce araba kapısı açılıp kapanma sesi duyunca arkama döndüm. Hülagü arabadan inmiş yanıma doğru geliyordu. Yanıma yaklaşıp durdu. “Sen neden geldin ki?” Omzunu silkip dükkanın içine girdi. Arkasından ilerledim. “Ya işin yok muydu senin? Onları halletmeye gitsene.” Tokalara bakmaya başlarken bana döndü. “İşim yoktu. Öyle dolanmaya çıkmıştım.” Bir tane kurdeleli saç tokası alıp baktı. Beğenmemiş olacak ki gere yerine bıraktı. “Ne yapacaksın tokayı? Saçın yok ki.” Sen ciddi misin der gibi baktı, gülerek başımı salladım, iki yanıma. “Birine hediye alacağım.” Tamam işte şimdi bayağı bir heyecanlanmıştım. Acaba bana mı alacaktı? Pek sanmıyordum gerçi. Merakıma engel olamadım. “Saçları koyuysa açık renkli olanlara bak. Onlar daha güzel yakışır.” Saçlarım siyah olduğu için öyle söylemiştim. Eğer bana alacaksa bilirdim. Eline az önceki kahverengi kurdeleli tokanın, pembe renklisini aldı. Severdim pembeyi. “Koyu değil saçları, açık ama bu yakışır.” Dumura uğramıştım resmen. Aklıma Canan’ın saçları geldi. Açık kumraldı. Dayanamadım ve konuşuverdim. “Canan’la aranızda ne var?” Birden bire sormuştum çünkü sinirlenmiştim. Üstten üstten bana baktı. “Aramızdaki olan şeyin, seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum. Bu arada dün yanına uğramışsın galiba. Saçmalamalarından bahsetti. Alt tarafı bir öpücüktü Melisa, büyütülecek bir şey yok. İnsanlara yanlış şeyler söyleme!” “Basit bir öpücük olmadığını biliyorsun. Sen kendin öptün beni. Az önce arabada da öyle oldu. Sen beni seviyorsun. Kıskandığını söyledin.” “Seni sevmem hep seveceğim anlamına gelmiyor. Hatta ne yapacağım biliyor musun? Canan’a çıkma teklifi edeceğim. Seni unutmak için ne gerekiyorsa yapacağım.” “Sa-saçmalama beni severken başkasıyla olamazsın! Dokunamazsın bile.” “Neden, bir tek sana mı kalkıyor sanıyorsun? Ya da, senden sonra kimseyle birlikte olmadım mı, sanıyorsun? Hayal dünyasından çık, Melisa. Seni sevmem hala seni beklememe sebep değil!” Kulaklarım uğulduyordu sanki. Duymak istemediğim sözlerdi bunlar. Hakkım olan ama duymaya dayanamadığım sözler. Arkamı dönüp dükkandan çıktım. Arkamdan bana sesleniyordu galiba ama durmadım. Ben kendi kendime çok güzel gelin güvey olmuştum. Çok da güzel yere çakılmıştım ama. Üzüntüm dağ gibi büyürken, durmadım. Yürümeye devam ettim. Başka adım sesleri gelirken arkamdan içime doğru fısıldadım. ‘Geçti, geçti. Sen bunu hakettin. Ama üzülme. Zaten bir şey hissetmiyordun, canın da acımasın. Geçti.’
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD