PROLOG

1007 Words
Ben Elif. Elif Sonay. Şu an Suriye ’ye giden bir otobüsün cam kenarında oturuyorum. Dışarıda akıp giden manzara değil aklımı meşgul eden. İçimde dönüp duran, söylenmemiş sözler, yutulmuş öfkeler, içimde kök salmış bir yalnızlık var. Ama her şey buraya gelirken başlamadı. Belki de her şey ben doğduğumda başladı. 26 yıl önce Hakkari Merkez’ de, dağlara yaslanmış, yazları sıcak, kışları küskün bir coğrafyada dünyaya geldim. Ailenin üçüncü kızıydım. Babam, bütün baskılara rağmen kızlarının arkasında durmuş bir adamdı. Annemi de korudu. Ama galiba sıra bana geldiğinde yorulmuşlardı. Yorgun bir ailenin, tükenmiş bir sabrın ortasına doğmuştum. Sevgi? Annem babam arasında sevgi yoktu. O zamanlar sevgiye gerek yokmuş evlenmek için. Ailelerin uygun görmesi yetermiş. Yine de annem şanslı sayılırdı. Babam ona saygı duyardı. Ama bu zaman almış elbette. Benden bir yıl sonra ilk erkek çocukları doğduğunda, ailedeki tüm ilgi, tüm umutlar onun üzerine aktı. Ben... arada kaynadım. Ortanca çocuklardan biri olmak, hep görünmeyen olmak demekti zaten. Ne en büyük gibi öncüsün, ne de en küçük gibi şımartılan. Bir de ardından yıllarca beklenen geldiyse artık yoksun demektir. En büyük ablam kendi isteğiyle öğretmen oldu. Diğeri, avukat. Babam yemedi yedirdi, okuttu kızlarını. Ama bana gelince fikirler netleşmişti. “Her ailede bir doktor olmalı.” dediler. Mimar olmak istiyordum aslında. Ama mimarlık sadece kağıt üzerinde bir hayal olarak kaldı benim için. Yaşayamamış bir hayal. Başımı eğdim, “Olur ” dedim. Şimdi Şırnak ’ta pratisyen hekimim. Sanırım sadece takdir görmek istedim. Böyle yapınca sevileceğimi düşündüm. Erkek kardeşim mi? O bambaşka bir hikaye. Ailenin gözbebeği. En son muhasebe okuyordu ama sanırım bölümü biraz yanlış anlamıştı; hesap kitap bilmez, para harcamayı iyi bilir. Ailede evlenmemiş tek kişi benim. Ve sanki bu durum bir utanç kaynağıymış gibi hissettiriliyor bana. İşte her şey de böyle başladı. Suriye ’ye, köylerine tıbbi yardım götürülecek ve bir seminer düzenlenecekti. Aslında görev grubundaydım ama tam da izin günlerime denk gelince “Katılamayacağım.” deyip valizimi topladım ve Hakkari’ ye, ailemin yanına gittim. Biraz dinlenmek, yeni doğan yeğenimi görmek, belki içimdeki yükleri biraz olsun hafifletmek istiyordum. Bu arada erkek kardeşimin bir kızı oldu. Onu da görmüş olacağım. Biraz dinlenmek istiyorum. Çalışma şartları yoğun. İnsan hayatı da söz konusu olunca insanın yükü ağır oluyor. Şu an için en büyük hayalim bir ev almak. Bu yüzden yemiyor içmiyor para biriktiriyorum Ev almak için uğraştığım doğru ama para birikimimin bir kısmı aileme gidiyor. Bekar olduğum için her şeyi benden istiyorlar. Borç lazım olduğunda da... Giderken bir çeyrek altın aldım. Hem yeğenime küçük bir armağan, hem de içimi rahatlatacak bir sembol gibi. Valizimi kapının girişine bıraktım. Annemin, babamın elini öptüm. Kardeşimi ve yengemi tebrik ettim, altını verdim. Kardeşim altına baktı. “Ne oldu Elif? Sonunda evlenemeyeceğini kabul ettin, nasılsa geri dönmez taktıklarım diye cimrileştin mi?” dedi. Hamilelik sürecinde ona on tane tam altın borç vermiş olmamın hiçbir hükmü yoktu. Ev için para biriktirmemin onlar için bir anlamı da yoktu. Bu kafayla gidersem zaten evleneceğim kişiye yedirirdim o evi. Bunu açık açık söylüyordu zaten annem. Annem hemen araya girdi, “Olur mu öyle şey? Koca valizle gelmiş, herhalde heves etti alışveriş yaptı. Koskoca doktor olmuşsun, sadece çeyrek takacak değil ya.” O an içimde bir şey koptu. O da ev geçindiriyor. Belki eli sıkıştır. Belki bir ihtiyacı olmuştur. Hiçbiri yok. “Kuyumcuda yarım kalmamıştı, daha fazlasına da gücüm yetmedi.” dedim. Sonra gözlerinin içine bakarak ekledim: “Sana verdiklerimi öderken bir tane eksik ödersin.” Yüzü düştü. Annem bir yandan, babam diğer yandan “kızım ver kardeşine, o öder.” dese de şu anki yüzünün de belli ettiği gibi ödemeye falan niyeti yok. Onların üzerine yattığı gibi bir tanede havadan bekliyormuş ona bozuldu. Annem, “Hadi sofra kuralım.” dedi ama kalktım. “Gerek yok. Zaten seminere katılacağım. Valiz onun içindi. Sizi görüp gitmek istedim. Buradaki hastane ekibiyle bir gideceğim” diye yalan söyledim. Ve o an karar verdim. Artık kendi ailemi kuracağım. Herkese ispat edecektim benimde bir ailem olabileceğini. Yıllarca kendimi sevilmeye layık görmeyenlerin içinde büyüdüm. İsteyenler olmadı diyemem, oldu. Ama annem hep kendi işine gelenleri öne sürdü. Hep onun onayladıkları. Onlarsa bana göre değildi. Ablalarıma hep yardım etti, çocuklarına baktı. Ama bana önerdiği erkekler hep çalışmama izin vermeyecek, maddi durumu iyi, “uslu” olacağım bir hayat sunanlardı. Çünkü annem artık sadece erkek kardeşimin çocuklarına bakmak istiyordu. Beni "yönetilecek biri" olarak görüyordu. Ve benim yeterince zeki olmadığımı düşünüyordu. Bir erkek beni yönetmeliydi. 24 yaşıma geldiğimde ise artık umudu kesmişti. “Bu yaştan sonra ancak paranı isteyen biriyle evlenirsin.” dedi bir gün, yüzüme baka baka. Ev almamı da bu yüzden istemiyordu. Ama ben yıllardır sadece bir şey istedim: Sevilmek. Ailem, “kandırılırsın” dedi. “Erkekler seni kullanır.” dedi. Belki de korktular, belki de beni hiç tanımadılar. Ama ben hep sevilmeyi bekledim. Sade, sıradan, içten bir sevgiyi. Şimdi vazgeçtim. Artık o sevgiyi beklemeyeceğim. Belki de onu çocuklarımda bulurum. Belki bana sarılan minicik kollar, kalbimdeki eksikliği kapatır. Benim için bir eşin yakışıklı olması, zengin olması önemli değil. Yorgun olduğumu anlasın istiyorum. “Bugün dışarıda yiyelim.” desin mesela. Bunu istiyorum çünkü aileme göre böyle şeyler her zaman kadının görevidir. Kadın hasta da olsa yorgun da olsa o yemeği yapmak zorundadır. Arada bir çiçek alsın… Hiç çiçek almadım ben. Yıllarca vitrinlerdeki buketlere özendim. Filmlerde ağlayarak çiçek koklayan kadınlara… Ve tabii çocukları sevsin. Bu bana yeter. Ya da... ben mi öyle sanıyorum? Önce Şırnak ’a döndüm. Rutinime, hastalarıma, yorgun gecelerime. Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmaya çalıştım. Tatil benim neyime dedim. Ama içimde bir yer, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını fısıldıyordu. Ve sonra… Son dakika alınmış bir kararla, Suriye’ ye giden o otobüse yetiştim. Hemen hemen her şeyimi yanıma almıştım ama ilk defa gerçekten "kendimi" de taşıyordum o valizde. Otobüse adımımı attığım an… İçimde derin, tarifi zor bir duygu kabardı. Sanki tanıdık hayatımı geride bırakıp bambaşka bir benliğe doğru yürüyor gibiydim. Sanki zaman bile nefesini tutmuştu, bir kadının kendi kaderini ellerine alışını izliyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ve ben bunun nedeninin sadece dış etkenler değil, aldığım kararlar olduğunu biliyordum. Kendi yoluma, kendi yalnızlığıma, belki de kendi geleceğime doğru ilk adımı atıyordum. Ben Elif. Elif Sonay Kurtay. Ve bu, benim hikayemin başlangıcı. Kurtay olma yolculuğumun başlangıcı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD