KARMAŞA

1636 Words
Sarvan’la sessizce biraz daha orada kaldık. Zinciriye’nin serin taşlarına sırtımızı verip, kalbimizin yorgunluğunu birbirimize yasladık. Ne çok konuşmaya gerek vardı, ne de sözlere ihtiyaç… Gökyüzünün rengi değiştikçe, içimizdeki yükler de hafifliyordu sanki. Onun yanındaydım, sonunda birine ait hissediyordum kendimi. Yaralı, ama tamamlanabilir bir yerden… Vakit öğleye yaklaşırken yavaşça kalktık. Sarvan avucumu tuttu, ellerimiz ilk kez bu kadar doğal bir şekilde kenetlendi. Geri dönerken Mardin sokakları başka görünüyordu gözüme. Sanki taş evler bile bizi selamlıyordu. Her köşede hayatın başka bir rengi vardı. Küçük çocuklar sokakta oyun oynuyor, yaşlı teyzeler gölgede oturmuş serinlikte sohbet ediyordu. İçim ilk kez bu kadar hafifti, gülümsemem sebepsiz değildi artık. Konağa vardığımızda bahçeye adım atmamızla birlikte o huzur dağıldı. İçeriden yükselen sesler, tartışmalar kulağımıza çarpıyordu. Hizmetçi kadınlardan biri telaşla avluya çıktı, bizi görünce bir an duraksadı, sonra hızlıca yanımıza geldi. “Beyim… konağın içinde ortalık karıştı. Yezda Hanım yine bir mesele çıkardı. Şeyda’ya bağırıyordu, Gökhan da araya girince işler iyice karıştı.” Sarvan’ın kaşları çatıldı. Elimi bırakmadan hızla içeri yürümeye başladı. Ben de arkasından adımlarımı hızlandırdım. İçeri girdiğimizde avluda herkes bir köşeye toplanmıştı. Gökhan, kollarını iki yana açmış bağıran Yezda’nın önünde durmuştu. Şeyda ise gözleri dolu bir şekilde geri çekilmiş, başını önüne eğmişti. “Benim evimin içinde kimse çocuklarıma karışamaz!” diye bağırıyordu Yezda. “Senin haddine mi düşmüş Gökhan, ben kendi kızımı nasıl yetiştireceğimi senden mi öğreneceğim?” Gökhan ise sinirle, “Bağırmayı bırak da önce insan gibi konuşmayı öğren!” diyordu. “Şeyda’ya senin öz kızın değil. Ona öyle davranamazsın. Bu evde herkesin sesi çıkıyor ama sıra ona gelince herkes susuyor!” Sarvan birkaç adım öne çıktı, sesi kararlı ama sertti. “Yeter!” dedi tok bir sesle. Herkes bir anda sustu. “Bu evde tartışmalar biter. Bu evde kimse kimseye bağırmayacak. Kimse kimsenin üstünde değil. Hele ki Şeyda gibi kimseye zararı dokunmayan bir kıza…” Gözleri Yezda’ya çevrildi, tonunu düşürmeden devam etti. “Bu ev senin değil. Kimsenin sesi yüksek çıkmayacak artık. Bunu ilk ve son kez söylüyorum.” Yezda sinirden dişlerini sıktı ama bir şey diyemedi. Çevredeki bakışlar onun da sinirini daha da artırmıştı ama Sarvan’ın karşısında geri adım atmaktan başka çaresi yoktu. Başını öne eğip içeri geçti. Şeyda hâlâ sessizdi. Yanına gittim, usulca elini tuttum. “İyi misin?” dedim. Gözleriyle bana baktı. Dudakları titredi ama konuşmadı. Sarvan onun yanına gelip elini omzuna koydu. “Kimse sana kötü davranamaz. Sen bu evin kızısın,” dedi yumuşak bir sesle. Şeyda’nın elini sımsıkı tutarak onu yavaşça kalabalıktan uzaklaştırdım. Gözleri hâlâ doluydu, ama ağlamamak için kendini tutuyordu. O ince ve narin omuzları titriyordu yürürken. Konakta herkes kendi köşesine çekilmiş, az önceki tartışmanın etkisiyle sessizliğe gömülmüştü. Avlunun taşlarını tırmalayan gerginliğe rağmen Şeyda’nın adımlarını yumuşak bir kararlılıkla odamın kapısına kadar sürükledim. Kapıyı sessizce açtım. İçeri girdiğimizde, onu pencerenin yanındaki sedire oturttum. Ben de yanına iliştim. Bir süre hiç konuşmadım. Bazen sessizlik, en çok ihtiyaç duyulan şeydi. Sonra usulca sordum: “Ne oldu Şeyda? Gerçekten ne oldu?” Başını kaldırmadı. Elleri dizlerinin üzerinde kenetlenmişti. Parmaklarını birbirine bastırıyor, sonra gevşetiyor, sonra tekrar sıkıyordu. Boğazındaki düğüm o kadar görünürdü ki, sanki her şey orada sıkışmış gibiydi. “Bir şey yok,” dedi boğuk bir sesle. “Bana bak,” dedim nazik ama kararlı bir tonla. “Biliyorum, kolay değil. Ama ben senin yanında olduğumu bil istiyorum. Yezda Hanım sana neden öyle bağırdı? Gökhan neden araya girdi? Gerçekten ne oluyor?” Şeyda başını yavaşça çevirdi. Gözleriyle gözlerime baktı. O an içindeki kırılmışlığı gördüm. Küçük bir çocuk gibiydi, büyümek zorunda kalmış ama hâlâ içinde büyüyememiş. “Ben… sadece kendim olmaya çalıştım,” dedi. “Ama bu evde ‘kendin olmak’ suç gibi. Gökhan’la... sadece konuşuyorduk. O bana iyi geliyor. Gülüyorum onun yanında. Kendim olabiliyorum. Ama Yezda hanım… kendini annemmiş gibi gösterip. bunu istemiyor. Ona göre Gökhan gibi birinin yanında durmam bile ayıp. Çünkü o benim için başka planlar yapıyor.” “Planlar mı?” diye sordum, kaşlarımı çatıp. Başını salladı. “Yasmin’in bana söylediği bir şey var. yezda hanım beni bir ağanın oğluna vermek istiyor. Berdel gibi değil ama... zengin diye, güçlü diye. Gökhan ise… ona göre serseri biri. Geçmişi karışıkmış. Onunla konuşmam bile yasak. Ama ben…” Sesi titredi. “Ben ilk defa biriyle sadece insan olduğum için konuşabiliyorum. O yüzden annem bana bağırdı. Gökhan beni savununca işler daha da büyüdü.” Derin bir nefes aldım. İçimde bir yer sızladı. Çünkü Şeyda’nın anlattığı şey, benim yarım kalmış çocukluğumun yankısıydı. Ona baktım, elini tuttum. “Kimsenin seni susturmasına izin verme. Senin gülen halin en güzel halin. Ve kimse seni bunun için suçlayamaz. Gökhan’ı senin gözlerinde gördüm. O sana kötü gelmez, aksine iyileştirir. Ama önce… kendine inanman lazım.” Şeyda başını önümde eğdi, sonra kucağıma yaslandı. Sessizce ağladı bir süre. Saçlarını okşadım, hiçbir şey demeden. Bu evde ne çok kadın susmuştu, ne çok ses bastırılmıştı. Ben onun yanında olacaktım. Yezda hanımın onu ezmesine izin vermeyecektim. Bu konuyu Sarvanla konuşacaktım kimse onu istemediği biri ile evlendiremezdi. Benim arkamda duran biri olmamıştı ama şeydanın arkasında Sarvan vardı ben vardım kimse ona istemediği bir şeyi yaptıramazdı. Şeyda uyuduktan sonra odadan çıkıp Sarvanın çalışma odasına çıktım. Yezda hanım artık çok oluyordu madem zengin ve iyi aile kendi kızını evlendirsin. Şeyda onun ölen kocasının kızı Yezdanın değil. Sarvan’ın çalışma odasının kapısına geldiğimde içimde bir sıkışma vardı. Elimi kaldırdım, kapıya hafifçe vurdum. İçeriden onun tok sesi geldi: “Gel.” Kapıyı açtım, içeri adım attım. Sarvan masasının arkasında oturuyordu. Birkaç evrakı inceliyor gibiydi ama gözleri hemen bana çevrildi. Yorgundu bakışları. Bugün yaşananlardan sonra onun da siniri, sabrı, kalbi sınanmıştı belli ki. Hiçbir şey söylemeden ilerledim, masanın önündeki sandalyeye oturdum. Ellerimi dizlerimin üstünde birleştirdim. Sarvan yüzüme dikkatlice baktı. “Şeyda nasıl?” diye sordu. “Uyudu,” dedim. “Ama o uykunun içinde hâlâ ağlıyor.” Bir sessizlik oldu. Sonra derin bir nefes alıp, gözlerimi onun gözlerine dikerek konuştum: “Bu böyle gitmez Sarvan. Şeyda senin kız kardeşin. Gerçekten. Kan bağı olmasa bile ruh bağı var. Ve ben bu akşam o kızın içindeki çığlığı duydum. O çığlık çok tanıdık geldi bana. Çünkü ben de o yaşta susturulmuştum. Annem tarafından, akrabalar tarafından, töre denilen saçmalıklar tarafından…” Sarvan başını yavaşça salladı. Gözlerini benden ayırmadı. Ama ben devam ettim. “Yezda Hanım o kızı kendi çocuğu gibi sevmedi ki hiç. Onun üstüne hep bastı. Hep susturdu. Hep kendi kızının gölgesinde tuttu. Ve şimdi onu bir ağanın oğluna vermek istiyor. Sırf güç, sırf para… sanki Şeyda bir kumaş parçası da pazara çıkarmış gibi.” Sözlerim ağırdı ama artık yeterdi. Susmak yoktu. Gözlerim doldu, ama geri çekilmedim. “Sarvan, bak. Benim arkamda kimse durmadı. Annem bile. Ama Şeyda yalnız değil. Sen varsın. Ben varım. Onu bir zorlamanın, bir töre masalının içine hapsedemezler. Ona değer veren biri var. Gökhan. Kim ne derse desin, onun gözünde o kızı incitmeyecek biri var. Sen de biliyorsun bunu. Kalbin biliyor.” Sarvan gözlerini kapattı. Sırtını sandalyesine yasladı. Elini çenesine götürüp bir süre öyle kaldı. Sonra gözlerini yeniden açtı. Baktı. Derin, ağır bir bakışla. “Biliyorum,” dedi. “Ben de gördüm Gökhan’ın gözlerinde o ışığı. Onun Şeyda’ya baktığı gibi bakmak herkesin harcı değil. Ve Yezda…” Sesi biraz karardı. “O kadının kalbinde sadece kendi menfaati var. Şeyda’yı kiminle evlendireceği değil, kime ne göstereceğiyle ilgileniyor.” Yezda hanımın güç arzusu o kadar gözünü karartmış ki hiç bir şey umrunda değil. Sarvan ayağa kalkıp yanıma geldi. saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp anlama öpücük kondurdu "Söz veriyorum güzelim Şeydaya kimse zorla bir şey yaptıramaz izin vermem. Evlenmek istemiyormu evlendirmem. Sakın canınızı sıkmayın asla izin vermem" Sözleri beni rahatlamıştı. Biraz daha bu konuyu konuştuktan sonra odadan çıkmak için ayağa kalktım Şeydaya bakmam gerekiyordu. ama ayağa kalkmamla gözlerimin kararması bir oldu. Sarvan hemen gelip tuttu beni "Neyin var güzelim iyimisin" derin bir nefes aldım "İyiyim merka etme sadece Şeyda olayını kafama çok taktım o yüzden oldu kesin" Sarvan inanmasa da bir şey demedi. Bende çalışma odasından çıkıp yatak odasına ilerledim. Hemen kendimi yatağa attım Sarvanı endişelendirmek istemesemde. kendimi iyi hissetmiyordum Son günlerde baş dönmesi göz kararması gibi şeyler yaşıyordum. Ama iyi beslenmedigim için olduğuna emindim. Asmin geldiğinden beri iyi değildim iştahım yoktu. Onu görmek bana iyi gelmiyordu. Sabah ettiğim kahvaltıdan sonrada bir şey yememiştim. oda kahvaltı sayılmazdı zaten iki lokma bir şeydi. Kendimi zorluyordum ama yiyemiyordum buda benim yaşadığım rahatlıkların sebebini açıklıyordu. Ama bunu Sarvana anlatıp endişelendirmek the istemiyordum. Kendimi biraz daha zorlayıp ayağa kalktım Şeydanın yanına ugramam lazımdı. Koridorun hafif loş ışığında odamın kapısını açtım. Hâlâ biraz yorgun hissediyordum ama içimdeki huzursuzluk, yatakta kalmama izin vermiyordu. Şeyda’ya bakmalıydım. Uyandığında yalnız olmamalıydı. Bu evin duvarları bazılarını koruyordu belki ama bazılarını sessizce sıkıştırıyordu. Şeyda da sıkışanlardandı. Ben bilirdim o duyguyu. Yavaşça adımlarımı attım. Merdiven başına geldiğimde konağın taş duvarlarından gelen sessizlik içime işliyordu. Herkes kendi odasına çekilmişti belli ki. İnce taş döşemeli merdivenlerin başında durup kısa bir nefes aldım. Sol elim duvardaki soğuk taşa değdi, denge için. Ama o an gözümün önü karardı. Bir anlığına her şey bulanıklaştı. Sanki etrafımdaki dünya silinmişti. Sonra ayaklarımın altı kaydı. Bir basamak, sonra bir basamak daha… Kontrolüm dışında bedenim merdivenlerden yuvarlanmaya başladı. İlk darbeyi sırtım yedi, sonra kolum. Başım taş basamağa hafifçe çarptı. Sanki zaman yavaşladı. Uçsuz bir karanlığa düşüyordum. Elbisemin kumaşı taşlara sürtündü, saçlarım dağıldı. Göğsümden kısa bir inilti çıktı ama kimse duymadı. En son basamakta bedenim yana doğru devrildi ve sessizlik yeniden çöktü. Orada kaldım. Göz kapaklarım yarı aralıktı. Bir şeyleri seçmeye çalışıyordum ama gözümün önü titrek ve bulanıktı. Vücudumun bazı yerleri acıyordu, ama asıl canımı yakan şey bedenimde değil, içimdeydi. karnıma keskin bir acı saplanmıştı. Canım çok yanıyordu karanlık beni içine çekiyordu Uzak bir ses duydum. Belki birinin ayak sesiydi. Belki de sadece zihnimde çınlayan hayal bir yankıydı. Ama sonra… bir çığlık. “HANIMEFENDİ! Meryem Hanım!” Koşan ayak sesleri yaklaştı. Bir kadın sesi titreyerek yankılandı. Hizmetçilerden biriydi. Sonra daha tok adımlar geldi. Sarsılan taş zeminde yankılanan adımlar… Sarvan’dı. Tanıyordum sesini. Bu defa göremesem de hissediyordum. “Meryem!” dedi. Nefesi kesik kesikti. Yanıma diz çöktü. Ellerini yüzüme koydu. “Gözlerini aç! Lütfen…” Kendimi zorlasamdan bir şey yapamadım sonrası zaten karanlıktı
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD