YENİ GÜN YENİ UMUT

1673 Words
Konak sessizdi ve benim canım sıkılmıştı. Avluya indiğimde Gökhan çekirdek çitleyerek dedikoducu karılar gibi Şeydayla konuşuyordu. Hiç düşünmeden yanlarına gittim. Dudağımı büzerek, biraz da abartarak, “Ne yapıyorsunuz burada bensiz? Benim canım sıkılıyor ama siz gülüp eğleniyorsunuz,” dedim. Sözümün ortasında bile kendime şaşırdım. Normalde böyle biri değilimdir ama o an, üzerimde yersiz bir alınganlık vardı. Gökhan hemen döndü bana, gözlerini büyütüp elindeki çekirdeği bir kenara koydu. “Aa, Meryem Sultan bozulmuş! Yandık vallahi,” dedi, tiyatral bir hareketle elini göğsüne koyarak. “Şeyda! Biz ayıp mı ettik, ne oldu böyle?” Şeyda hafifçe güldü ama hemen toparlandı, “Yok estağfurullah. Vallahi seni de bekliyorduk biz. Sadece konu Gökhan'ın lisede ayağına top gelince hastaneye düşmesiyle başladı, sonra uzadı…” Gökhan lafı kaptı, “Benim dramatik hayatım… Neyse ki sen geldin de dedikodu kalitesini yükselteceğiz,” dedi bana göz kırparak. Ben hâlâ dudak büküyordum ama biraz yumuşadım. “Eee o zaman anlatın bakalım. Neydi bu kadar güldüğünüz şey?” Gökhan çekirdeği tekrar aldı, Şeyda’ya döndü. “Yasmin’in yeni elbisesini gördün mü?” dedi gözlerini devire devire. “İncecik tül, içinde elbise mi var, perde mi belli değil. Sanırsın rüzgar üflese uçup gidecek.” Şeyda hemen atladı, “Bir de yürüyüşü! Sanki avluda değil de Paris podyumunda. Herkesin gözü onda olsun istiyor.” Ben kahkaha attım, “Hele annesi yok mu? Dün sabah bana öyle bir baktı ki sanki mutfaktaki tuzu ben çalmışım.” Gökhan ellerini havaya kaldırdı, “O Yezda Hanım’ı ben çok önceden çözmüştüm. Konakta biri gülümsese hemen ardına laf yetiştirir. Ama seni kolay kolay yediremezler ona, Meryem. Korksun senden.” Gülümsedim. İçimdeki alınganlık çoktan erimişti. Onların arasında olmak iyi gelmişti. Sarvan’ın o ciddi, ağır havasından farklıydı burası. Hafif, neşeli, içten… Üçümüz avlunun köşesinde çekirdek çıtlatıp kahkahalarla Yezda Hanım’la Yasmin’in mimiklerini taklit ederken, sanki gerçekten bu konağın bir parçası gibi hissettim ilk defa. Ve o an anladım... bazen gülmek, en sessiz kırgınlığı bile unutturuyordu. Avluda kahkahalar havayı sarmıştı. Gökhan’ın taklitleri, Şeyda’nın kıkırdayarak eklediği cümleler ve benim kahkahalarım arasında zaman nasıl geçti anlamadım. Çekirdek kabukları yere düşüyor, gülüşlerimiz avlunun taşlarına çarpıp yankılanıyordu. İçimdeki sıkıntı dağılmış, ilk kez bu konağın duvarlarına değil, içine karışmıştım. Sanki konaktaki yalnızlığımdan bir parça kopmuştu. Tam o sırada Sarvan avluya adım attı. Birkaç saniye durdu, bizi izledi. Kahkahamın arasında gözüm ona takıldı. Yüzündeki ifade okunmazdı ama dudaklarının kenarında belli belirsiz bir kıpırdanma vardı. Gökhan’la göz göze geldiler. Gökhan hemen gülerek, “Sarvan! Senin eşin baya iyiymiş ha! Gülüyor, eğleniyor, insan içine karışıyor! Ne yaptın kıza, korkuttun mu başta?” dedi. Sarvan hafifçe gözlerini kıstı. “Sana da gün yüzü göstermedim demek ki hâlâ böyle geziyorsun,” dedi ama sesi sert değildi. Yine de içinde ince bir kıskançlık vardı. Ben gözlerimi kaçırdım, tebessüm edip avludan kalktım. “Ben odamıza çıkayım biraz,” dedim. Sarvan da arkamdan geldi, sessizce. Geçmişin kırıkları ne kadar derindeyse, bir tebessümle sarılmak da o kadar zordu bizim için. Ama bugün ben gülmüştüm, ve o bunu görmüştü. Akşam olduğunda yemek hazırlıkları başlamıştı. Masa kuruldu, mutfaktan yemek kokuları yükseliyordu. Herkes yavaş yavaş sofraya toplanıyordu. Yüzler gergin değildi ama sessizdi. Gökhan yine bir köşeye kurulmuş, kaşıkla tabakların kapağını açıp gizlice tadım yapmaya çalışıyordu. Sarvan, baş köşeye oturmuş, omzunun üzerinden bana bir bakış atmıştı. Yanına geçip sessizce oturdum. Şeyda ise masanın ucuna ilişmiş, gözlerini tabağına dikmişti. O sırada içeri Süreyya Hanım girdi. Yavaş, dikkatli adımlarla yürüyordu. Yüzü solgun, kaşlarının arasında sert bir çizgi vardı. Herkesin oturduğundan emin olduktan sonra, masaya göz gezdirdi. Konu açılmadan konuştu: “Size söylemem gereken bir şey var.” Sofradan birkaç çatallaşan ses kesildi. Gözler onun üzerinde toplandı. Süreyya Hanım derin bir nefes aldı, gözlerini Sarvan’a çevirdi. “asmin... hamileymiş.” bir anda bir sessizlik oldu. Bu beklenmedik bir şey değildi tabikide. iki aya yakındır ki evlilerdi ama insan biraz buruklasıyordu. Yeğenim olacaktı ama ben aileme o kadar kırgındım ki sevinemedim bile Yemek boyunca kimse çatalını tabağına vurmaya cesaret edemedi. Kaşıklar elde tutuldu ama kullanılmadı, çorbalar soğudu. Sofradaki herkes birbirinin yüzüne değil, boş tabaklara ya da masanın köşesine bakıyordu. Süreyya Hanım sessizliğini koruyor, başı önünde oturuyordu. Sarvan’ın yüzü taş kesilmişti. Gözleri tabağındaydı ama içinden fırtınalar koptuğu belliydi. Bense yanımda oturan adamın gölgesinde kendimi yeniden yarım hissettim. Sanki Asmin’in karnındaki bebekle beraber bu evdeki dengem bir kez daha sarsılmıştı. Abimle kaçan kız şimdi çocuk bekliyordu ve ben onun yerine konakta bir berdel gelini olarak oturuyordum. Ne zaman sevinsem içimde kırılacak başka bir cam daha çıkıyordu karşıma. Bu evin her neşesi ardında başka bir kederi sürüklüyordu. Gökhan bile sessizdi. Normalde lafı gediğine koyan, ortamı yumuşatan o adam, şimdi kaşığını çevire çevire tabağına bakıyordu. Şeyda’nın eli çatalında durmuş kalmıştı. Yezda Hanım’sa her zamanki gibi başını hafif eğmiş, yüzünde nötr ama içinde gizli bir sevinç saklı bir ifadeyle çorbasını karıştırıyordu. O an anladım ki bu evde kimsenin diliyle söylediğiyle, yüreğinde taşıdığı aynı değil. Asmin'in hamileliği sadece bir torun demek değildi. Bu evin sessiz hesaplarının, kalp kırıklıklarının, yarım kalmış diyaloglarının bir özetiydi. Belki Sarvan onu asla affetmeyecekti. Belki Süreyya Hanım içten içe çoktan etmişti bile. Ama kimse konuşamıyordu. Çünkü o çocuk, herkesin içinde bastırdığı duyguların karşılığıydı. Sessizce var olan ama asla unutulmayan bir geçmişin meyvesi gibi. Yemek sonunda neredeyse kimse doymadan dağıldı. Hizmetliler tabakları sessizce toplarken herkes odasına çekildi. Sarvan kalkmadan önce sadece annesine dönüp, “Bu meseleyi sabah konuşuruz,” dedi. Sesi ne öfkeliydi ne de yumuşak. Ama içinde ne kadar kırgınlık olduğunu anlayacak kadar tanıyordum onu. Ben de sessizce kalktım. Ne Gökhan’a ne Şeyda’ya bir şey söyledim. Gözlerimi yere indirip odama çıktım. Sarvan ardımdan geldi ama konuşmadı. O gece yatakta sırt sırta yattık yine. Konuşmak istedim, cümle kuramadım. Gözüm tavanda, aklım Asmin’deydi. O sabah ağabeyime kaçtığında içimde ne kalmıştıysa, bu akşam onu kaybetmiştim. Artık yeğenim olacak bir çocuğun varlığı bile nefreti silemiyordu. Asmin'in bu eve dönmeye niyeti varsa, bu geliş sadece bir doğum haberiyle olmayacaktı. Bir yüzleşme olacaktı bu. Ve ben hazır olup olmadığımı bilmiyordum. Kaç gün kalacaktı ve ya Sarvan izin verirmiydi bilemiyorum. Ama emin olduğum tek şey vardı… Konakta hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.Artik eski ben yoktum kimsenin beni ezmesine izin verecek değildim. her kes yerini bilecekti yezda hanım ve o kızı da dahil. Asmin ise başkaydı o kız buraya gelirse yüzüme nasıl bakacaktı artık onuda o düşünsün. Odaya girdiğimde içimdeki fırtına dışarıdan hiç belli olmuyordu. Yavaşça üstümdeki yeleği çıkarıp sandalyeye bıraktım. Sarvan arkamdan gelmişti ama tek kelime etmiyordu. O da sustu. Sanki ikimiz de bir şey söylemeye çekiniyorduk. Pencerenin önüne geçip perdeleri araladım. Bahçedeki lambaların ışığı serin geceye sızıyordu. Avuçlarımı karnımda birleştirip başımı cama yasladım. “Bir şey demeyecek misin?” diye sordum fısıltıyla. Sarvan yatağın kenarına oturmuştu. “Sana ne diyebilirim ki?” dedi. “Asmin için sevinecek bir yanım yok. Ama senin için... kırıldığını gördüm.” Başımı yavaşça çevirdim. “Ben Asmin’e değil, ağabeyime kırıldım,” dedim. “O sabah... hiçbir şey demeden arkasına bile bakmadan gitti. Ve ben burada kaldım. Herkesin ortasında... takas gibi. Onun kaçışı bana bir yük gibi bırakıldı.” Sarvan başını eğdi, parmaklarını birbirine kenetlemişti. “Bunu daha önce hiç söylemedin.” “Çünkü o zamanlar anlayamamıştım,” dedim. “Sadece taşıdım. Şimdi... şimdi anlıyorum. Asmin’in hamile olduğunu duymak... içimde unutmaya çalıştığım her şeyi yerinden oynattı. Ben sadece onunla yüzleşmekten değil, ağabeyimle de yüzleşmekten korkuyorum.” Sarvan sessizce kalktı yerinden. Yanıma kadar geldi. Bir şey söylemedi. Sadece birkaç saniye, benimle aynı pencereden dışarıya baktı. Sonra başını hafifçe yana çevirdi. “Seni yanıma aldığımda bile ne yapacağımı bilmiyordum,” dedi. “Ama o gün bugündür seni izliyorum Meryem. Sessizliğini, dik duruşunu, neye ağlayıp neye susacağını… kimseye benzemiyorsun.” Bir an gözlerimi kaçırmak istedim ama kaçmadım. Aramızda bir adım vardı. Ne yakın, ne uzak. “İçimde biri var,” dedim. “Yorulmuş ama ayakta kalmaya çalışan biri. Bazen senden de korkuyorum Sarvan. Beni anlayamayacağından, ya da ben sana yetemeyeceğimden.” Sarvan eliyle usulca saçlarımı kulağımın arkasına itti. O an içimde bir şey titredi. Ama bu bir aşk ilanı değil, belki onun bir öncesiydi. “Senin neye yettiğini görmek için zamana ihtiyacım yok. Yalnızca bir adım atmanı bekliyorum. Kendi için.” Başımı salladım. Derin bir nefes aldım. “Bu gece sadece yanında uyumak istiyorum. Başka hiçbir şey değil.” Sarvan başıyla onayladı. Gözlerinde yumuşak ama dikkatli bir ifade vardı. “Gel,” dedi sadece. Yavaşça yatağa uzandım. Sarvan da arkamdan geldi. Bu kez sırt sırta değil, yüz yüze ama sessizdik. O, kolunu yastığın üzerine serdi, ben de usulca başımı oraya koydum. Sarvan’ın diğer kolu, başımın arkasından dolanıp saçlarımda ağır ağır gezinmeye başladı. Hiçbir söz söylemedik. Ne geçmişi tartıştık, ne geleceği konuştuk. O an sadece gece vardı. Ve iki insan... birbirine hâlâ hiçbir şey itiraf etmemiş ama çok şey hissetmiş iki insan. Sarvan saçlarımın arasına dudaklarını bıraktı usulca. "İstemezsen konuşma Asminle ben buraya gelmesini bile istemiyorum ama anama da kıyamıyorum kızı sonuçta" Anlıyordum onuda Süreyya hanımı da. kızıydı. Her kes benim annem gibi değildi ki. Sarvanın beni kollarının arasına alması bütün yorgunluğumu alıyordu. Sıcaklığı, kalbinin atışı, nefesinin boynuma çarpan titrek ısısı… hepsi bir sığınak gibiydi. Uzun zamandır böyle hissetmemiştim. Ne zaman biri bana dokunsa içim buz gibi olurdu. Ama şimdi, içim ısınıyordu. “Sana kızgın değilim,” dedim fısıltıyla. “Ama bazen bu evde herkes gibi davranmak çok zor geliyor. Sanki herkes rollerini ezberlemiş, ben hâlâ nerede durmam gerektiğini bulamıyorum.” Sarvan parmaklarını saçlarımda gezdirerek, “Bu evin seni değiştirmesine izin verme,” dedi. “Sen burada durduğun yerde güzelsin Meryem. Kimseye benzememen en iyi tarafın.” Başımı usulca göğsüne koydum. İç çekişi göğsünü titretti. Sessizlik çöktü yeniden. Ama bu sefer suskunluk aramıza duvar örmüyordu, aksine duvarları indiriyordu. “Biliyor musun,” dedim, gözlerim kapanmak üzereyken, “ağabeyim gittiğinde her şeyden çok kendime kırılmıştım. Neden hiçbir şey yapamadım diye. Neden ‘gitme’ bile diyemedim. Sadece sustum. Şimdi Asmin geri dönünce… içimde bir şeyler hâlâ o sabahta kalmış gibi.” Sarvan’ın eli sırtımda yavaşça gezindi. “O sabah seni kimse koruyamadı, biliyorum. Ama şimdi yalnız değilsin. Gitmek isteyenin arkasından değil, kalanla yürünecek yol var.” Gözlerimi kapadım. Sessizce, kımıldamadan. Uyku çökerken zihnime, yalnız olmadığımı ilk defa bu kadar derinden hissettim. Sarvan alnıma usulca bir öpücük kondurdu, sonra saçlarımı koklar gibi bir nefes aldı. “Yanındayım,” dedi sadece. Ve gece, ikimizi de içine aldı. Karanlık değildi artık. İçinde umut vardı. Saklı, yavaş, ama büyüyen bir umut.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD