3

2625 Words
Birinin hissettiklerini asla söyleyememesi devasa bir acıdır.* Alışılmış bir durum olarak kuşların henüz yeni uyandığı ve Güneş’in doğup doğmama konusunda kararsız kaldığı, gökyüzünün turunculu sarılı açık renklerini kusursuzca bize bir moda defilesi gibi sunması ile gözlerimi açtığımda başucumda olan telefonuma uzanarak bugünün planlarına bakınmak yerine uzun zamandır bakmaya fırsat bulamadığım sosyal medya hesaplarına bakınmaya başladım. İnsanların sahte gülücüklerle ve yapmacık sözleri ile dolup taşan sosyal medya platformlarının lanetinden hızlıca kurtularak bir şarkı açıp bilgisayarımı çantasına koyarak dağınık olan yatağımın üstüne bıraktım. Dolabımın karşısına geçerek elime ilk aldığım son bahar kırmızısında düz, biraz bol olan gömleğimi ve dün giymiş olduğum siyah pantolonumun diğer yedeklerinden birini alarak yatağın üstüne bırakıp banyoda huzurla sıcak suyun altına kendimi bıraktım. Sıcak su bedenimi yavaş yavaş kaplarken sonunda günün gerçek anlam ve önemi gözlerimin önüne gelmişti; yeni çıkacak olan marka için ve Salih amca ile geçecek olan iki önemli toplantım vardı. Yetmezmiş gibi yeni gelecek olan ürünler için düzenlenecek lansman balosunun davetiyelerini hazırlamak ve yeni ürünlerin stantlarını hazırlamamız gerekiyordu. Sıcak su her şeyin ilacı olması gerekirken bedenime daha da çok yük bindirmiş gibi hissettirmesi hoşuma gitmemişti. Duştan çıkarak bedenimi kuruladıktan sonra yatağın üstüne bırakmış olduğum kıyafetlerimi giyip makyaj masamın önüne oturdum. Toplantılarımın olmasından dolayı kendi şirketimin ortak markalarından birinin kırmızı ile bordo arasında garip bir tondaki farını alarak çok hafif bir şekilde göz kapaklarımı süsledikten sonra rimel sürerek, dudaklarımın üstünden nude tonlarında bir ruj geçerek sonunda aynanın önünden uzaklaştım. Üzerime dün akşam geçirdiğim bol siyah hırkayı alarak sonunda evden çıkmam gerektiğine karar kılıp ayakkabı dolabımdan çok yüksek topuğu olmayan, bilekten bağlamalı topuklularımı geçirerek kapımı kilitleyerek sessiz ve korkutucu olan apartmanımı dinlemeye başladım. Mükemmel apartmanda tek bir ses bile çıkmıyordu, her aile bir virüs ile ölmüş de bana haber vermeyi unutmuşlar gibi bir havaya sahipti. Her an merdivenlerde biri üzerime atlayarak kendisini uzaylı diye tanıtacak, beni zorla kendi ile evlendirecek ya da tüm paramı almaları için bir senet imzalatacak ve kalıntılarım bulunamaması için her bir parçamı kıyma yapacaklarmış gibi hissediyordum. Kendimi dış kapıdan güneşin ılıklığına bıraktığım anda her düşüncemin yok olmasını beklerken apartmanımın önünde duran siyah, lüks arabadan dolayı tüm düşüncelerim zihnimde onay almaya başlamıştı. Ankara’nın en büyük mafyalarından biri beni kaçırarak, canımı tonlarca işkenceye maruz bırakarak alacaklarına o kadar çok emindim ki arabanın içinden beyaz tişörtü ile gri, boru kesim pantolonlu; kel olmadığına hala inanmadığım güzelim saçlarını atkuyruğu yapmış mağara adamı Ateş Karabulut’un çıkması mafyalardan da kötüydü. ‘’Burada ne işin var senin?’’ dedim otoriter bir ses tonumla. Beni baştan aşağı süzdüğünü hissettim. Saçlarımızı ikimiz de atkuyruğu yapmıştık ve onunki dağınıklığı ile iğrenç benimki ise gayet özenle toplandığını belli olan güzel bir atkuyruğuydu. ‘’Öncelikle at kafalı; bir daha benim suratıma telefonu kapatırsan seni et niyetine millete dağıtırım ve babam seninle acil bir toplantı yapmak istiyor.’’ ‘’At kafası sensin, beyin yerine elma taşıyan yaratık. Evimi nereden buldun ve sana ihtiyacım olduğunu falan mı sandın? Taksi ile gelirim ben, defol git.’’ Dedim arkamı dönüp yürümek istesem de bir göz kırpmama yarışına girmiş olduğumuzu hissedip, hareket bile etmeden mavi gözlere odaklandım. Gözlerim kırpmamaktan yaşarsa ve bunun sonunda makyajım akacak olsa bile rekabetten kaçmak korkaklıktır. ‘’Geliyorsun! Hemen!’’ dedi gözlerini kırpmadan birkaç saniye önce. ‘’Gözlerini kırptın!’’ dedim kendi gözlerimin de oluşan yaşları yok etmek istermişçesine elimi sallayarak. ‘’Ne?’’ ‘’Yarış yapmıyor muyduk?’’ ‘’Bu dünyada en son yarış yapacağım mal sen olurdun.’’ ‘’Eh sen mal bile olamazsın.’’ Dedim. Yer çekiminin olmadığı bir ortamda insanlar süzüldüğünü veya uçtuğunu hayal ederlerken ben Ateş Karabulut’un tek kolunun arasında sıkıştırılmış bir futbol topu gibi hissediyordum. Dış kapının önünden Ateş’in arabası arasında üç beş adım varsa Ateş iki adımda dibimde bitip beni kolunun altına sıkıştırmış, iki adımda arabasına binip ön koltuğa beni fırlatırmışçasına attıktan sonra kapıyı da kilitleyerek yan tarafımdaki koltuğuna tüm kızları düşüreceğine inandığını düşündüğüm bir yavaşlıkta oturmuştu. Bir mafyanın beni kaçırmasından daha kötü bir şey varsa o da bir mağara adamı ile aynı araba sınırları içerisinde olmamızdı. O güçlü ve bir mağara adamıydı fakat bir kadın olarak en büyük kozum olan fazla konuşma becerimi açarsam beyni sesimi duymaktan patlayabilir ve bu savaştan kazanç ile ayrılabilirdim. Bir kadın çenesi ile toplu katliam yapabilirdi ama hep yüksek mertebe saygınlığımızdan dolayı milleti delik deşik ederek tarihe imzamızı atmıştık. Aslında onca bilime adanmış, mükemmel eserler vermiş ve yaşamı değiştirmiş kadınları unutmak ayıp olurdu fakat bir erkeğe karşı vahşi kadınları hatırlamak daha cazipti. Bir yerde okumuştum; bir kadın aldatıldığı için eşinin cinsel organını keserek yemek yapmıştı. Bir kadın daha vardı ki; dövmeli olan herkesi öldürüp, dövmeli derilerden koleksiyon yapıyormuş. İkisinin de birbirinden psikopat olduğunu kendi kendime onayladıktan sonra Simge’den örnek alabileceğimi düşündüğüm öldürücü bakışlarımı Ateş’e doğru çevirdim. ‘’Ne yaptığını sanıyorsun ya?’’ diye bağırdım çoktan apartmanımın önünden uzaklaşmaya başlamışken. ‘’Önemli bir toplantım var ve senin yüzünden onu kaçıracağım. ‘’ ‘’Simge’ye söyledim, toplantını birkaç saat erteledi.’’ ‘’Pardon ama hayatıma karışabileceğini kim söyledi sana? ‘’ ‘’Kimseden emir almam ben senin gibi.’’ ‘’ Kusura bakma Ateş Karabulut ama ben kimseden emir almadım bu güne kadar. Kendi ailesinden kaçmak için İstanbul’a kaçan birisinin bunu demesi komik.’’ Tek bir kelime dahi etmeden asfaltların üzerinde konforundan dolayı süzülerek Karabulut şirketinin önüne geldiğimizde sinirle bana bakındı. Omuz silkerek ondan önce çıktığım arabadan ardımdan gelerek aynı anda asansöre binmiştik. ‘’Babamın yanında bana çemkirme.’’ Dedi. ‘’Sen çemkirme. Karı kılıklı.’’ ‘’Gergedan!’’ ‘’Memnun oldum, bende Sıray.’’ ‘’Dünyadaki tüm Sıray’lar seni çeneleriyle öldürsün tamam mı?’’ ‘’Bu dünyadaki son insan sen olsan, seninle asla ama asla görüşmezdim.’’ ‘’Ben sanki seninle görüşmeye çok meraklıyım.’’ ‘’Olma da.’’ Dedim ve asansörden ilk önce dışarıya adım atarak Salih amcanın odasına uçtum. Gerçekten de uçmuştum. Japonya’nın üzerine inen atom bombası, Grey’in üzerine atlayan Ana, fare görünce delirmişçesine koşmaya başlayan kedi ve Ateş bozuntusunun sinirlerini bozması üzerine sinir küpü olan Sıray Mert gibi. Salih amca alnının tam ortasına basketbol topu geliyormuşçasına bana bakarken sakin olmaya çalışarak dün oturduğum koltuğa usulca oturarak bilgisayar çantamı ve bel çantamı yere bıraktım. Ateş ağır adımlarla bir romantik komedi dizisi oyuncusu gibi karşıma oturduğunda gözlerimi devirmemek için kendimi sıkmaya başlamıştım. ‘’Günaydın Salih amca.’’ Dedim normal bir güne başladığım yalanını kendime inandırmaya çalışarak. ‘’Günaydın güzellik.’’ ‘’Aslında hiç gün falan aymadı. Sabahın köründe bir mağara adamı görmek ne kadar aydın olur ki?’’ ‘’Sensin mağara adamı.’’ Dedi Ateş karşımda bana dik dik bakınarak. Salih amcanın iç geçirdiğini duydum. ‘’Siz ikiniz çemkirmelerinizi biraz sonraya bırakıp iş hakkında konuşmaya ne dersiniz? Sıray, teklifimiz için ne düşünüyorsun?’’ ‘’Harika bir teklif olduğunu düşünüyorum Salih amca. Yeni bir marka çıkartacağım için benim açımdan çokça iyiliği dokunurken sizin şirket içinde yeni bir macera olacağını hissediyorum. ’’ ‘’Elbette fakat senden bir ricam daha var.’’ ‘’Elbette!’’ ‘’Arkadaşın Simge ile haftada üç gün burada çalışmanızı istiyorum.’’ ‘’Peki, ama neden?’’ ‘’Sıray’ın algılama ve anlama özürlülüğü var baba, unuttun mu?’’ dedi beyinsiz uzun saç. ‘’Sana ne be kel.’’ ‘’Saçım senin saçlarından güzel bir kere.’’ ‘’Hala kelsin ama köse!’’ ‘’Sümüklü.’’ ‘’Çünkü!’’ diye sesini yükseltti Salih amca. ‘’İkinizin makyaja yeteneği olduğunu biliyorum ve bu şirketteki kimse sizin kadar iyi makyaj yapıp, malzemeleri sunamayacaktır. Bu yüzden burada mini sunumlar yapmanızı istiyorum.’’ Salih amcanın dediği şeyin doğru olduğunu biliyordum ama kendi şirketimin yönetimini ellerimde tutamayacak ve daha da çok iş birikecekmiş gibi hissetsem de burukça gülümsedim. ‘’Pekâlâ, Salih amca burada üç gün olursa ben kendi şirketimi yönetemem ve biliyorsun ki sıfırdan bir oluşum olarak Mert Şirket’i bu hale geldi ve ipleri henüz elimden bırakmak istemiyorum. Simge burada üç gün boyunca çalışabilir ama benim maksimum gelebileceğim gün sayısı iki olur. Bir de önce sekreterlerinizden başlarım haberiniz olsun!’’ ‘’Sadece onlara değil Sıray. Buraya gelecek olan her genç bayana öğreteceksiniz.’’ ‘’Eh o da olur.’’ Dedim ve Salih amcanın bana uzatmış olduğu anlaşmayı imzalayarak gülümsedim. Ateş’in keskin ve salakça bakan gözleri tüm bedenimin üzerinden geçerken ona dönüp kaşlarımı çattım. ‘’Ne bakıyorsun? Ayı mı oynuyor?’’ ‘’Evet.’’ ‘’Oyna da eğlenelim o zaman.’’ ‘’Seni alacak adama acıyorum biliyor musun?’’ ‘’Beni alacak olan sen olmadığın için kendine acımalısın.’’ ‘’Seninle asla evlenmem.’’ ‘’Bende!’’ dedim ve Salih amcaya veda bile etmeden sinir küplerine binerek oradan ayrıldım. Taksiye bindiğimde yemin ederim ki adama silah tutmuşum da zorla banka soymaya götürüyormuşçasına oluşmuş olan bir yol tarifinde sakinleşmeye çalışarak kendi şirketimin huzurla dolu sınırlarına girdiğimde rahatlamıştım. Benimle evlenmezmiş, ben sanki onunla evlenirdim de.   ** ATEŞ   Sinirle saçlarımın arasına parmaklarımı soktuğumda sabahın köründe uyanmanın sarhoşluğu ile dakikalarımı harcadığım saçlarımı mahvetmiştim. Sıray Mert; doğduğu ilk saniyeden bu yana hayatımda olan, lise hayatım boyunca benimle dalga geçerek ardımdaki tüm belaları uzaklaştırdığına dair dinlediğim tonlarca dedikodular yetmezmiş gibi, çocukluğumun da adeta bir kâbusuydu. Hangi insan kaydıraktan kayan bir çocuğun alnının tam ortasına kum dolu olan kum kabını vurup kahkaha atabilirdi ki? Sıray Mert dışında hiçbir çocuğun o kadar zalimce büyüdüğüne inanmıyordum. Babam bana milyonlarca öğüt söylemek istediğini belli eden bakışı ile sinirle ayağa kalktım. Lisedeyken çelimsiz, sivilceli, saçı sakalı olmayan bir köseydim ve hatta diş tellerim de vardı ama artık lisede değildim ve Sıray’dan kaçtığım için gittiğim İstanbul’da her şeyden çok kendimi geliştirmiştim. Onu ilk gördüğüm andan beri seven, hayatıma soktuğum her kadın ile onu sevdiğimi anlamaması için çabalar sarf eden ve en sonunda ondan kaçarak tek bir fotoğrafına hayranlıkla bakındığım İstanbul yıllarını tekrar geride bırakarak, iyileştiğimi ve Sıray’ı sevmediğimi düşünerek geri dönmüştüm. ‘’Ateş.’’ Dedi babam sakin olduğunu belli eden bir ses tonuyla. ‘’Sıray ile aranızda neler var bilmiyorum ama neden bu sorunları konuşarak halletmiyorsunuz?’’ ‘’Bir sorun falan yok baba, çocukluğunu hatırladığın o kadın hala, hiç değişmemiş olan ama benim değişeceğini düşündüğüm o kadın.’’ ‘’Bana hala Sıray’ı sevdiğini söyleme. Tamam, her ne kadar fazla kız arkadaşın olmamış olsa da Sıray’ı mezuniyetten sonra unuttuğunu düşünüyordum.’’ ‘’Ben de ama unutmamışım işte baba.’’ ‘’Peki, o zaman bu laf savaşları da ne Ateş? Seni bir bayana böyle davranırken ilk defa görüyorum.’’ ‘’O bir bayan değil, maymun!’’ ‘’Ateş!’’ babasının bağırmış olmasını aldırmadan kapıya doğru ilerledi. ‘’Yanlış laf kullandınız, ikiniz de. Çocukça hareketler yaptınız. ’’ ‘’Ne alaka baba?’’ ‘’İyice git düşün, akşam Sıray’ın ailesi ile yemeğe çıkacağız.’’ ‘’Ben yokum.’’ ‘’Sen zaten davetli değilsin.’’ Babamın ardımdan sinsi bir cadı gibi güldüğünü hissetsem de odamda beni bekleme olan dosyaları incelemek için odama geçtiğimde karşımda yıllardır yakınımda olmayan ama bir anda karşıma çıkan, lise yıllarında sırf aynı sınıfa düşebilmek için derslerinin her birinden kalan, çelimsiz vücudu ile tüm okulu döven Tuna Ardınç’ı görmek beni şaşırmıştı. ‘’Köye hoş geldin.’’ Dedim Tuna ile selamlaşarak. Lisenin ilk yılında tanıştığımız fakat Sıray ve benim için gerçekten tüm sınavlarında uyuyarak geçiren daha sonrasında ise aynı sınıfa düştüğümüz için fazlaca çalışarak geçen sene ardından küfürler savuran öğretmenlerini morartan, lise ikide ise Ardınç ailesi ile Karabulut ailesinin tanışması ile en yakın iki arkadaş olmuştuk. Tuna’nın tüm sırlarını ben, benim tüm sırlarımı ise Tuna biliyordu ki Sıray’ı sevdiğimi ve platonik bir şekilde davranmamı engelleme çalışmaları aklıma geldikçe burukça gülümsedim. ‘’Dün Simge bozuntusu kafama çanta indirdi ve senin lise aşkınla karşılaştım.’’ Dedi Tuna koltuğuna geri yayılmadan önce. Koltuğuma geçerken Tuna’nın Amerika’dan dönüşü ile ne kadar değiştiğini yeni fark edebilmişti, tüm geçmiş tanıdıklarım büyümüştü. ‘’Sıray’ın şirketi de artık bu şirkete bağlı dostum.’’ ‘’Senin canın sıkkın, hemen anlat ve Türkiye’ye dönüşüm üzerine gidip birini güzelce dövebileyim.’’ Dedi Tuna. Gözlerimi devirmemek için kendimi sıkarken Tuna’nın hiçbir şekilde köy ağası modelinden çıkmadığını fark edebilmiştim. Her zamanki çocuksu tavırları devam ederken Sıray’ı ilk anda gördüğümde hissettiğim tüm duyguları, onun değişiminin bendeki etkisini ve o nefret kusan laf yarışlarının her birini anlattım.  ‘’Sıray’ı döversem beni lime lime doğrarsın. ‘’ ‘’Sıray’ın adını ağzına alınca bile sinirleniyorum.’’ ‘’Dostum, öncelikle bu kızı hala seviyor olmana kızsam da Salih amca neyi ima ediyordu? ‘’ ‘’Ne bileyim? Sonuçta kendisi babam ve ona göre artık evlenme yaşım geldi, evlenmemi falan istiyor her halde…’’ ‘’Olabilir de olmaya bilir de. Belki de artık Salih amca da benim gibi Sıray’a olan aşkından dolayı iğrenmiştir senden ve bu yüzden de Sıray ile falan evlenmeni istiyordur. Sonuçta yabancıya gitmeyeceksin. ’’ ‘’Sevdiğimi bilsin ya da bilmesin, ben o kız ile evlenirsem katil olurum.’’ ‘’Bence sen şimdiden katil olmaya hazırsın, kendi ağzınla söyledin ya; onu görmek istediğin için evinden almaya gittiğini.’’ ‘’Ne yapayım adamım? Kızın karşısına geçip evleniyoruz mu diyeyim? Sence Sıray benim kollarıma atlar mı sanıyorsun?’’ ‘’Kollarına atlar ve seni o kollarla boğarak öldürür orada. Akşam Salih amca ile konuşsana.’’ ‘’Sıray’ın ailesi ile yemeğe çıkacaklarmış.’’ ‘’Uzaklardan evlilik kokusu alıyorum.’’ ‘’Susmazsan kan koku da almaya başlayacaksın.’’ ‘’Tamam, alt tarafı şaka yaptık. Salih amca ile konuştuktan sonra bu mevzu hakkında konuşuruz tekrar.’’ Babamın kutsal garip cümleleri ikimizin de zihnimizde yer edinirken Tuna’nın sekreterimden özel olarak odama istediği ve benim cinnet geçirmeme sebep olacak olan serpme kahvaltı macerasından sonra akşamın belli saatlerine kadar zihnimi dolduracak dosyalarla ilgilenmeye başlamıştım.   **   Ailem ile ortak yaşadığımız ve babamın yıllarca emek harcayarak satın aldığı evimizde tek başıma, televizyon karşısında kurulmuş; kafayı yemenin sınırları içerisinde oturuyordum. Babam ile doğru dürüst konuşmamız olmamız zihnimin üç yüz milyon tane farklı ütopyayı ortaya çıkartmasından kaynaklı ben yavaşça deliriyordum. Neden hala Sıray’ı seviyordum ki? Çünkü hala eski bendim ve sevdiğimi birisini asla bırakamıyordum. Babam ne demeye çalışmıştı? Büyük ihtimalle normal bir cümle söylemişti ama ben onu üç yüz milyon ütopya oluşturacak kadar büyütmüştüm. Neden kız şirketteydi? Çünkü güzel bir para kaldıracak ortaktı ve babam Sıray’ı bir saniye bile bırakmak istemiyordu. Daha fazla televizyonun gereksiz kalabalık gürültüsünü duymak istemeyerek kendimi soğuk suyun altına bıraktım. Saçlarımı kestirme fikri birkaç saniyelik zihnimde canlansa da bu düşünceyi hemen geride bırakmak için kendi düşüncelerim ile savaşa girmiştim. Lise yıllarında saçlarımın sürekli olarak sıfıra vurulmasından dolayı okulda benimle geçilen dalgalara inat olsun diye üniversite de uzatmış, daha sonra da kendim için en uygun tarz olduğunu düşündüğüm için saçlarımı kestirme gereksinimi bile duymamıştım. Duştan çıkıp giyinirken anne ve babamın eve geldiğini işitmiştim. Öz annem beni doğurduğu sırada ölmüştü ve babam benim psikolojimi de düşünerek kendisi için en doğru olduğunu düşündüğü kişi ile evlenmişti. Bunu ilk öğrendiğimde annemden ve babamdan nefret edecekmiş gibi saçma sapan düşüncelere girsem de annemin bana göstermiş olduğu sevgiden dolayı ikisinden de hiçbir şekilde nefret etmemiştim. Üzerime hiçbir şey almadan önce anne ve babamı tam yatak odalarına girerken yakalayabilmiştim. Annem için hala üç yaşındaki bir çocuk olsam da küçük boyu ile parmak uçlarında doğrularak bana sarıldığında onun saçlarının arasına küçük bir buse kondurarak gülümsedim. ‘’Baba konuşmamız lazım.’’ Dedim annem göz ucu ile babama öldürücü bakışlar göndererek yatak odasına girerken. Babam yorgun bir şekilde çalışma odasına doğru ilerlerken bugünkü iki aile yemeğindeki konuşmaları düşünmeye başlamıştım. ‘’Anlat bakalım.’’ Dedi babam çalışma masasındaki koltuğuna oturarak. Hemen önünde bulunun siyah, deri koltukların birine yerleşerek ona bakındım. ‘’Bana ne demek istedin?’’ ‘’Hala bu konuda mısın?’’ dedi babam gülümseyerek. ‘’Oğlum… Yirmi yedi yaşına geldin ve artık büyüdün. Kendi kararlarını almanda hiçbir sorun olmayacak, bunu biliyorum ama Sıray’ı ne kadar çok sevdiğini de biliyorum. Bazen aklıma şu sözün geliyor ‘Dokunmadan sevmek, gerçek sevgidir.’. Bu söz ile anneni daha fazla sevmeyi öğrenmiştim.’’ ‘’Baba konuyu saptırma.’’ ‘’Dinlersen saptırmadığımı anlarsın akılsız. Ben artık yaşlandım ve annende öyle, Allah bilir ki daha ne kadar yaşayacağız ve neler göreceğiz. Sıray ile birbirinize nefret duymanızı istemiyorum, adam akıllı karşı karşıya gelin ve konuşun istiyorum.’’ ‘’Ne yani onunla evlenmeli miyim? Kendi oğlunu uçurumdan atmaya mı çalışıyorsun sen baba?’’ ‘’Bazen gerçekten beyinsiz olduğunu düşünüyorum Ateş. Git evlen oğlum anladın mı? Ben seni kırk yaşında mı evlendireceğim ya da annen turşunu mu kuracak? Git evlen, yolda bulduğun kız ya da Sıray. Başımı şişirdin yine!’’ Dedi babam sinirle ayağa kalkmadan önce. ‘’Uyuyacağım ben. İyi geceler.’’ Gece boyunca gözüme tek bir uykunun girmemesinin sebebi babamın evlenmem için ısrar etmesiydi. Evlenmeyi elbette ki istiyordum ve bunun Sıray ile olmasını herkesten de çok istiyordum fakat bunu Sıray’ın bir saniyelik bile istediğini düşünmüyordum. Ve şu an en yakınımda olan tek kadın Sıray Mert olduğundan dolayı ona bu konuyu açmak zorundaydım. Hem de en yakın zamanda. *I. Civico & S. Parra – Kadın Savaşçılar, sayfa 40
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD