Odama çıktım kendimi iyi hissetmiyordum. Asminin söyledikleri kafamda dönüp duruyordu. Ellerimi sıkıca karnıma sardım. kasıklarımda sancı vardı. "Lütfen bebeğim bırakma beni" yatağa geçip uzandım.
Ben onlara hiç bir şey yapmamıştım. Çocuğunu kaybetmesi de benim suçum değildi. Ben onlar yaşasın diye istemediğim bir evliliğe mahkum olmuştum.
Şuan Sarvanı seviyor olmam yaşadıklarımı ailemin beni paçavra gibi Sarvanın önüne attıkları zamanı değiştirmeyecek.
Ben bunlara rağmen bile üzülmüştüm onlar için. Ama Asminin bana söylediği şeyleri hakedecek hiç bir şey yapmamıştım.
Yatağın kenarında kıvrılmış, ellerimi hâlâ karnımda tutuyordum. Kasıklarımdaki ağrı az da olsa hafiflemişti ama içimde büyüyen ağırlık geçmiyordu. Asmin’in sözleri kulağımda çınlıyordu hâlâ. “Senin yüzünden öldü… Senin de bebeğin ölecek…” İçimi bir titreme sardı. Ben kimsenin canını yakmamıştım ki. Yemin ederim, ben sadece yaşamak istemiştim. Kendi kararlarımı verebilmek, birine zorla verilmeden önce kendim olmak istemiştim. Suçum neydi?
Tam o sırada kapı büyük bir gürültüyle açıldı.
Sarvan… Gözleri öfkeyle alev alev yanıyordu. Nefesi hızlıydı, çenesi kilitlenmişti. Bir adım bile atmadan kapının eşiğinde durdu. Bana değil, sanki karşısında yıllarca nefret ettiği birini görmüş gibi baktı.
“Ne halt ettiğini sanıyorsun sen?” dedi dişlerinin arasından tıslayarak.
Yerimden doğruldum ama doğrulmamla birlikte içimdeki sancı yeniden başladı. “Sarvan… ne oldu, neden böyle—”
“Elini bile sürme bana!” dedi, sesi tüm odayı kapladı. Bir adım attı ileriye.
Gözlerim büyüdü, kalbim hızla atmaya başladı. Sarvan’ın bu halini ilk kez görüyordum. Öfkesi dudaklarının kenarından taşmıştı, yumruk yaptığı elleri titriyordu.
“Sarvan… Ne oldu? Ne diyorsun sen?” dedim, kalkmaya çalıştım ama yerimden bile doğrulamadım. İçimde bir sancı vardı, ama ondan çok gözlerindeki bu yabancı bakış canımı yakıyordu.
“Elini bile sürme bana dedim!” dedi yine, sesi bu kez daha da yüksekti. “Sen ne yaptığını sanıyorsun ha? Bu kadar mı gurursuzsun sen?”
Donup kaldım. “Ben… Ben ne yaptım ki?” dedim neredeyse fısıltıyla.
Sarvan burnundan soluyarak bana yaklaştı. Gözlerinde öfke vardı ama içinde bir karışıklık da seziliyordu. “Asmin’i bu hale sen mi getirdin? Ne hakla, Meryem? Ne hakla onun üstüne gidersin o haldeyken? Kendi karnında bebek taşırken nasıl olur da onun acısını görmezden gelirsin?”
Sanki biri yüzüme tokat atmış gibi oldum. “Ben ona hiçbir şey yapmadım… Ben konuşmadım bile…” dedim ama sesim çıkmıyordu neredeyse. Ellerimi sıkıca karnıma bastırdım.
“Gözümle mi görecektim Meryem? Gözümle mi görmem lazımdı? Asmin titreyerek yanıma geldi. ‘Meryem beni suçladı’ dedi. ‘Benim yüzümden Azadla evlenmediği için bana kin duyuyor’ dedi. ‘Bebeğim ölmüş ama hâlâ beni suçluyor’ dedi. Senin bu kadar taş kalpli olduğunu bilmezdim ben…”
“Sarvan, yemin ederim böyle bir şey söylemedim. Onunla kavga etmedim. O başladı. Ben sadece—”
“Beni kandırma Meryem. Hepiniz aynı oyunların içindesiniz! Azad da, annem de, sen de! Biriniz durmadınız! Yeter artık! Ben herkesten bıktım da bir tek senden medet ummuştum... Sen de aynısın!”
Gözlerim doldu. İçimdeki ağrıyla beraber kalbim de çatırdamaya başladı sanki. “Ben sana bir kere bile yalan söyledim mi?” dedim, gözyaşlarımı tutamadan. “Ben seni hiç incittim mi Sarvan? Beni gözümde büyütme tamam, ama ne olur yerle bir etme…”
Ama duymuyordu. Asmin’in gözyaşlarının gölgesinde beni görmüyordu.
“Sen... sandığım gibi biri değilmişsin,” dedi sessizce, ama o söz yumruk gibi çarptı bana. Ardından kapıyı çarpıp çıktı.
Kapı kapanınca içeride derin bir sessizlik kaldı. Yalnızlık ve acı... Karnımı tutarak yeniden yatağa uzandım. Bu sefer sadece sancı değil, kalbim de ağrıyordu.
Ve sessizce fısıldadım
"Ben kimseyi incitmedim... ama herkes beni paramparça etti..."
O an bacaklarımda bir sıcaklık hissettiğim.
hayır hayır
Elimi bacağıma arttığımda kan görmemle gözlerim büyüdü yere yığıldım. "Yardım edin!" diye bağırmaya başladım. çok acıyordu canım çok yanıyordu. Kapı açıldı Şeyda hemen yanıma geldi "Ne oldu Meryem"
"Kan...kan var Şeyda bir şey yap bebeğim" dedim çaresizce.
Kapının açılmasıyla birlikte Şeyda hızla içeri girdi. Gözleri panikle doluydu, beni yerde kıvranırken görünce nefesi kesilmiş gibi oldu. Yanıma koştu, yüzü bembeyaz kesilmişti.
“Meryem! Ne oldu sana?!” dedi dizlerinin üstüne çökerek. Gözleri hemen eteğimin altındaki kanı gördü. Gözleri korkuyla büyüdü.
“Kan…kan var Şeyda! Bir şey yap… ne olur bebeğim… bir şey olmasın!” dedim çaresizlik içinde, ellerim kanlı bacaklarımda titriyordu.
Şeyda hemen ayağa kalktı, kapıya döndü ve tüm sesiyle bağırdı: “Yardım edin! Gökhan! Sarvan! Birisi hemen gelsin!”
Ayak sesleri duyuldu. İlk koşan Gökhan oldu, ardından Sarvan içeri daldı. Sarvan beni yerde, kanlar içinde görünce olduğu yerde durdu. Yüzü bir anda kireç gibi oldu.
“Meryem…” diye fısıldadı ama bir adım bile atamadı. Gözleri korkudan büyümüştü.
Ama ben ona sadece acı ve öfkeyle baktım. O bakışın içinden yalnızca yıkım akıyordu.
“Defol git!” diye bağırdım tüm gücümle. “Senin yüzünden! Hepinizin yüzünden! Beni paramparça ettiniz! Bebeğime bir şey olursa… yemin ederim seni affetmem!”
Sarvan olduğu yerde donup kaldı. Gözleri dolmuştu ama tek kelime bile edemedi.
“Meryem sakin ol!” dedi Gökhan, hızla yanıma eğilerek. “Her şey yoluna girecek. Seni hemen hastaneye götüreceğiz, tamam mı?”
Kafamı hayır anlamında salladım. Gözyaşlarım dinmiyordu. “Bebeğime bir şey olmasın… ne olur bir şey olmasın Gökhan... O hiçbir şey yapmadı… O sadece yaşamak istiyor…”
“Yaşayacak! Hep birlikte onun için savaşacağız!” dedi Gökhan kararlı bir şekilde.
Beni nazikçe kollarına aldı, yüzümü göğsüne bastırdı. Şeyda elime sarıldı. “Ben buradayım Meryem. Hep buradayım. Hadi bebeğin için savaşacağız.”
Ağlayarak başımı salladım. Gözyaşlarım boynumdan süzülüp Gökhan’ın gömleğine karışırken, dışarı çıkarken Sarvan’ın gözlerinin beni nasıl izlediğini hissettim. Ama bakmadım ona. O an, onun varlığı sadece canımı acıtıyordu.
Arabaya hızla bindirildik. Şeyda yanımda, elimi hiç bırakmadı. Gökhan sürücü koltuğuna geçti. Araç hareket ettiğinde kalbim yerinden çıkacak gibiydi.
Karnıma sarıldım, dişlerimi sıkarak dua ettim:
"Ne olur bebeğim dayan bir şey olmasın sana yalvarırım beni bırakma"
Arabanın içi uğuldayan bir sessizlikle doluydu. Gökhan'ın elleri direksiyona öyle sıkı yapışmıştı ki, parmak kemikleri bembeyaz olmuştu. Gözleri dikiz aynasında sürekli beni kontrol ediyor, ağzından ise dualar fısıltıyla dökülüyordu.
Şeyda elimi bırakmamıştı, yüzü benim kadar solgundu ama sesi titremiyordu.
“Bak gözlerime Meryem. Buradayım ben, tamam mı? Birlikte atlatacağız bunu. Sen de, bebeğin de… ikiniz de iyi olacaksınız. Beni duyuyor musun?” dedi usulca.
Başımı hafifçe sallayabildim, ama kasıklarımda büyüyen sancı nefes almamı bile zorlaştırıyordu.
“Derin nefes al Meryem… Hadi, bak buradayım,” dedi Şeyda, diğer eliyle alnımdaki terleri sildi. “Sakın gözlerini kapatma. Güçlü ol. Bebeğin seni hissediyor, senin gücünle tutunacak.”
Gökhan gözlerini bir an yoldan ayırmadan konuştu:
“Hastaneye varmak üzereyiz. Çok az kaldı. Meryem, dayan güzel kardeşim… Sakın bırakma kendini. Güçlüsün sen. Her şeyi atlatacaksın. Hep yanındayız.”
Kulağımda onların sesleri çınlıyordu ama gözümün önünden geçen görüntüler karmakarışıktı. Asmin’in sözleri, Sarvan’ın öfkesi, yalnızlığım, korkum, çaresizliğim… Hepsi birden bastırıyordu üzerime.
Arabadan indiğimizde sedye hızla getirildi. Gökhan hemen sağlık görevlilerine seslendi. “Hamile! Kanaması var! Yardım edin hemen"
Beni sedyeye yatırdıklarında Şeyda hala elimdeydi. “Sakın bırakma beni…” dedim dudaklarımda zorla oluşan bir fısıltıyla.
“Yanındayım canım… hep buradayım…”
Ama acı dayanılmaz bir noktaya gelmişti artık.
Bedenim pes etti.
Göz kapaklarım ağırlaştı, dünya bulanıklaştı. Son bir kez karnıma dokundum, sonra her şey karardı.
Boşluğa düşerken sadece bir ses duydum:
“Meryem! Meryem sakın gözlerini kapatma!”
Ama çok geçti…
Bedenim dayanamadı.
Kendimi karanlığa bıraktım