Emre büyük bir evin önünde durdurdu arabayı. Ev ev değil saray yavrusu mübarek. Ağzım açık şekilde evin karanlıktaki heybetine bakarken Emre boğazını temizledi.
Kendime gelip kapıyı açtım. Aşağı indiğimde o da inmişti. Benden öne geçip yürümeye başladı. Arkasından yavaş adımlarla yürüyüp beni yutacakmış gibi duran evi daha doğrusu sarayı inceliyordum. Hiç bir zaman zenginlik düşkünü olmamıştım fakat bu ev harikaydı.
İçeri girdiğimizde ise ayrı bir şok yaşadım. Evi anlatacak kelime bulamıyorum şu an. Yerler sanki aynaydı çok parlak ve temiz. O yüzden eğilip ayakkabılarımı çıkarmak istedim ama Emre'nin sesi ile durdum.
"Ne yapıyorsun?" sordu şaşkınca.
"Ayakkabımı çıkarıyorum yer kirlenmesin" dedim. Ben zengin bir ailede doğmamıştım. Küçük bir mahallede iki katlı sade bir evde yaşıyordum ve evde ayakkabı ile dolaşmak gibi bir adetimiz yoktu bizim. Gülümsedi. Yanıma geldi ve kolumdan tutup kaldırdı.
"Bir şey olmaz. Ev hergün temizleniyor zaten." dedi. Suratı biranda ciddileşmişti. "Bizim şuan evin temizliğinden daha önemli işimiz var " haklıydı. Yaralı birini tedavi edecektik. Kafamı sallayıp saçlarımı geri attım ve
"Ne yapıyoruz?" diye sordum ciddi sesle. Telefonunu çıkardı cebinden
"Önce Ataberk'i arıyoruz nerede kaldılar diye" ekrana dokundu ve kulağına götürdü. Bir kaç çalışta açmıştı. "Neredesiniz abi?" sordu ve karşı tarafı dinlemeye başladı. Kapatıp bana döndü. "Hadi elimi yıkayalım. Steril ortama gireceğiz ufaklık" ufaklık... Biranda etraf karanlıklaştı ve heybetli beden belirdi zayıf ışık huzmesi altında. Ardından etrafı saran yeşil renk akarak adamın göz çukurlarına doldu. O muazzam yeşil manzarayı sundu bana. Bu halimi hiç beğenmiyordum. Hem de hiç. Delirecektim böyle giderse. Bir daha asla görmeyeceğim birini her an hatırlamak akıl karı değildi.
Bir kaç güne unutursun.
dedi bilinçaltım. İnşallah dedim içimden. Kırmızılı uzun saçlarını savurup sinsi bir bakış attı bana. Neden öyle yaptığını anlamamıştım. Kafa yoracak kadar da işsiz değildim. Benim yardım etmem gereken ultra yakışıklı serseri doktorum vardı. Şimdi söyleyeceksiniz adam seni birkaç saat önce kurtarıp borçlu olduğunu söylemişti ne bu rahatlık? Haklısınız. Eğer sulugözlü, depresyona elverişli karakterim olsaydı şimdiye bayılmıştım. Ama gel gör ki ben çok güçlüydüm. Panik halinde bile asla sağduyusunu kaybetmeyen biriyim.
On beş dakika sonra Ataberk denen adam yanında bir kaç kişi ile birlikte kucaklarında bir kız ile geldiler. Eskinden bir kızdı zavallı. Çünkü adamın kucağında paramparça bir şey vardı. Adam Emre`ye bir şey sormadan salondan çıkıp aşağı inen merdivenlere yöneldi. Belli ki buraya daha önce de gelmişti. Emre beni sırtımdan iterek arkalarından gitmemizi sağladı. Aşağı indiğimizde mini bir hastane ile karşı karşıyaydım. Bu sefer hakikaten de dumur olmuştum. Ameliyat masası, muayene sedyesi, aletler kısaca her şey.
Adamlar gittikten sonra Emre Kılıç mini hastanede tamamen değişmişti. Sanki az önce yukarda rahat, gülümseyen adam gitmiş yerine çok ciddi işine düşkün adam gelmişti. Bu hali hoşuma gitmişti.
"Adı ne?" diye sordum Emre son dikişi atarken kızın kaşına. Kızın beneninde kırık yoktu fakat fazlasıyla çürük ve ezikler vardı. Bir tek kaşı açılmıştı. Dikiş gerekiyordu.
"Müge" dikkatle son dikişi atıp geri çekildi.
O sırada kız kendine gelerek acıyla inlemeye başladı. Zavallı kız. İçim parçalandı haline. Kolu kırık değildi ama acıyordu morarmış yeri.
"Sar..han" dedi fısıltıyla. Yüzüne yakın olduğum için ilk duyduğumda anlamadım ama ikinci ve üçüncü kez açık duymuştum. Sarhan. Birinin ismini sesleniyordu. Ellerini yıkayan Emre'ye döndüm.
"Sarhan kim?" Emre elindeki havluyu düşürdü. Neden düşürdüğünü anlamamıştım.
"Se..Sevgilim" ikinci kelimesi beni aydınlatmış Emre'nin cevabına gerek kalmamıştı. Sevgilim dedikten sonra uyumuştu.
"Sevgilisi mi?" diye sordum. Elini kurulayıp bana döndü.
"Sayılır" dediğinde hiç bir şey anlamadım. Tabi haliyle soracaktım ama çalan telefonu engel oldu. Bana bakmadan cebinden çıkardı telefonu. Ekrana baktı ve yeşil ikonu kaydırıp kulağına götürdü ahizeyi.
"Neredesin lan sen? Evdeyim. Bekliyoruz." dedi bana bakarak. Kaşlarımı çattım. Benden mi bahsediyordu? Telefonu kapatıp yanıma geldi. "Müge'yi yatağa yatırayım, mutfağa geçip bir şeyler yeriz. Ben çok acıktım" dedi. Kafamı sallayıp Müge'yi yatağa yatırmasını bekledim.
Müge'yi yatırıp çıktık ordan. Mutfak diye adlandırılan şey bizim alt kat kadar olan bir odaydı.
Sandalyeyi çekip beni artistik şekilde davet etti oturmaya. Gülümsemek istemesemde istemsizce dudaklarım yukarı kıvrıldı. Sakince oturdum. Ben oturduktan sonra o buzdolabının önüne geçip kapağını açtı.
"Ne yersin?" sordu dolap raflarına bakarak.
"Bilmem"dedim omuz silkerek.
"O zaman meyve salatası yiyelim" salata için meyveleri çıkarıp tezgaha koydu. Doğrama tahtası alıp meyveleri doğramaya başladı. O sırada kapı çalmaya başladı.
"Kapıya bakar mısın?" dedi bana dönüp. Ellerini gösterdi. Elleri mevyeye bulaşmıştı.
"Bakarım tabi" dedim sandalyeden kalkarak.
"Teşekkür ederim Ömür hanım" yine kibar doktor kişiliğine bürünmüştü. Bu adamı sevmiştim. İçimde en ufak şüphe kalmamıştı bana zarar verebileceğine dair. Öyle bir düşüncesi olsa çoktan yapardı değil mi? Beni evine getirip özeline dahil etmezdi.
"Rica ederim doktor bey" dedim bende aynı kibarlıkla. Bana dönüp göz kırptı. Sadece gülümseyip mutfağı terk ettim. Emre Kılıç tekrar ediyorum çok yakışıklı adamdı. O göz kırpışının hedefi başka bir kız olsaydı mutfak zeminini boylamıştı şimdiye. Ama bende pek etki yaratamamıştı.
O adamı görünce beliren sürtük tarafım Kırmızılı bu yakışıklıyı görünce rahibeye dönüşmüştü. O adam için saniyeler içinde soyunan sürtük, Emre'yi görünce kapanacaktı neredeyse. Bu saçma düşünceleri kafamdan kışkışlayıp kapıyı açtım. Ve karşımda bir yakışıklı daha.
Allah'ım bunları bana sayıyla mı veriyorsun? Ya da Zeus'un Tanrıları yere mi inmişt bu gece? Peki Zeus kendisi neredeydi?
Siyah saçları spotların altında kara elmas gibi parlıyordu. Kirli sakallı yüzü şaşkınca bakan kahverengi gözleri vardı. Birbirimiz inceler gibi süzerken adam geri çekildi ve eve baktı.
"Yanlış gelmedim değil mi?" sordu bana.
"Kimi aramıştınız?"
"Emre'yi" dedi tek kaşını kaldırıp.
"Yanlış gelmediniz burası onun evi. Buyurun" dedim kapıdan geri çekilip ona yol verirken. Böyle de ev sahibi gibi oldum ama ne yapayım?
İçeri geçti ama bakışları hala üzerimdeydi. Soru dolu bakışları altında eziliyordum. Yan profilimde hissettiğim ağırlığa dayanamayıp bakışlarımı ona çevirdim. Ne var? der gibi kaşımı kaldırdım.
"Daha önce kız görmediniz mi?" diye sordum alayla. Güldü. Bir erkeğin bu kadar güzel gülmesi gerekmezdi bence. İnsanların özellikle kadınların akıl sağlığına zaralıydı. Gülmesi tebessüme dönüşürken önüme geldi. Yavaş adımlarla üzerime yürüyordu. Bense geri geri gidiyordum. Sırtım duvara yaslandığında gidecek yerim kalmamıştı. Büyükçe yutkundum. Yakınımda olduğu için kokusunu hissedebiliyordum.
Ve kokusu..... portakal çiçeği karışık amber kokusuydu. Anında aklımda beliren yok edici yeşillere küfürler savurdum. Neden olur olmadık zamanda geliyordu ki aklıma? İyice sinir olmaya başlamıştım bu duruma. Adamda bir şey vardı beni kendine çeken. Bu yakışıklı olması ile alakalı değildi biliyordum.
"Kimsin sen küçük?" al işte bir tane daha. Biri ufaklık der diğeri küçük. Yirmi bir yaşımdayım ben millet. Küçük değilim yani. Sinir aniden kanıma karışınca kaşlarımı çattım.
"Küçük değilim ben" diye çemkirdim yüzüne. Gülümsedi yine. Bu adama gülümsemek yasaklanmalıydı. Hemde acilen. Bana cevap verme tenezzülünde bile bulunmadan yüzümü incelerken Emre'nin sesiyle kafamızı ona çevirdik.
"Çekil kızın üstünden Elhan" dedi pekte ciddi olmayan sesle. Elhan. Demek adı Elhan'dı. Hiç duymamıştım böyle bir isim. Acaba türk müydü?
Elhan üzerimden çekilip Emre'ye doğru yürüdü. Klasik dost sarılmasından sonra bana döndü Elhan. Kolu Emre'nin omzundaydı.
"Sen evine dişi sokmazsın, hasta değilse. Ne iş kardeşim?" sordu. Bana bakıyordu ama sorunun hedefi Emre'ydi. Demek kadın getirmiyordu eve. Bu ona güvenmem gerektiğini gösteren nedenlerin üstüne bir neden daha ekliyordu.
"Uzun hikaye sonra anlatırım." dedi ciddi sesle bu sefer. Sonra bana hitaben "Ömür salata hazır. Sana zahmet onları servis eder misin? Biz geliyoruz şimdi" dedi Elhan'a bakarak. Elhan anlamamış gibi kaşlarını çattı.
"Tabi ki yaparım" dedim gülümsüyerek. Emre Kılıç'ın yanında somurtmak imkansızdı. Bunu öğrenmiştim bu bir kaç saat içinde.
"Tabakları tezgaha bıraktım. Bulamazsın diye" dedi arkamdan. Ona dönüp kafamı salladım. Haklıydı. Koca mufakta tabak arar durudum bir saat. Mutfağa girip tezgaha yaklaştım. Çok leziz gözüküyordu. Midem anında tepki olarak guruldamıştı. Kimbilir kaç saattir açtım ben. Salataya aşkla bakmayı kesip kaşığa salata doldurup tabaklara servis ettim. Üç tane tabak vardı. Üçüncüsü Elhan içindi demek. Tabakları mutfak masasına dizdim. Yanına koymak için kaşık aradım çekmecelerde. Nihayet bulduğumda tabağın yanına koydum. İşimi bitirip tezgaha yaslandım. Beklemeye başladım.
Peçete de koymak isterdim fakat yerini bilmiyordum. Ortalıkta fazla eşya yoktu. Her yer tertemizdi. Doktor evi nede olsa. Gülümsedim. Neden doktorların evleri ve arabaları temiz oluyordu? Hep merak etmiştim bunu. Acaba Tıp Üniversitesinde 'Araba ve ev temiz tutulacak' diye bir ders mi veriliyordu?
Başına gelen olaylar kafanı dumanlandırmış senin...
dedi bilinçaltım onaylamaz bakışlarla bana bakarak. Haklıydı. Saçma sapan şeyler düşünüyordum. Benim düşünmem gereken sapık bir eski nişanlım vardı. Benim hesap vermem gereken bir adet atom bombası Duygu`m vardı. Benim bulmam gereken bir iş vardı. Duygu'ya ömür boyu yük olamazdım. Benim unutmam gereken iğrenç tecavüz girimişi görüntüleri vardı aklımdan çıkmayan. Ama en önemlisi ve acili unutmam gereken orman yeşili bir çift göz, amber koku, sert çehre ve heybetli bir beden vardı. Kısaca benim esaslı bir formata ihtiyacım vardı.
Kendimle uğraşırken ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama hayli geç olmuştu. Ne yapıyordu bu ikisi içerde? Emre bu kadar uzun ne anlatıyordu Elhan'a?
Nihayet gelebildiklerinde gülüyorlardı. En azından birilerinin keyfi yerindeydi. Yüzümde gülme eylemi gerçekleştirmeyi umarak onlara baktım.
"Siz oturun ben peçeteleri çıkarayım." dedi Emre bir dolaba doğru yürürken. Elhan bana bakıyordu. Yüzümü incelediğini biliyordum ama bilerek bakmıyordum ona. Bakarsam çözülecektim. Bu saate kadar sanki buz tutmuştum. Elhan bir bakışı ile güneş olmuş ve beni çözmüştü. Meyve salatasını yedim zar zor. Aç olan midemi isyan ettirmemek için. Salata bitip bulaşıkları benim ısrarlarıma rağmen kendi halleden Emre'yi mutfakta yalnız bırakıp Elhan ile salona geçtik. Tekli koltuğa oturdum. Elhan geniş L koltuğa oturdu yayvan şekilde. Bana bakıyordu yine ama ben az önce yaptığım gibi ona bakmayı reddediyordum.
"Küçük?" bariton sesini duyduğumda kafam benden bağımsız ona çevrildi. Bakışlarından akan şevkat ile kalbim tekledi. Erkek cinsi uzun zamandır bana böyle bakmamıştı. Şevkatli, tüm belalardan koruyacakmış gibi. Babam bile bu kadar güzel bakmamıştı bana. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Konuşursam ağlayacaktım çünkü. Ben konuşmak istemiyordum ama salak dilim yine benden bağımsız çözülmüştü.
"Ben küçük değilim" dedim. Dolan gözlerimi kırptığımda yanağımdan süzülen yaşlara engel olamamıştım. Hızla görmemesi için yanağımı kuruladım elimin tersi ile. Ama onun kartal gibi keskin gözlerinden kaçmamıştı damlalar. Oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi. Önümde diz çöküp eğdiğim başımı kaldırdı çenemden tutup. Yüzümüz aynı hizada olsa da bakışlarımı ondan kaçırıyordum. Baş parmağı ile yanağımdan sicim gibi süzülen yaşları sildi. Fakat silinen damlaların yerini yenisi alıyordu. Alt dudağımı ısırıp engel olmaya çalışıyordum ama mümkün değildi. Aniden bedenim çekildiğinde boğazımdan kaçan hıçkırığa engel olamamıştım. Beni güçlü kollarının arasına alıp yere oturdu. Sırtını benim oturduğum koltuğa yasladı. Çenesini başıma bastırıp
"Ağla güzelim çekinme benden" dedi. Sözleri beni büsbütün çözmüştü bu sefer. Kollarımı beline sarıp sıcaklığına sokuldum. Sesinden akan saf şevkat içimi titretiyordu. Uzun süre ağladım göğsünde. Giydiği tişört sırılsıklam olanadek ağladım hemde. Geri çekildiğimde elinde mendil beni izleyen Emre'yi gördüm. Ne zaman geldiğini fark etmemiştim bile. Teşekkür tebessümü ederek mendili aldım. Yaşlarımı silip beni izleyen iki yakışıklıya baktım. Emre başını hafif yana yatırmış dudaklarını büzmüştü. Sanki bir şey düşünüyordu. Elhan'a baktım bu sefer. hafif tebessüm ile bakıyordu bana. Konuşmuyordu. Konuşmasına da gerek yoktu. Bakışları yanımda olduğunu haykırıyordu zaten.
"Bu kız ağlayınca çok çirkin oluyor değil mi kardeşim?" dedi gülümseyerek. Serseri yine beni güldürmeyi başarmıştı.
"Sensin çirkin" atarlandım hemen. Yüzünü gösterdi alınmış tavırla. Dudaklarını büzdü.
"Bü yüze çirkin deme kızım. Çarpılırsın" dedi.
"Hah! Kendini beğenmiş" dediğimde Emre saçlarını karıştırdı artistik şekilde. Sanki dergi çekimindeydi. Güldüm bu haline.
"İyi misin şimdi güzelim?" soru Elhan'a aitti. Bakışlarımı Emre'nin şebek hallerinden koparıp ona döndüm. Kafamı salladım olumlu anlamda. Ağlamak iyi gelmişti.
"Anlat şimdi neler olduğunu. Neden o adamların eline düştün sen?" sorduğunda Emre'nin anlattığını anlamıştım. İtiraz etmek istedim ama öyle bir bakıyordu ki değil itiraz etmek sesim bile çıkmadı. Yutkundum. "En başından detay atlamadan." kafamı salladım.
En başından canım yansada anlatmaya başladım. Bittiğinde Elhan hırsla beni kendine çekti. Sıkıca sarıldı. Saçlarımı okşadı şevkatle.
"O pezevengin dalağını sikeceğim" dedi sarışın adamı kastederek. Çok sinirlenmişti. Bu gece çok şeyi kaybetsemde çok iyi iki adam kazanmıştım hayatıma.
"Ben seni kaçıran o " dedi düşünerek "Senin dediğin gibi yeşil gözlü yabancıya takıldı. Kimdi o acaba?" sordu merakla. Omuz silktim.
"Öküz herif kim olduğunu ve neden onun yanında olduğumu söylemedi ki" dedim sinirle. Yine gelmişti aklıma poşeti üzerime atışı. Lafım bittiğinde Emre gülüyordu.
"Öküz. Evet en iyi benzetme o adama" dediğinde Elhan ensesine vurdu.
"Lan dalga geçme. Ciddi bir şey konuşuyoruz burada." Emre teslim olur gibi kaldırdı ellerini.
O gece uzun zaman sonra ilk kez güzel rahattım, mutluydum. Elhan bana boş olan İstanbul'u görmek isteyip istemediğimi sorunca evet demiştim. Boş sokakları görmeyeli çok olmuştu. Üzerime aldığım Emre'nin deri ceketinin kollarını çekiştirdim büyük gelmişti üzerime. Dışarı çıktık. Arabaya binmeden yürümeye başladık. Hava soğuk değildi fakat sıcakta değildi. Ellerimi ceketin ceplerine soktum.
"Üşüyor musun?" diye sordu bana.
"Biraz" diye itiraf ettim.
Bir şey söylemeden üzerindeki montunu çıkarıp omzuma attı.
"Sen üşüyeceksin Elhan" montu çıkarmak istedim ama izin vermedi.
"Bana bir şey olmaz güzelim" dedi gülümseyerek. Bu adamda bir şey vardı beni kendine çeken. Çözememiştim fakat ne olduğunu.
"Peki" dedim yelkenleri suya indirerek. Pes etmeyeceğini biliyordum. Sahile geldiğimizde banka oturduk. Denizi seyrederken bana bakmadan
"O adam?" diye sordu.
"Hangi adam?"
"Yeşil gözlü olan hani." bu sefer yüzüme baktı. İçim titredi bir an.
"Evet?" diye konuşmaya teşvik ettim.
"Ona karşı bir şey hissediyor musun?" sorusu kafamdan aşağı dökülmüş buzlu gibi su etkisi yarattı. "Kimseye söylemeyeceğim. Söz." Hala yüzüne bakıyordum. "Şahzade sözü" dediğinde kaşlarımı çattım.
"Şahzade?" sordum merak barındıran sesle.
"Elhan Şahzade" elini uzattı. Elini sıktım gülerek.
"Ömür Doğan memnun oldum"
"Şimdi cevap ver soruma" dediğinde derin nefes aldım. Aldığım nefesler ciğerime tıkanmıştı.
"Unutamıyorum" dedi fısıltıyla. Yüzüne baktığımda gülümsedi.
"Sana bu kötülükleri yapanlardan intikam alıp, Emre'nin borcunu ödemek istiyor musun?" diye sordu ciddi sesle. Gözlerim parlamıştı. Evet o adamdan, bana kirlenmiş muamelesi yapanlardan ve Metin`den intikam almayı çok istiyordum.
"Evet" dedim sevinçle.
"O zaman evlen benimle" diyerek bombayı atmıştı aramıza.