KAÇIŞ/ "Tanıdık Ses"

1382 Words
Kaçak/ 11. Bölüm * "Bagajın kapısını iyi çekmeyi unutmayın. " diye seslenen sürücü sesi yeniden duyulduğunda, istemsizce yerinde durup öne doğru bakma gereği duydum. Bu sesi bir yerden hatırladığıma adım kadar emindim. Ara nereden? Doğduğumuz yerler, alınlarımıza kocaman kader harfleri ile kazınmış olmalıydı. Ben bu topraklar babamdan bana miras kaldı yalanı ile büyütülmüştüm. Her karışında atalarımın el dokuması, parmak izleri var sanıyordum. Hatta bazı geceler, bazı insanlar bile görürdüm. Evimizin o karanlık bahçesinin duvarlarına, elleri ile kırmızı lekeler bırakan hayali insanlar… Annem hiçbir zaman babamın ve yandaşlarının öldürdüğü çocukları anlatmazdı bana. Mavi beyaz toprakların birtakım korsan işgalci tarafından yıllardır zulüm altında olduğunu ve bütün insanlığı korumak için onlardan kurtulmamız gerektiğini söyleyip dururdu. Ben ise, büyümeyi, en çok da bütün insanlığın huzura kavuşması için mavi beyaz bayrak ile mücadele etmeyi dilerdim. Alnımın ortasına görünmeyen bir damga gibi vurulan o kader izinden habersizdim elbette… Kandırıldığımın da... İnsan en çok yabancısı olduğu şeyin arasına mahkum edildiği zaman kendini yalnız hisseder derlerdi de inanmazdım. Bir yalnızlığın yalnızlık olabilmesi için insanın evvela kendine uzak olması gerektiğini düşünürdüm her zaman. Kendini, kendiyle vakit geçiremeyecek kadar tanımayan hiç kimsenin yeteri kadar kalabalık arasında bile huzurlu hissedemeyeceğinden her zaman rmin olmuştum o güne kadar. Oysa o sarmaşık otların ve gökyüzünü tamamen kaplamış gibi duran ağaçların arasında yürürken, yalnızlık yaşlı bir adam gibi yanımdan yanımdan yürüyordu. Ben daha önce hiç karşılaşmadığım bir durumun esiri olmuştum. Yıllardır cehennem addettiğim o evden çıkışımın böyle olacağını asla hayal etmemiştim. Hele de çıktıktan sonra canının bu kadar yanabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Çünkü oradan kurtulduğum an esaretimin de yalnızlığımın da biteceğini hayal ederdim hep. Bir yabancı, yabancısı olduğum bir dağda, yabancısı olduğun duygularla beni bilmem kaç parçaya ayırmıştı. O an yanımda yürüyen Ammar yok hükmünde idi. Verdiği acı dışında varlığı tamamen silinmişti. Yanımda yürüyen yaşlı adam ve elinden tutan küçük Naomi dışında yapayalnızdım bu şehirden ayrılırken. Adımlarım bir serçenin kanadından yavaşça iner gibiydi. Bastığım yerin çökmesinden korkuyor gibi adım atıyordum. Çünkü nereye elimi atsam, orasını yerle bir eden bir halim vardı. Bana dokunan her şeyin payına enkaz olmak düşüyordu. Karanlık gecenin gök kubbesine kendimi yollayamasam bile soluk larımın arasından sıyrılan beyaz duman, üşümem ile birlikte gökyüzüne yükseltiyordu beni. Sıyrıldığım o yer, Ammar'ın olmamasını dilediğim yerdi... Suskunluğumuz da, yürüdüğümüz dakikalar da epey uzun zamandır devam ediyordu. Onu, zihnimde omzuna çarpıp geçtiğim yerde bırakmıştım. Yanımda olması da, olmaması da o an için zerre önem arz etmiyordu. İnsan, kendini söylenen birkaç cümle ile koca bir aptal ilan edebilir miydi? Ben öyleydim şimdi. O kadar büyük bir aptal gibi hissediyordum ki, bilmem ne kadar zaman önce onunla bir konuşma başlattığım için kendimden iğreniyordum. Çünkü o, ne konuşulacak ne de anlaşılacak bir adam değildi. Dış görünüşü hali ve tavrı bunca zamandır ikinci kez bana yanlış bir adam izlenimi vermişti. Onunla olabilecek en ufak bir ihtimalin arasında kendimi yerleştirdiğim için kendimden nefret ediyordum. Davasının ağırlığı üzerine inanılmaz bir hırçınlık bildirmişti. Herkes gözünde potansiyel bir düşman, potansiyel bir fail hükmündeydi. Oysa ben Technion Üniversitesi'nin o sınırları içerisinde tanıdığım adama bambaşka manalar yüklemiştim. Onu sevmekten ziyade, yalnız ve merhametli ilan etmiştim kendi içimde. Oysa o, kendini bilerek tek başınalığa ve bilerek bedeviliğe itmişti. Benim onun için yapabileceğim en iyi ihtimal, hayatından kayıp gitmek olacaktı. Benle yaşadığı her an, ona karşılığında ne vermiş olursam olayım onun için büyük bir güven problemi teşkil edecektim. Bir gün sevmesini beklemiyordum ama olur da onunla yola devam etseydim de beni her zaman ona ihanet edecek bir kadın olarak görmeye devam edecekti muhtemelen. Bu da benim için kabul edilebilir olamazdı. Kendim ile olan konuşmamın gittiği noktada hızla kafamı sağa sola salladım. Hayır... Hayır... Burası düşünmem gereken son yer bile olamazdı. Çünkü benim kafamın içerisinde dönen hiçbir senaryoya gerek kalmamıştı. O gözlerinin içerisinde biçtiği rolü bana alenen göstermişti. Şimdi ne onun yanında kalmak bana yakışırdı, ne de onunla herhangi bir ihtimal. Bu kendime yapabileceğim en büyük zulüm olurdu. Ve o gerçekten yalnız olmak için doğmuş olmalıydı... Ben, ihtiyar yalnızlığım ve Naomi önde, adım seslerini arkamda duyabildiğim Ammar ise arkadan yürüyordu. O gecenin sessizliğinin çimen sarmaşıklar arasından bedenime doğru tırmanmaya çalıştığını hissedebiliyordum. Sessizlik sustuğumuz andan beri yolla beraber aramıza uzayan en somut şeydi. İnanılmaz bir yorgunluk bütün bedenimi esir almıştı. Bulduğum ilk yere çökebilmek için can atıyordum neredeyse. Çünkü tam olarak hesaplayamasam da, dağ evine ilk kez geldiğimiz günün neredeyse iki misli yol tepmiştik ve bu ne bana, ne de sargıma hiç iyi gelmiyordu. Uzun yol, gecenin karabasanlarına rağmen içimizde tek bir kelime dahi canlanmadan, üzerimize basa basa geçmeye devam ediyordu. Bulunduğum yerde ormanın uğultusu dışında her yer sessizdi ama onun sessizliği, adım sesleri arasına karışıp ruhuma o kadar ağır geliyordu ki sanki bir tek onun sessizliği varmış gibi hissediyordum. Ayaklarım sarmaşık çimenlerin hemen ardından toprak bir zemin ile buluştuğu zaman, kendime daha fazla hakim olamayarak bulduğum ilk yere çöktüm. Benim çökmem ile beraber yalnızlığım olan ihtiyar ve ne yapacağını şaşırmış öylece kala kalan küçük Naomi de bir anda yere çökmüşlerdi. Üçümüzün de solukları kesik kesikti. Bir asrı parmak uçlarımızda tepmiş gibiydik... Bir anda yere çökmem ile beraber arkamdan bir sesin "daha yolumuzun devam edeceğiz" demesini bekledim fakat beklediğim gibi olmadı. Bunca yorgunluğumu fark etmiş de, zaman tanıyor gibi en ufak bir tepki vermeden öylece o da durdu. Duruşunu hemen ardımda kesilen adım seslerinden anlıyordum. Toprağa değen tek ses artık benim soluklarından yükselen hızlı ve kesik nefes alma çabalarımdı... Ammar görmüyordu belki ama diğer yanımdan bana kalan son hatıra olan küçük Naomi, dizlerini karnına çekmiş derin derin nefesler almaya çabalıyordu. Bu yolculuk en çok içindeki o küçük yana ağır geliyordu. Üstelik o benim kötü hallerimden beslenen biriydi. Normal bir zamanda şimdi yaşanan her şey onu delicesine mutlu etmeliydi fakat görünen o ki, hem yolculuk hem de yolculuğun buzdan pisti ona oldukça ağır gelmişti. Benden çok daha yorgun, çok daha bitkindi. Ammar, hayatımda hiç var olmamış gibi davranıyordum. Arkamda duran adamın bakışları bende miydi, nereye bakıyordu tam olarak, nasıl duruyordu, birini mi bekliyordu yoksa beni mi bekliyordu hiçbiri umrumda değildi. Bana kalan acı his ile onun o somut halini tamamen yok etmiştim. İçimde ne yaptı ile en ufak bir alakam ilgim kalsın istemiyordum Toprak zeminin gecenin soğukluğunda kalçalarıma doğru yükselen soğuk ısısını hissedebiliyordum. O kadar üşüyordum ki aslında zemin beni kendine doğru çekmek ile meşguldü. Çarşafının kenarları ile oynamayı çok seven o rüzgar bile dinmiş ama havanın o katı soğukluğu bir türlü yumuşamamıştı. Kaç dakika geçti, ne yaptık hepsi birkaç kum tanesinin itina ile süzülmesi gibi aramızdan süzülüp geçmişti. Uzaklardan bir yerden, bir motor sesi duymaya başladığım zaman kulaklarını gelen sese dikerten bir kurttan farksız bir şekilde yolun karanlık ucunu izlemeye başladım. Ses gitgide yaklaşıyordu. O karanlık yolun en uç noktası sarı bir far ile aydınlandığı zaman som bir korku ile hızla ayağa kalktım. Dikişlerim artık neredeyse çığlık atıyordu artık ama ben duymamak da kararlıydım. Benim hızlı kalkışım ile Ammar hızla konuşmaya başladı. Ve oldukça sakindi. "Sakin ol, gelenler bizden." Dudaklarından çıkan birkaç kelime ile bütün korkumun dağıldığını hissettiğim an, kendime olan Öfkem iki misli arttı. Aptal olduğum, bir kez daha yüzüme yüzüme vuruldu ruhum tarafından. Onun kelimeleri bunca şeye rağmen hala güven veriyordu. Pardon bana bu kadar güvenmemesine rağmen... Allah aşkına benim sorunum neydi? O bana hiçbir koşulda güven duymazken, güvenini bile belli koşulların ihtimaline bağlarken, ben neden hala onun cümlelerinin dudaklarından dökülmesini bekleyen bir avareden farksızdım? Kesinlikle iyi değildim. Buna muhakkak bir son vermem gerekiyordu. Arabanın sarı farları bize doğru yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. İçeride kimlerin olduğu ışıklar yüzünden anlaşılmıyordu. Araba tam önümde durduğunda siyah cam yavaşça aşağı indi. Tam olarak nereden olduğunu hatırlamadığım tanıdık bir sima tam karşımda duruyordu. Açık kumral bir ten ve o kadar sarı ışığa rağmen turuncuya çaldığını görebildiğim saçlar... Bakışları bana bir kere bile dokunmadan hızla Ammar'ı bulduğunda, bu adamı bir yerden tanıdığıma adım kadar emindim. "Arka bagaj kilitli değil ikiniz de oraya geçin Ammar." Gözlerim Suv tarzı arabanın arka kasasına kaydığı zaman Hayfa'ya kadar Ammar ile o kadar yakın yolculuk yapmanın stresi bir anda bütün bedenimi sardı. Arabanın kasası, normal küçük arabalardan farklı ve biraz daha büyüktü. Onlar kendi aralarında birkaç bir şey konuşmaya devam ederken ben yolculuğun nasıl geçeceğine dair fikir üretmeye çalışıyordu. "Binelim artık. Hayfa'ya kadar bir şekilde idare etmemiz lazım." Birkaç saniye sonra Ammar'ın sesini duymam ile arkaya doğru yürümek zorunda kaldım. "Bagajın kapısını iyi çekmeyi unutmayın. " diye seslenen sürücü sesi yeniden duyulduğunda, istemsizce yerinde durup öne doğru bakma gereği duydum. Bu sesi bir yerden hatırladığıma adım kadar emindim. Ara nereden? *** Selamun Aleykum. Selam Ve Dua İle...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD