*
“Saçların...”
Tek bir söz düştü dudaklarından. Önce anlamadım ancak boşta kalan elini uzattı boynuma. Boynumu tüy gibi hafif bir dokunuşla ezip geçen parmakları göğsümün kabarmasına sebep oldu.
Parmakları usulca eşarba dolandı, bunu hissettim. Hafifçe aşağı çekilen eşarbın dokusunu, saçlarımın üzerinden kayışını hissettiğimde karnım burkuldu, bir zelzele almıştı bedenimi.
Sırtıma doğru düşen eşarbı parmaklarının arasına aldı. Ne yapmaya çalıştığını önce anlayamadım, eşarbı neden saçlarımdan çekip aldığını düşündüm ancak bir sonuca da varamadım.
O değil miydi saçlarını ört diyen?
“Siz ne yapıyorsunuz?” dedim, aklımın içinde dönüp duran sorulardan birini dile getirerek.
Parmaklarımı sıcak, esmer kavruk teninden çeksem de avuçlarım hala gömleği ile çıplak teni arasına temas ediyordu.
Soruma cevap vermeye tenezzül etmeden saçlarıma doğru eğilmesi ile gözlerim irileşti. Burnunun ucunu hafifçe saçlarımın arasına sızdırdı, bedenime yayılan ılık his ile parmak uçlarım titredi.
İçine çektiği derin nefesi hissettim, sanki alabileceği son nefemişcesine içine çekmişti saçlarımın kokusunu. O an aklım darmaduman oldu, ciğerlerine çektiği kokumu daha fazla almak istermişçesine üzerime eğildiğinde kollarının arasında donup kalmıştım.
Ne yapıyordu bu adam?
Görmüyor muydu kollarının arasında eriyip kül olacağımı?
Yanlış, diye fısıldadı iç sesim.
Her ne kadar onu sevsem de bana hem kızıp, azarlarcasına konuşup şimdi de bir şey demeden kollarının arasına alamazdı.
Bu çok yanlıştı.
Günahtı.
“Kokun...”
Devam etmedi, bu beni harekete geçiren şey oldu. Avuçlarımı bastırarak onu hafifçe itmek istediğimde bedeninin iriliğini aklımdan kaçırmıştım. O, çok ağırdı.