4

1741 Words
Melek, bir insanı anlamanın kolay olmadığını biliyordu. Aynı acıda solması gerekirdi önce, aynı yaraya yüz sürmek ve aynı derdin müptelası olması gerekirdi. Kendinden başkasını anlamak öyle kolay değildi. Onunla aynı şarkıda ağlayabilmeli, tebessümüne eşlik ederken kalbi ağzına gelmeliydi. "Sade kahveniz hazır." Deyip kendine gülümseyen müşterisinin fincanını masaya bıraktı. Otuzlu yaşlarının sonunda kadın teşekkür ederek kahvesinden bir yudum aldı.    Bu minik kafeyi seviyordu Melek. Güler yüzlü müşterilerini, içten çalışanlarını ve en çokta bu küçük yere kendini adayan Beyza Hanım'ı seviyordu. Buraya üç yıl önce kocasından boşandıktan hemen sonra yerleşmişti. Melek kızlardan duyduğu kadarıyla Alanya'dan geldiğini hatırlıyordu. Bu sene üniversiteye başlayacak olan Nur isminde dünya tatlısı, neşesi üstünden akan bir kızı vardı. Sıfırdan başlamış, kazandığı her şeyde kendi tırnaklarının izini bırakmıştı Beyza Hanım. Şimdi de bu küçük kafeyi işletiyordu.   Mutfağa geçip bir tabağa iki dilim çikolatalı pastadan koydu. Mutfağın bir köşesinde ellerinde kitaplarla ders çalışan Esra ve Işıl'a gülümseyip tabağı onların önüne bıraktı. Müşteri az olduğu zamanlarda vakitlerini kitaplarla değerlendirirlerdi. Şimdi de arkadaşları çalışırken o müşterilerle ilgileniyordu.    Beyza Hanım çalışan olarak özellikle üniversite öğrencilerini tercih ediyordu. Çalışacak kimse olmadığı saatler de önlüğü takıp masa masa dolanan da yine kendisi oluyordu. Melek bir kez daha kadına derin bir minnet duydu. Nefes alıyordu genç kız burada. Düşünmek zorunda kalmıyor, acısını kendine saklamayı öğreniyordu. Evin hiçbir odasında barınamayan huzurdan kaçıyordu. Derin bir nefes alıp masaların olduğu kısma göz attı. Gülümseyerek birbirlerine bir şeyler anlatan çiftte duraksadı. Genç kız hararetle ellerini çırpıyor, esmer adamda kızın tek bir gülüşünü kaçırmıyordu. İster istemez sesli bir nefes aldı. "Ne oldu? Daldın gittin yine."  Diyen Esra'ya bakıp gülümsemekle yetindi. Tekrar konuşan çifte bakınca Pamir'i düşünmeden edemedi. Adam öyle çok misafir oluyordu ki aklına, ürküyordu Melek. Nerede olduğu fark etmiyor kendini bir anda onu düşünürken buluyordu. Yüzünde kıvrılan bir mevsim oluyordu adam. Hızlanan kalp atışları, ağrıyan kaburgaları oluyordu. Pamir, Melek'in içinde kendine ait bir cumhuriyet kuruyordu.    Üç gün önceki minik oyunları zihnine dolunca gülümsemeden edemedi. "Fazla cesursun." Demişti adam. Melek onu sadece omzunu silkerek cevaplamıştı. Şimdi bir kez daha düşününce daha mı uysal olsaydım acaba diye düşünmeden edemedi.   Aslında korkudan aklım çıkıyor, yüreğim ağzımda yaşıyorum diyememişti. "Belki bir şeyler çalabiliyorsundur." Dedikten hemen sonra eliyle müzik salonunun tamamını işaret etmişti. Pamir'in bakışları önce salonun ortasındaki piyanoyu bulsa da bu çok kısa sürmüş ve tekrar Melek'i bulmuştu. "Bu zamana kadar bir şey çalamadığım için bu kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum."   Yüzünde gerçekten üzgün bir ifade vardı. Ya da Melek ne görmek istiyorsa onu görüyordu adamın yüzünde. Pamir'in sesli bir nefes alıp: "Sanırım ismini öğrenmek için başka bir şey yapmam gerekecek." Dediğini hatırladı Melek. Pamir'in düşen omuzlarına, bir çocuğun masum parıltılarıyla ışıldayan buz mavisi gözlerine baktı. Böyle doğmamış olduğunu düşündü. Bu kadar kışı göz bebeklerinde taşıyarak gelmemiş olmalıydı dünyaya.   Pamir arkasına dönüp müzik salonundan çıkmaya yeltenince dilini tutamamıştı. "Melek." Demişti. "İsmim Melek."    Adamın aldığı bir nefesle omuzlarının dikleştiğini gördü. Yavaşça genç kıza doğru dönünce nefesini tuttu Melek. Bu adam hiçbir şey yapmadan nefesini kaburgalarına diziyordu. Ona bakarken yoruluyordu. Zihni düşünmeyi bırakıyor, bedeni küçülüyordu sanki. Melek, bu adam ona bakınca kırılıp ufalanıyordu.  Küçük bir gülümsemeyle Melek'e bakınca dişlerini dudaklarına geçirdi. Tek kelime etmeden salonu terk edişini izlemişti. Bu tavrına anlama veremese de arkasından bakmakla yetinmişti. Pamir daha salonu terk etmeden de Büşra'nın öfkeli bir ifadeyle kendine baktığını hatırlayınca şu an bile gülümsemeden edemiyordu.    Melek anlıyordu Büşra'yı. Üzülecek olduğunu düşünüyordu. Çünkü Gökalp ile ilk tanıştıklarında kendisi de aynı tepkiyi vermişti. Bir anda kendini Pamir'in sevgilisiymiş gibi düşünmeye başladığını fark edince dehşete düştü genç kız. Bu hali gerçekten hoşuna gitmiyordu. Tanımadığı bir adamı öylece alıp yanı başına koyuyordu. Bu durumun yanlışlığı öyle ortadaydı ki Melek, birkaç saniyeliğine boğulduğunu hissetti. Derin bir nefes alıp alnını ovaladı. Bu işin içinden çıkamıyordu. Şimdiden bu kadar düşünmeyi saçma buluyor ama her seferinde aklının yolarını Pamir'den başka birine çevirmeyi de beceremiyordu. Yeniliyordu Melek. Daha başlama düdüğünü duymadığı bir yarışta kaybettiğini düşünüyordu.   Bazen Pamir'i düşünmeyi bir kaçış olarak görüyordu. Hayatının beşinci mevsimi oluyordu adam. Günün yirmi beşinci saati ve bir şiirin henüz yazılmamış olan son mısrası... Karmaşık ve bilinmeyen bir yanı vardı Pamir'in. Kendi hayatı gibiydi işte. Ama şikâyeti de yoktu genç kızın. Azla yetinmeyi, elindekine şükretmeyi öğreneli çok olmuştu.    Bir de Derya vardı. Birkaç gündür Pamir'in yanında görmesine görmüyordu ama aralarında adını koymak istemediğini bir şeyler olduğunun da farkındaydı. Can yakıcı bir şeyler. Öfkelenmekten çok kırılıyordu Melek. İçinde yeri değişen, eğilip burulan kaburgalarından kırılıyordu. Pamir'e değdiğinde incelip çiçek açan kirpik uçlarında kırılıyordu. Adamın sesine karışmayan sesinden kırılıyordu. "Derse geç kalmayacak mısın sen?" Diyen Esra'nın sesiyle tüm düşüncelerinden sıyrıldı. "Tamamen çıkmış aklımdan."  Deyip oturduğu masadan hızla kalktı. Askıdaki montunu üzerine geçirip, çantasını da koluna taktıktan hemen sonra da çıktı kafeden. Yetişemeyecekti otobüse. Bütün yolu yürümek zorunda kalacak, üstelik ilk derse bile giremeyecekti. Kendine söylenerek hızlı adımlarını durağa yönlendirdi. Durağa dönen son köşeye yaklaştığında duraktan hareket eden otobüsün arkasından hayal kırıklığıyla baktı. Koşmaya başlayıp arkasından seslense de nefes nefese kalmaktan başka bir kazancı olmamıştı. Ellerini dizlerine yaslayıp nefesini düzene sokmaya çalıştı. Önüne gelen saçlarını öfkeyle arkasına atıp sağına ve soluna doğru bakmaya başladı. En azından –bunun için küçük bir umudu vardı- boş bir taksi bulabileceğini düşündü. Birkaç saniye sonra yanında duran siyah arabayla kaşlarını çattı. "Aman ne güzel." Diye mırıldandı kendi kendine. Bir sapığı eksikti, o da hemen ayağının dibinde durmuştu. Birkaç adım geriye gidip tanımadığı arabayla ilgilenmediğini belli etti. Arabanın açılan siyah camıyla beraber bir çift buz mavisi gözle buluştu kendi göz bebekleri. "Pamir."    Sesi şaşkınlığının etkisiyle yüksek çıkmıştı. Gözlerini hızla kırpıştırıp doğru görüp görmediğine emin olmaya çalıştı. Gerçekten burada arabanın içinden Melek'i izliyordu. Takip mi etmişti acaba? Belki de pastanenin önünde bekliyordu. Melek düşüncelerinin ne kadar saçma olduğunu bilse de onun tarafından izleniyor oluşun mutluluğundan da sıyrılamıyordu. "Arabaya binmen için daha çok bekleyecek miyim?" Pamir'in sabırsız sesiyle kendine geldi. "Şey, ben, yani..." deyip cümleleri toparlayamayınca Pamir'in gülümsediğini gördü. İçinden ona eşlik etmek geçse de dudakları kıvrılmadı. Bu adam gülümsedikçe dengesi şaşıyordu. Zaten öyle az gülümsüyordu ki Melek'in küçük bir tebessüm yakalaması için gözlerini ondan ayırmaması gerekiyordu. "Gel hadi gel."  Dedikten hemen sonra kapıya uzandı Pamir. Yoksa bu kızın arabaya bineceği falan yoktu. Ona kalırsa orada öylece dikilmeye devam ederdi. Okula yakın olan bu caddedeki bir arkadaşının evinde sabahlamıştı. Arabaya binmeden hemen önce de Melek'in koşarak otobüse yetişmeye çalıştığını fark etmişti. Otobüsün genç kızın önünden geçip gittiğini görünce büyük bir gülümsemeyle aydınlanmıştı yüzü. Arabasına bindikten hemen sonra da ellerini dizlerine yaslayarak soluklanan kadına yaklaşmıştı. Şimdi de sabırsız bir halde arabaya binmesini bekliyordu.    Melek yavaşça kapıyı açıp arabaya binince Pamir başını iki yana salladı. Bu kadın insanın aklını başından alırdı da Melek bunun farkında değil gibiydi. Bu yüzden Melek'in aksine Pamir kendini onun yanında gayet rahat hissediyor, hiçbir hareketine ket vurmuyordu.    Sessiz bir şekilde oturuyordu Melek. Etrafına meraklı bakışlar atıyor, arabanın bu garip halinden rahatsız oluyor gibi duruyordu. Pamir'in kokusu arabanın içini kaplamış gibiydi. Sigaraya bulanmış o sert kokunun içini en ücra noktalarına kadar doldurduğunu hissetti. Sanki içinde kurduğu cumhuriyet yetmiyormuş gibi şimdi de kokusu içine yerleşiyordu. "Araban biraz fazla ..." deyip duraksadı Melek. Doğru kelimeyi aradı bir süre. "Mükemmel?" Pamir sorarcasına kadının yüzüne baktı. Yüzünde kendisinin bile fark edemediği bir tebessüm oluşmuştu. Melek kaşlarını çatıp başını iki yana sallayınca Pamir'de kaşlarını çattı. "Rahatsız edici."    Bir nefeste döktü düşündüğünü Melek. Yüzünden içten göz bebeklerine ulaşan büyük bir gülümseme oluşmuştu. Omuzlarını silkip önüne dönmeye çalışsa da Pamir'in yoldan bakışlarını ayırmadan gülümsemesiyle bundan vazgeçti. Bu görüntüyle kalbi göğüs kafesinde hırpalanıyordu. Utanmasa sakinleşmek için elini kalbinin üstüne bastıracaktı. "Melek, kızımın kalbini kırıyorsun."    Pamir'in oyunbaz sesiyle kendine geldiğinde küçük bir kıkırtı döküldü dudaklarından. Arabanın ön kısmına doğru eğilip, elini torpidonun hemen üstüne koydu. "Özür dilerim. Lütfen kabalığımı affet." Dedi o da Pamir'in oyun oynayan haline katılarak.    Pamir gözünü yavaşça yoldan ayırıp Melek'in neşeli haline baktı. Işıldıyordu genç kız. Özellikle gülerken rengarenk oluyordu etrafı. Onunla beraber etrafındaki nesnelerde gülmeye başlıyordu. Menekşe bakışları koyulaşıyor, dudakları eşsiz bir şekilde kıvrılıyordu. Ama yine de Pamir, Melek'in ona bakarken etrafında kanat çırpan serçeleri göremiyordu. Kadının ayan beyan ortada olan güzelliğinden başkasına kördü gözü. Bu yüzden de kalbini değil anca aklını koyabilirdi ortaya. "Okula gidiyordun değil mi?"    Melek'in kendine doğru eğilip sorduğu soruyla düşündüklerinden uzaklaştı. "Hayır." Deyip tek bir kelimeyle yanıtladı. Doğru da söylüyordu üstelik. Tamamlaması gereken birkaç dersi olduğu için dönmüştü dondurduğu okuluna. O yüzden de mümkün olabildiğince az gidiyordu. Son birkaç yılda yaşadıkları kimseye itiraf edemese de kendine de ağır geliyordu. "E o zaman beni buralarda bir yerlerde bırak sen, geldik sayılır nasıl olsa."    Melek telaşla kuruyordu cümlelerini. Pamir etrafındayken de hep böyle hissediyordu. Adama yetişmeye çalışıyor gibiydi. Zordu, nefes nefese kalıyordu ama yine de vazgeçemiyordu. Elini hızla saçlarının arasından geçirip derin bir nefes aldı. Melek'in nefesi bile içinde asılı kalıyordu. Ondandı bu eksik hali. Arabanın içine dolan telefon sesiyle aldığı yarım yamalak nefesini de tuttu. Pamir yavaşça iki koltuğun arasında kalan küçük bir bölmeyi açtı tek eliyle. Israrla çalan telefona gözlerini kısarak bakmış, nefesini dişlerinin arasından vermişti. Melek de kaçamak bir şekilde ekrana bakınca aydınlanan "Derya" ismini gördü ve başını hızla camdan tarafa çevirdi. Kızamıyordu Derya'ya. Pamir böyle göğsünün altında yeni bir mevsim açtırmasaydı da kızamazdı. Kaburgalarının üzerindeki yaraya üflemese bile kızamazdı. Ama yine de canının yanmasını da engelleyemiyordu. Kirpik uçları sızlıyordu Melek'in. Susmayan telefonla derin sesli bir nefes aldı. "Açmayacak mısın?" dedi başını Pamir'den yana çevirmeden. Adama bakmasa bile canının ondan tarafa yürüyen yanını durduramıyordu. "Hayır." Pamir'in net ve duygudan yoksun sesi kulaklarına dolunca gözlerini de ona doğru çevirdi. Biraz önceki neşeli hali çabuk dağılmıştı. Bakmıyordu Pamir. Gözlerini çevirip Melek'in parçalara ayrılan tenini görmüyordu. Gerçi baksa, buz mavilerini kadının teninin üstünde gezdirse fark edecek miydi bilemiyordu Melek. "Neden?"  telefonun sesi bir kez daha aynı ısrarla çalmaya başlayınca sorusu havada asılı kaldı Melek'in. Pamir telefonu kapatıp aynı bölmeye yerleştirdi sessizce. Melek korksa da sorusunun cevabını merak ediyordu. Derya'nın hayatının neresinde durduğunu, Pamir için ne ifade ettiğini bilmeye ve içinde dönen bu muharebeyi Pamir'in sonlandırmasına ihtiyacı vardı. "Canım istemiyor."    Pamir omzunu silkmişti dudaklarından cümlelerini dökerken. Uzun nedenler sıralamaya ihtiyacı yoktu onun. Olanı olduğu gibi ifade etmeyi sever, süslü cümleler kurmazdı.    Başını yavaşça Melek'e çevirip menekşe gözlerinin donuk, anlamaya çalışır gibi baktığını fark etti. Kadının kanat çırpan bir kırgınlığı vardı. sanki genç kızın yörüngesiymiş gibi etrafında dolanıyordu bu kırgınlık. Ama yine de üzerine alınmadı Pamir. Kadının sol kaburgasını kıran acının nedeni olmadığını iddia etti kendince. Bu inadın onu da Melek'i de kör bir uçuruma yuvarlayacağını bilmiyordu.    Arabayı sevdiği mekanın önünde durdurunca Melek'in kaşlarını çatarak kendisine baktığını fark etti. "Gel hadi bir kahve içelim." Konuşurken bir yandan da emniyet kemerini çözmeye niyetlenmişti. "Ben kahve sevmem ama."    Melek'in savunmasız sesiyle kemerindeki elini durdurup kadının kirpiklerini kırpıştırmasını izledi. Kadın sevmeyebilirdi, bu ayrıntı Pamir'in umurunda bile değildi. Yine de kemerini çözdükten sonra kadına dönüp fısıldadı. "Sevmeyi öğrenirsin o zaman."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD