BÖLÜM 5

1123 Words
-------------- Düşler adası kaybettiği varlığa kavuşmanın umuduyla hareketlenmişti. Özlemişlerdi. Hayat dolu günleri, huzuru, sevinci… Tüm bu duygular ortalığı sarmıştı. Vahşi hayvanların inlerine çekilmesini sağlayacak kadar güçlü bir fırtına kopuyordu. Ağırladıkları misafir değerliydi. Pişdarın oğlu... Kraliyetin özü. Sürgünün üzerinden henüz yirmi yıl geçmişti. Buna rağmen asrın infazcısı seçilmişti. İmkansız mıydı? Bunun cevabını verebilecek tek kişi, yirmi yıl önce yok etmişti varlığını. Düşler adası, iki yıl önce kapamıştı ormanın bu kısmını. Burası, özlerin eviydi ve özle beslenirdi. Asırlardır yaptıkları buydu. Ancak öze ulaşabilmek için çocuklarına ihtiyaçları vardı. Onlarsa yıllar önce sürülmüşlerdi ana topraklarından. Orman, yeni infazcıdan korkmuş ve kilitlemişti kapılarını. Buna rağmen genç kadın içeri girmeyi başarmış ve ormanın sakladığı fısıltılara kulaklarını açmıştı. Güç, gücü çekmişti. Önüne geçmeye çalışmışlardı. İki yıl öncesinde genç adama engel oldukları gibi. Ancak bu kez başarısız olmuşlar ve kadının görülerine engel olamamışlardı. Şimdiyse karşılarında; saf kan olan kraliyet özü vardı. Yeni doğan öz için gelmişti. Sakinliğini tekrar bozan orman, korkuyla inledi. Topraktan çıkarak ikilinin çevresini saran sarmaşıklar, ormanın sınırlarında dolaşan infazcının gözlerinden gizlemeye çalıştı iki güçlü kanı. Ağaçlar onun girişine mani olmaya çalıştı. Ancak ada eskisi kadar güçlü değildi. İnfazcıysa yeni doğmanın verdiği güçle dolup taşıyordu. Anlaşılan güçlenen iç güdüleri, onu buraya sürüklüyordu. Asırlar önce gelen insanlar, özlerin yaşamını alt üst etmişlerdi. Bu yüzden orman sevmezdi kara kurtları, infazcıyı. Onların çocukları, infazcı tarafından sürgün edilmişti. Yıllardır kimsesiz ve güçsüz kalmışlar, vahşi hayvanların üremesine mani olamamışlardı. Tıpkı kara kurtların üremesine mani olamadıkları gibi. Sınırdan sızarak içeri süzülen Aran, koluna saplanan acıyla dizlerinin üzerine yığıldı. Gözleri acıyla kapandı, bedeni kıvrılarak küçüldü. İki yıl önce, bir kez daha yaşamıştı aynı acıyı. O günden geriye ufacık bir kabarıklık kalmıştı. Sol bileğinin hemen üzerinde minik bir karaltı. İnleyerek kıvranmaya devam eden bedeni gibi kasılan orman, çığlık çığlığa saldı rüzgarını. Yılların intikamını almak istercesine oradan oraya savrulan ağaçlar, rüzgarın yardımıyla yol aldı. Sular kıyıları dövmeye başladı. İnsanlar yaprak dökümünde dahi çıkmayan fırtınanın, onları hazırlıksız yakalayışına hayıflanarak koşuyorlardı mağaralarına. Güneşin önünü kapatarak günü gece yapan bulutlar, alçalarak ormanın yardımına koştuğunda Aran'ın acısı yerini ferahlığa bırakmıştı. Çevresinde dönen fırtına bulutlarının henüz farkında olmasa da bir şeyin farkına varmıştı. Orman canlıydı... ve ona kızgındı. Bir şekilde buradan uzaklaşmasını, geri dönmemesini istiyordu. Kolunu tutarak olduğu yerde uzanmaya devam etti. Kulağı yerde, dizleri karnındaydı. Fırtınanın tehdit eden varlığını duyumsayarak kapalı göz kapaklarını birbirine bastırdı. Yüzünü döven toprak ve dal parçalarına eklenen taşların verdiği acıyı gerilere itmeye çalıştı. Hissettiği bu nefretin bir nedeni var mıydı? Kardeşini bulamıyor oluşu, onu fırtınadan daha fazla korkutuyordu. Başını belaya sokmuştu ve babası onu başkasına vermişti. Dişlerine sıkarak öfkesine mani olmaya çalıştı. Ona ulaşmak zorundaydı. Biliyordu. Ona şimdi bulamazsa ölecek olsa bile geri dönmezdi. Büzüldüğü yerden kalkarak onu tehdit eden fırtınayı sırtına aldı. Önce tepedeki mağarayı kontrol etmeliydi. Belli ki iç güdüleri onu kardeşine değil fırtınanın ortasına getirmişti. Adımlarına hız katarak nerdeyse gözü kapalı ilerlediği yön, ormanın çıkışıydı. Arkasında kalan kısımda göz gözü görmezken mağaraya giden yolun açık olması şanslı olduğunu düşündürmüştü. Acı çekmesine neden olan sol koluna bakana dek sürmüştü bu şanslı sayışları. Sol kolunu tamamen kaplayan kirli dalgalar, olduğu yerde kala kalmasını sağlamıştı. Yutkundu. Göz kapaklarını birkaç kez kırptı. Ayaklarının önüne taş koyan şey korku değildi. İç güdüleriydi. Hızla ardına dönen gök gözleri kararırken kinle kükredi. Ormanın öfkesi, nefreti ona değil soyunaydı. Bir bir zihnine akan anılar zinciri ormanı yarıp geçerken kükreyerek ormana çevirdi yönünü. Bir adımda değişen bedeni, ölümün rengine giyinirken ezeli iki düşman karşı karşıya gelmişti. Adayı kavuran fırtınaya eklenen kükremeler, yangınını söndürmek istercesine şiddetliydi. Sadece kendisinin değil tüm infazların acısı birikmişti sanki rüzgarında. Dört ayağının üzerinde uçarcasına ilerleyen varlık, korkutucu derecede güzeldi. Tüyleri ve kara gözleri kainatın yok oluşunu barındırıyordu. Yolunu açmayanı kendisiyle tehdit ediyordu adeta. Fırtınanın havalandırdığı tüyler, ona değen gözleri öldürmek ister gibi karartıyordu geçtiği yeri. Kadından sağladığı özle zaman yolculuğunun yarattığı zayıflıktan kurtulan Kıraç, kulaklarını dikerek uluyan kurda odaklandı. Burun delikleri saniyesinde genişledi. Kadından uzaklaşarak yönünü batıya çevirdi. Duyduğu şey yardım çağrısı değil, güçlü bir intikam arayışıydı. Kadının üzerinde gerilen kaslarına ve açığa çıkan pençelerine hırlamaları karıştı. Tehlike diye düşündü. Çevrelerini saran ağaç dalları, bir bir çekilirken açıkta kalan yere değdi keskin gözleri. Gitme vakti gelmişti. Ormanın büyüsünü çözecek ne zamanı ne de gücü vardı. Uluyan kurdun kokusunu burnuna taşıyan rüzgarla gerilen kasları, adeta buz kesti. Kadın ve kurt aynı kokuya sahipti. Keskin kızılları, başı ağaca yaslı uyuyan kadını delip geçmek istercesine parlarken tekrar hırladı. Toprağa saplanan pençeleri gibi dişleri de dudaklarının arasından sıyrılarak gün yüzüne çıktı. Kadının sol koluna yaklaşarak gözden kaçırdığı bir detay bulmaya çalıştı. Gördüğü kızıl dalgalar soluklaşarak durulmuştu. Kadın kraliyetti. Ona gücünün kapılarını açtığı için güçsüz düşmüştü bedeni. Kraliyet özüne mensup birinin burada olduğunu yeni kavrayan zihniyle neredeyse dizlerinin bağı çözülecekti. Onun ailesiydi. Asırlar önce sürgün edildikleri topraklara ayak basıyor olmalıydı. Bu yüzden orman ona yol göstermiş ve gücünü bulacağı kaynağı sunmuştu. Yani kadın, aradığı kişi olmayabilirdi... bunun dışında kadın, bir özdü. İnsanlarla birliktelikleri yasaklanmıştı. Ancak komutanla arasında olan bağ, kadının banu olduğunu söylüyordu. Kıraç, içinden çıkamayacağı bir duruma düşmüştü. Bu kadar uzak bir geçmişe geldiyse eğer ailesi de burada olmalıydı. Ancak alabildiği tek koku, uluyan kurda aitti. Birde kadın vardı. Kara kurtlar dışında kalan üç klan birlikte sürülmüştü bu topraklardan. Peki ya kadın, nasıl kalabilmişti adada? Kızıldı. Ancak uluyan kurt, kızıl değildi. Hangi klana ait olduğunu da tanımlayamıyordu. Her klanın kendine has bir kokusu olurdu. Ancak bu koku çok yabancıydı. Bu durumda bir infazcıyla karşı karşıya olma ihtimali oldukça yüksekti. "Gidin‼" Fırtınanın ve ulumaların arasından sıyrılarak ona ulaşan fısıltıyla bedeni iki ayağının üzerinde doğrularak havalandı. Düşünceleri hızla geri plana çekildi. Daha sonra tüm cevapları bulacaktı. "Geç olmadan gidin..." diyen fısıltı, bir değil onlarca sesten oluşuyordu. Annesinin anlattıkları kadarıyla biliyordu evlerini. Bildiği de yeterliydi. Orman onları korumaya çalışıyordu. Neye karşı olduğunu biliyordu. İnfazcıyla karşı karşıya kalmak, isteyebileceği son şeydi. Baygın kadını belinden kavrayarak omzuna attı ve ormanın çizdiği yolda hızla koşmaya başladı. Geçtiği ağaçlar silikleşerek uzak bir görüntü çiziyordu. Fırtına ise geçecekleri yolu açarak geri çekiliyor ve geçişlerinin ardından tekrar kuruyordu bariyerini. Sahile ulaşır ulaşmaz suya daldı. Gözleri, evlerine son kez bakmak için ardına döndüğünde karşılaştığı görüntüyle kala kaldı. Ağaçların üzerinde toplanan fırtına bulutlarını karşılayan kara duman, kıvrılarak sarıyordu biraz önce çıktığı araziyi. Alçalarak sahile doğru ilerleyen karanlığın ardından yeşil rengin yerini ölüm aldı. Kül gibi ufalanan ağaçlar, hiç var olmamışçasına dökülürken göz yaşları süzüldü yanaklarına. Kızıl gözlerinden kayan damlarlar, tüylerini ıslattı. Acıyla uludu. Evleri, onu korumak için feda etmişti kendini. Hırıltılar eşliğinde buraya geldiği noktaya doğru yüzmeye başladı. Şimdilik ölümden kaçmak zorundaydı ama sonra, fırsatı olduğunda bu yaptığının hesabı sorulacaktı Mavi dalgaları ele geçiren geçit, geldiğinde olduğu gibi güç yaymıyordu ki bu kapanmak üzere olduğunu gösteriyordu. Geçidin yaydığı akımların arasına girdiğinde gözleri kıyıya değdi. Evinden geriye fırtına dahi kalmamıştı. Kumsal kadar düz ve pürüzsüzdü şimdi. Karanlık tarafından yutulan arazide hızla ilerleyen infazcıyı gördüğünde kollarında duran kadını da çekerek sulara gömüldü. Zira ölümün özü, kendisinden önce sulara ulaşmıştı ve aralarında yok denecek bir mesafe kalmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD