1. " Kaderi Yön Değiştirenler "

2213 Words
❗Hikaye 1990'lı yılların başlarında, doğuda bir köyde geçmektedir. Keyifli okumalar dilerim... ❗ Yazarın Anlatımıyla... Mehmet en güzel takımı giymiş, aynanın karşısında kendine bakıyordu. Bugün o gündü. Bir bakışta vurulduğu kızı istemeye gideceklerdi az sonra. 5 kız çocuktan sonra gelen erkek evlat olmak, onu fazla değerli kılıyordu. Bundandır ki ağanın kapısına kız istemeye gitmelerindeki cürreti. Başlık parası ne isterlerse istesinler, vermeye çalışacaklardı. Bir oğullarının gönlünü etmek için çabalayacaktı ailesi. Esmer, kapının önünü de süpürüp içeri girdi. Ailesi ona bu ismi verirken hiç düşünmemişti. Zaten esmer doğduğu için adını da Esmer koymayı seçmişlerdi. Babası Cemil Bey divanda oturmuş tespihini çekerken; "Bana bir kahve yap Esmeeer!" diye bağırdı. Saat geçiyor, hava kararmaya yüz tutuyordu ama karısı ve oğlu bir türlü odalarından çıkamıyordu. "Hemen yapıyorum baba." diyen Esmer'i, annesi Güler Hanım durdurdu. "Zaten kız istemeye gideriz bey. Ne kahvesi? Sofra hazır mı Esmer?" diyerek kızına baktı. " Hazır ana. Yemekler soğumasın diye koymadım tabaklara." Cemil Bey yerinden kalkıp bahçeye çıkarken söyleniyordu. " Bu saat olmuş hala hazır değilsiniz! Ağa kapısına gideceğiz. Bir de utanmadan geç kalacağız Güler hanım! Seslen şu oğluna da gelsin artık! " Sözlerin üstüne Mehmet de odasından çıkmıştı zaten. Yüzünde açan güllerin haddi hesabı yoktu. Onlar bahçedeki serilmiş halının üstüne kurulan yer sofrasına oturmuşken, Esmer de yemekleri tabaklara koymaya başladı. Erkekler yiyip kalktıktan sonra, Esmer ve annesi de oturup yedi. Karınları doymamıştı ama Mehmet acele edip duruyordu. "Haydi ana! Gelince yersin artık. Geç kaldık zaten! Hayırlı iş bekletmeye gelmez demiyor muydun sen!" Güler Hanım söylenerek kalktı yerinden. " İki lokma yiyeceğim, boğazıma dizdin yani çocuğum! Gidelim de alalım kızı haydi bey. Yoksa bu oğlanın dili durmayacak! Bize de rahat vermeyecek!" Bakışları Esmer'e döndü. "Sen de boş durma Esmer! O fiskosu bitir artık! Bak sözlün yakında getirecekmiş başlık parasını! Diğer dantellerin tamam. Bu da bitince liflerle yazma kenarlarına başlarsın artık! Anca yetişir yavrum. Haydi biz yokken rahat rahat yap el işini." Esmer annesini onayladı. Ailesi gidince sofrayı toplayıp hemen bulaşıkları da yıkadı. Kapıyı kapatıp arkasına yaslandı. Koynunda sakladığı mektubu çıkarıp eliyle düzeltti. Bu devirde kız çocukları nadiren okula gönderilirdi. Bir çoğunun okuma yazması yoktu. Beş ablasına nazaran, Esmer bu konuda şanslıydı. Mehmet ödevlerini yaparken, Esmer de abisinin yanında durup öğrenebilmişti okuma yazmayı. Bir kez daha okudu aynı satırları... " Esmer Yarim..." diye başlıyordu mektup. "Allah'ın izniyle son iki yevmiyemi de aldım mı, başlık parası tamamdır kadife saçlarına kurban olduğum..." diye devam ediyordu. İki yıl önce görücü gelen Yakup; başlık parasını toparlayabilmek için ilçeye gitmiş, inşaatlarda amelelik yapıyordu. Şantiyelerde yatıp kalkıyor, az yiyip az içiyordu. Bir an önce parayı tamamlamak, istemeye gittiğinde gördüğü kızı koynuna almak için sabırsızlanıyordu. Esmer ise Yakup'un güzel sözlerine vurulmuştu. Bu zamanda, hele ki bu topraklarda; kız çocuğu değer görmezdi. Evlendirilirken bir mal gibi satılıp, başlık parasız verilmezdi. 'Karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin karı milletinin!' sözünün iyi bir şey sanılıp revaçta olduğu dönemlerdi... Oysa Yakup farklıydı. O Esmer'e değer veriyordu. Güzel sözler söyleyip kalbinin ritmini değiştiriyordu. 'Ben kadına el kaldırmam!' demişti bir keresinde gönderdiği mektupta. Bu bile Esmer'in yüreğine dokundu. Bir an evvel gelmesi için dualar ederken buluyordu hep kendini. Esmer mektubun sonuna gelince, son sözlere bastırdı dudaklarını. Çünkü son satırda hep aynı cümle yazıyordu. "Güzel gözlerinden hasretle öperim." Mektubu dikkatle katlayıp yeniden koynuna soktu. İçindeki kavuşma hevesiyle el işini eline aldı. Beyaz naylon teli parmağına dolayıp ince tığıyla dantelin örneğini takip etti. Evinin fiskos sehpasını süsleyecek bu örtü, bir an önce bitmeliydi. Sonra da annesinin dediği gibi kalan çeyizini halletmeliydi. O evde bir heyecanla çeyizin derdine düşmüşken, Cemil Beyler de konağın kapısını vurdu. Akşam ezanı okunmaya başlarken, Cemil Bey kızgın bakışlarını hemen arkasındaki karısına ve oğluna dikti. Bir şey söyleyecekken konağın kapısı açıldı. Konağın kahyası İsmail Bey gelenleri karşılayıp asma kattaki salona buyur etti. Haşim ağa ve karısı Elmas Hanım, oturdukları yerden kalkıp karşıladı misafirlerini. Erkekler ağanın, Güler Hanım da ağanın karısının elini öptükten sonra; Cemil Bey ve Mehmet, ağanın karşısındaki divana oturdu. Mehmet sessizliğini korurken, Cemil Bey boğazını temizleyip; "Hayırlı akşamlar ağam. Nasılsınız eyi misiniz?" dedi. Ağa elinde çekmeye devam ettiği tespihteki bakışlarını çekip Cemil Beye baktı. "Hamd olsun eyiyiz Cemiiil. Sizler de eyisinizdir inşallah!" Erkekler daha konuşmaya başlamadan kadınlar salondan çıkmış, küçük olan oturma odasına geçmişlerdi. Erkekler ayrı bir yerde, kadınlar ayrı bir yerde sohbete başladılar. İstemeye geldikleri kız adı gibi narindi. Doğduğunda öyle küçük ve narin görünüyordu ki, tam bu ismi hak ediyordu. Evdeki yardımcıların demlediği çay bardaklara doldurup tepsiye koydu ve Narin'e uzatıldı. Kahyanın eşi olan Fadime Hanım götürmek istese de, Narin boy göstermek istediği için ben götüreceğim demişti. Tepsi uzatılmış beklerken, Narin'in elleri zangır zangır titriyordu. Mehmet'in keskin bakışları altında dökmeden nasıl verecekti bu çayları? Salona kadar çayları dökmeden getirebildi neyse ki. Başı önde yürürken, Mehmet'in bakışlarının ağırlığını üstünde hissediyordu. Önce babasının önünde eğilip almasını bekledi. Babası sert bir nefes verip bardağı aldı. Ona mı düşmüştü bu iş? Daha vermeden etmeden neden girmişti şimdi bu salona!? Narin babasının kızdığını anladı. Nefesini tutup hemen Cemil beyin önünde eğilip çayını almasını bekledi. "Sağol yavrum. Ellerin dert görmesin!" Babasının korkusuna, Narin afiyet olsun bile diyemedi. Başını sallayıp usulca Mehmet'e uzattı tepsiyi. Başını kaldırıp Mehmet'e bakmak istese de, cesaret edemedi. Mehmet çayını alınca giden sevdiğinin arkasından bakarken, Haşim ağa boğazını temizleyip Mehmet'in bakışlarını çekmesine sebep oldu. Çayından bir yudum alan Cemil Bey; "Geliş sebebimiz hayırlı bir iştir ağam. Ne dersiniz bu işe?" dedi. Haşim Bey çayını höpürdeterek içerken, Cemil Beyin sözlerine dudağının kıyısıyla güldü. "Sen de başlık parasını verebilecek güç var mıdır ki, ağa kapısını çalarsın Cemiiilll! Narin'in başlık parası en az bir milyardır! Asıl sen ne dersin bu işe?" 90'lı yıllarda paradan altı sıfır eksilmemişti. Bir milyar denen meblağ, o zaman köyde rahatlıkla iki ev alırdı. Bunca zaman çalışıp didinen aile, kızlarından gelen başlık paralarıyla birlikte anca tamamlayıp bir ev yaptırabilmişlerdi. Küçük bir tarlaları, bir kaç koyundan çıkan sütle anca geçinebiliyorlardı. Cemil Bey duyduğu başlık parasıyla içtiği çayı yutamadı. Boğazında kalan çayla boğulurken, hemen yanındaki oğlu şaşkınlıkla babasının sırtına vuruyordu. Evet biraz yüksek bekliyordu ama, bu kadarını o da beklememişti. Bir kaç dakika sonra müsaade isteyip kalktıklarında, kapıda Ecevit ile karşılaştılar. Her zamanki gibi kaşları çatıktı. Evden çıkanları görünce kapıyı kapatmadan açık tutarak kenara çekildi ve onların çıkmasını bekledi. Cemil Bey hala başlığın şokunda olduğu için Ecevit'i fark etmedi bile. Güler Hanımın bakışları Ecevit'e takıldı. Yutkunup kocasının ve oğlunun peşinden giderken, arkasını dönüp Ecevit'e bir kez daha bakacaktı ki, Ecevit kapıyı çarpıp içeri girdi. 29 yaşındaki Ecevit, 5 sene önce doğum yaparken ölen karısının ve oğlunun ardından bir kere bile gülmemişti. Terk edilmiş gibi hissetmekten kendini alamıyordu. 'Bari birinden biri yaşasaydı, neden beni bir başıma koyup gittiler ki!' diye dertleniyor, ara ara içip acısını unutmaya çalışıyordu. Aile sıcaklığını yeni yeni hissetmeye başlamışken, yaşadığı yarım kalmışlık hissi onu tüketiyordu... Kapının dövülmesiyle yerinden hoplayan Esmer, damağını çekti. Parmağına doladığı ipi çözerken kapı vurulmaya devam ediyordu. Koşup kapıyı açtığında, babası bir hışımla içeri girdi. Zaten yol boyunca da söylenmişti ama bir kez daha aynı cümleleri kurmaktan geri durmadı. "Bunun aklına uyup ağa kapısına giden aklıma tükürsünler benim! Ulan ben Esmer'e iki yüz elli milyon başlık istemişim. Oğlan iki senedir biriktiremedi parayı! Bir milyarı kim verecek acaba senin kızına?" Esmer babasının sözlerinden durumu anlamıştı. Sessizce ailesinin peşinden ilerleyip köşedeki mindere oturdu. Abisi için üzülürken buldu kendini. Güler Hanım başındaki eşarbı çözerken, Elmas Hanımın dediklerini söyleyip söylememek arasında kalmıştı. İki evladının istikbali, bu kararla değişecekti. "Ben Narin'i isterim baba! Kaç tane oğlun var ki sanki? Daha kaç kere kız istemeye gidebileceksin bir düşün! Askerlik dedin, yaptım geldim. İş dedin, gittim tarlada usta başı oldum. Şimdi sevdiğim kızı almak da; senin babalık görevin değil midir?" Cemil Bey öfkeyle yükseltti sesini. "Oğlum senin aklın kıt mı? Bir milyar diyor adam haa! Sen de oradaydın işte, kendi kulaklarınla duydun! Ben bunca yıllık hayatımda o parayı bir arada görmedim ki, gidip ağanın eline şak diye veriyim!" Mehmet yerinden kalkıp salonun içinde tur atmaya başladı. "Ben ne yapayım o zaman baba? Ağanın kızını mı kaçırayım? Kan davasına mı dönsün bu iş! Haşim ağa peşimizi de bırakmaz, bulursa da yaşatmaz baba!" Başını sinirle çevirdiği yerde bakışları sessizce oturan Esmer'e değdi. İşte sinirini çıkaracak stres topunu da bulmuştu. "Kaldı bu da evde! İki senedir bir tutturdun kız sözlü diye. Vermedin gelenlere. Geçen sene aşağı köyün ağası geldiğinde; ne kadar istersen iste vereceğim başlığı demedi mi!? Yakup parayı toplayana kadar, kız yaşlandı evde! Vereydik onu, şimdi bugün bu derdi yaşamayacaktık işte!" Esmer'in üzüntülü hali, abisinin sözleriyle yerini büyük bir endişeye bıraktı. Ne para pul umurundaydı Esmer'in, ne de ağa konağına gelin olmak... Tek derdi mektubunda bile sevda sözcülerini eksik etmeyen Yakup ile evlenmekti. Mutlu olmayı arzulamak bile batmıştı gözlerine. Mehmet kendi mutluluğu için Esmer'i hedef gösterirken, bir an bile onun ne hissettiğini düşünmek aklına gelmedi. Güler Hanım oğlunun neredeyse sinirden ağlayacağını fark etti. Halbuki Esmer'in durumu ondan da beterdi. Ama annesi yine yalnızca oğluna bakmıştı. Onun üzülmemesi için de, ağzını açıp kızını ateşlere atacak o cümleleri kurdu. "Hele bir sakin olun. Elmas Hanım dedi ki, babası başlık parasını çok der. Ama biz anneler bu işi başka yoldan da halledebiliriz!" Mehmet'in bakışları anında annesine döndü. Hemen annesinin önünde diz çöküp annesinin elini tuttu ve merakla sordu. "Nasıl bir yol ana? Ne dedi o kadın?" Güler Hanımın bakışları kızına döndü ve baktı. Eğer öylesine değil de düzgünce baksaydı, kızının gözlerindeki korkuyu ve itirazı görebilirdi. Ama önemli değildi. Önemli olan erkek evladının mürüvetiydi. Damadı Yakup değil de, Ecevit oluverirdi. Onun için önemli değildi ki... "Esmer'i Ecevit'e berdel verirseniz, Narin'i de Mehmet'e veririz dedi kadın." Bir cümle herkesin içinde farklı manalar, farklı duygular yarattı. Cemil Bey hem para vermeyecekti, hem de kız verip alarak, bu ilişkiyi güçlendirecekti. Baldırı çıplak Yakup zaten kızına iyi bakamazdı. İki senedir bir başlık parasını toplayıp da getirememişti. O zamanki enflasyonla şimdiki bir miydi? Hem millet kızına ne başlıklar istiyordu! Esmer bedavaya mı gelin gidecekti? Güler Hanım ise kızı adına bir seviniyor, bir düşüncelere dalıyordu. Evet Yakup fakirdi. Onunla evlenmemesi iyiydi. Ama Ecevit de pek sinirliydi. Koskoca köyde onun sinirini bilmeyen yoktu. Ama evvelini de bilirlerdi. Önceden gülen söyleyen bir adamdı. Karısıyla çocuğu ölünce böyle olmuştu işte... Elbet benim kızımı da sever derken duraksıyordu. İşte onu düşündüren kısım da, tam olarak buydu. Ya kızımı sevmezse... Ama bu düşündüren kısım çok kısa bir etki yaratmıştı. Keza bu cümleyi söylediği an, kızının değil; oğlunun mutluluğunu önemsemişti. Mehmet ise Esmer'e bakma gereği bile duymadı. Sorunu hallolmuştu işte... "Tamam! Verelim o zaman baba! Yarın annem gidip kabul ettiğimizi söylesin hemen!" Esmer'in korku dolu bakışları, babasına yöneldi. Kabul etmemesini, her zamanki gibi şimdi de; 'Benim kızım sözlüdür!' demesini bekledi. Ama Cemil Bey sessiz kalmış, bir süre düşündükten sonra karısına dönmüştü. "Bu zamana kadar evlenmeyen adam, şimdi nasıl evlenecek Güler? Hem 30'una merdiven dayamış o Ecevit! Esmer daha 18'ine yeni girdi. Nasıl olacak bu iş? Dul adama bekar kız mı vereceğiz?" Güler hanım elini sallarken, gözlerini devirdi. "Aman şimdi konuşturma beni akşam akşam Cemil Bey! Senle bizim aramızda 14 yaş var be adam! Ne oldu bir şey mi oldu? Hem Mehmet doğru der! 18'ine basmış kız hala bekar! Yakında adı evde kalmış kıza çıkacak. Elmas Hanım ben Ecevit'i halledeceğim dedi. Gerisi bizi ilgilendirmez! Hem dulsa ne olmuş? Çoluğu yok, çocuğu yok! Erkeğin büyük olması iyidir. Karısını çekip çevirir, kadın olmayı öğretir!" Esmer tüm cesaretini toplayıp sesini çıkardı. Bugün konuşmazsa bir ömür pişman olacağını hissettiği için, içindeki o küçücük cesarete tutundu. "Ana ben sözlüyüm! Yakup dedi ya önümüzdeki ay geleceğim para hazır diye! Siz demediniz mi bu yaza düğün kurulur diye!" Konuşurken ağlamamak için kendini zor tuttu. Mehmet'in bakışları Esmer'e döndü. Burnundan solurken eli de yumruk olmuştu. "Kes sesini Esmer! Sana soran oldu mu ki ağzını açarsın!? Kalk git yat zıbar. Benim canımı sıkıp gece gece dayak yeme! Nankör köpek! Abim mutlu olsun demiyor da, kendi mutluluğunu düşünüyor!" İşte bu kadardı. Haksız olduğu her zaman yaptıklarını yapmış; bir yumruk göstermesi ve şiddet içeren tehditlerini savurmasıyla, Esmer'i bir kez daha sindirmeyi başarmıştı. Sorsan böylesine erkek denirdi ama adamlığı sorgulanırdı tabii... Esmer ağlayarak odasına gittiğinde usulca kapısını kapattı. Yumruğunu ağzına tıkayıp hıçkırık sesleri duyulmasın diye kendini sıkarak ağlamaya başladı. Sesli ağlamaya bile hakkı yoktu. Ağa'nın gelini olduğu için zil takıp oynaması gerekiyordu çünkü! Diğer eli koynunda sakladığı mektubun üstüne kapandı. Kalbinde Yakup'un aşkı köklerini salmışken, nasıl bir başkasına kadınlık yapacaktı ki? Kaderi yön değiştiriyordu ama onun elinden ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu... Ecevit yine odasına kapanmış, boş kalan beşiğe bakarak içmeye başlamıştı. İçindeki isyan dinmiyor, her gün eve dönerken mezarlığa uğrayıp nefretini ve öfkesini kusuyordu. "Beni bırakıp nasıl gidersiniz! Hiç mi sevmediniz beni!?" O kendini sarhoş edip sızmaya çalışırken, asma kattaki anne ve babası da onun kaderini değiştirecek konuyu konuşuyorlardı. Elmas Hanım kafasına koymuştu. Biricik oğlunun daha fazla dul kalmasına müsaade etmeyecekti. Kafasındaki planı kocasına anlatırken, Haşim ağa dikkatle dinliyordu duyduğu sözleri. "Bunun gönlünü beklersek, daha evlenmez. Mecbur bırakmamız lazım bey! Yarın öbür gün Recep askerden çıkıp geldiğinde de, onun derdine düşeceğiz. Recep'ten önce Ecevit'i halletmemiz lazımdır. Oğlanın bilmesine gerek yoktur! Hiç haber vermeyelim ona. İlçeye gidecekti kasaplarla anlaşmaya. Gönderelim oğlanı. Döndüğünde hayır diyemez nasılsa. Eve girmiş gelini çıkartamaz. Namus belasına öldürüleceğini bildiğinden de ses edemez. Mecbur kalır kabullenir! An bu andır Haşim ağa. Kızı verelim Esmer'i alalım. Sen ağasın! Ecevit de senin oğlunsa, sözünü dinlemesi lazım. Ağa sözünü söyle, ağırlığını yere düşürtme artık! " Haşim ağa karısının her sözüne hak verdi. Ecevit'in abileri ölmüştü. Kızlarından da torunları vardı ama, soy erkek evlattan yürürdü. Soyadını yürütecek olan Ecevit'ti... Yaşı daha fazla geçmeden evlenmeli, kucaklarına torun vermeliydi. "Hele bir yarın olsun da... Bakalım doğan güneş hayır mı getirecek, yoksa şer mi Elmas Hanım! " . . . . Devam edecek...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD