Birinci bölüm.

4784 Words
"Onu öldürmek istiyorum." hırladı sinirle genç kız içeri girip kapıyı çarparken. "Mal Alperen. Beni sevgilisinin yanında küçük düşürdüğü için çok pişman olacak o." çantasını yere fırlatıp üzerindeki paltoyu çıkardı. "Bana, bana ablasına evde kaldın dedi yaa" paltoyu portmantoya astı. Söylenmeye devam ediyordu. "Yirmi dört yaşımdayım ben. Pislik. Ama dur. Bana para için geldiğinde sana göstereceğim ben." ayağındaki çizmeleri yırtarcasına tepinerek çıkardı. Peluş ev terliklerini ayaklarına geçirip yerdeki çantayı aldı ve salona girdi. Sinirden ve soğuktan kızarmış yüzüne düşen bakır renkli parlak saç tutamlarını kulaklarının arkasına sıkıştırıp ofladı. Bakışlarını kapalı ışıkları ile kimseziliği andıran salonda dolaştırdı ve odağına her zamanki yerinde duran O'nu aldı. Karanlığa sığınmış ağlıyordu yine. Kalbini ikiye bölen acıyı hisseti genç kız. Yavaş adımlarla arkadaşına yaklaştı. Pencere pervazına oturmuş İstanbulun ışıl ışıl gövdesini izliyordu. O da yavaşça ses çıkarmadan arkadaşının yaptığı gibi pervaza oturup şehre çevirdi bakışlarını. İstanbul, herkesin olmak istediği şehir. İstanbul, herkesi kabul etmeyen şehir. Kimine mutluluk kimine yıkım getiren şehir. Gözlerini parıl parıl parlayan eşsiz şehirden çekip yanındaki enkaza çevirdi. Susarak onu izledi. Kahverengi gözleri kızarmış ve yaşlarla parlıyordu. Yutkundu kız. O gece de onu öyle görmüştü. Bitmiş ve yenilmiş. Arabasının önüne atlayıp hayatına son vermek isteyen kız geri gelmişti. İçinde bir yerlerde saklanan korku saklandığı kuyudan çıkıp silahlarını kuşanarak tüm organlarına zarar vermeye başladı. Şubat.... "Davayı kazandık Mehmet bey. Evet. Hakim lehimize karar verdi. Ama diğer taraf rahat durmayacak." ana yola çıkıp hızını düşürdü "Temziye gidebilirler. Tamam sonra konuşuruz efendim" telefonu kapattı. Bir iki saniyelik gözlerini yoldan alıp telefonu yan koltuğa attı. Bakışları yola çevrildiğinde arabanın önüne atlayan bir karartı gördü. Korkuyla çığlık atarak  frene asıldı. Neyse ki çarpmadan durabilmişti. Direksiyona kenetlenmiş parmakları, korku ile hızlanan nefesi ve kaskatı kesilmiş bedeni arabadan inip neler olduğuna bakmasına engel oluyordu. Birkaç dakika sonra yavaş yavaş kendine gelen bedeni ağır bir şeymiş gibi hareket edip kapıyı açtı ve titreyen bacaklarını arabadan dışarı çıkardı. Korku kulaklarında uğulduyordu. Kalbi korku ile kasılıp göğsüne kanlı tekmeler atıyordu. Ölmüş müydü? Kafasını iki yana salladı. Olamazdı. Korkuyla hızlanan kalp atışlarını dinleyerek arabanın önüne geldi. Yerde yatan kişiye doğru ürkek adımlarla yaklaştı ve yerde kanlar içinde yatan kadını gördü. Elini ağzına kapatıp dizlerinin üzerine çöktü. Çok kötü durumdaydı. Üzerindeki elbisesi yırtılmış, bedeni kanlar içindeydi. İçini kaplayan acıyı yok sayarak yüzünü saklayan koyu renk saçlarını çekti. Parmaklarına bulaşan kan ile "Hii" diye nida dökülmüştü dudaklarından. Parmaklarına bulaşmış uğursuz kırmızılara baktı dehşet içinde. Kadının yüzü kan içindeydi. Ama bu araba çarpmasıyla olmadığını biliyordu. Çünkü arabada en ufak iz bile yoktu. Dolu gözleri kadının bedenini hızlıca taradı. Bakışları bacak arasındaki çizgi halinde uzayan kurumuş kan lekesine baktı. Sol gözünden yuvarlanan büyük damla çenesine aktı. Zavallı kadın. Ne kadar acı çekmiş kim bilir. Dudaklarından ağzını kor gibi yakan kelimeler döküldü fısıltı ile "Tecavüz!" ..... Mart.... "Hale evleniyor." sesini duyduğunda bir ay geçmesine rağmen hala aynı tazeliğini koruyan hatıralarından sıyrılıp elinin tersi ile yanaklarını kuruladı. Bakışlarını arkadaşına çevirdi hızla. Cümlenin devamı olduğunu biliyordu. Sessizce bekledi "Metin ile" deyip bakışlarını arkadaşının şaşkın suratına çevirdi. "Senin nişanlın olan Metin ile" sesinde elle tutulur bir şaşkınlık vardı. Kafasını salladı. "Bana inanmayan, benden vazgeçen nişanlım ile." zayıf yüzünde beliren iç parçalayan tebessüm ile bakıyordu arkadaşının koyu renk harflerle akan sorularla bezenmiş suratına. Sonra kendine gelip arkadaşının küçük kalmış bedenini kendine çekip sarıldı. "Orospu çocuğu. Üzülme bebeğim. Değmez o götoş herif için." saçlarını okşayıp sıkıca sarıldı kıza. "Metin'i takan yok ki. Ben ablama şaşırdım Duygu. Nasıl yapar? Onun benim nişanlım olduğunu bile bile nasıl onunla evlenir?" hıçkırık firar eden ağzını kapattı eliyle. Durmadan konuşan, kafa şiriren, gözü kara avukat Duygu Eroğlu suskunluğu bir pelerin gibi sırtına geçirmişti. Uzun zaman sessiz kaldıktan sonra beynini zorlayan kelimelere ses ekleyerek dudaklarının arasından çıkardı. "Darılma ama ablan tam bir sürtük." yüzünü buruşturdu. "Kesin nişanlında gözü vardı ve senin yokluğunu fırsat bilip hemen atlamış o herifin üzerine." kendi kendini doğrulamak adına kafasını salladı. Aklına gelen şeyle kaşlarını çatıp arkadaşını kendinden uzaklaştırdı. Yüzüne başıklarını saplayıp şüpheci kahvelerini dolaştırdı kızın yüzünde. "Hem sen nereden öğrendin onların evleneceklerini?" sordu. "Hale'nin f*******: profiline eklediği fotoğraflardan" bakışlarını kaçırdı arkadaşından. "Sana o fotolara bakıp üzülümeni yasaklamamış mıydım ben?" Mahçup gülümseme ile baktı Duygu'ya kız. "Yapma güzelim. Bak üzülüyorsun sonra. Onlar seni silmişler. Sen de onları unut artık. Yoluna bak." pencere pervazından inip kıza elini uzattı. Salondaki koltukların birine oturdular. "Biliyorum. Zaten onları değil annemi özlüyorum. Bana inanan tek kişi oymuş o evde. Hale de inanıyordu ama sonradan ne değişti bilmiyorum." artık ağlamayı kesmiş sakin şekilde konuşuyordu. "Bugün bir ay oldu onu görmeyeli." ağzı yıllardır susuz kalmış gibi kupkuru idi. Yutkunurken acı çekmişti. O uğursuz günü hatırlamak bile kalbine iyi gelmemişti. Kalbi kasılıp acı dolu çığlıkla çırpıldı göğsüne. Şubat... Komşuları Süreyya teyzeyi yanan evinin önünde durup feryat figan ağlarken görmek içini acıtmıştı Ömür'ün. Rahmetli eşinden kalan tek yadigardı o ev. Sinirle soluyup etrafta sadece izleyen ve o mafya bozuntularının ceza almaları için hiçbir şey yapmayan korkak insan yığınına baktı. Ömür Doğan asla haksızlığa gelemezdi. Her zaman açık sözlü ve dobra bir kızdı. Şimdi de evlerini ellerinden almak isteyen inşaat şirketinin maşası bu zorba mafya tipli heriflere de boyun eğmeyecekti. Eve girdi. Dış kapıyı kapatıp odasına girdi ve şarjda olan telefonunu alıp 155 - i tuşladı. Sinirle gözünün önüne gelen saç telini üfleyip cevap bekliyordu. Kendine cevap veren memura olayı kısaca anlatıp adresi verdi. O gün kendisini ifade için merkeze götüren komiserlere her şeyi anlatmış ve o heriflerin gözaltına alınmasını sağlamıştı. Ömür garson olarak çalıştığı kafede doğum günü kutlaması olduğu için geç çıkmıştı işten. Saat gecenin on biriydi. Kafe ile evlerinin arası iki sokak olduğu için yürüyerek gitme kararı aldı. Zaten herkes onu tanıyordu. Mahallelerinde öyle hırsızlık ve sarkıntılık olayları da olmazdı. Başındaki bereyi kulaklarının üzerine çekip onları donmaktan kurtardı. Ellerindeki eldiven dondurucu soğuğu önleyemiyor elini üşütüyordu. Ellerini montunun cebine sokup adımlarını hızlandırdı. Hemen eve varmak en sevdiği civcivli terliğini giyip büyük kupada hazıladığı nescafesini içmek istiyordu. Hızlıca yolu geçmek isterken önünde aniden duran araba ile o da durmak zorunda kalmıştı. Gözlerine patlayan farlardan korunmak için ellerini gözlerine kapattı. Arabadan inen iki kişi üzerine gelmeye başlayınca bütün bunların tesadüf olmadığını anlaması uzun sürmemişti. Nefesi hızlanmıştı korkudan. Bu adamlar kimdi ve ondan ne istiyorlardı? Şaşkınlığı hastalık bigi bedeninden kovup arkasını dönüp koşmak için kendini hazırladı. Ama arkasını döner dönmez iri yarı bir adama çarpmıştı. "Bak, bak küçük ispiyoncumuz kaçmaya çalışıyor." sert sesi kulaklarına dolduğunda kafasını kaldırıp adama baktı. Yüzüne düşen ışıklardan anladığı kadarıyla adam sarışındı. İri bedeninden buram buram tehlike kokusu yayılıyordu. Arkasındaki adamlar hızlıca yanına varıp kollarını yakaladılar. Ömür çırpınarak kurtulmaya çalıştı.Korkudan az buçuk bildiği sambo teknikleri anında zihninden uçup gitmişti. "Bırakın beni." hırladı sinirle. "Siz kimsiniz? benden ne istiyorsunuz?" "Bırakacağız fıstık." eliyle adamlara arabayı işaret etti. Adamlar kızı sürükleyerek arabaya doğru yürüdüler. "Ama bizi ispiyonlayan o güzel ağzına bir takım şeyler yaptıktan sonra." dedi nefretini kusarak. Sarışın adam arka koltuğa oturdu. Ömür'ü tutan adamlardan biri deli gibi çırpınıp bağıran kızı çuval gibi arabaya attı. Sert bir şekilde arabaya giriş yapan kız sarışın adamın kucağına düştü. Adam kahkaha attı. Pis sesi kulaklarını tırmalıyordu kızın. Buradan kurtulmak evine gidip yorganın altına girmek istiyordu. "Tam da olmanı istediğim yerdesin bebek." dediğinde kızdan yumruğu yedi suratının ortasına. "Sapık herif bırak beni. Yoksa kötü olacak" diye cılız bir tehditte bulundu. Sarışın dudağının kenarından akan kanı silip arkadan kıza vurmak isteyen adama eliyle dur işareti verdi. Aniden kızın uzun kahverengi saçlarına yapıştı. Yüzüne yaklaştırıp "Ne o yoksa yine mi polise şikayet edersin bizi?" sesi tehlikleli derecede sakindi. Sanki kızın her hareketinden, hırçınlığından  zevk alıyordu. Ömür anlamıştı artık onların kim olduklarını. Onlar evini satmak istemeyen Süreyya teyzenin evini yakan haydutlardı. Kendisinin şikayet edip içeri attırdığı mafya bozuntularıydı. "Siz? Nasıl çıktınız içerden?" diye sordu şaşkınlıkla. Sarışın tekrar kahkaha attı. "Kıza baksana Cihan. Ona ne yapacağımızı sormuyor da nasıl çıktığımızı soruyor. İlginç." dedi sürücü koltuğundaki adama. Cihan denen herif güldü. "Tam istediğin gibi kız işte abi. Çok eğleneceksin." dediğinde Ömür korkuyla irkildi. Ne yapacaklardı ki? En fazla dövüp atarlardı değil mi? Aniden adamın kucağında olduğunu hatırlayıp kalkmaya çalıştı ama bir çift güçlü kol tarafından engellendi. "Nereye bebek? Oturuyordun ne güzel." diyen adamın göğsüne yumruk indirmeye başladı. "Bırak lan beni. Kimsin sen?" tısladı sinirle. "Ben bir kaç dakika sonra senin erkeğin olacak adam." dediğinde yumruk yaptığı elleri adamın göğsünde dondu. Korku çığlık atarak tüm bedenini işgal etti. İri iri açılmış kahvelerini adamın sert yüzüne dikti. Adam gülümseyerek kıza yaklaştı "İçerde geçirdiğim saat kadar sahip olacağım şu seksi bedenine fıstık." iğrenç sesi beynine ulaşıp o sahnelerin canlanmasına yardım ederken gözlerini yumdu. "Yapma." dedi ağlamaklı sesle. "Yaptım bile fıstık. Benimsin bu gece. Merak etme işim bitince evinin önüne bırakacağım seni." iğrenç şeyler vaat eden sesini duymak istemiyordu. Evine gitmek istiyordu. Annesine sığınmak, her korktuğunda olduğu gibi onun koyununda uyuya kalmak istiyordu. Adam saçlarını okşayıp arkasına yaslandı. Arsız bakışları altında kendini çıplak hissediyordu. Bedenini örtme dürtüsü çığ gibi büyüyordu içinde. Adam dediklerini yaparsa ölmekten başka çaresi yoktu. Kirli bedeni ile ailesinin itibarını da kirletemezdi mahallede. Mart... Duygu yine dalıp giden kızı kendine getirmek için öksürdü yalandan. Ömür kafasını ona çevirip dalgın bakışlarını yüzüne dikti. Sevimli bir gülümseme ile baktı arkadaşına Duygu. "Nescafe yapayım mı? İçelim." diye sordu. "Evet" ona ayak uydurmaya karar verdi Ömür. "Üzerimi değişip hemen geliyorum." deyip kalktı koltuktan. Odasına doğru yürüdü. ***** Genç adam ringten inip ağır adımlarla kendine özel soyunma odasına doğru yürüdü. İçeri girip kapıyı kapattığında üzerindeki terden sırılsıklam olmuş siyah sporcu atletini başından çekip çıkardı. Köşedeki koltuğun üstüne fırlattı. Elindeki kanlı bandajları özensiz bir şekilde açmaya başladı. Az önce ringte dudağının kenarına yediği yumruk için sinirlenip antrenman yaptığı çocuğu haşat etmişti. Çocuğu sedyede çıkarmışlardı spor salonundan. Elinin üstü ile dudağının kenarını sildi. Gözlerini kapatıp derin nefes aldı. "Ne istiyorsun Müge?" sordu kendine has erkeksi ses tonu ile. Müge dondurma gibi erimek üzereydi. Bu adamın herşeyine hayrandı. Sesine, o terler birer pırlanta gibi parlayan esmer tenine, iri yarı sert vücuduna, portakallı parfümüne karışmış kendi kokusuna ve sert tavırlarına tapıyordu. İç geçirerek bakışlarını yarı çıplak bedende dolaştırdı. "Beni izlemeyi kesip neden geldiğini kendin mi söyleyeceksin yoksa ben öğreneyim mi?" dedi arkasına dönerek. Tam tahmin ettiği gibi kadın hayranlıkla onu izliyordu. Zaten göklerde olan egosu daha yükseldi. Orman yeşili gözlerini kısıp hızla taradı kadının vücudunu. Bedeninde bazı uzuvlar hemen tepki vermişti karşısındaki kadının dişi görüntüsüne. En son operasyondan önce bedenini rahatlatmıştı. Müge bakışlarından bir şey belli olmayan adama yaklaştı. Bir nefeslik mesafede durup elini kaldırdı. Parmak uçlarını sevdiği dokunmaya doyamadığı kirli sakallı suratta dolaştırmaya başladı. "Seni gören bir yapımcı ve sanat camiasından olduğunu asla tahmin etmez Han." dedi cilveli sesle. Hiç bir tepki almadı sarfettiği cümleler. Fakat ardından aldığı emir ile kadın az kalsın zevkle inleyecekti. "Sesini kes ve soyun Müge!" otoriter sesini duyduğu an soyunmaya başlamıştı bile. Genç adam karşısında çırılçıplak kalan kadına yaklaştı. Onu belinden yakalayıp hızla duvara yaslamış ve şortundan kurtulup çoktan hazır olan uzvunu kadının derinliklerine alıştırmadan itmişti. Müge alışıktı onun böyle birleşmelerine. Zevkle inleyip gözlerini kapattı. Çünkü eğer gözlerini açık tutarsa karşındaki dolgun iştah açıcı dudakların tadına bakmaya çalışacaktı. Çalışacaktı çünkü Sarhan Şahzade hiçbir kadını öpmemişti bugüne kadar. Bir keresinde ettiği hatanın bedelini az kalsın hayatı ile ödüyordu. Dudaklarına uzandığı sırada boynuna sarılan elle durmak zorunda kalmıştı. Şimdi o kötü anları kafasından atıp aldığı büyük zevke odanlanmalıydı. Öyle de yaptı. Bedenini aç bir canavar gibi tüketen adamın son hamleyle derinliklerine akmasını ve suratındaki çarpık gülümsemesini izledi. Bu adama hastaydı. Onun için hayatını tehlikeye atıp bilgi topluyordu yeraltından. Sarhan kadını yere indirip çıplaklığına aldırmadan odanın içindeki banyoya doğru yürüdü. Kapıda durup giyinen kadına arkasını dönmeden "Anlat Müge" dedi. İsmini o güzel ağızdan duymak kadına müthiş bir haz veriyordu. Görmediği için gülümseyip konuşmaya başladı. "Boris Lebedov alışverişi doğuda insansız bölgede yapacak " dedi. Giyinmiş ve adamı izliyordu. "Gidebilirsin" dedi ve yüzüne bakmadan banyoya girdi. İsmini duyduğunda gerilen bedenini sıcak suyun altına attı. Genelde soğuk su ile yıkanırken bugün sıcak tercih etmişti. Haşlak su zihnini kanlı hatıralardan kurtarıyordu. Derin nefes alıp ellerini kabinin duvarına yasladı. Başını öne eğip gözlerini kapattı. Sırtından akan sıcak su artık gücünü kaybedip güçsüzleşirken o günün hatırası tırnaklarından kan damlayan pençelerini nefes borusuna geçirdi acımasızca. Nefes almak için elini boğazına götürdü. Diğer elini yumruk yapıp duvara vururken sessizce özür diliyordu O'ndan. Koruyamadığı için, ölümüne sebep olduğu için. 'Seni Seviyorum Han. Kızımıza iyi bak ' son sözleri çark gibi beyninde dönüp tüm düşüncelerini savuruyordu. Spor salonundan çıktıktan sonra arabaya doğru yürürken telefonunu cebinden çıkarıp istediği numarayı kaydırdı. "Mert bana Kulaksız'ı bul hemen." deyip telefonu kapattı. Şansı yaver giderse düşmanı ile hesaplaşacaktı yakında. Arabaya binip kontağı çevirdi. Araba çalıştığında çalan telefonu ile durdu. Ekrana bakmadan yeşil ikonu kaydırıp kulağına götürdü. "Buldun mu Mert?" sordu duygudan yoksun ses tonu ile. "Baba" telefonun diğer ucundan gelen ses ile duraksadı. Kendini toparlayıp cevap verdi "Bir şey mi oldu küçüğüm?" sordu şevkate bulanmış ses ile. "Seni özledim baba. Ne zaman geliyorsun?" konuşurken dudaklarını büzdüğünü ve kirpiklerini kırpıştırtırdığını görebiliyordu. Beş yılda iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar sayılı bir tebessüm belirdi yakışıklı yüzünde. "Akşam geleceğim kızım." dediğinde Lalin sevinç çığlığı attı. "Tamam o zaman sana yaptığım çilekli pasta ile çay içeriz baba" yerinde duramadığını biliyordu. Tatlı sevmediği halde ona yemem diyememişti. "Görüşürüz küçüğüm" "Görüşürüz babacığım." ***** Gelmişti. Dayanamamış annesini görmeye gelmişti. Duygu'nun o kadar ısrarlarına rağmen gelmişti. Özlem zehirli sarmaşık gibi ruhuna sarılıp kalbini kavuruyordu. Üzerine geçirdiği kapşonlu hırkasının kapşonunu gözünün üzerine gelecek şekilde aşağı çekti. Kimsenin onu tanımasını istemiyordu. Akşam üstüydü ve eve dönüş vaktiydi. Annesinin komşudan geleceğini biliyordu. Altın gününe gitmişti kesin. Mart ayının başında oldukları için kışın soğuğu hala etkili bir şekilde ellerini üşütüyordu. Ellerini birbirine sürtüp nefesini üfledi. "Gelmeyecek belki de." mırıldandı kendi kendine. "Günü mü değiştiler acaba? Her pazar toplanıyorlardı oysa ki." kaşlarını çattı. Annesini göremeyecek olması sinirlendirmişti genç kızı. Ciğerlerine doldurduğu oksijeni sertçe dışarı üfledi. Gitmesi lazımdı. Duygu dönecekti aile ziyaretinden. Onun buraya geldiğini öğrenmemeliydi. Tam arkasını dönecekti ki evden çıkan babasını ve eski nişanlısı Metin'i gördü. Olduğu yerde donakalırken elleri izi geçmesine rağmen ilk günkü gibi sızlayan dudağının kenarına gitti. Babasının vurupta kanattığı yere. Kahveleri gri bulutları toplarken anılar gözyaşlarından önce davranıp üzerine bardaktan boşalırcasına yağmaya başladı. Bedeni olduğu yerde kalsa da ruhu o uğursuz güne doğru süzülmeye başlamıştı. Şubat.... Genç kız korku dolu gözlerle getirildiği yere baktı. Bir ofisteydiler. Etrafı incelerken bakışları kendisine kısık ve nefret dolu gözlerle bakan adama takıldı bakışları. Oda aydınlık olduğu için şimdi daha net görebiliyordu adamı. Yirmi beş, otuz yaşlarında genç bir adamdı. Tahmin ettiği gibi sarışındı. Birazdan ilk erkeğin olacak... Kafasının içinde biri vardı sanki ve aynı cümleyi fısıldayıp duruyordu. Korku ile ıslak kirpiklerini kaldırıp adama baktı. Kolları ile kendini sarma dürtüsüne engel olamamıştı. Kollarını sıkıca bedenine dolarken mırıldanıyordu. "Lütfen dokunmayın bana" yol boyu tekrar ettiği kelimeler yine dökülmüştü dudaklarından. "Öldürün ama dokunmayın." dedi bakışlarını yere indirdi. Odada yalnızlardı ve çok korkuyordu. Nerede olduklarını bilmiyordu. Telefonunu almışlardı. Odada yankılanan ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Korku ile irkilip başını kaldırdı ve ona doğru tehlikeli surat ifadesi ile yaklaşan sarışına baktı. Adını bilmiyordu. Bilmek de istemiyordu zaten. Buradan gitmek istiyordu. Hem de hemen. Çenesine dokunan parmak izin vermese de gücünü kullanarak kafasını kaldırdı. "Ben bir kadına istemediği sürece dokunmam fıstık." dedi sakin sesle. Adam kızın umutsuzluk ve korku besleyen gözlerinde umudun en güzel tonunun dalga dalga yayılışını gördü. Gülümsedi. "O zaman bırakın beni" sesindeki titreklik buram buram umut kokuyordu. Adam kafasını iki yana sallayıp damağını şaklattı. "Bırakamam fıstık." dedi düz bir sesle. "Neden? Bana dokumayacağınızı söylediniz." gözlerini kırpıştırıp içinden vazgeçmemesi için bildiği tüm duaları okumaya başlamıştı. "Dokunmayacağım ceza vermeyeceğim anlamına gelmiyor bebek." çenesini okşadı usulca. Kız kafasını çekip çenesini ondan kurtarmak istediğinde tutuşunu sertleştirdi. Gözlerinin için bakıp "Cezan ağır olacak fıstık. Beni içeri attırmanın bedeli çok kötü ödeyeceksin." deyip elini çekti. Ama bakışlarını kızın korkunun tekrar saltanat olarak seçtiği gözlerinden çekmedi. "Cihan!" diye bağırdığı anda Cihan odaya daldı acele ile. "Buyur abi" dedi ceketinin önünü iliklerken. "Başlıyoruz Cihan. Kızın cezasını kesip yarın dediğim yere atın." dediğinde Cihan denen adam pis pis sırıttı. İstediği şey olmuş gibi sırıtıyordu. Ömür ikilinin neyden bahsettiği hakkında en ufak fikri bile yoktu. "Bana ne yapacaksınız?" sordu tekrar. "Biz kadına zorla sahip olan adamlar değiliz fıstık. Ama bize karşı çıkacak kadınlara el kaldıracak kadar öküzlerimiz de var aramızda." güldü ve işaret parmağını Cihan'a doğrulttu."Mesela, Cihan çok sever kadın dövmeyi." Cihan onaylar gibi kafasını sallayıp parlayan gözlerle kıza baktı. "Öldürme Cihan. Ve istediğim görüntüye sahip olsun güzel vücudu. Görenin bir tek o şey aklın gelsin." deyip çıktı odadan. Kana susamış yırtıcı hayvanla yalnız kaldığında yanağında hissettiği yanma ile dizlerinin üzerine düştü. Korku dolu iri iri açtığı gözlerini adama dikti. Elini yanan yanağına koyduğunda alev alev yanan tenini hissedebiliyordu. Beş parmağının da izinin çıktığını biliyordu. Yerde sürünerek ondan kaçmaya çalışsa da başarılı olmamıştı. Cihan onu saçlarından yakalayıp boş çuval gibi arkasından yerde sürüdü. "Bırak beni pislik" saçlarını elinden kurtarmaya çalışıyor bir taraftan da konuşuyordu. "Bence sen beni kızdırma küçük sürtük. Her an altıma alabilirim seni." deyip onu koltuğa doğru sürükledi. Deri koltuğun yanına geldiğinde durdu ve saçlarına asılarak koltuğa attı. Ömür çığlık atmamak için alt dudağını ısırıyordu. Çığlık atıp adamı memnun etmek istemiyordu. İstediğini ona verip memnun etmek istemiyordu. Cihan üzerindeki kıyafetini yırtarak çıkardığında gücünün yettiği kadar ona engel olmaya çalışmıştı. Ama başarılı olduğu söylenemezdi. Çırılçıplak kaldığı halde yüzünden başka bir yerine bakmıyordu adam. Bakmıyordu bakmamasına ama morartacak kadar sıkıp, sertçe vuruyordu. Daha fazla acıya dayanamadı genç kız. Küçük bedeni amansız işgenceye maruz kalıyordu. Kanayan dudağını ısırmayı bırakıp acı dolu çığlıklarını serbest bıraktı. "Ah!" acı dolu inleme koyvermişti kız. Yaşlar akan gözlerle adama baktı. Cihan gülümseyerek cebinden bir çakı çıkardı. Ömür'ün gözleri korku ile irileşti. "Hayır!" sessizce feryat etti. "Sana dokunmadık ama halini bir görsen en az otuz kişi tarafından becerildiğini düşünürsün balım." çakıyı aşağı indirdi "Son bir dokunuş ve babana gideceksin sürtükcük." çakıyı cinsel organının dudaklarından birine bastırıp kesti. Genç kız acıyla çığırdıktan sonra çektiği eziyete dayanamayarak kendinden geçti. Kendine geldiğinde yerde yatıyordu. Etrafında toplanmış kalabalığın sesinin duyuyordu. Birbirine yapışmış kirpiklerini aralamaya çalışsa da başarılı olamıyordu. "Buraya bakın. İyice bakın. Bizi şikayet edenin sonu bu. Eğer sizin de kızlarınızın, karılarınızın aynı talihi paylaşmalarını istemiyorsanız uslu duracaksınız. Susup sizden ne isteniyorsa onu yapacaksınız." sesi tanıyordu. Saatlerce kendisine işgence eden Cihan'ın sesiydi bu. Nihayet gözlerini açtığını başardığında mahalle erkeklerinin oturduğu kahvehanenin önündeydi. Üstü başı perişan halde. Cihan'ın da dediği gibi otuz kişi tarafınfan becerilmiş vaziyetde. Avuçlarını asvalta bastırıp kalkmaya çalıştı ama güçsüz bedeni ona ihanet ederek olduğu yerden kımıldamadı. Kahveleri kendisine bakan tiksinti ve nefret dolu gözlere değdiğinde ardında hazır duran yaşları serbest bıraktı. En çokta babasının bakışları yaralamıştı masum kalbini. Yabancı birine bakar gibi bakıyordu. Dermansız kollarındaki son gücü kullanıp ona doğru süründü. Ayağının dibinde durdu. Alttan yüzünü baktı bir süre. Kurumuş kanla kaplı dudaklarına aldırmadan konuşmaya çalıştı. "Baba yalvarırım inan bana ne olur. Ben hala senin temiz kızınım. O adamlar bir şey yapmadılar bana " genç kız babasının ayaklarına kapanmıştı. Sokağın ortasında herkesin içinde kanlar içinde yırtık kıyafetlerle hiçte temiz kıza benzemiyordu. Çetin bey kızını iğrenç bir şeymiş gibi ayağından uzaklaştırıp itti. "Defol evimden benim senin gibi kızım yok!" diye bağırdı. Sinirlenip tekmeyi vurmuştu kızının ağzına. Onu kirletmişlerdi. Mahallede rezil olmuştu. Namus denen şeyin zirvelerden inmediği bir mahalle idi Sarılar mahallesi. Kızını evine alsaydı kimsenin yüzüne bakamazdı. Şimdi bile onunla konuştuğu için kınayan bakışları üzerinde hissedebiliyordu. Ömür son kez ailesine bakıp ayağa kalktı. Zorla yürüyordu. Adamlar onu kötü hırpalamışlardı. Annesi ve ablası ağlayarak çaresiz bir şekilde izlediler onun yıkık dökük bir şekilde sokaktan çıkışını. Ömür Doğan hayatının bu dönemini bir daha açmamak üzere kapatmıştı....   Mart… "Serdar, yengeniz doğum yapıyor oraya gidiyorum. Kulaksız'ı sizin almanız gerekiyor. Nerede olduğunu biliyorsunuz değil mi?" sordu adam telaşla telefonu cebine koyarken. "Biliyoruz Mustafa abi. Sarılar mahallesinde. Üzerinde de kapşonlu bir hırka var. Alıp geleceğiz." dedi Serdar ders anlatır gibi. Mustafa gülümseyip Serdar'ın omzunu patpatladı. "Aferim. Haydi gidin de alın şu şerefsizi. Han daha fazla sinirlenmesin." dedi. Han ismini duyunca adamların rengi atmıştı. Kafalarını hızla sallayıp arabaya doluştular. Mustafa kendi arabasına binip evin yolunu tutarken Serdar`lar Kulaksız denen herifi almaya Sarılar mahallesine doğru sürdüler araçlarını. Mahalleye geldiklerinde arabadan indi Serdar. Yanına adamlardan birini alıp sokakta dolaşmaya başladı. Bir iki metre gitmişlerdi ki arkası onlara dönük lacivert kapşonlu hırka giymiş birini gördüler. "Bulduk galiba Serdar abi." dedi çocuk önlerindeki adamı işaret ederken. Serdar gülümsedi ve yavaşça avlarına doğru yürüdüler. Fazla gürültü çıkmasın diye bayıltıp götüreceklerdi. O yüzden cebinden çıkardığı mendile eter damlatıp iyice yaklaştığı adamın ağzına kapadı. Adam bir iki çırpınıp sonunda bayıldığında kucaklayıp arabanın bagajına attılar. Mekana geldiklerinde önceden haber verdikleri için Han onları orada bekliyordu. Onu gördüklerinde arabadan inip kenara çekildiler. Han heybetli bedenini hareket ettirip yavaş adımlarla arabanın bagajına yaklaştı. Serdar hemen bagajı açmıştı. Sarhan bagajda yüzüstü baygın yatan çelimsiz adama baktı. Eğilip yüzüstü yatan adamı çevirdi. Gördüğü manzara ile donakalmıştı. Bagajda Kulaksız değil çok güzel bir kız yatıyordu. Kapşonu başından çıktığı için kahverengi uzun saçları uzandığı yere dağılmıştı. Beyaz ve pürüzsüz yüzü çok güzeldi. Sarhan kızı incelemeyi kesip aynı kendisi gibi kızı izleyen adamlarına döndü. "Kim lan bu kız? " tısladı dişlerinin arasından.                                                               Ömür Gözlerimi zorla da olsa açtığımda beni sarıp sarmalayan karanlığı fark etmem bir kaç saniyemi almıştı. Sanki şişelerce içki içmişim gibi şiddetle başımı döven ağrıya yüzümü buruşturup uzandığım yumuşak ve rahat yatağa abanarak ayağa kalkmaya çalıştım. Nihayet aklımdaki şeyi eyleme döktüğümde yataktan kalkabilmiştim. Etrafa bakındım gözlerimi ovuşturarak. Ben ne zaman döndüm eve? Ve ne zaman uyuya kaldım? Sorular uzun tırnakları ile beynimin duvarlarını çizerek iz bırakırken ben odanın ortasına zayıf ışık gölgesini düşüren ayın bana yaptığı iyilikten faydalanarak odaya şöyle bir göz gezdirdim. Gözüme değen tüm eşyalar yabancı olduklarını yüzüme vururken ben dehşetle yerimden kalktım. Neredeydim ben? Yorganın altından çıktığımda üzerimde siyah penye bir pijama üstü vardı. Gözlerim dehşetle irileşirken ellerim pijama altının eteklerine gitti. Yukarı çektiğimde iç çamaşırımın yerinde olduğunu gördüm. Derin bir 'oh' çekip. Zihnimin tüm hatıra çekmecelerini karıştırdım. En son annemi görmek için evimizin ordaydım. Sonra bir el kapandı ağzıma. Çırpındım kurtulmak için. Fakat koyu bir karanlık kollarına aldı beni. Gerisini hiç bir şekilde hatırlamıyordum. Omzuma dökülmüş kahverengi saçlarımı avuçlarımın arasına alıp çekiştirmeye başladım. Neler olmuştu ben baygınken? En önemlisi de beni kim soymuştu? Bedenime dokunmuş muydu? Düşüncesi bile midemi fokurdatırken yüzümü tiksinti ile buruşturdum. Bana kimsenin dokunmasını istemiyordum. Bugüne kadar bedenimi anlık heveslerden korumuştum. Nişanlı olmama rağmen öpüşmemiştim bile Metin ile. Her şeyimi ilk gecemize saklıyordum. Metin bunu saçma bulsa da saygı duyup isteklerimi yerine getiriyordu. Metin. O şerefsizi hatırlamak bile canımı acıtıyordu. Babam beni kovduktan sonra ona gitmiştim kan revan içinde. Bana inanır diye düşünmüştüm. Çünkü seviyordu beni. En azından sevdiğini söylüyordu. Ne büyük aptalmışım meğerse. Beni öyle gördüğünde babamdan beter şeyler yapıp tiksinti ile 'Ben kullanılmış mal istemiyorum' demişti. Sözleri ucu paslı bıçak gibi tenimi delerken, ruhumu parçalara ayırmıştı. Ona hala bakire olduğumu, adamların bana ceza vermek için bu hale getirdiklerini anlatmak için yırtınmıştım ama o ne yapmıtşı? Kapıyı yüzüme kapatmıştı. Üstüm başım kan içinde bilinçsizce yola çıktım o gece. Niyetim kendimi öldürmek değildi. Fakat karşıdan gelen araba farları beni ölüme çağıran kara melek gibi göz kırpıyordu. Onu dinleyip kendimi arabanın önüne attığımda karanlık aklımın her köşesine kapkara tozunu serpmişti bile. Uyandığımda ise bol ilaç kokan hastane odasındaydım. Başımın üstünde beyaz önlüklü genç bir adam ve panikten eli ayağına dolanmış bakır saçlı çok konuşan kız vardı. Duygu. Benim şans meleğim. Bu dünyadaki tek arkadaşım. Bana inanan, güvenen, kollarını açan tek insan. Duygu aklıma gelince kaşlarım istemsizce çatıldı. Acaba yokluğumu farketmiş miydi? Tabi etmişti. Hatta ortalığı ayağa kaldırmıştır. Şimdi tüm emniyet biriminin beni aradığına emindim.  Odanın ortasında heykel gibi dikilip düşüncelere dalmışken karşımda olduğunu farketmediğim kapı açıldı. İrkilerek geri sıçradım. Odayı önce buhar doldurdu ardından genzimi yakan o koku. Portakal çiçeği ile harmanlanmış amber. Sonra 'O' girdi görüş alanıma. Buharların arasında beliren iri bedenin sahibi. Arkadan vuran banyo ışığı ile ürkütücü ve ulaşılmaz gözüküyordu. Gözlerim şaşkınca bedenin üzerinde dolaştı. Neyse ki o klasik belde havlu sahnesi yoktu. Üstü çıplaktı fakat altına eskitilmiş buz mavisi bir kot giymişti. Elindeki siyah baş havlusu ile saçlarını kuruluyordu.  Yüzünü göremiyordum. Ama içimde o yüzü merak eden, daha önce hiç bilmediğim bir tarafım çıkmıştı ortaya. Her zaman benimle olan ve bana en mantıklı hareketlerimi sergileten bilinçaltım şaşkınlıkla baktı yeni gelene. Üzerinde benim hiç giymediğim ve giymeyeceğim tarzda açık ve kırmızı renkte mini bir elbise vardı. Yüzümü buruşturdum ona.  Bana değil önündeki yakışıklıya bak.  Diye çıkıştı. Bilinçaltım hemen ona düşmanca bakış atıp 'sürtük' diye mırıldandı. Evet yeni ortaya çıkan tarafımın adı da belli oldu. Sürtük.  "Uyandın demek." sesini duyduğum an yerimde donup kalmıştım. Işıkları açmıştı. Ama ne zaman?  Sen o sürtükle uğraşırken tabi. Bilinçaltım gözlerini devirmişti bana. Adam elindeki havluyu koltuğa fırlatıp bana doğru yürüdü yavaş ama ağır 'ben geliyorum' diyen adımları ile. Yavaşça kafamı kaldırdım yüzüne bakabilmek için. Kaç santimdi bu adamın boyu Allah aşkına? Benim 1.70 lik boyumu bile aşmıştı. Gözlerine baktığımda nerede olduğumu unuttum biran. Etraf karardı. Bir tek o siyaha dönen orman yeşili gözler kaldı. Bakışları büyülü mıknatıs gibi çekmişti kahvelerimi kendine. Tehlikeli bakışları vardı. Gözlerine takıldığım ilk saniyede anlamıştım bunu. İfadesizdi. Boştu. Ama huzur veren bir şey vardı o yeşil gözlerde.  "Dilsiz misin?" sesi ölüm meleğinin kanat çırpışı kadar ifadesizdi. Ölüm meleği. Evet bu adam bir insanı güzel gözleri ve sesi ile bile öldürebilirdi. Bakışlarımı zorla da olsa gözlerinden çekip sesin çıktığı dudaklarına yönlendirdim. Etli vişne regindeki dudaklarına tıpkı bir görmemiş gibi bakıyordum. Ömrü hayatımda bu kadar güzel yüz görmemiştim. Buna emindim.  Dokunulmak için yaratılmış simsiyah saçları. Çatık kaşları ve kirli sakalın bezediği güzel yüzü. Yeşilin tehlikeli tonu. Biçimli burnu, dolgun etli dudakları. Uzun boyu ve sert kasların mesken edindiği iri ve yanık tenli bedeni. Kokusu. O portakal çiçeği ve amber kokusu. Hassas ruhum bedenimi terketmek üzereydi.  Dokunulmak, sevilmek için yaratılmış mübarek... İçimde bir şeylerin hareket ettiğini farkettim. Beynim uyuşmuştu. Erkeklere nefret eden tarafım bir yerlere kaybolmuştu. Yeni sürtük tarafım ve ben kalmıştık.  Kendine gel hemen Ömür Doğan! Bilinçaltım uyuşan beynime tekmeyi geçirdi. Anca o zaman gelmiştim kendime. Hemen asi ve kendimden emin kişiliğimi geri getirmeliydim. Hem de hemen. Bir adım geri gidip kaşlarımı çattım. Kendim olduğum için derin 'oh' çektim içimden.  "Siz kimsiniz?" sordum sinirle. Adam kafasını sağ omzuna doğru eğip tek kaşını kaldırarak beni baştan aşağı süzdü. O an hatırlamıştım bacaklarımın çıplak olduğunu.  "Bilmezsen daha uzun yaşarsın ufaklık" dedi bakışlarını gözlerime çıkararak. Kaşlarımı çattım. Kimse bana ufaklık diyemezdi. Yirmi bir yaşındaydım ben be.  "Ben ufaklık değilim" diye mırıldandım ve etrafa bakınmaya başladım. Yeşil gözleri fazla dikkatli bakıyordu. Sanki aklımı okuyacakmış gibi. Gözlerine bakarsam her şeyimi öğrenecekmiş gibi. Benim aksime içimde yeni mesken edinen kırmızılı sürtük adamı baştan aşağı alt dudağını ısırarak süzüyordu. Ona gözlerimi devirdim.  "Ufaklık" tekrar etti. Mavi kelebeğin huzur veren kanat çırpışını duydum sesinde. Sinirle soluyup kahvelerimi karanlık orman yeşiline diktim. O ise beni takmayarak arkasını dönerek koltuğa doğru yürüdü. Benden uzaklaştığında bedenini daha iyi gördüm. Adam.... fazla... dikkat çekici...  Kotu düştü düşecek. O ihtimal bile kalbimin göğsüme sert tekme indirmesine sebep olmuştu. Kendimi tokatlamak istiyordum. Hızlı atan kalbimi avucuma alıp sıkmak ve bir daha öyle salaklıklar yapmaması için durdurmak istiyordum.  Saçma sapan düşünceleri aklımdan atmalıydım. Hemen. Aklımı başka şeye vermek adına adamın ne yaptığına odaklandım. Koltukta duran poşeti alıp bana doğru döndü. Beklemediğim anda poşeti suratıma fırlattı.  Öküz.... "Giy şunları!" dedi düz bir sesle. Bense şaşkınlıktan irileşmiş kahvelerimi ona dikmiştim. O kadar umursamaz ve kabaydı ki laf bulamıyordum. Her zaman sokulmaya hazır laflarım toplanıp bir yerlere gitmişlerdi. Beynim bomboştu. Hırsla poşeti sıktım ve "Çıkar mısınız?" diye çemkirdim. Ellerini kotun ceplerine soktu.  "Neden?" sordu hala gözlerime bakmayı sürdürerek. Artık sinirlenmeye başlıyordum. Bilinçaltım çoktan adamı pataklıyordu. Poşeti elimde sallayıp  "Giyineceğim" dedim. Ben bir şey demesini beklerken kapıya doğru yürüyüp kulbunu aşağı indirdi. "Çabuk ol!" diye emir verdi dümdüz ses ile. Kapıyı açıp çıktı nihayet. Derin nefes aldım.  Ne kadar sinir bozucu bir adam. Sanki benim suçum burda olmak. Kaba herif. Sinirle poşeti yatağa boşalttım. Yatağa düşen kot pantolon ve yün bir kazak vardı. Fazla düşünmeden üzerimdeki pijama altını çıkarıp yatağa fırlattım ve önce pantolonu bacaklarından geçirdim. Düğmesini bağlayıp fermuarını çektikten sonra kazağı giydim. Tam benim bedenimdi. Acaba nerden biliyordu ölçülerimi? Kafa yormam gereken daha önemli sorular olduğundan o soruyu zihnimdeki halının altına süpürdüm.  Dağılmış saçımı bileğimdeki lastik tokamla toplayıp kapıya doğru yürüdüm. Kulbu aşağı indirip odaya baktım dönüp. Ben baygınken ya da uyurken acaba neler olmuştu burada?  Düşünmeyi kesip kapıyı açtım ve dışarı çıktım. Yürüyüp salon gibi bir odaya girdim. Doğru tahmin etmiştim. Salondu. Tek katlı evdi galiba burası. Yanan şöminenin önündeki koltukta oturuyordu. Ses etmeden onu izledim bir süre. Üzerinde siyah kot pantolon koyu lacivert renk ince bir kazak ve asker botları vardı. Saçları deminki gibi dağınıktı. Bir elini alt dudağının altına sürtüp yanan alevlere bakıyordu. İçimdeki sürtük hemen bu görüntüye tepki verdi.  Ah! Ondan ne zaman kurtulacaktım acaba?  "Nihayet çıkabildin ufaklık" dedi bana bakmadan. Sesi ifadesizdi. Acaba bu adam duygu diye bir şey barındırıyor muydu?  "Şimdi ne olacak?" bakışlarımı ondan kaçırıp odada dolaştırdım.  "Evine bırakacağım seni" omzunun üstünden bana baktı. Yeşil gözlerinde dolaşan alevler daha ürkütücü yapmıştı onu.  "Bana burda ne işim olduğunu açıklamak zorundasınız" diye direttim. En doğal hakkımdı benim burada ne yaptığımı öğrenmek.  "Çok konuşuyorsun" yüzünü buruşturdu. Nihayet insani bir tepki göstermişti.  Hey! Ben konuşmuyorum bile. Kaşlarım anında çatılmıştı sözleri üzerine.  "Soruma cevap vermek zorundasınız" "Değilim ufaklık. Değilim" ayağa kalkıp kazağını düzeltti ve bana doğru yürümeye başladı. Heybetli bedeni üstüme üstüme geldikçe geri geri gitme isteğimi zorla bastırdım. Yüzümü ifadesiz tutup ona bakmaya başladım. Yanımdan geçip kapıya doğru yürüdü. Arkasına bakmadan kapıyı açıp dışarı çıktı. Onu takip etmemi istiyordu. Sinirden tüm kanım beynime sıçramıştı. Ayağımı yere vura vura bağırmak istiyordum.  Kaba, zorba, ruhsuz, duygusuz adam!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD