Hangi Alanda

1258 Words
Hukuk öğrencisi olmak ve iki arkadaş olarak bir evde yaşıyor olmak zordu. Çalışıp para kazanmamız gerekiyordu ama derslerimizden dolayı bulabildiğimiz işler yalnızca anketörlük ya da garsonluk tarzı işlerdi. Akşamın serinliğinde mesainin son saatlerini doldururken yürümekte olan siyah giyimli bir adamın yolunu kestim. "İyi bir insan mısınızdır?" Şöyle bir baktı yüzüme. Ardından düşünür gibi cevapladı. "Hangi alanda?" Ufak bir yalpaladım. Dudaklarımı büktüm. "Bilmem, genel anlamda işte. İyi bir insan mısınızdır?" "İyiliğin tanımı nedir?" diye sorduğum soruyu andıran bir soru yöneltti bana. Bir yandan acelesi varmışçasına koşar adım yürümeye hazır duruyor, diğer yandan sanki iki kelime konuşmaya ihtiyacı varmış gibi sorduğum soruya kulak kesiliyordu. "İyilik;" dedim, "güzel olan her şeydir bana göre." "Mesela?" dedi yüzünde en çok burnunun keskinliğine dikkat çeken siyahlı genç. "Yani örnek verecek olursak..." biraz düşündüm. "Size bir hikaye anlatayım." dedikten sonra cevabını beklemeden başladım anlatmaya. "Birbirinden bir haber insanların oluşturduğu kalabalıkla kaplı sokağın kıyısında, soğuk esen rüzgarın verdiği titremeyle, her tarafı yırtılmış eski ceketinin ve kirlenmiş fötr şapkasının içine sığınan bir adam düşünün." dediğimde bütün bunları tek nefeste söylemiş olmanın verdiği yorgunlukla derin bir nefes aldım. İlgisini çekmiş olmalı ki, kaşlarını kaldırdı ve yönünü biraz daha bana döndü. "Soğuktan kıvranan ayaklarının hemen yanında, içine para atılması için konulmuş lakin hemen hemen kimsenin ilgisini çekmeyip konulduğuyla kalmış karton bir kutu. Düşündünüz mü?" Elini sergiler biçimde öne doğru uzatıp çekti. Bu; devam et, seni dinliyorum demekti. Boğazımı temizledim. "O esnada yanında küçük kızıyla karşıdan karşıya geçmek için hazırlanan bir kadın. Adamın ne kadar tiksinç göründüğünü düşünmekten kendini alıkoyamaz. Aniden fırtına gibi esen rüzgar zavallı adamın şapkasını savurduğunda küçük kız panikle şapkanın peşinden yola atlar." Bileğindeki saatini kontrol etti adam. Pek vakti olmadığını düşünerek hızlanma kararı aldım. "Küçük kız uçup giden şapkanın peşinden yola atladığında annesi tozlu rüzgarın kapattığı gözlerinden, durumun farkına dahi varmaz. Yalnızca duyduğu korna sesleriyle gözlerini açtığında kızını göremeyip korkuyla çığlık atarken, kızını o adamın kolları arasında görür. Ufaklık adamın giden şapkası için derin bir üzüntü yaşayıp ileride çok çalışıp ona ayakkabı ve şapka alma sözü verir. Kadın, kızının feci bir kaza geçirmesine engel olan adamın az önce elleri kirli ve nasırlı diye tiksindiği adam olması karşısında büyük bir mahcubiyet yaşar. Hem ufaklığın bu zavallı adam için yakınması sonrası hem de teşekkür maiyetinde ona bir yemek ısmarlamak ister. Adam güç bela kabul ettiği bu yemekten sonra onlara bir not bırakır. Bugün kendimi öldürecektim, sizin sayenizde vazgeçtim. Kötülüklerle dolu bu dünyanın hâlâ yaşanılabilir bir yer olduğunu gösterdiniz bana. Teşekkür ederim güzel insanlar." Ben, içinde ön yargının kırılışı, masumiyet, iyilik barındıran bu hikayenin büyüsünden daha sıyrılmamışken omuz silkti, mesafesinden taviz vermedi. "Etkileyici, fakat soru neydi?" Gülümsedim kafa karşılıklığı ile. "İyiliğin tanımı sizin sorunuzdu ve tanımı buydu bana göre. Peki siz, iyi bir insan mısınızdır?" "Dedim ya, hangi alanda?" Dudaklarının kenarı nazikçe yukarı doğru kıvrılırken, adımlarını hızlandırıp uzaklaştı. Elimdeki kalemi saçlarımın arasına karıştırırken dudaklarımı kıvırdım. "Mesai dolmadı mı hâlâ? Artık bana vakit ayırmalısın, yoksa ilişkimizi gözden geçireceğim." Gülüşüyle ve cıvıl cıvıl ses tonuyla karşıma çıkan Rüya, yüzümü güldürmüştü. "Bitti." dedim yorgunluğumu nefesime sığdırarak. "Ne ısmarlıyorsun?" Çoktan koluma girmişti, özgür adımlarla yere basarken karşımıza çıkan ilk kahve evine girdik. "Nereden geliyordun bu saatte?" "İş görüşmesinden." derken suratını asmıştı. "Ee, nasıl bakıyorlar? Olumlu gibi mi?" "Sanmıyorum, açıkçası olmazsa şaşırmam." Masadaki elinin üzerine koydum elimi destek verircesine. Gülümsemesini kesen, kahveleri getiren garsondu. Ellerimizi ayırıp hafif geri çekildik. Kibarlıkla teşekkür ettikten sonra garsonun ayrılmasıyla Rüya'nın, "Naz, Ege'yle yüzleşmek neden bu kadar zor oldu senin için?" sorusuna başımı kaldırdım. "Kolay olmasını nasıl bekleyebilirsin ki? Bir çok şey paylaştık, birlikte büyüdük, biliyorsun." "Evet, haklısın tabii. Ama duygusal olarak hep uzaktın ona. Çok seviyordun tamam, ama ben nasıl seviyorsam sen de öyle seviyordun. Ona olan duyguların onun sana olan duyguları gibi değildi. Bunu ikimiz de biliyoruz." "Kötü hissettim, onu üzmek istemezdim." Nefesini verdi ürkekçe ama gülümsedi. "Kabul etmeliyim ki, onu özlüyorum." dedim bakışlarımı masaya indirirken. "Ben de. Eski dostluğumuz güzeldi. Çok güzeldi. Ege, tanıdığım en merhametli, en yüreği güzel insan." Kafamı salladım olumlu anlamda. "Kesinlikle." "Üzülme." diye fısıldadı. "Birlikte son 1 yılı nasıl geçirdiysek, bundan sonrası daha kolay geçecek." "Bu yıl mezun olursak her şey çok güzel olacak." diye ekledim. "Kesinlikle. Artık mesleğimizi yapıp güzel bir hayat kursak fena olmayacak!" dedi bütün bunları diler gibi. Kulaklarımı dolduran gür bir sesle irkildim. "Garson!" diye bağırıyordu patavatsızın teki. Halbuki iki masa ötesindeki adama seslense bile duyurabilirdi sesini. Garson bu tür davranışlara alışmışcasına ilerledi masaya doğru. "Buyurun efendim." dedi tüm efendiliğiyle. "Nerede kaldı benim siparişlerim, kaç dakika oldum söyleyeli!" Garson özür dileyerek mutfağa ilerledi ve çok geçmeden elinde tepsiyle tekrar masaya ilerleyip siparişleri dizdi. Adam keyifle izliyordu garsonu. "O tabakları kafasında kırmak istiyorum şu an." Masada ritim tutan parmaklarımı durdurdu Rüya. "Boş ver şunu, patavatsızın teki işte." "Doğru söylüyorsun." dedim kafamı sallayıp önüme dönerken. "Ee anlat bakalım, bugün ne ilginç cevaplar aldın?" Güldüğünde, hangi alanda iyi olduğuna karar veremeyen, gizemli olduğunu düşündüğüm adam geldi aklıma. "Ne gülüyorsun?" "Hı?" dedim kafamı kaldırırken. En son gülmüyordum. "Bana bak, neler oldu ben yokken?" derken gözlerini kısmış, cevap arayışı içindeydi. "Bir şey olmadı, ne olabilirdi ki?" "Lavaboya gitmem gerek, geldiğimde görüşeceğiz." deyip kalktı masadan. Arkama yaslanırken önemsemeyerek omuz silktim. Tam o anda şangırtı sesinin geldiği yöne çevirdim kafamı. Yine o kaba adamın masasında, yerde tabak parçacıkları bulunuyordu. Garson masaya hızla yaklaşırken, adam eline aldığı çayı kasıtlı olarak yere döktükten sonra bardağı yere bırakıp sakin bir şekilde kırılmasını izledi. "Biraz kirlettim, zahmet olacak ama." derken arkasına yaslandı. Diğer garson mahcup bir şekilde sordu. "Efendim, neler oluyor? Bir sorun varsa söylemeniz yeterli olacaktır." "Yediğim en berbat yemekti. Çay taze değil." Peçeteyle dudaklarına bastırdı. Hışımla kalktım yerimden ve öfkeyle vurdum adamın masasına. "Tüm yemekleri silip süpürdükten sonra mı fark ettin kötü olduğunu?" Sakince bana çevirdi başını. "Seni neden ilgilendiriyor, küçük hanım?" "İnsanlara böyle davranamazsın, senin pisliğini temizlemek zorunda değiller seni aptal!" "Elbette zorundalar, onlar sadece birer garson." Ağzını oldukça yaya yaya konuşması sinirlerimi daha da zıplatmıştı. Yakasından tuttuğum gibi kaldırdım yerinden. "Eğer buraları hemen temizlemezsen çok kötü olacak!" Geldiğimden beri ifadesiz olan adam kaşlarını çatmış, elleriyle hızla ittirmişti beni. "Eeh! Kadın başında bana ders mi vereceksin sen?" "Benimle böyle konuşamazsın!" diye dikildim karşısına. Ben hiddetlenirken bana aldırmayıp garsonlara döndü daha sonra ve "Siz de eğer hemen temizlemezseniz burayı, hepinizi kovdururum duydunuz mu beni!" "Sen o küçücük beyninle ahkam mı kesiyorsun? Burası dağ başı değil kendine gel!" Ben adamın üstüne yürüyecekken garson önüme geçti. "Efendim, kendisi devamlı müşterimiz. Patronumuz için önem arz ediyor. Lütfen daha fazla uzatmayın ve problem büyümesin." Öfkemi dişlerimden çıkaracak kadar sıkıyordum. Rüya fark etmiş olacak ki koşturuyordu bana doğru. "Naz neler oluyor, seni yalnız bırakamayacak mıyım ben?" Etrafa göz atarken kolumdan tuttu sıkıca. "Gidelim şuradan, hadi." Masaya ulaştıktan sonra alelacele hesabı ödeyip çantaları alıp çıktık binadan. Nefes aldım derince. Yaklaşık 5 dakikadır yürüyorduk. Biraz olsun sakinlemiştim ama aklımdan da çıkmıyordu. Böyle insanlar yüzünden insanlıktan tiksiniyordum. "Naz, sana bir şey sormam gerek." Sessizliği bozan Rüya'ya baktım. "Dinliyorum?" Dudaklarını ıslattı. "Hani şu psikopat adam vardı ya, yalnızca bileğindeki dövmesini hatırladığın." "E-evet." dedim elimi karnıma götürürken. Tedirgin bir şekilde yutkundu. "Bileğindeki o dövme birbirine geçmiş zincirdi değil mi?" Duraksadım. Kalbim anbean hızla çarpmaya başladı. "Rüya, endişelendiriyorsun. O nereden çıktı şimdi?" "Naz, ben hatırlamıyorum, hatırlamalısın. Hafızanı zorla lütfen." "Evet yani evet hatırlıyorum." dedim panikle. "Sanırım, o adamla az önce kavga ediyordun." Gözlerim bir anda açılırken yerimde kalakaldım. Vücudumdaki tüm damarların akışını hissediyor gibi kıvranmıştım olduğum yerde. "Polislerin her yeri arayıp güya bulamadığı adam kafede rahatça oturuyor mu gerçekten?" Kekeledim. "Bu mümkün olabilir mi?" "Belki de yanılıyorumdur, sakin ol lütfen. Bak unut gitsin tamam mı? Hay aksi! Durduk yere kuşkulandırdım seni." Pişman olduğunu belli eden ifadesinin aksine aklımda yankılanan cümlesiyle şimşek yemiş gibi kolundan tuttum. "Hayır yanılmıyorsun. Bana, küçük hanım dedi, tesadüf olabilir mi? Rüya, kesinlikle yanılmıyorsun..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD