Ertesi gün olduğunda, Melih’le birlikte öğlene doğru kalkmış ve benim hazırladığım kahvaltının başına oturmuştuk. Çatalımı elimden bırakıp, kardeşime baktığımda, resmen hayvan gibi ağzını doldurduğunu halen de bir şeyler tıktığını gördüm. Gözlerimi devirirken, homurdandım. “Az yavaş ye. Önünden almıyorum.” Bana bakarak ağzındaki lokmanın birazını çiğneyip, yutkundu. “Alışmışım, hızlı ve çok yemeye. Askerim ya hani ben. Unuttuysan hatırlatayım.” Kaşlarımı alnıma doğru kaldırırken, başımı iki yanıma salladım. “Asker olduğundan beri unutturmayıp her gün hatırlattığın için, biliyorum.” Ağzına yeniden bir parça ekmek sokuşturmadan önce söylendi. “Kutsal bir meslek yapıyorum ben. Tabi her an hatırlatacağım. Bazıları sevmeyebilir bu mesleği de ben bayılıyorum.” Kaşlarını bana doğru indirip kaldırmıştı. Laf sokuyordu aklınca. “Ben sevmediğimi hiç bir zaman söylemedim!” Çayından bir yudum aldı. “O yüzden mi gül gibi adamı bırakıp, ay hırsızının biriyle evlendin?” Şu muhabbet sanırım ben buradan gidinceye hatta belki de ben ölünceye kadar devam edecekti anlaşılan. “Her insan hata yapabilir. Önemli olan ne zaman pişman olacağın!” Sinirle güldü. Beni öldürecek ve abla katili olacak gibi bakıyordu. “Hah, o at hırsızı seni aldatmasaydı, pişman olacaktın sanki.” Doğru söylüyordu. Kuyruğumu kıstırıp oturdum. Eli öpülecek adamdı kardeşim, itinayla haklı haklı gömüyordu beni.
Sessizce kahvaltımıza devam ederken, Hülagü’nün dün gece geldiğini, söyleyip söylememek arasında kaldım. En sonunda söylemeye karar verdim. “Dün buraya Hülagü geldi.” Keşke söylemeden önce başımı kaldırıp, ne yaptığına bir baksaydım. Ağzındaki çayı üzerime püskürtmezdi belki. Sinirle peçetelikten bir kaç peçete alıp, yüzümü gözümü silmeye başladım. “Elimi yüzümü de yıkamıştım ama sağol ya, çayla da yıkamış oldum.” Ben söylenirken o da öksürüğünü dizginlemeye çalışıyordu. Güç bela öksürüklerinin arasında konuştu. “Sen hala yaşıyorsun ama.” Sanki adam beni öldürecekti. “Katil mi bu adam, Melih? Niye yaşamayayım?” Tamamen kendine geldiğinde mala bakarmış gibi bakıyordu bana. “Yani biri bana senin yaptığını yapsa, üstüne üstlük benden ayrıldıktan sonra hemen evlense, sonra bir de boşanıp burnumun dibine gelse, belki katil olabilirdim.” Bu sefer be ona mala bakar gibi baktım. “Yooo öldürmedi, hatta beni öptü.” Cevap gelmeyince, Melih’e baktım. Şeytan görmüş gibi bakıyordu bana. “Ne? Yalan söylemiyorum. Salondaki koltukta öpüştük.” Gözlerini belertip, dikkatlice baktı gözlerime. Sonra hemen çevirdi bakışlarını. “Büyü falan mı yaptın adama? Yoksa bunun doğru olmasına imkan olmazdı. Dur bakamam gözlerine artık, bana da büyü yaparsın.” Karşımda ucube ucube hareketler yapan adama gözlerimi devirdim.
“Ben bir şey yapmadım. O başlattı.”
“Devamını sormaya korkuyorum. Ama birlikte falan oldunuz mu?”
“Saçmalama. Fırlatıp attı beni, kendine gelince.”
“Yani doğru olanı yapmış. İlk başta yapması gerekeni en sonda yapmış ama.”
“Nasıl konuşuyorsun be sen ablanla. Adam beni fırlattı diyorum. Belim çıktı sandım.”
“İşte bende ilk başta yapsaymış, aynısını diyorum.”
Valla düşmandı bu çocuk galiba bana. “Düşmanın mıyım be, ben senin? Ablanım, ablan.” Ters ters baktı. “Komutanımı tutuyorum ben. Hep komutanımı tuttum zaten.” Artık şaşıramıyordum bile. Eskiden de ettiğimiz tartışmalarda, hep onu tutardı. Tam bir enişteciydi. “Yine de bende ablanım. Bu kadar acımasız olma, bana karşı.” Üzgünce baktım. Tamamen blöf yapıyordum ama yedi. “Tamam tamam, seni de tutarım. Ne dedi sonra?” Yüzüm bu sefer gerçekten düştü. “Buralardan git, senin yanında kendime hakim olamıyorum dedi. Ayrıca sen bana bu, Canan’la görüşüyor demedin mi?” Elini başına götürüp, saçını kaşımaya başladı. “Yani öyle diyorlardı. Ben bir yerlere gittiklerini görmedim!” Yanlış anlaşılma mıydı acaba? “Sen bana şu Canan’ın kaldığı yeri göstersene. Bir ziyaret edelim bakalım kuzenimizi.” Rahatsızca kıpırdandı. “Şey, o komutanımın kaldığı lojmanların o tarafta kalıyor.” Ne birde yakın mıydı evleri? Allah kahretsin. “Ne olacak canım orada kalıyorsa? Basit bir ziyaret sadece. Önce dövüp, sonra dışarı çıkartıp, ‘benim yuvamı, olmadan yıktı bu kadın’ diye bağıracak değilim!” Senden her şeyi beklerim bakışlarını attı bana. Yani yapardım da, önce bir neyin, ne olduğunu çözmem gerekiyordu. “İyi tamam, kahvaltıdan sonra gidip, geliriz.” Başımla onayladım.
Kahvaltıyı yaptıktan sonra, hızlıca masayı toplayıp, hazırlanmaya başladım. Güzelliğimden ödün veremezdim. Mavi bir elbise giydim. Altına da topuklu beyaz sandaletler. Hafifte makyaj yaptım. Aynadan şöyle bir kendime baktım. Ah yine çok güzel olmuştum. Kesin yine askerler, bakıp kalacaktı bana. Odamdan dışarı çıktığımda, Melih’in yanına salona gittim. Beni görünce baştan aşağı süzüp bir ıslık çaldı. “Abla düğüne değil, şuradan şuraya gidiyoruz ha.” Eliyle de mesafe hareketi yapıyordu. “Böyle süslenmene gerek yoktu.” Omuzumu silktim. “Ne süslenmesi be? Ben ekmek almaya giderken bile böyle giderdim, unuttun mu?” Bir kahkaha attı. “Ben daha çok, saçın başın dağınık, gözünde on kilo çapak ve pijamayla giderkenki hallerini hatırlıyorum.” Koltuğun üzerindeki kırlentlerden birini alıp, başına attım. “Sen unutmuşsun benim first lady hallerimi.” Yerinden kalkıp yanıma geldi. Zaten attığım kırlenti de, denk getirememiştim. “Hiç olmadığın için olabilir mi, o dediğinden?” Valla dövecektim şimdi ben bu adamı. Sinirle bir soluk verdim. Benim halime gülerek yanımdan geçip, kapıya yöneldi.
Evden çıktığımızdan beri, yaklaşık beş dakikadır yürüyorduk. İkimiz de sessizdik. Az sonra ileride bizim kaldığımız lojmanlardan biraz daha büyük ama aynı renkte lojmanlar gördüm. Sanırım bir oda fazlaydı bunlar. Ayrıca yan taraflarında balkon da vardı. “Size neden, böyle büyük olanlarından vermediler?” Sabırla derin bir nefes aldı. “Onlar komutan olduğu için olabilir mi, sevgili ablacığım?” Kaşlarım çatılırken he yürümeye hem de ilerideki lojmanlara bakmaya devam ettim. “Yine de kimsenin kayırılmaya hakkı yok!” Başını iki yanına salladı. “Bizlik sorun yok abla. Sende kendini bizim için üzme.” Ne desek de suç oluyordu. Biraz daha yürüdükten sonra, bir kaç tane lojmanı geçtik. Balkonunda bir kaç saksı çiçek olan bir lojmana yaklaşırken, kulağıma doğru eğildi, Melih. “Bak bu lojman, Hülagü eniştem…yani komutanımın.” Lojmana dikkatle bakarken, saksılardaki çiçekler dikkatimi çekti. Aslanağzıydı, çiçeğin biri. Pek kokusu olmasa da hoşuma giderdi. Evlendiğimizde balkona koymaktan bahsederdim hep. İstemsizce kalbim çırpınmaya başladı. Beni düşünerek mi koymuştu yoksa? Yine de fazla umutlanmamaya çalıştım.
Onun lojmanını geçtikten , dört lojman sonra Canan’ın olduğunu düşündüğüm lojmanın kapısına vardı Melih. Bende yanına varıp, durdum. Kapıyı bir kaç kere çaldı. Bir ayak sesi ve ardından kapının açılma sesini duydum. Aralanan kapıdan Canan çıktı. Gözleri, direkt gözlerime odaklanmıştı. Kaşları çatılırken Melih’e döndü. “Hayırdır Melih, bir şey mi oldu?” Melih’in konuşmasına müsaade etmeden ben konuşmaya başladım. “Kuzenimizi ziyarete geldik, Canan. Bir şey mi olması gerekiyordu?” Bana sinirle bakarken, gözleriyle de baştan aşağı süzdü. “İçeri davet etmeyi, çok isterdim ama misafirim gelecek. Başka zaman gelirsiniz artık.” Yalan söylüyordu, biliyordum ama yine de konuştum. “He öyle mi, kim gelecekmiş bakalım?” Dişlerini sıkarken bir nefes aldı. “Seni ilgilendiren biri değil. Yani artık ilgilendirmiyor seni.” Hülagü’den bahsediyordu. Kaşmer, benim eski nişanlımdan bahsediyordu. “Hülagü’den mi bahsediyorsun?” Bakışları ufak bir sekteye uğradı. Sanırım onun burada olduğunu bilmediğimi düşünüyordu. “Aynen. Ondan bahsediyorum.” Melih’e bir baş hareketiyle uzaklaşmasını belirttim. Anında geldiğimiz tarafa doğru, gerisin geri dönüp biraz ileride beni beklemeye başladı.
Gülümseyerek, Canan’a doğru bir adım attım. “Geçmişte salaklığımdan faydalanıp, nişanlımdan ayrılmamı sağladın ama artık akıllandım, Canan.” Çatık kaşlarla bana baktı. “Ne demek istiyorsun?” Kulağına doğru yaklaştım. “Diyorum ki, hodri meydan iyi olan kazansın, Hülagü’yü.” Başını iki yanına sallamaya başladı ben geri çekilince. Eğlenir gibi bir ifadesi vardı. “Onun sana geri döneceğini mi sanıyorsun? Yanılıyorsun, Melisa. Dönmeyecek.” Hafifçe kıkırdadım.
“Bir zamanlar beni, ondan ayırmak için dediklerini hangi ara unuttun? Seni sevmiyor, asker adamın kalbinde sadece vatan olur, sana hiç bir zaman vakit ayırmayacak, en önemlisi de sürekli ölümün pençesinde olacak diyen sendin. Hiç bir zaman bir askerle birlikte olmam, sende öyle yap, yoksa sevgisizlikten kuruyup gidersin de demiştin. Sadece evli olmak için seninle evleniyor da demiştin. Şimdi onun dibinden ayrılmadığını duyuyorum!”
“Neden bana bunları söylüyorsun şimdi? Demişsem ne olmuş? Bu dediklerinde haklı olduğunu sadece biz biliyoruz, Melisa! Hülagü bunları duysa bile sana inanmayacak, çünkü senden nefret ediyor!”
Gülerek iki yanıma baktım. Ben nasıl bu pisliğe kuzenim diyerekten her şeyimi anlatacak kadar aptaldım. Hülagü ile aramızda olan biten her şeyi anlatmıştım. Resmen aptaldım. Kendi aptallığıma gülüyordum şimdi de. Ama altında kalmayacaktım. Hülagü’nün, benden nefret etmediğini, güzelce söyleyecektim. Lakin ben konuşmaya başlamadan o devam etti. “O zaten senin onu birden bırakıp, gitmene değil, bırakır bırakmaz evlenmene öfkeli, Melisa! Benim dediklerimle ayrıldın doğru ama koşarak evlenen de sendin!”
Kaşlarım çatıldı. Bunu söyleyeceğini hiç düşünmezdim. Hazırlıksız yakalanmıştım. “Benim nasıl evlendiğimi en iyi sen biliyorsun, Canan. Neden evlendiğimi de. Niye bunun konusunu açıyorsun, şimdi?” Ukalaca gülümsedi. “Bunu da sen ve ben biliyoruz, Melisa. O, bilmiyor. Ya da başka şekilde biliyor da olabilir.” O kötü gece aklıma gelmeye başlarken, başımı iki yana sallayıp, hemen aklımdan attım. Aklıma gelirse olmazdı. Yüzüme de yıkılmadım ayaktayım bakışımı yerleştirdim. Aynı onun gibi ukalaca bir de gülümseme kondurdum, dudaklarıma. Yenilmeyecektim ulan, bu kaşmere. “Dün gece nerede olduğunu sor, geldiği zaman. Çünkü büyük bir açlıkla, beni öpmek için evime gelmişti. Hülagü beni seviyor, Canan. Her zaman da sevmiş ama ben görememişim. Bunu dün gece iyice anladım. Bırakmicam onu. Beni böyle seven bir adamı göremeyip, bırakmam hataydı. Savaşsa savaş, umurumda bile değil.”
Sinirle dişlerini sıkıp, geri gitti ve kapıyı yüzüme doğru çarparak kapattı. Kapı kapanınca refleksle kapattığım gözlerimi açtım. Gülerek Melih’in yanına gidip, evimize doğru yürümeye başladık.
“Abla sen varya çok fenasın çok.”
“Fena değilim canım. Sadece eskisi kadar salak değilim artık.”
“Bir şansın varsa düzgün kullan abla. Kaybetme, komutanımı.”
“Bugüne kadar kaybettiklerimle kotamı doldurdum, merak etme. Bundan sonra sadece kazanmak var.”
Sessiz sessiz yürümeye devam ettik. Kesinlikle kirli bir oyun olacaktı ve ben her şeyimle hazırlıklıydım. Ama öncesinde, biraz dinlenmem gerekiyordu.