4."ESMER, BENİM YARİMDİİİ!"

2414 Words
Yazarın Anlatımıyla... Esmer sabahın ilk saatlerinde kalkıp banyoya girdi. Tüm gece uyumamıştı ama ağlamamıştı da. Artık ağlamak da fayda vermiyordu ki... Bu hayattaki en yakınları olan anne, baba ve abisinin elinden bir yabancı kurtarmıştı onu. Gönlü kırgın, gururu ise parçalanmıştı. Ecevit'in gözlerinde gördüğü o acıma duygusu; bir bıçak gibi canına batıyor, büyük lokma yemiş gibi boğazında bir yumru oluşturuyordu. Saçlarını şampuanlayıp yıkarken, dışarıda olup biten hiç bir şeyden haberi yoktu. Tüm duyguları alınmış gibiydi. Düşünceleri susmuş, kaderine razı olmaya karar vermişti. Zaten başka çaresi de yoktu... Bugün bir başkasının nikahına girecekken Yakup'u düşünmek bile, artık ona haramdı. Yıkanıp banyodan çıkmak için kapıyı açacağı sırada, duyduğu seslerle beklemeyi seçti. Evde yabancı birilerinin sesi vardı. Kulağını kapıya dayamış kim olduğunu anlamaya çalışırken, kapıya vurulmasıyla irkildi. "Esmer! Çık haydi! Kaynanangil geldi!" Güler Hanımın sesindeki soğukluk ve ters ifadesi yerli yerindeydi. Esmer kapıyı aralayıp annesi gitmeden önce onu durdurdu. "Ana kıyafetlerim odamda. Nasıl çıkacağım ben ortaya?" Güler Hanımın yüzü buruşurken, kızına bir şey demeden odasına gitti. İç çamaşırları ve kıyafetleriyle yeniden banyonun önünde belirdi. Aralanan kapının ardından kızının kucağına bıraktığı kıyafetlerle arkasını döndü. Tiksinen bakışları Elmas Hanım ve Narin'e döndüğünde, sahte bir gülümsemeye bıraktı. "Ne gerek vardı bu kadar şeye Hanım ağam! Esmer zaten berdeldir... Eski bir entarisiyle de gelin olur giderdi..." Elmas Hanım, Güler Hanımın sözlerinden sonra kaşlarını çattı. "O artık ağa gelinidir. Şanı yürüyecek, tüm köy bu düğünü konuşacak! Ne demek eski bir entariyle de gelin olurdu?" Onlar içerideyken, köy meydanında sandalyeler ve masalar yerini almıştı. Kurban edilmek için seçilen koçlar ve koyunlar kesilmiş, çoktan büyük kazanlarda pişmeye bırakılmıştı bile. Yanında pilav, çorba, salata ve irmik helvasıyla tüm köy bu düğün yemeğinden yiyecekti. Haşim ağa, köyün ileri gelenleri ve akrabalarıyla birlikte ağa köşesine kurulmuş, gelen tebrikleri kabul etmeye başlamıştı bile. Herkes düğün hazırlığındayken, sabaha karşı odasına dönen Ecevit, odasının kapısında kala kaldı. Ne eski yatağı duruyordu, ne de boş kalan beşik yerindeydi. Yeni kurulan yatak, kırmızı tül cibinlikle süslenmiş, yeni gelinini bekliyordu. Alt dudağı titrerken yavaş bir adım daha attı odaya. Dışarıdaki düğün onundu ama, Ecevit'in içindeki yas bitmek bilmiyordu. Hayatının sonuna kadar bu acıyla nasıl yaşayacağını düşündüğü sırada, kaderin onun için yaptığı planların içinde bulmuştu kendini. Esmer giyinip banyodan çıktı ve gelen misafirlerin elini öptü. Elmas Hanım gelininin yüzündeki kızarıklıkları ve dudağının patlayan kenarını gördüğünde dişlerini sıktı. "Narin! Al yengeni. Kızları da al. Esmer'i hazırlayın yavrum." Esmer ve kızlar odaya girip hazırlanmaya başladığında, Elmas Hanım Güler Hanıma döndü. "Esmer'in sözü bize verilmişken onu nasıl döversiniz siz Güler! O artık Yılmazlar'ın gelinidir! Ne etti de bu kız bu hale getirdiniz hee!" Güler Hanım gözleriyle birlikte sesini de kıstı. "Mehmet Narin'i bir kez uzaktan görmüş, gördüğü gibi de Allah'ın emri peygamberin kavliyle kapınıza gelip istemiştir! Ama Ecevit ağam benim kızımla gecenin kör karanlıklarında buluşmuş, adımızı yere düşürmüştür Hanım ağam! Erkeğin değil kızın adı çıkar bilirsin. Düğünü istemeyen adam ne oldu da, düğünü erkene aldı sence? İkimiz de biliriz ki aralarında bir şey olmuştur ki, Ecevit'in fikri değişmiştir!" Gelen misafirler Güler Hanımı çağırınca, Elmas Hanım kendi düşünceleriyle baş başa kaldı. Asıl niyeti oğlundan habersiz bu düğünü yapıp gelinliğiyle kız eve girdiğinde onu mecbur bırakmaktı. Dün oğlu ortalığı yıkmıştı bu evlilik olmayacak diye. Hatta evi terk edip gideceğini, şehirde yaşayacağını bile söylemişti. Ama eve döner dönmez de köyün en güzel düğününü kuracaksın diye tutturmuştu. Oğlu Esmer ile konuştuğunda ona tutulmuş muydu yoksa? İçinde bir yerler evlenecek diye sevinirken, bir yerleri de oğlunu bu kadar etkileyen kıza sinir olmuştu. Yıllarca dil dökmüştü annesi ama sonuçta gitmekle tehdit edilmişti. Ama Esmer bir kez konuştuğunda, köyün en güzel düğünü kurulacak dedirtmişti öyle mi? Tüm bunları sonra düşünmeye karar verdi. Dışarıda çalan davul zurna gözünün bebeği oğlunun düğününü belli ederken, şu an sinirlenmek istemedi. Esmer gelinliğini giymiş sandalyede otururken, diğer kızlar da saçlarını yapıyordu. Narin yanında getirdiği makyaj malzemeleriyle Esmer'in yüzündeki yara izlerini kapatmakla meşguldü. Bugüne dek tek bir fiske yemeyen Narin, umarsızca acıttığını bilmeden bastıra bastıra süngeri sürmeye devam etti Esmer'in yüzüne... İçindeki acıdan, yüzünün acısına bile odaklanamadı Esmer. Kızlar işini bitirdiğinde geri çekilip baktılar. Zaten esmer güzeli olan Esmer, şu an gerçekten köyün en güzel gelini olmuştu. Balon kollu gelinliği ilçedeki en pahalı gelinlikti. Üzerindeki nakış ve boncuk işlemeleri daha önce bu köyde hiç görülmemişti. Eline giydiği saten beyaz eldivenler de harika görünüyordu. Başına takılan tellerle ve duvaklarla gelin oluyordu işte. Gözlerinin içine çekilen sürme gözlerini doldurmuş, buğulu bakışlara sahip olmasına neden olmuştu. Kapıdaki at hazırlanmış, gelinini almak için beklerken Esmer'in kapısı açıldı. Elmas Hanım elindeki kırmızı pullu örtüyü; "Bismillah" diyerek gelinine örttü. İçeriden gelen haberle, erkekler içeri girdi. Narin çantayı tutarken, haset bakışları bir çantaya, bir de Esmer'e değip duruyordu. Çantadan çıkan burma bilezikler Esmer'in kolundan geçti teker teker. 20 bilezik Narin'i kıskandırdı. Acaba bana ne takacaklar diye iç geçirdi. Sırada beşi bir yerdeler, metre metre altın zincirler vardı. En sona kalan altın kemeri Elmas Hanım gerine gerine taktı Esmer'in beline. Kadınların gözleri altınlarda kalmış, ağızlarını kapatmayı unutmuşlardı. Takı merasimi bittiğinde hoca geldi. İmam nikahı için önce duasını etti. Üç kez sorulan soruya Esmer titreyen sesiyle aynı cevabı verdi. "Ettim..." Aynı soru Ecevit'e soruldu. Bundan 6 sene önceki nikahı aklına geldi. O zaman ne kadar heyecanlıysa, şimdi de bir o kadar üzgün çıkmıştı sesi. "Ettim..." Mecbur kalıp kabullenmişliği sesine de yansımıştı. Şahitlerin de verdiği cevaptan sonra imam duasını edip nikahı bitirdi. Güler Hanım Mehmet'i dürttü. Eline verilen kırmızı kuşağı kardeşinin belinden üç kere geçirirken, bakışları da aklı da Narin'deydi.Bir hafta nasıl geçecekti? Kuşak bağlandıktan sonra Esmer önce babasının, sonra annesinin sonra da abisinin elini öptü. Ablaları gelmiş, kardeşlerine sarılarak evden uğurladılar. Hepsi Esmer için mutluydu. Geçim sıkıntısı çekmeyecek olması, onlar için bile iyi bir şeydi. Esmer bir kolunda Elmas Hanım, diğer kolunda Narin ile evden çıktığında Haşim ağa da evin önüne çıktı. Davul zurna çalmaya devam ederken, gelinin başından şekerler pirinçler saçıldı. Bereketli ve tatlı dilli olsun diye yapılan bu gelenekten sonra, Esmer Haşim ağanın elini öptü. Gelen ata korku dolu bakışlar atsa da, örtünün altındaki yüzünü kimse görmedi. Mehmet kardeşinin belinden kavrayıp kaldırdı ve ata binmesine yardımcı oldu. Haşim ağa yanındaki İsmail'e döndü. "Git o Ecevit nereye kaçtıysa bulup getir bana İsmail! Düğün dedi kurduk işte. Bul gel hangi deliğe girdiyse! Nikah kıyıldı oğlan yok oldu!" İsmail hızlı adımlarla giderken, Haşim ağa atın yularından tutup yanında eşiyle birlikte düğünün yapılacağı meydana doğru ilerledi. Saatler öğlene vardığında, Yakup da acı bir telefon aldı. Arayan en yakın arkadaşı Osman'dı. Osman çıkan haberler doğru mu diye Rıza Beyin evine gitmiş, ancak kapıyı ne kadar çalsa da açan olmamıştı. Tahta kapıyı itekleyerek içeri girmiş ve Rıza beyin cansız bedeniyle karşılaşmıştı. Köydeki sağlık ocağı kalp krizinden öldüğünü söyleyince, jandarmalar da işlem yapmadan karakola geri döndü. Osman Yakup'a ne diyeceğini bilememiş, direk konuya girip; "Başın sağ olsun Yakup!" diyebildiğinde, Yakup'un dünyası başına yıkıldı. Hemen işini bıraktı. Köy dolmuşlarından birine binip kalkış saatini beklerken, başını cama yaslayıp sessizce ağladı. Anası yoktu zaten. Şimdi babası da bırakıp gitmişti demek. Artık tek ailesi Esmer olacaktı... Köylük yerde kadınlar ayrı, erkekler ayrı bir yerde düğün yapıyordu. Kadınlara ait düğün yerinde Esmer gelin masasına oturtulmuş, kadınlar müzik eşliğinde ağa düğününün tadını çıkarırken, Ecevit de üzerine düşeni yapmak için erkeklerin düğün alanındaki yerini almıştı. Hele Esmer'in yanına gitmek için vakit vardı. Saatler öğlen vaktine geldiğinde ezanın okunmasıyla davul zurna sustu. Ezanın bitmesini beklerken uğultu şeklinde konuşan köy halkı, hala tebriklerini sunuyordu. Davul zurna çalmaya başlayacaktı ki, imam sela okumaya başladı. Köy ahalisi kimin öldüğünü kendi aralarında konuşurken, sela bitince imamın sesine dikkat kesildiler. Megafondan çıkan ses kesilip dursa da, kimin öldüğü anlaşılmıştı. "Köyümüzde yaşamakta olan, Veli'den olma, Saadet'ten doğma Rıza Yıldız vefat etmiştir. Cenazesi öğle namazına müteakiben köyümüzün camiisinden kaldırılacaktır. Allah taksiratını affetsin." Müzik yeniden çalmaya başladığında Esmer'in kalbi göğsünü dövüyordu. Gözünden akan bir damla yaş, vefat eden eski kayınbabası içindi. Diğer yaşı ise Yakup'un yetim kalışınaydı. Artık hem öksüz, hem yetim, hem de kimsesizdi... Artık yazdığı mektubu göndereceği bir Esmer'i yoktu. Ve Yakup bu haberi, tam da şu sıralarda öğrenecekti. Camiinin bahçesinde durmuş, teneşirin üstünde yıkanmayı bekleyen babasının yanına gidecek takati arıyordu kendinde. Gencecik yaşında yaşadığı bu acılar, omuzlarında taşıyamayacağı kadar büyük bir yük haline gelmişti. Babasının yanına girip onu yıkadı. Rıza Bey dünkü konuşmanın ardından sıkışan kalbiyle ne yapacağını bilememişti. Yakup'u arayıp da bu haberi nasıl vereceğini kara kara düşünmüştü. Sonunda niyetlenip aradığında da, tuşları daha tam çeviremeden sıkışan kalbi atmayı bırakıp onu bu yükten kurtardı. Yakup babasına gusül abdesti de aldırdıktan sonra, babası kefene sarıldı. Diğerlerinin de yardımıyla tabuta koyuldu. Cenaze namazı için caminin avlusundaki musalla taşının üzerine taşındı. Öğlen namazına gelen köy halkı, cenaze namazı için saf tuttu. Tabut taşınırken Yakup'un gözleri Mehmet'i ve kayınbabasını arıyordu.. Dünür olacaklardı ya.. Neden yoklardı? Aile olmayacaklar mıydı yakında? Hem cenaze günü çalan davullar da neyin nesiydi? Cenaze defnedilmiş son toprakda atılmışken, imam Yasin-i Şerif'i okumayı tamamlamış; "Allah rahmet eylesin!" diyerek mezarın başından ayrıldı. Yakup bir başına kaldı. Sağ yanındaki mezarda annesi, sol yanındaki mezarda da babası yatıyordu. Hemen arkasındaki arkadaşı Osman'ın az sonra söyleyeceği sözler de, onu ölmeden bu mezara sokacaktı. "Sen yıllarca git başlık parası için çalış çabala! Onlar gitsin Esmer'i berdel versin!" Yakup duyduklarına bir anlam veremedi. Gözlerindeki yaşlarla arkasını dönüp arkadaşı Osman'ın yakasını kavradı. Kan oturmuş gözleriyle ve sinirden gerilmiş yüzüyle fazla korkunç duruyordu. "Ne diyorsun sen Osman? Ne berdeli, ne Esmer'i?" Osman Yakup'un ellerini itti yakasından. Tek arkadaşının yaşadıklarını o bile hazmedemezken, içini döküp rahatlamak istediği adam tüm bunların muhatabıydı. Asıl hazmedemeyecek olan Yakup'tu. "Hani nerdeler! Bir bak etrafına! Ne Cemil amca vardı cenazede, ne de Mehmet! Duy bak, davul seslerini duy! Kandırdılar oğlum seni! Esmer'in düğünü var meydanda! Ata bindirip götürdüler. Gelinlik giymiş kız, başkasının gelini oluyor!" Yakup'un nefesi kesildi. Kulaklarında çınlayan zurna, boğazını sıkıyordu sanki. "Rıza amca belki de bu yüzden öldü. Adamcağız zaten senin hasretinden eve bile gidemiyordu. Sabahtan akşama kadar kahvede bekliyordu. Bir ses bir nefes arıyordu yanına. Gör ki o Cemil ne dedi babana da, sebebi oldu Rıza amcanın!" Yakup sesini çıkaramıyordu. Osman onun yokluğunda olan bitenleri anlatmaya devam ediyordu. Yakup'un başı dönüyor, dünyası başına yıkılmak için yer arıyordu sanki. Hemen göğsünün üstüne bir öküz oturmuştu sanki... "Geçen gün Esmer'le Ecevit'i burada, mezarlıkta görmüşler haa! Esmer'in yazması mezarlıkta kalmış. Aha bugün de düğünü kurdular. Ateş olmayan yerden duman çıkmazmış Yakup! O kızdan sana hayır gelmezmiş kardeşim! Sen de artık kendi yoluna bak..." Yakup dayanamadı. Artık gözü dönmüştü. Babasının ölümü de, gönlündeki kara sevdası da onu büyük bir karanlığa itti. İntikam hırsıyla gözünü hırs bürümüş, o düğünü kana bulamaya ant içmişti. Öncesinde Osman'a şiddetli bir yumruk atıp o kara sözleri söyleyen ağzını susturdu. Ecevit babasının yanında otururken bir an önce bu düğün bitsin istiyordu. Uzadıkça ruhu sıkılıyor, bir an önce eve gitmek istiyordu. "KATİLLEEEEERRR!" diye bağıran Yakup'un sesi; davul zurnanın susmasına, halay çekenlerin de durmasına neden oldu. Osman hemen Yakup'un arkasından koşup onu durdurmaya çalışsa da, geç kalmıştı. Haşim ağanın kaşları çatıldı. Ağanın adamları Yakup'u tutup ona ilerlemesini engelledi. Cemil Bey ve Mehmet bakıştığı sırada, Haşim ağanın gür sesi duyuldu. "Höst ulan! Sen ne cürretle ağa düğününü basarsın!" Ecevit'in bakışları Yakup'a odaklanmış, derdinin ne olduğunu çözmeye çalışıyordu. Yakup kollarından tutan adamların elinde debelenirken, bakışları deli gibi bir Cemil Beye bir Ecevit'e dönüp duruyordu. "Siz öldürdünüz benim babamı! Sen nasıl benim sözlümü verirsin Cemil baba! Ben sana baba dedim, sen benden babamı aldın kara topraklara attın! Dönüp geldiğimde düğün kurup damat olacaktım ben. Sen beni kızının düğününe misafir ettin! Düğünümü cenazeye çevirdin! Şimdi utanmıyor musun şu çaldırdığın davuldan!" Bu laflarla Haşim ağa hariç herkes ayaklandı. Ecevit adamlara işaret verip götürmelerini söyledi. Yakup'un Esmer'in sözlüsü olduğunu tam da şu an öğreniyordu. Belki öncesinde öğrenseydi, her şey daha farklı olabilirdi. Ama artık iş işten geçmiş, nikah kıyılmıştı... Yakup, Ecevit'in bu hamlesiyle temelli delirdi. Hem sözlüsünü elinden almıştı, hem de hesap sormasına bile izin vermiyordu. Adamların bir anlık boşluğundan faydalanıp ellerinden kurtuldu ve Ecevit'e sert bir yumruk attı. "ESMER, BENİM YARİMDİİİ!" Yakup'un acılı feryadı, köyün meydanında yankılandı. Cemil Bey burnundan solurken, Mehmet'in elleri yumruk şeklini aldı. Dün köyün ağzına düştükleri yetmezmiş gibi, şimdi yeniden milletin ağzına laf veriyordu Yakup! Ecevit yana dönen başıyla, elini kaldırıp kanayan dudağını tuttu. Kızın zaten adının çıkmasına sebep olmuşken, bir de Yakup'un sözleri temelli dillere düşürecekti onu. Dişlerini sıkıp başını kaldırdı. Önce Yakup'un gözlerinin içine baktı, sonra da dönüp ahaliyi izledi. Yakup'un acısına verse de, ağa oğlu olarak üstüne düşeni yapmak zorundaydı. "Esmer benim karımdır! Bundan böyle bilinsin ki, adını ağzına alanı yaşatmam!" Sert bakışları Yakup'a döndüğünde taviz vermeyeceği her halinden belliydi. Artık ne olursa olsun, Esmer onun karısıydı. "Sen de bu dakikadan sonra, bu köye adım atarsan, öldüğün gün olur! Götürün bunu!" Adamlar Yakup'u sürüklerken, Ecevit'in adımları kadınların düğün yerine ilerledi. Artık bu düğün saçmalığını bitirecekti. Kadınların olduğu yere girdiğinde Esmer'i gördü. Gelinliği çıkarılmış, yerine kırmızı bindallısı giydirilmişti. Esmer yine çok güzeldi. Saçları bukle bukle yüzünün iki yanından inerken, uzun saçları da omuzlarının iki yanından dökülüyordu. Dudaklarına sürülen kırmızı ruj, albenisini artırmıştı. Al duvağını örteceklerdi ki Esmer başını kaldırdı. Sürmeli ve buğulu gözleri tam o anda Ecevit ile kesişti. Ecevit ağır adımlarla ilerleyip tam ortaya konan sandalyenin yanına bir sandalye çekip oturdu. Kadınlar tef çalıp kına tepsisini etraflarında çevirirken, "Kınayı getir aney" türküsünü söylüyorlardı. Ecevit içindeki sıkıntıyla Esmer'e doğru eğildi. "Sözlün varmış senin! Neden bana daha önce demedin kızım!" Dişlerinin arasından ettiği sözler, Esmer'in başını kaldırıp Ecevit'e bakmasına sebep oldu. Gözünden akan bir damla yaşla baktı kocasına. "Kimse sormadı ki ağam... Bizim konuşmaya hakkımız mı vardır ki? Başlık parasını kim verirse, kızlar ona gelin olur..." Ecevit içinde bulunduğu çıkmazla ne diyeceğini bilemezken, Esmer'in önünde eğilen kadın duvağı kaldırıp baktı. "Ağlıyor Hanım ağam! kınayı yakma zamanıdır!" Elmas Hanım kalkıp geldi. Elindeki tam altını Esmer'in avucuna bıraktı. Kına yakılıp Esmer'in elleri kırmızı eldivenle bağlandı. Ecevit'in serçe parmağına yakılan kınayla tef durdu. İkisi ayağa kalktığında, Elmas Hanım oturmaları için gelin damat masasını gösterdi. Onlar oturduğunda, davul zurna yeniden çaldı. Hava kararmaya yüz tutmuşken, Esmer yeniden ata bindirildi. Bu kez onu kaldıran kişi abisi Mehmet değil, kocası Ecevit'ti. Esmer bu dokunuşla kaskatı kesilmiş, Ecevit ise kızın hafifliğine şaşırmıştı. "Gelin ata binmiş, ya nasip demiş..." sözü Esmer için geçerliydi. Artık yeni evine doğru yol alırken, bakışları bir an köyün gerisine takıldı. Atın yularını tutup ilerleten Ecevit geleceğiydi, kocasıydı. Ama geride bıraktığı Yakup için bu son kez geriye bakışıydı... Yakup ise dört adamın elinden öyle bir dayak yemişti ki, ağzı yüzü kan içindeydi. Haşim ağa bilhassa tembihlemiş, ölecek kadar dövün, yaşayacak kadar bırakın demişti. Köyün çıkışında uzak bir kuytuya attıkları bedeni, eğer tedavi görmezse çok yakında ölecekti. Göğsüne yediği tekmeler, her nefes alışında ciğerlerinin batmasına sebep oluyordu. Yakup cehennemi bir günde yaşamış, aynı günde hayatı alt üst olmuştu. Kesik çıkan nefesiyle onu atıp giden adamların arkasından söylediği sözleri yalnızca kendisi işitti. "Olur da ölmez sağ kalırsam... Bunu sizin yanınıza bırakmayacağım! Esmer, benim yarimdi... Kimseye de yar olmasına müsaade etmeyeceğim" . . . . . Devam edecek...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD