Sabahın erken saatlerinde, güneş henüz yükselmeden Miran otelden çıktı. Bavulunu arka koltuğa bıraktıktan sonra direk havaalanına geçti. Bugün yapılacak olan genel kurul toplantısı yüzünden gergindi. Her ne kadar kendine güvense de, üzerindeki sorumluluk çok büyüktü.
Poyraz amcası onun için sadece bir akraba değil, aynı zamanda baba yerine koyduğu, çocukluğundan beri güçlü karakterini idol olarak gördüğü biriydi. Bu şirketi yıllar boyunca büyüten, herkesin saygı duyduğu isimdi. Miran onun yüzünü kara çıkarmamak için elinden geleni yapmaya hazırdı.
Ancak hem devraldığı aşiret hem de şirket, düşündüğünden çok daha karmaşıktı. Mardin'de işler farklı yürüyordu. Bu şehir, onun en ağır kayıplarını taşıyordu. Babasını burada kaybetmişti, annesi onu burada bırakıp gitmişti. Şimdi o geçmişle yüzleşmeye mecburdu. Bu dönüş, sadece bir toplantıdan fazlasıydı...
Uçak havalandığında sessizdi. Yakının da oturan hostes, üzerindeki şık kıyafetlerden ve yakışıklılığından etkilenmiş, sürekli ona bakıyordu. Esmer saçları, Koyu kahverengi gözleri, düzgün yüz hatları, kalın kaşları ve hafif dalgalı saçlarıyla Miran, gerçekten de dikkat çekiciydi. Üzerindeki koyu lacivert takım elbise, vücudunun atletik yapısını mükemmel bir şekilde ortaya çıkarıyordu.
Miran, hostesin bakışlarını fark etmemeye çalıştı. Ama, Kadın arada bir dönüp göz ucuyla bakıyor, durduk yere kemerini kontrol ediyor gibi yapıyordu. Miran alışkındı bu ilgilere, ama hiçbirine umut vermiyordu.
Çünkü kadınlar, hep terkederdi. Ve o bir kadın tarafından daha terkedilmeyecekti...
Hostes, nihayet konuşmak için cesaretini topladı.
Mini eteğini düzeltti, ve beyaz gömleğinde göze çarpan göğüs dekoltesini öne çıkararak yaklaştı.
"İlk defa mı geliyorsunuz Mardin'e?" diye sordu hostes, gülümseyerek.
Miran nazik bir şekilde başını salladı:
"Hayır, memleketim burası. Uzun zamandır gelmeye fırsatım olmamıştı."
Hostes biraz daha cesaret bularak:
"Vay be, hiç Mardinli'ye benzemiyorsunuz. Çok modern, çok şık bir beyfendisiniz...."
Miran hafifçe gülümsedi:
"Teşekkür ederim." dedim. Ama sohbeti devam ettirmediği için hostes yüzü düşerek uzaklaşmak zorunda kaldı.
Biraz sonra, uçak inişe geçti.
Miran pencereye döndü. Aşağıda taş evler, dar sokaklar görünmeye başlamıştı. Uçağın alçaldığını anons ettiklerinde kalbi hafifçe sıkıştı. Yıllar sonra bu topraklara dönmek... İçinde garip bir ağırlık oluştu.
Uçak piste indiğinde telefonu çaldı. Arayan Zühtü Ağa’ydı.
“Aslanım! Karşılamaya geldi adamlar, Kapıda bekliyorlar seni ha!” dedi tok sesiyle.
Miran, ''Tamam Ağam, çıkıyorum az sonra bende.'' dedi.
Mardin Havalimanı küçük ama yoğun bir yerdi. Bavul kuyruğunda beklerken etrafındaki hosteslerin, yer görevlilerinin bakışlarını fark etti. Bir kısmı tanıyor gibi bakıyor, bazıları fısıldaşıyordu. Uçakta konuşmaya çalışan hostes de aralarındaydı.
“Bu adam kim acaba?”
“Acayip karizmatik...”
“Şu takıma bak. Adam film sahnesinden çıkmış gibi...” diye fısıltılar yayılıyordu...
Miran, bu tür dikkat çekmeye alışkın olduğu için fazla aldırmıyor, sadece gülümseyerek yoluna devam ediyordu. Avrupaya göre türkiyede daha çok ilgi çektiği ortadaydı.
Kapıya doğru yaklaştığında, dışarıda düzülmüş sıra halinde onlarca siyah araba gördü. Mercedes, BMW, Audi... En önde parlak siyah bir Mercedes S-Class duruyordu. Arabaların yanında takım elbiseli aşiretin adamları bekliyordu.
İçlerinden biri mırıldandı:
“Vali mi bu? Yoksa mafya mı?”
Bir diğeri:
“Yok kızım, kesin aşiret mensubu... Hem de en havalısından.”
Bir grup genç kadın hostes kahkahalarla gülüyordu:
“Ben böyle aşiret tiplerini çok beğeniyorum.” dedi.
Diğer bir arkadaşı ise kadını bozdu hemen, “Yarın düğün, öbür gün kuma... İyi düşün bence.” diyerek güldü.
Miran bu konuşmaları duymuş, eğlenceli bulmuştu. En azından Ağalıkla ve kumalıkla ilgili saçma fantezileri yoktu. Oldukça gerçekçi konuşuyorlardı. Gülümseyerek arabaların olduğu yere doğru yürüdü.
En önde bekleyen uzun boylu, geniş omuzlu, esmer bir adam ona doğru hızla yürüdü.
Yaşı kırklı yaşlarda, saçları yanları kazınmış, üstteki kısım jöle ile taranmış modern bir tarzda. Gözleri ela renkli, yüz hatları sert ama sadık bir ifade vardı. Üzerindeki koyu gri takım elbise, vücudunun atletik yapısını belli ediyordu.
Hakan'dı bu adam. Poyraz amcasının yıllarca hizmetini yapmış, sağ koluydu. Şimdi ise Zühtü ağanın sağ koluydu ve konağın tüm güvenliğini o yönetiyordu... (Hakan bey, yeni kitaba hoşgeldiniz efenim) 🤭
“Miran Bey, hoş geldiniz!” dedi elini uzatarak.
Miran resmiyetle gülümsedi, elini sıktı.
''Hoşbuldum, Hakan Bey'' dedi.
Ama daha fazla ciddi duramadı, kahkaha atarak sarıldı:
“Hakan Abim! Seni görmek ne güzel! Özlemişim seni!”
Hakan da gülümsedi:
''Miran ağam asıl ben sizi özlemişim yav, bu ne yakışıklılıktır. Ateşoğulları hep böyle özel üretim erkekler mi oluyor nedir, Diğer aşiretlerin kızları sizi kaçırmasın. Namusunuzu temizlemek peşinde koşmayalım sonra." dedi.
Miran güldü:
“Sen varken kimse bana yanaşamaz zaten Abi.” dedi ve araca yürümeye başladı.
Kemal, arka koltuk kapısını açarken araya girdi:
“Zühtü Ağa şirkette seni bekliyor. Direkt geçelim.”
Miran başını salladı:
“Gidelim.” dedi. Ve hızla yola koyuldular.
Araç havaalanından çıkarken Mardin'in sabah trafiğine karıştı. Dar sokaklar, yokuşlu caddeler, taş evlerin gölgeleri... Her yer çocukluğunu hatırlatıyordu. Ama bu sefer bir misafir gibi değildi.
Hakan, direksiyonda gözünü aynadan Miran’a çevirdi:
“Nasıl geçti yolculuk, Miran Bey?”
“İyiydi abi, teşekkürler. Şirkette durum nasıl?” diye sordu Miran, beklediği cevabın çok da iç açıcı olmadığını bilerek.
Kemal’in yüzü ciddileşti:
“Açıkçası gerilim büyük. Settar Ağa, birkaç haftadır çok aktif. Sürekli ortaklarla gizli toplantılar yapıyor. Hissedarları ikna etmeye çalışıyor. Aşiretin, Bazı aile büyüklerini de yanına çekmiş.” diyerek homurdandı.
Miran başını camdan dışarı çevirdi.
“Tipik Mardin,” dedi içinden. “Ben de artık bu yılan yuvasının içindeyim işte.” dedi..
Gözleri ise sokaklara dalmıştı...
Dakikalar sonra şirkete geldiler. Mardin'in şehir merkezinde, modern cam cepheli, on katlı bir binada kurulmuştu; İrfan Holding. (Ahh ahh bilmezmiyiz, Lina ve poyrazın az ofis fantezilerini okumadık burda. Darısı yeni çiftimizin başına.) 🤭
İçeri girdiklerinde resepsiyondaki görevli ayağa kalktı:
“Hoş geldiniz, Miran Bey,” dedi saygıyla.
“Teşekkür ederim,” diye karşılık verdi Miran.
Asansörle dokuzuncu kata çıktılar. Katın tamamı yönetime aitti. Cam bölmelerle ayrılmış odalar, toplantı salonları ve Miran’ın ofisi... Poyraz amcasından devraldığı ofis dairesinin kapısında kısa bir an durdu. Derin bir nefes aldı.
O sırada karşıdan biri hızla yaklaştı. Sarı saçlı, mavi gözlü, orta boylu bir adam. Koyu mavi takım elbisesi şıktı.
“Hoş geldin kardeşim!” dedi.
Miran bir anda gülümsedi.
“Ercan! Nasılsın, Kardeşim?”
Bu adam, Ercan Yılmaz’dı. İrfan Holding’in mali işler müdürü. Aynı zamanda Miran’ın üniversiteden en yakın arkadaşıydı. Yıllar önce Miran’ın çağrısıyla İstanbul’dan gelip şirkete katılmıştı. Şimdi yıllardır şirketin demirbaşlarından biri olmuştu.
Ercan sıkı bir sarıldı, Miran'a,
“İyiyim ama sen nasılsın? Bugünkü toplantı kolay geçmeyecek gibi görünüyor.” dedi.
Miran başını salladı.
“Biliyorum ama hazırız değil mi? Onlar korksun kardeşim!” dedi.
“Aynen öyle Kardeşim, Hazırız.” dedi Ercan güvenle. “Tüm raporlar elimde. Settar’ın ortaya atacağı her iddiaya cevabımız var. Rakamlarla konuşacağız.”
Birlikte ofise girdiler. Geniş ve aydınlık bir odaydı. Duvarda büyük bir tablo gibi Poyraz Bey ve Lina’ın portresi asılıydı. (Ahh ahh buralardan bir Ateşoğlu çifti geçti be!')
Masanın arkasında Mardin manzarasına bakan dev pencereler vardı. Ercan kahve ikram etmek için dışarı çıktı.
Kapı kısa süre sonra yeniden açıldı. İçeri, Miran’ın gözlerinin dolmasına neden olan bir adam girdi.
Zühtü Ağa...
Altmışlarında, saçları kırlaşmış, bakışları sıcak, göbeği hafif çıkmış ama hâlâ dimdik yürüyen bir adamdı. Zühtü Ağa, Miran'ın yaşayan en eski akrabasıydı. Rahmetli babasının dayısıydı. Miran için ise hep bir dayanak olmuştu.
Zühtü Ağa, “Aslanım! Hoş geldin!” dedi içtenlikle.
Miran ayağa kalktı, sarıldı.
“Hoş bulduk Ağam, Nasılsın?”
“İyiyim Aslanım, Rize nasıl geçti? Tahir’in düğünü güzel miydi?”
Miran, “Güzeldi. Tahir mutlu oldu, görevimi yaptım içim rahat Ağam” dedi gülümseyerek.
“Banu da sana çok selam söyledi. Konakta pabucum dama atıldı, Akşam için oğlum gelecek diye ziyafet hazırlıyor..” diyerek güldü.
Miran başını salladı.
“Bende çok özledim, Banu Anneyi..” dedi.
Biraz sonra bu mutluluk gerini, hafif bir gerginliğe bırakmıştı.
Zühtü Ağa'nın yüzü ciddileşti. Sandalyeye oturdu, bastonunu dizine yasladı.
“Oğlum, bu toplantı zor geçecek. Settar iyice hazırlık yapmış. Hissedarların yarısından fazlasını kendi tarafına çekmiş, İt soyu!''
Miran kaşlarını çattı:
“Nasıl? Ne vaat ediyor ki bu kadar etkili olmuş?”
Zühtü Ağa, “Kar payı sözü veriyor. Yeni pazarlara açılacağını söylüyor. Bir de senin genç ve tecrübesiz olduğunu iddia ediyor.” dedi. Yüzünü buruşturarak...
Miran, masadaki rapor dosyasını aldı.
“Şirketin son üç yılda gösterdiği büyümeyi ben sağladım. Bunları şans mı sanıyor?”
Tam o sırada Ercan kahvelerle içeri girdi. Hemen söze katıldı.
“Şans mı demiş, şerefsiz! Son üç yılda şirketin cirosu yüzde altmış arttı. Net kar ise neredeyse ikiye katlandı. Her şey belgeli.”
Kahvesinden bir yudum alan Zühtü Ağa devam etti:
“Yine de dikkatli ol. Bazı hissedarlar sadece paraya bakıyor. Onları kazanmak için rakam yeterli değil, güven de vermeliyiz.”
Miran başını salladı.
“Anlıyorum. Bugün sadece şirkete değil, aşirete de konuşacağım. Onlara göstermemiz gereken, Toprak gücümüz olmalı!”
Ercan söz aldı:
“Settar’ın yanında dört-beş kişi olacak. Bizde sen, ben, Zühtü Ağa... Bir de Muhsin Ağa.”
Miran bir an duraksadı.
“Muhsin Ağa bizim tarafta mı?”
Muhsin Ağa... Kara Aşireti’nin başı. Yetmişli yaşlarda, bölgenin en etkili isimlerinden. Sözü altın değerindeydi
Miran şaşırmıştı, Geçmişte yaşananları Küçük bir çocuk olsa da hatırlıyordu. Muhsin Ağa'nın irfan aşiretine karşı yıllar önceden kini kalmamışmıydı?
Ama asıl düşündüğü, Zühtü Ağa'ydı...
Yıllar önce Muhsin'in Züla'ya ve kızı Kardelen'e yaptıklarından dolayı. Onu burda görmek Zühtü ağanın canını yakar mıydı? (Bu hikayede iyi de olsan, biz seni sevmiyoruz Muhsin!) 😒
Miran yutkundu, ''Peki Dayım, senden yana sıkıntı olmayacak mı? O adamın olduğu ortamda bulunmak'' diye sordu.
Zühtü Ağa başını salladı:
“Evet. Herifi görmek bile kanıma dokunuyor, Ama, O konuşunca diğerleri de susar. Ben hakkımı ahirete devrettim oğlum! Şimdi tek gayem seni ve aşiretimizi korumak.” dedi..
“Tamam,” dedi Miran. “O settar itine, ne toprak ne yönetim vermeyeceğiz Dayım. Endişen olmasın..”