Yazarın Anlatımıyla...
Ecevit duyduklarını sindirip hazmetmeye çalışırken, Esmer'e bakakaldı. Ailesi sonunda bunu da yapmıştı demek... Arkasından iş çevirmiş, acısına saygı duymamış, onu evliliğe mahkum edecek kadar da ileri gitmişlerdi.
"Düş önüme. Gidiyoruz!"
Esmer yerinden kımıldayamadı. Ecevit şu an kızgın bir boğa gibi burnundan solumaya devam ederken, göğsü hızla inip kalkıyor, yumruk olmuş ellerini sıkıp sıkıp gevşetiyordu.
Esmer'in hareket etmediğini gören Ecevit sanki az çatmış gibi biraz daha çattı kaşlarını. Kafasıyla mezarlığın çıkışını işaret etti.
"Yürü dedim kızım, sağır mısın! Var git evine. Düğün müğün yok! Ben konuşup bozacağım bu işi! "
Esmer sevinse mi üzülse mi bilemedi. Düğün bozulursa, abisi tüm hıncını ondan çıkaracaktı. Ağzını açıp bir şey diyecekti ki, Ecevit'in sabrının taşmak üzere olduğunu fark etti.
Yürüyüp mezarlıktan çıktı ve yere düşmüş olan bohçasını kavradı. Adımlarını atıyordu ama tedirgindi.
Ecevit hemen arkasından yürüyor, yeri bile dövmeye yeminli gibi sert adımlarıyla Esmer'in peşinden takip ediyordu. Bu takip etkilendiği için değil, gecenin köründe kızı evine kadar sağ salim bırakma isteğindendi. Az önce bayıldığı için eve kadar gidip gidemeyeceğinden emin olamadı.
O ne kadar iyi niyetli düşünürse düşünsün, dışarıdan bakan gözlerin gördüğü de, anladığı da başkaydı...
Evin önüne geldiğinde, Esmer nefesini toparlayıp arkasını döndü. "Teşekkür ederim."
Ecevit neden teşekkür aldığını anlamasa da, sorma gereği duymadı. "Gir hadi içeri. Kapını da sağlam kapat. Bir daha da kaçayım deme! İnsan ailesinden kaçar mı?"
Esmer başını sallayıp bahçe kapısından içeri girdi. Ağa oğlu ne bilsindi ki insan neden evinden kaçar... Paspasın altına koyduğu anahtarı alıp girdi eve.
Önce üstünü başını değiştirdi. Sonra babasının cebinden aldığı parayı geri koydu. Bohçayı da bozup kıyafetlerini yerleştirdiğinde işi bitmişti.
Yatağına uzandığı vakit kapıdan gelen tıkırtıyla dikkat kesildi. Bir iki saniye sonra ailesinin seslerini duyunca rahatladı. Gözlerini kapatıp uyuyormuş gibi yapmaya başladı.
"Esmeeeerrrr! Kalk kız yatılacak zaman mı? Ağabeyin evleniyor!"
Kızın odasına girmiş, yerdeki döşekte yatan Esmer'in ayaklarına vuruyordu ayaklarıyla.
"Elleme kızı yatsın Memeet! Artık sen nişanlı bir adamsın! Az ağır ol, oturaklı ol! Ağanın damadı diyecekler bundan sonra!" Cemil Beyin lafları işine gelmeyince Mehmet de odasına gitmeye karar verdi.
Esmer dudaklarını birbirine bastırmış, Ecevit'in ne yaptığını düşünüyordu. Bu işi nasıl halledecekti acaba?
Bir yandan da kaynatası Rıza Beyin ne yaptığını merak ediyordu. Acaba Yakup'a haber vermiş miydi? Mektup yazsa bile bir haftadan önce varmayacağı için telefon etmek gerekti...
Sorularla ve düşüncelerle boğuşurken uzandığı yerde uyuyakaldı. Hem bedeni hem de ruhu yorgundu. Günlerce uyusa bile hayatındaki bazı şeyler değişmediği müddetçe asla dinlenmiş bir şekilde de uyanamayacaktı...
Ecevit kızı eve bıraktıktan sonra adımlarını hızlandırdı. Bir an önce gidecek, bu rezilliğe bir son verecekti. 'Narin'i veriyorsa versinler, hiç bir güç beni evlendiremez!' diyordu.
Unuttuğu şey ise; Büyük lokma ye, büyük söz söyleme lafıydı. Bizzat evlenmeyi kendi isteyecekti ama şu an farkında değildi.
Kapıya öyle şiddetle vurdu ki, Narin'in ödü koptu. Bir eli bağrına yaslanmışken diğeriyle de damağını çekti.
İsmail Bey kapıyı açtığı gibi geri savruldu. Ecevit açılan kapıya vurup itmiş, farkında olmadan yaşlı adamın da canını yakmıştı.
Salona girdiğinde babasının gözlerinin içine baka baka yürümeye devam etti. "Babamsın! Atamsın! Ama beni bir daha evlendirmeye kalkarsan, andım olsun her şeyi bırakır şehre taşınırım baba!"
Elmas Hanım Ecevit'in bu işi nereden öğrendiğine üzülüp kafa yorarken, Haşim ağa da celallendi.
"Eceviiiitttt! Senin karşında ağan, atan durur! Ne biçim laflar bunlar?"
Ecevit saygısızlık etmek istemese de, konuşmak mecburiyetindeydi. "Siz nasıl beni evlendirmeye kalkarsınız! Hem de benim haberim olmadan gizli gizli!"
Elmas Hanım daha fazla sessiz kalamadı. "Sen de mecbur bırakmasaydın oğlum! Ağa oğlusun sen ağa haa! Bu soy kaç kuşaktır ağalığı devam ettirir sen bilmiyor musun? Üstüne düşeni yapsaydın, kimse arkandan iş çevirmezdi!"
Haşim Bey sert bakışlarını oğlunun üstünde tutmaya devam ederken, Ecevit de bakışlarını çekmiyordu. Elmas Hanımın sözleri hiç bir işe yaramamıştı.
"Yarın sabah gidip bu berdel saçmalığını bitireceğim! Ne başlık istiyorsanız Narin'e isteyin. Umurumda bile değil! Ama Zeliha'nın ve oğlumun acısı içimi yakmaya devam ederken, ne nikahıma ne de odama başka bir kadın girmeyecek!"
Son sözünü söyleyip odasına giderken, Haşim Bey arkasından bağırarak söylenmeye devam ediyordu. "Nanköööörr! Öldü gittiler onlar akılsıııııızzz! Madem sen de yaşayan bir ölü olacaktın, girseydin madem aynı mezara!"
Ecevit kapısını öyle sert çarptı ki, tahammülü kalmamıştı artık bu lafları duymaya...
Deli dana gibi sağa sola gidip durdu. Daha adını bile bilmediği kız olmasa, şaka maka evliliğe mahkum edeceklerdi onu. Bu düşünce aklına geldikçe deliriyor, kalbinin en derinlerde o kıza minnettar hissediyordu kendini.
Sabah ışıkları, köyü yeni bir güne başlatmıştı. Her gün aynı düzende devam ediyor gibi görünse de, bugün de olacak olan olaylar kaderi çizgisinden temelli kaydıracak; artık dönüşü olmayan bir yere sokacaktı.
Kahvaltıdan sonra Mehmet aceleyle çıkmış, hava atmak için arkadaşlarının yanına kahveye gitmişti. Masada oturan iki kişiden biri, Mehmet'i kıskanıyordu. Ağanın kızını alıp damat olmak Mehmet yerine ona yakışırdı. Diğeri ise hırsından yerinde duramıyordu. Sebebi az sonra açığa çıkacaktı.
Mehmet keyifle gelip oturdu ve gür sesiyle; "Herkese benden çay!" diyerek arkadaşlarına baktı.
"Ağanın eli tutulmaz Mehmet! Sen daha müstakbel damatsın!"
Mehmet alayvari bir şekilde güldü. "Olur! O da olur zamanla. Sen hiç merak etme!"
Diğer hırslı olan daha fazla kendini tutamadı. Yakup var diye ses edememişti ama o da sevdalıydı Esmer'e. Ecevit'e kaptırmak canını sıktı. "Sen daha Narin'in elini tutmadın ama Ecevit bacını ulu orta yerlerde..."
Gerisini söylemeye cesareti yoktu zaten ama Mehmet hiddetle yakasından tutup kendine çekince de susmuştu. "Ne diyorsun lan sen? Bacımla Ecevit'in ne alakası var? Ne yapmışlar ulu orta haaa!"
Karşısındaki oğlan yakasını tutan ellerden kurtulup ayağa kalktı. Cebindeki eşarbı Mehmet'in önüne attı. "Sor bakalım Esmer'e, dün gecenin bir köründe mezarlıkta ne işi varmış Ecevit Beyle! "
Mehmet masanın üzerindeki eşarbı anında tanıdı. Bu Esmer'indi... Zaten hepi topu üç tane vardı. Mehmet havasını atmak için geldiği kahveden, havasını alıp çıktı. Üstelik kahvedeki herkes bu lafları duymuş, tamamen yayılmasına sebep olmuştu.
Eve giden yolda kardeşini bir kaç kez gebertmişti zaten aklında...
Cemil Bey sağılan sütleri, yapılan peynir ve tereyağlarını ilçeye götürüp satmak için gitmişti. Esmer de annesiyle birlikte temizliğe girişmişti. Aklı hala dün gecedeydi. Ecevit bu iş bozulacak demişti ama hala bir ses seda yoktu.
Bahçe kapısına atılan tekmeyle Mehmet'in; "Esmeeeeeerrr!" diye bağırışı bir oldu. Esmer'in içindeki korku bir çığ gibi büyürken, Güler Hanım elindeki bezi temizlik kovasının içine attı.
Kızgın bir boğa gibi Esmer'in üstüne yürüyen oğlunu durdurmaya çalıştı. "Ne oluyor oğlum bir destur de hele!"
Mehmet annesini itip köşeye sinen, ellerini kendine siper edinen Esmer'in saçlarını kavradı. " Namussuz! Ahlaksız!" sözleri arasında Esmer'i dövmeye başladı.
" Abi valla ben bir şey yapmadım!" dedikçe Güler Hanım da "Ne oluyor oğlum!" diye sorup duruyordu. Mehmet cevap vermeden hıncını alana kadar dövmeye devam etti.
Vurduğum kız çocuğu demedi. Benim darbelerime nasıl dayansın da demedi. Ama ölmesin diye dikkat etti bu kez. Narin'i alabilmek için verilecek diyetti o. Kardeş gözüyle bir gün bile bakmadığı Esmer, artık onun için böyle bir anlam ifade ediyordu.
"Senin bu namussuz kızın, istemiyorum ayaklarına Ecevit beyle görüşüyormuş geceleri! Bak eşarbını da orada unutmuş! Bütün köy çalkalanıyor anaaa! Senin kızın adımızı iki paralık etti! Namusumuzu kirletti!"
Güler Hanımın gözleri büyümüş, Mehmet'in elindeki eşarba bakınca da öfkeden kudurmuştu. "Arsız sürtüüüükkk! Kız ben seni böyle mi yetiştirdim haaaaa!"
Bu kez sıra Güler Hanıma geçti. Sormak, ya da bir cevap istemek kimsenin aklına gelmiyordu. Şiddete başvurmak her zaman en kolayıydı.
Mehmet sigarasını yakıp sinirle odasına geçip oturduğunda hala içinden kardeşine sövmekle meşguldü. "Dayanamadınız mı da mezarlıklarda buluştunuz haa! Dirileri geçtim ölülere de mi saygınız yoktu!" söylenmelerinin arasında sigarasını söndürdü.
Dışarıda işleri vardı ama gitmekten vazgeçti. Bir Allah'ın kulu daha bu konuda tek bir söz bile ederse, kardeşini öldürebilirdi...
Oturduğu divanda uzanıp gözlerini kapattığında, annesi Güler Hanım da dövmekten yorulup bıraktı kızı. Esmer'in ağlayışları devam ederken bıkmıştı bu hayattan. Dayak atan yoruluyordu da, dayak yiyenin halini kimse sormuyordu...
Güler Hanım yazmasını başına dolayıp alnını sıkıştırdı ve bağladı. " Allah canımı alsaydı da, bugün bu lafları duymasaydım oyyyyy Allah'ım oyyyyy! Allah da sana senin gibi bir kız versin de gör Esmeeeerr!"
Ecevit gözlerini açtığında saat 12'ye geliyordu. Dün sinirden uyuyamayınca, sızana kadar içmişti. Sabaha karşı anca uykuya dalmasıyla bu saate kadar da uyumasına sebep olmuştu işte.
Ağzına tek lokma bile koymadan çıktı evden. Adımları da gideceği yerde belliydi. Ama geç kalmıştı...
Evin kapısını çalarken, yol boyunca neden ona baktıklarını düşünüyordu.
Mehmet salonda uyurken, annesi de kendi odasında 'ıhhh' diyerek hasta olmuş gibi sesler çıkararak yatağında uzanıyordu. Esmer yattığı yerden kalkarken, ağrıyan kemiklerini görmezden gelmeye çalıştı. Titreyen bacaklarıyla kapıya gidip açtığında, Ecevit Esmer'i gördü.
Dün gece gördüğü kız nereye... Bu kız nereye... Ağzı burnu kan içinde kalmış, yanakları atılan tokatlar sebebiyle kızarıp kabarmıştı. Yolunan ve çekilen saçlarının kabarıklığı da son noktaydı.
Gözünden akan yaşlar yol olmuş, hala içinin titreyişi göğsünü de titretiyordu. Ecevit burnundan solurken, Esmer dayanamayıp bıraktı kendini. Yeniden göz yaşları sel gibi akarken, yaşadığı haksızlığı sindiremeyişinin altında eziliyordu.
"Kim yaptı bunu sana?"
Ecevit'in buz gibi sesi, içindeki yangına göre büyük bir tezatlık oluşturuyordu.
Esmer burnunun direği sızlarken, gülümsemeye çalıştı. "Durdurmasaydın beni, kurtulmuştum şimdi... Tüm köy dün gece görmüş bizi. Adım çıktı artık yaşatmazlar beni."
Ecevit'in sinirleri bozuldu. Dün gece öyle sinirlenmişti ki laf söz olur diye hiç düşünmemişti. Kıza yardım edeceğim derken, başını yakmıştı demek ki...
Mehmet fısıltıları duyup işkillenmiş, kalkıp kapıya geldiğinde de Ecevit'i görmüştü. Evin erkeği olarak Esmer'i omzundan tutup bir anda geri çekmesiyle Esmer yere düştü.
"Mezarlıklar yetmedi şimdi de eve mi geldin Ecevit ağa! Ayıp olmuyor mu bö....!"
Ecevit yere düşen Esmer'den sonra iyice öfkelendi. Yumruğunu Mehmet'in yüzüne atıp onu susturdu. "Sen nasıl el kaldırırsın lan o kıza!" diyerek bir yumruk daha atmıştı ki, Cemil Beyin "ESMEEEEEERRRR!" diye bağıran sesi duyuldu.
Esmer korkudan sesli bir şekilde ağlamaya başlarken, Ecevit Mehmet'i savurup itti ve hemen arkasından gelen Cemil Beyin önüne bir set gibi dikildi.
" Adımızı iki paralık ettiniz! Bütün köy sizi konuşuyor! Sen nasıl benim evime girersin Ecevit!"
Artık bu işin bozulacak yanı kalmamıştı. Kendine bir şey olmazdı belki ama, bu kızı burada sağ bırakmazlardı...
Konuşacağı tüm kelimeler tamamen değişti. Buraya gelirken ailesine söylediği cümleleri tekrar edecekti. Ama vicdanı el vermedi. Daha adının az önce babasının bağırışıyla Esmer olduğunu öğrendiği kızı bu halde bırakamazdı.
"Sakın bir daha sözlüme o elleriniz kalkmasın!"
Esmer'in ağlayışı bıçak gibi kesilirken, Ecevit kararlı duruşuyla ve sert sözleriyle onu adeta bir koruma kalkanına almaya devam etti.
"Esmer artık benim adımı temsil etmekte! Değil bir tokat, tek bir kötü kelamınızda akacak bir damla göz yaşına, sürerim sizi bu topraklardan!
Esmer'i de alırım, Narin'i de vermem! Başlık parası uğruna gözden çıkardığınız kızı, düğüne kadar başınıza tac etmezseniz, benden çekeceğiniz var. Haberim olmaz sanmayın sakın!"
Tehditkar bakışları Cemil Beyden çekilip yere düşmüş olan Esmer'e değdiğinde, gözlerindeki acıma hissi bariz bir şekilde belli oluyordu. Esmer'in gururu bir kez daha kırıldı.
El adamı ailesine karşı onu koruyor, bir de gözlerindeki acıma duygusuyla ona bakıyordu...
Ecevit bakışlarını çekip yeniden baktı Cemil Beye. "Ben yarın alırım gelinimi. Hazırlığınızı yapın. Eğer Esmer'in saçının teline dahi zarar gelmiş olursa; Narin'i de unutun, bu köyü de!"
Sert adımlarıyla çıkıp gittiğinde Esmer kendini çıplak gibi hissetti. Ecevit tüm gücüyle onu sarıp sarmalamışken, şimdi abisinin ve babasının karşısında savunmasız kalmıştı.
Babası Cemil Bey elini kaldırdı ama vurmaya cüret edemedi. Mehmet babasının kalkan elini tutup indirirken, Cemil Bey kızına doğru tükürdü.
"Yarın defolup git bu evden! Uğursuz namussuz! Beni doğduğum topraklardan edecek bir de!"
Söylenerek içeri girdiğinde Mehmet yine de Esmer'in bacaklarına doğru bir tekme savurdu. " Hele bir söyle bunu! Bak ben seni ne yapıyorum Esmer!"
Esmer ağlayarak başını salladı. Eliyle vurulan bacağını sıvazlarken sessizce odasına gidip kapısını kapattı.
Ecevit'in adımları eve doğru giderken burnundan soluyordu. Annesine öyle öfkeliydi ki, kesin her şey onun başının altından çıkmıştı! Pişman edecekti onu.
Bir kez daha kapıyı kıracakmış gibi çaldı. İsmail Bey kapıyı açtığında Ecevit balkondan ona bakan annesini gördü.
" Yarın düğünüm var ana! İstediğin oldu işte! Şimdi bugün gideceksin, en güzel bindallıyı da, en güzel kıyafetleri de alıp geleceksin!
Köyün meydanına en güzel düğünü kurmazsan, andım olsun evlenmem! Yarın o meydanda Esmer'in yüzü gülmezse sen de bir ömür pişman olacaksın, demedi deme!"
Elmas Hanım şok olmuşken, Narin kaşlarını çattı. Evlenmem Allah diyen oğlana ne olmuştu birden bire? Ne olmuşsa olmuştu, belki de aşık olmuştu diye düşünen annesi, hemen durumu Haşim ağaya bildirdi.
Haşim ağa gür bir kahkaha attı. "Eşşoğlu eşşek! Bir de dün gece bana kafa tutuyordu evlenmeyecem diye. Demek ki kızı görünce sevdalandı.
Eeee göster hünerini Hanım ağa! Oğlun kesimini kesmiş, son sözünü de etmiş. Bundan sonrası senin işin. İsmail'e söyle götürsün seni ilçeye. Ne alınacaksa alın gelin bir an önce!"
Elmas Hanım hızla bindi arabaya. Narin'i de yanına almış, ilçede girmedik mağaza bırakmamıştı. Akşama kadar anca biten alışverişle ayaklarına kara sular inmişti.
Eve geldiğinde sipariş ettiği yeni yatak odası takımının da taşındığını gördü. Davul zurnacı da tamamdı. Yarın sabah köyün en güzel düğününe yalnızca saatler kalmıştı.
Ecevit o dakikadan beri iki mezarın ortasında oturuyordu. Olan biten her şeyi karısına anlatmış, kızıp gönül koymaması için de içinden geçenleri saklama gereği duymamıştı.
"Sevdadan değil Zeliha'm... O kızı o evden kurtarmazsam, gencecik yaşında senin gibi girecekti kara toprağa.
Bana bir sen yar oldun, bundan sonra herkes yara..."
.
.
.
.
.
Devam edecek...