Viran Olasın

2868 Words
Tam üç gün sonra Esma, öğle yemeğinden odasına döndüğünde masasının üzerinde bir çiçek buldu. Kır çiçeklerinden yapılmış; zarif, sade bir buket. Az önce öğle yemeğini Mete ile yemişlerdi ve adam iki arada bir derede döndüğünde onun masasında çiçek bulmasını organize etmişti. Esma'nın bu ufak jest oldukça hoşuna gitti, masasında ki çiçeklere sekerek ulaşırken ilk olarak çiçeklerin yapay kokusunu çekti içine sonra ortalarına yerleştirilmiş küçük zarfı aldı eline. Beyaz zarfın içinden beyaz bir kağıt çıkmıştı... Çiçekçinin düzenli el yazısını içinden okumaya başladığı ilk saniye allak bullak oldu Esma. "Bazen sık hasta olmak istersin, doktorunu özlersen... Büyük yardımların için küçük bir teşekkür olarak kabul etmeni istiyorum. Eğer beni kırmazsan bu akşam sana bahsettiğim o balıkçıda yemek yiyelim. Aramanı bekliyor olacağım, istediğin yerden gelip alırım seni ya da aradığında adresi veririm. Sevgiler. Serdar CİHAN! Numaram (05xx xxxx xx xx)" Serdar'ın onu özlemesi hiç makul değildi. Üstelik teşekkür için bir çiçek ve üzerine kısa, resmi bir not yetmez miydi? Numarasını verip böyle bir emrivaki yapması... Doktorunu özlersen kısmını bir kez daha okudu Esma... Adamın yan gülüşü, yeşil gözlerinin sık sık üzerinde dalışı ve yaralı göğsünün üzerinde ki o anlamsız dövme... Her biri aklında hızla geçerken kapısı çalındı. Avucunda yuvarladı notu Esma ve önlüğünün cebine iliştirdi. Mete, gülmezken bile yanaklarına sahip gamzesi ile başını içeri uzattı. "Akşam bana gelsene!" Yutkundu genç kız... aralarında ki o şey halen aynı anlamlara gebe uzaklıkta ya da yakınlıkta idi. İtirafa dökülmüş tek bir söz yoktu ve şimdi cebinde Mete'nin abisinin... Adam ahlaksızdı belli ki? Erkek kardeşinin ilgilendiği kıza çıkma teklif edecek kadar... bu bir çıkma teklifi miydi peki? Sadece bir teşekkür yemeği olarak düşünse her şey daha kolay olmaz mıydı? Gene de lüzum yoktu! Teşekkürü Mete ederdi onun yerine, evine davet eder, elleriyle yemek yapar. "Hayranlarından mı?" Mete'nin kaşları havada hesap sorar gibiydi sesi. "Yok," diye tedirgin oldu Esma. Yalan söylemekten muzdarip, "Üzerinde kart yok herhalde yanlış gelmiş," diye ekledi. Mete, aynı mesafeden tekrarladı "Teklifime cevap alamadım?" "Nöbetçiyim ben gece unuttun sanırım..." Mete, gaf yapmış olmanın telaşında elini kaldırdı. "Kusura bakma, öyleyse yarına erteleyelim bunu. Sana ellerimle yemek yapacağım." Mete'nin her iki eli de havada parmaklarını hareket ettiren haline gülümsedi Esma. Onun iyilikten gelen tarafı her zaman olduğu gibi gene cezbediciydi. Başını salladı cevap vermek yerine. Allak bullak olması tam olarak saçmalıktı. Bir tarafta iki aydır tanıdığı, her fırsatta birlikte zaman geçirdikleri Mete, diğer tarafta abisi... abisiydi işte, neyini düşünüyordu ki. İlgilendiği çocuğun abisiydi diğeri! İlgilenmekten daha tuhaf şeyler hissettiren. Hissetmesini muhtemel kılacak kadar zaman geçirmemişti onunla. Yarasını temizlemek, elleri ile yemek yedirmek, başında uyuyacak kadar geçen zamanların hepsi zaruri bir durumdu. Daha neden yaralandığını, başına ne geldiğini bile bilmiyordu. Söylememişti ki Mete, kendisinin de bilmediğini, abisine sorsa da söylemeyeceğini, onunla böyle yaşamaya alıştığını söylemek dışında... Öyleyse tekin biri değildi Serdar. Mete'nin aksine karanlık tarafı belki biraz ulaşılmaz kılıyordu onu ama o kadar. Daha fazlası olmadıkça onu böylesine önemsiyor olması yersizdi. Yersiz! Masasına geçti, ilk hastanın numarasının ekranda belirmesi için numaratöre bastı. *** Akşam, hastanenin ıssızlaşmaya başladığı saatte acilde ki müdahaleden odasına dönüyordu Esma. Telefonunda ki çağrının bilinmeyen bir numaradan gelmesine aldırışsız çağrıyı yanıtladı. Az sonra tanıdığı bir ses vardı kulaklarında. "Efendim?" "Doktor Hanım?" İlk cümlesi ile sesini tanıyacak kadar o sesi, beynine kazımış olduğunun farkında değildi Esma. O adamın onda ki çağrışımı tuhaf bir şekilde fazlaydı. "Baktım arayacağınız yok, yüzsüzlük yapayım dedim." "Ben..." bir yalanla kibarlaşabilirdi pekala ama yanlış kapılara çıkarda boş yere vaat taşırsa diye vazgeçti. "Lüzum görmedim." "Teşekkür edilecek bir şey yapmadığını mı düşünüyorsun?" "Söyledim, sizinle ilgisi yoktu. Mete'nin ricası üzerine yardımcı oldum." "Öyleyse yemeğe Mete ile çıkayım ben." "Siz bilirsiniz..." "Pekala ısrarcı olmayı düşünmüyorum. Mesajını aldım küçük hanım, rahatsızlık vermeyeceğime emin olabilirsin." "Rahatsızlık..." gözlerini kapadı Esma, koridorda yürürken duraklayıp duvar dibine yaklaştı. Birilerinin duymasından ölesiye korkarak devam etti. "Yanlış anladınız, rahatsız olacağım bir durum yok. Hem ben bu gece çalışıyorum zaten, gece bir gibi çıkacağım hastaneden. Geri dönüş bu yüzden yapmadım. Hem dediğim gibi teşekküre gerek yok. Çiçeğiniz yeterli." "Çiçeğim ve notum! Çiçekler tek başına anlam ifade ederse eksik kalabilir bence duygular illaki dillendirilmeli." "Anlamadım." "Sana kolay gelsin Doktor Hanım, iyi geceler diliyorum." "Sağ olun!" derken kapandı telefon. Esma, sırtına değen sert duvarın hissinde afalladı. Bu neydi şimdi? *** Uykusuzluğunun biraz sonra sona ereceğini hatırlattı kendine Esma. Uykusuz olduğu zamanlarda hava nasıl olursa olsun üşüdüğünü bildiğinden, yağmurluğunun fermuarını çekti, sırt çantasının kulplarına alttan tutunup hastanenin taksi durağına doğru çevirdi yönünü ki adını duydu, "Esma?" bildik, aşina biri gibi seslenmişti adını seslenen. Ardını döndü, karanlık sokakta, lüks bir arabanın dibinde elleri cebinde ona bakıyordu Serdar. Duruşunu bozmadan bir kez daha seslendi, "Düşündüm de bazen ısrarcı olmayı deneyebilirim!" Gülme isteğini güç bela bastırdı Esma, adama doğru çevirdi yönünü ve yanına kadar geldi. "Duruşunuza tezat davranışlar bunlar," dedi son derece samimiyetle. Adam boş ver dercesine elini salladı ve uzanıp arabasının ön kapısını açtı. "Gel hadi, duruşuma daha ne kadar tezat davranabilirim bir bakalım." Esma, arabadan içeri geçti. Adam kendi tarafına geçerken içten içe bir galibiyetin koynundaydı. En tez bu gece onundu Esma, buna öylesine emindi ki... yarın da akşamüzeri Hisar'a kaçar bir cila yapardı. Her zaman olduğu gibi onu kirleten kadınları ancak Hisar temizlerdi. Suyu sıcak, sabunu boldu Hisar'ın... Hiç esirgemezdi ondan, her daim! Esma, önünden akıp giden yolu kaç kilometre hızla kat ettiklerini hesaplamaktan yorulmuş bir halde, oturduğu yerden biraz soluna kaydı ve hız göstergesini görür görmez, panikli bir serzenişle, "Rica ederim Serdar Bey, nereye yetişiyorsunuz?"diye sordu. Hafif gazdan çekti ayağını Serdar. Bunu güç gösterisi sayan bir tabiatı yoktu aslen, sadece ne kadar hızlandığını çok fark edemiyordu. Hele saat bu denli geç olmuşken, trafiğin bulanmadığı vakitte çok da farkına varmıyordu. Araç biraz daha normal hızına dönerken "Aç mısın?" diye sordu Serdar. "Ben evime gideyim, benim için bir şey yenmeyecek kadar geç bir saat?" "Bir çorba içelim öyleyse..." "Ne çorbası?" "İşkembe..." "İşkembe mi?" "Kemal Paşa çorbasına ne dersin?" "Ben aç değilim!" "Sana bir çorba borcum var, açsın ya da toksun... O gün bende aç değildim ama zorla içtim o çorbayı." *** Adamın itiraz edilemez bir yanı vardı. Etrafında herkesin ne derse yaptığını evinde geçirdiği zamandan önce Mete'nin adamı yarasına rağmen evde tedavi etmeye yanaşması göstermişti. Gene de Esma, Serdar'ın gücünün eni konu farkında değildi. Zamanla öğrenecek olduğundan habersiz... Mekanda ahşap sandalyelerin, kareli kırmızı beyazlı örtüleri olan masaların etrafında dört kişilikten daha fazla konumlandırılmadığı bir düzen vardı. En fazla beş masa vardı, belki altı... En köşe de iki kişilik olanı da saymak gerekirse altı denirdi. Mekanın işletmecisi yıllardır aynı adamdı; otuz yıldır. O da babasından devralmıştı, babası da babasından... Duvarda atalarının dört nesil fotoğrafı vardı. Yaşlı sahibi, yanında bir de yeni yetme sarışın çırağı ile kapıda karşıladı onları. Ta arabanın motor sesinden bilmiş, farlar söner sönmez koşarak açmıştı kapıyı, "Özlettin Bey'im," demişti, göz ucuyla bile yanında ki hanıma bakmadan. Çırağı bakmasın diye de yoklamıştı onu. Bir iki senedir yanında çalışan evsiz, barksız bir garibandı çocuk. Ustası ne dese yapmaya hazır... Onu kulağından tutup getirmişti Serdar. "Çalarsa, çırparsa döv, ellerin dert görmesin Rahmi Abi," demişti. Birkaç kez yemin bozacak olmuştu çocukcağız ama hep Rahmi'nin kamburlu beline rağmen kuvvetini simgeleyen kemikli elleri, nasırlı avuç içlerinden korkmuştu. Bir de Serdar vardı işin içinde, onun cüzdanını çarptığında yediği köteği unutmak zordu onun için. Sonra karşısına alıp konuştuğu dakikaları... Dakika değildi o vakitler, saatti belki de. Çocukcağız o vakitte hesap edememişti saati. Sonra tutup bu dükkana getirmişti onu, yatak, yemek ve üç beş harçlık alacaktı. Rahmi'nin ne zamandır ihtiyacı vardı, fişek gibi bir çocuğa ama hep verdiği parayı beğenmeyenler çıkıyordu karşısına. Karşılıklı birbirlerine ilaç gibi gelmişlerdi o vakit. Serdar, yanında ki kız ile kendi seçtiği masaya geçti. Gece bir yarısı birkaç akşamcıdan başka kimse yoktu içeride. Esma, tedirgin bakındı etrafa, tek kadın kendisiydi. Yağmurluğunun eteğinin kısalığını örtmesini istedi o vakit. Babası olsa kısa eteklerine laf etmekle kalmaz, bir de güzel makaslardı eteğini böyle bir geceden sonra. Mekanın çırağı uzanıp çekince sandalyesini, kısık sesle teşekkür etti. Kimse fark etmesin istedi kendisini, mekana bir kadın girmiş demesin kimse... Serdar da karşısına geçti. Rahmi, beyaz önlüğünün üzerinde ki birkaç salçalı leke dışında pırıl pırıl bir ihtiyardı. Mekanın varoşluğu, konuklarının döküklüğüne rağmen... "Ne getireyim Bey'im?" diye sordu. İnceden bir ses yayılıyordu içeri. "Selanik Selanik Viran Olasın (Amman) Taşını Toprağacını Seller Alasın Sen De Benim Gibi Yarsız Kalasın (Amman)" Selanik türküsüydü bu, Çalın davulları diyordu göçmen bir türkücü... Etrafa bakındı Esma, eski bir plaktan yayılıyordu müzik, otantik bir gramofonda dönüyordu plak. Müziği belki ömrü boyunca bir ya da iki kez duymuştu, melodisi tanıdık, sözleri yabancı... Serdar'ın ona bir şey sorduğunu halen fark etmeden Rahmi'ye çevirdi bakışlarını. "Kim söylüyor bunu?" "Bizim hemşehri, rahmetli dedemin Selanik'ten meyhaneci bir ahbabı..." Gülümsedi Esma, huzurlu geldi bir an o mekan ona. Adamın telaffuzunda ki hafif göçmen tınılar sıcacık işledi kanına. Yaşlı adam mümkün mertebe kaçırırken gözlerini çorbalarını saymaya başladı ona. Esma, kabalık etmek istemiyordu ama tek kaşık içemeyeceğinden emindi. Uykusuzdu her şeyden evvel ve bedenen yorgun. Şu güzel müziğin ahenginde bir yastık isterdi başı, bir de karanlık isterdi zihni. Sonra derin bir uyku, tatlı bir huzur... Kurtuluş dilenmek için mercimek çorbasından yana kullandı şansını. Rahmi Serdar'a bakınca, "Bana da aynısından getir Usta!" dedi adam. Severdi çorba içmeyi, Serdar. Midesini tıka basa yormazdı çorbalar... Hafif kalırdı, hep daha fazlasına meydan bırakırdı. Acil bir davet edileceği tutsa bir yere, orada da ikrama karşılık çatalı varırdı sofraya. Esma kollarını birleştirip masanın üzerine koyduğunda, oda bardağına masaya çırağın getirdiği şişeden su doldurmaya başladı. Çocuk ona bir laf söylesin Serdar diye gözüne bakıyordu adeta. Masanın dibinden bir türlü ayrılmayışından anladı Esma. Serdar gülümsedi o an, önemsedi bu zavallıcığı. "Havalar ısındı sanki değil mi İsmail?" dedi. İsmail, hemen açtı kulaklarını gözleri ile... Yüzüne belirgin bir sevinç gelip oturdu. Sevecen bir istekle, üzerinde ki tişörtü gösterdi, büyük gelmiş, döküm saçım duran kıyafetin içinde "Ustanın üstü başı olmasa yanacağız ağabey," dedi. Serdar, başını salladı. "Alalım sana yenilerini, genç adamsın. Kızlara cakan olsun." Kıpkırmızı oldu İsmail, Rahmi çorbaları taşırken kaş göz işareti ile çekti çocuğun gölgesini masanın üzerinden. İsmail koştu, meze, salata, limon, turşu getirdi... O mekanda çorbalar bunlarla servis edilirdi, biraz da sıcak, kıtır ekmek... "Bir isteğin var mı Bey'im?" diye sordu son kez Rahmi, icazet almadan çekilmedi. İcazetini alınca rahat bıraktı çifti masalarında. Esma, arkalarından baktı usta ile çırağın. Müzik tamamlandı ve yenisi başladı. Gene eski bir melodi, unutulmuş bir geçmişi duyurur gibi kulağına çalındı. "Bu kim?" diye sordu bu defa Esma. Henüz kaşığını eline almış, bir lokma ekmek atmıştı Serdar ağzına. Ekmeği ağır ağır çiğnerken kulak kesildi müziğe. "Aynı adam, eskiden doldurmuş bu plağı, satılmamış zamanında. Sonra tutkunları olmuş, Rahmi Abi'den afaki paralara isteyen olmuş. Söyledi ya dedesinin ahbabıymış." Başını salladı Esma, yanıktı adamın sesi, biraz davudi... Tıpkı Serdar'ın boğazından acı bir uğultuyla ulaşan sesi gibi... "Bir fırtına tuttu bizi..." aktı Esma'da şarkı ile. Adeta söyleyeni görme umudu taşıyan gözlerle baktı bir kere daha gramofona... Giden gitmişti, ölen ölmüştü! O adamın sesi kulaklara ulaşırken bedeni yokluktaydı. Tuhaf bir acı hissetti, eskilerde kalan, bir süredir düşünmedi, içine gelip çöreklenmeyenlerden... Serdar, kaşığı elinde kala kaldı. Kızın pusulu gözlerine daldı gözleri. Neydi bu kızda ki anormal derecede ciddiyet uzatan hissiyat? Kız işte diyemediği ama sonra öyle olduğunu ispatlamak uğruna adımlar atmasına neden. "Nerelisin sen Esma?" diye sordu. Hiç merak etmezdi oysa kim nereli? Bilmemişti Hisar nereli onca sene? Görmese kimliğini, bahsi zoraki geçmese... Şehrin yerlilerinden olduğunu bile çok kısa süre önce duymuştu. Bir yerlerden göçmüşlerdir zanneder, altını üstünü düşünmezdi. Esma'nın buğulu gözleri döndü ona, çorbasının dumanı çene hizasına gözleri gibi baskı yaparken. "Sivas," dedi genç kız. Daha batıdan şehirler duyacağını sanıyordu Serdar. Yanıldığını görüp dudaklarını bastırıp, bilge bir edayla başını salladı. "Ailen Sivas'talar mı?" Başını iki yana salladı Esma. Bunları Mete ile de konuşmuşlardı. Yüzeysel geçmişti Esma, gene öyle yapacaktı abisine de. "İstanbul da yaşıyorlar. Bazı bayramlar giderdik Sivas'a, ama artık gitmiyoruz." "Kimseniz kalmadı mı?" Mete üstelememişti oysa... Çok önemsemediğinden mi, yoksa böyle ayrıntılar merakına uygun olmadığından mı? Serdar'ı bir an babasına benzetti Esma. Babası birini ilk tanıdı mı ailesini sor derdi ona, ailesi sağlam oldu mu iyi yetişmiş adamdan korkma! Esma, bunu Mete'ye de sormamıştı aksine... Babasını hep dinlerken daha zamanı var diye belki de. Etekteki taşlar dökülmeden, niyetler açığa çıkmadan lüzum görmemişti. "Kalmadı," dedi hep yokluğa düşen tarafını duymak istemeyerek. O tarafı hep aynı şeyi söylüyordu genç kıza. Serdar pes etmedi, ortaya çıkarmak için debelenirken. "Annene mi benziyorsun babana mı?" Babasını düşündü yıllar sonra Esma, onu kaybettiği günü... Ellerinin arasında ölüme bıraktığı anları... Yüreğinde ki ağırlığı, o ağırlığın üvey babası tarafından kaldırılma çabası. "Anneme benzerim daha çok. Eskiden daha çok benzerdim ama büyüdükçe değişiyor insan. Daha kendi oluyor." Serdar, kızın annesine merak duyduğunu fark etti. Zehir gibi yayıldı kanına bu his! Merak ettiklerine şaşkındı, abartılıydı her biri... Bir yudum daha su aldı, bakışları uzaklaştı o zaman kızdan. Ama saniyeler içinde açlık duydu, yeniden bulduğunda uzun yokuşlu bir yolun sonunda nefes nefese kalmış gibiydi gözleri, yanmış ciğerleri buz gibi bir suyu kana kana içercesine hapsetti gözlerini kızın. "Kardeşlerin de var mı?" Başını salladı genç kız. "En büyük benim. İki erkek kardeşim var. Murat ve Kemal..." başını eğdi, haykırmak istedi o an Serdar. Yapma be kızım, çekme gözlerini diye yalvarmak... Duydu yalvarmalarını adeta kız, omzunu silkip yeniden gözlerini sundu adama. "Adlarını anınca fark ettim de özlemişim onları." Gülümsedi Serdar. Mete'yi en fazla ne kadar zaman görmese özleyeceğini düşündü. Ondan başka kimsesi yoktu ki? "Onlarda mı sana benzerler?" Bu kızın bir benzerinin olup olmadığı derdi olmuştu sanki. Varsa türevleri, hepsi aynı etkiyi bırakır mıydı? Aslında insani bir doygunluğun timsali miydi bu kız? "Hayır," dedi Esma o yumuşacık, uslu kız sesi ile. Öfkelenmediğinde annesine benzerdi, hüzünlü gibi duyulurdu sesi, hafifte neşesi kırılmışsa hele. Bu akşam da şu çalan müzikler, Serdar'ın soruları kırmıştı neşesini... Yorgundu da üstelik! "Onlar babama benzerler. Ben anneme..." "Annen çok güzel kadın olmalı!" Hiç algılamadı Esma kulağına değen iltifatı. Annesinin güzelliğine gitti aklı, gülümsedi hafiften. "Çok güzeldir," dedi araladığı dudaklarının arasından limonlu, baharatlı bir koku değdi genzine doğru. Çorbasından içmeyi düşündü o anda, başını eğdi, reyhan kokuyordu çorbası. Annesi de katardı reyhan... Tıkandı o nokta da, gözleri çorbasında, "Babamı hep kıskanırdım ondan. Anneme çok aşık diye. Biraz büyük olsam babamla evlenecek kişinin ben olduğumu düşünürdüm. Hele ki ergenlikte... Annem ne kadar güzelse babamda o kadar yakışıklıdır. Yan yana durduklarında ödüllü bir tabloya baktığını zannedersin. Kanarsın onların aşkına..." "Sonra da karşına çıkan her erkekte babanı ararsın..." Serdar'a yabancı değildi aslında bu olanlar. Erkek çocuğu olsa da o tanıdığı herkeste annesini arayan erkeklerden değildi. Ama babası kadar mert olabilmeyi dilerdi bir tarafı hep! Tanıdığı bütün adamlar da onun gibi olsun isterdi, babası gibi... Kadınlar ise hep annesi gibi olmaya mahkumlardı ise istemezdi Serdar, korkardı onlardan. Verdiklerinden çok alırlardı ne de olsa. "Babanızı özlüyor musunuz?" Daha büyük samimiyetle kavuştu o an Esma ile Serdar'ın gözleri. "Bana siz demesen olmaz mı?" "Olursa demem." "Daha güzel olur. Öyle resmiyetler için uygun kişi değilsin bence sen. İçsene çorbanı soğudu bak." Bir kaşık attı çorbasına o an Esma. Duygularının firara yeltendiği nadir zamanlardan birindeydi. En mahremleri anlatılmayı beklenen gizlerden yılmış gibi... Kaşık kase de kaldı, Esma yeniden adama baktı. O zaten onu izliyordu. Kaçırmadı gözlerini, durgun bir akşamın en canlı titreşimleriydi Serdar'ın su yeşili gözleri. "Aslında benimde öz babam öldü," dedi Esma. Bir çırpıda, kirden pastan eskimiş kabuğunu fırlatıp yenisini geçirmenin aceleciliğinde. "Onu çok tanıma fırsatım olmadı. Annemi ve beni reddettiğinde çok küçüktüm. Bir erkeğin bir kadını nasıl sevdiğini bana ilk kez öğreten adam da şimdiki babam oldu. Annemi mi beni mi daha çok sevdi bilmem? Bazen sorardım bunu, kalbinde bir sürü odanın olduğunu söylerdi. O odalardan en güneş göreni benimmiş. Oğullarını, kendi kanından olan çocuklarını bile kuzey tarafa yerleştirmiş. Neden biliyor musun?" "Neden?" "Çünkü onların eksik çocukluğu yokmuş. Hiç olmamış. Doğmuşlar annelerinin kucağına babaları vermiş onları. Beni ise kanlı bir çaputa saran bir ebe! Yalnızmış annem... Benden başka kimsesinin olmadığı bir yoklukta..." Dudaklarını birbirine bastırdı Esma. Bir an pişman oldu anlattıklarından. Sahte bir tebessümle, elini savurdu, gözlerini kaçırdı. "Aman saçmaladım iyice. İyi özlemişim evdekileri ben!" derken. Serdar, kızın rol yapamayışına içerledi. Olmazdı ki, herkesin iyi kötü sahtekarlığı olurdu. Ufacık bir rolü kesemiyorsa bu kız hangi dünyanın, hangi mevsiminden gelmiş olabilirdi ki? Bahar! Çiçekli, açık göğün, renkli bir kuşu... Belki turna... Başında tacı, ömrünü adayacağı adamı beklerken sadakat yemini etmiş. "Nedir babanın adı? Yani biyolojik olmayan babandan bahsediyorum." Biraz rahatladı Esma, koca bir hasretin koynunda, gurur duyarak telaffuz etti babasının adını. "Kenan." "Merak edilesi bir adam olduğu kesin. Seni tamamlamak için öz verili davrandığı için minnet duyabiliriz kendisine." "Nasıl?" "Ya eksik kalsaydın?" "Ne olurdu?" "Çabuk kanardın!" Anladı aslen ama anlamlandıramadı. Kime kanacaktı, kim kandıracaktı? Gözlerini kıstı, Serdar gülümserken arkasına yaslandı, işaret parmağı ile işaret etti tam yüzünde bir yeri, "Çocukluktan kalma bir duruşun var bence Esma. Yüzünde bir türlü büyüyememiş kız çocuğu ifadesi var." "Neymiş o?" meraklıydı Esma, adam neden bahsediyorsa öğrenmek istiyordu. Hayatında sahip olduğu hiçbir arkadaşına anlatmadığı sırrını, öz babasını anlattığı bu adam ne söylüyordu, ne söylemek istiyordu bilmek istiyordu. "Hemen yanaklarında, bir sıkımlık... Bir horoz şekerine kanacağını sanacağım kadar budalaca bir kandırmacılık." "İnan anlamadım." "Çorbanı içmeyeceksen kalk hadi, bu gece sandıklarımı toprağa gömmek için geç kalmayayım?" "Hangi dili konuşuyorsun sen?" "Selanik göçmeniyiz biz, şu gramofondan yayılan her müzikte anlamlandırdıkların da bizde anlamlandıramadıkların da." Esma, Mete'nin de göçmen olduğunu hiç bilmediğini hatırladı. Gülümsedi... Bu adamın Mete ile uzaktan yakından ilgisi yoktu. Biri Selanik'li ise diğeri mutlaka başka bir yerliydi. Ya da bu iki adama verilenler bambaşkaydı. Biri sakin görüntüsünde telaşı, diğeri asabiyetinin altında huzuru taşıyordu. Biri abiydi, diğeri kardeş... Biri abi gibi güven, diğeri kardeş gibi sıcaklık veriyordu. Hangisi istenendi tartamadı Esma, ilk kez aklı o kadar karışıktı, adamın arabasından inip evine giderken ettiği teşekkür kısık sesli, kuru ve hüzünlü kalınca anlamlandıramadıkları ise çoğaldıkça çoğaldı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD