BÖLÜM 3

1456 Words
Kızının çenesinden elini çekerek Azat'a başıyla komut veren reis, arkasını dönerek mağarasına yöneldi. Yıllardır omuzlarına binen yükün artık olmayışı onu bir yaprak dökümü daha gençleştirmişti sanki. Mağaranın ağır kokusunu elinden geldiğince az soluyan Anyk, çekildiği köşede uyumaya çalıştı. Ancak çocukların kesilmek ne bilmeyen sesleri ve Azat'ın eşleriyle olan fısıltıları bu gece uyuyamayacağını gösteriyordu. Biraz daha dayanmalıyım diye düşündü. Güneş yükseldiğinde buradan çıkacak ve asla geri dönmeyecekti. Vahşi hayvanlar tarafından katledileceğini bilse dahi yapmayacaktı bunu. Azat, bu gece ona dokunmamış olabilirdi ancak bunun bu şekilde devam etmeyeceğini biliyordu. Başına gelenler, uzun zamandır olmasını beklediği şeylerdi. Aslında geç bile kaldıklarını söyleyebilirdi. İki kişilik bir gözde yaşamanın faydasını sıkış tıkış geçirdiği birkaç saat içinde anlamıştı. Dudaklarını kemirerek parmaklarını bileğinde dolaştırdı. Masalın devamını ne kadar merak ederse etsin oraya bir kez daha gitmeye cesaret edememişti. Orayı sevmediğinden değildi bu. Aksine ormanın o kısmı sürekli onu çağırıyordu. Şu an bile duyabiliyordu tanıdık ve huşu içindeki sesi. Masal dinlemeyi severdi. Ancak o sesin anlattıklarında masalı aşan bir şeyler vardı. Görüntüler beliriyordu zihninde. Sanki oradaymışçasına kapılıyordu anlatılanlara. Ruhunun çık buradan diyerek çığlık atmasını, doğum lekesinin canını yakmasını sağlayacak kadar tuhaf şeylerdi bunlar. Kaç gün geçmişti hatırlamıyordu. Oraya gidişini hatırlıyor, dönüşünü bilmiyordu. Onu vahşi hayvanlardan daha fazla korkutan şeyde buydu. Bilinmezlik. Rahatsızca kıpırdandığı postun üzerinden kalkarak sırtını nemli duvara yasladığında çocukların sesleri artık kaybolmuştu. Anlaşılan uykuya yenik düşmüşlerdi. Bileğini yüzünün hizasına getirerek başını geriye yasladı. İlk kez hissetmiyordu bu kıvranışları. Biliyordu. Bileğindeki lekeler her gün doğumunda bir önceki güneşin gördüğü gibi olmuyordu. Kendince nedenini anlamaya çalışmış, başaramamıştı. Şu ana dek çözebildiği tek şey ormanın o kısmına ayak bastıktan sonra bu hale geldiğiydi. Dizlerini karnına çekerek kollarıyla sarmaladı ve alnını dizine yaslayarak göz kapaklarını indirdi. Bugün güneş onun için doğacaktı. Son günü olabilirdi belki ama onun için doğacağını biliyordu. Artık kendine sınır koymasına gerek yoktu. Zira günlerdir ertelediği şeyi yapmaya kararlıydı. Ormanın o kısmına tekrar gidecek ve masalın nasıl bittiğini öğrenecekti. Kaybedecek hiçbir şeyi olmadığı gibi burada kalmak için bir sebebi de kalmamıştı. Bu yüzden olsa gerek ölüm bile anlamsızlaşmıştı. Güneşin doğumuyla hareketlenen mağarada yine çocukların sesleriyle uyandı. İki büklüm olan bedenini açmaya çalışırken tutulan boynunu kavrayan parmakları dahi kaskatıydı. Güçlükle araladığı göz kapakları, huzursuz uykusundan ayrılmasını sağladı. Güç bela doğrularak çocukların arasından sıyrıldı ve kendini daracık gözden dışarı attı. Parmaklarını arasındaki yayı sırtına astıktan sonra saçlarının örgüsünü hızla çözdü ve yüzünü gizledi. Başı eğik attığı adımlar ikide bir birilerine çarpmasına neden olsa da insanların onu tanımasından korkarak sıyrıldı aralarından. Yayı ve sadağı uzun saçlarının arsında kaybolduğu için şanslı sayılırdı. Hızlı olduğu kadar sakin tuttuğu adımlarıyla mağaranın devasa kapısına vardı. Nöbet tutan adamlardan sakınarak yemek için malzeme toplamaya giden kadınların arasına karıştı. Kimse onu fark etmese de uzun zamandır sıkıştığı köşeden onun gelmesini bekleyen biri varlığını seçmişti. Aran, kardeşinin ne olursa olsun dışarı çıkacağını bildiği için doğru düzgün uyumamış ve kapılar açılır açılmaz köşedeki yerini almıştı. Yerinden ayrılarak diğerlerinin arasına karıştığında koluna dolanan parmakları, savurarak uzaklaştırdı. Annesi yine ona engel olmanın derdindeydi. Anyk'a kilitlenen gözlerini biran için annesine çevirdi. Pes etmeyeceğini göstermek ister gibi baktı ve tekrar kardeşinin gittiği yöne döndü. Ancak kardeşi bıraktığı yerde değildi. "Kahretsin" diyerek annesinin elini itti. Koşmaya başladı. Önüne çıkanları öteleyerek ormana daldı. Mağaraları zaten ormanın göbeğindeydi. Ancak kardeşini son gördüğü yer mağaranın karşı tarafıydı. Gün batmadan önce geldikleri kısım. Yaptıkları barınağa gidiyor olmalıydı. Bu, biraz olsun rahatlatmıştı Aran'ı. Anyk'se Aran'ın beklediğinin aksine ormana girer girmez değiştirmişti yönünü. Bedenine ve zihnine hükmeden çağrıya uyarak çizmişti rotasını. Amacı sadece masalın sonunu dinlemek olsa da bir şeylerin değiştiği hissi kaplamıştı her yanını. Saçlarının attığı her adımda savrularak sırtına çarpması gibiydi duyduğu her çağrı. Biraz yaşam, biraz rahatlık veriyordu zihnine. Gittiği yön yasaklı olan kısımdı. Mağara da yaşayan hiç kimse yaklaşmazdı buraya. İsteyenler olmuştu elbet ama cesaret eden olmamıştı henüz. Belki de olmuştu. Bunun cevabını bildiğinden emin değildi. Gittikçe güzelleşen ağaçların, çeşitlenen meyvelerine ağzı sulanarak baktı. Onu bu kısma ilk çeken şeyde bu görüntü olmuştu. Diğer kısımların aksine burası daha canlı ve daha doluydu. Misafirlerini mükemmel şekilde ağırlamak isteyen ev sahipleri gibiydi hali. Canlı ve renkli. Hissettiği huzur ağır bastığında ruhuna işkence eden sesin artık olmayışı duraksattı koşusunu. Gittikçe yavaşlayan adımları, yemiş almak için tırmandığı ağacın altına geldiğinde durmuştu. Bu ağacı unutması mümkün olmayacaktı. İlk geldiğinde yemişlerin canlı rengine hayran kalmış, onlara dokunurken dahi hayal gördüğünü zannedip tereddüt etmişti. Ancak şimdi açlığın yarattığı etkiden olsa gerek karnı guruldamış ve ağzı sulanmaya başlamıştı. Buraya neden geldiğini unutarak tırmandı. Ağacın uç noktasına doğru yükselirken zirvede olmanın coşkusu sarmıştı her yanını. Ağırlığını taşıyabilecek dallara göz gezdirdikten sonra uygun bulduğu dala yerleşerek sırtındaki sadağı ve yayı güç bela çıkardı. Dallardan birine eşyalarını yerleştirdiğinde sırtını ağaca yaslayabilmişti. İştahla uzandığı kızıl yemişleri birbiri ardında yerken dudaklarından taşan sıvıyı elinin tersiyle sildi. Mağaraya döndükten sonra yemek yemesine izin verilmemişti. Gün boyunca aç kalmaya alışkın olmasına rağmen şu an bu duruma tahammül edebilecek gibi değildi. Kim önünde bu kadar yiyecek dururken yemeden durabilirdi? Çok geçmeden geri dönen sesle avucunda kalan yemişleri dudaklarının arasından içeri tıkıştırdı. Huzur... yerini huzursuzluğa bırakmıştı. Rüzgar dahi kıvranıyordu. Acıydı. Sanki dudaklarının arasından diline sızmış gibi tadını hissetti. Hayvan sesleri kesilmiş, bulutlar gökyüzünü kapatmaya başlamıştı. Oturduğu dal biraz önceki kadar sağlam görünmüyordu artık. Parmaklarıyla oturduğu dalı kavradığında dalların rüzgara kapılarak yalpalaması tırnaklarını saplamak istemesine neden oldu. Bir aptal gibi davranmış ve tedbirsizce bu kadar yükseğe tırmanmıştı. Bileğindeki harekete kilitlenen gözlerinin yaydığı kızıllığın henüz farkında değildi. Ancak bileğinden yayılarak parmaklarına uzanan kızıllığı fark etmişti. Parmaklarını sapladığı yerden çözmemek için direndi. Rüzgarın şiddeti arttı. Boğazına doğru yükselen çığlığını bastırmak için alt dudağını ısırdı. İleri geri savrulurken bir aptallık daha yapamazdı. Kızıl dalgalar, parmak uçlarına dek ilerlediğinde, sonra oturduğu dalı sarmalamaya başladığında göz kapaklarını sıkıca kapadı. Delirmiş olmaktan korkuyordu. İkinci kez... Sıkıca kapadığı göz kapaklarıyla sesin şiddeti zihnini ele geçirdi. Ve bir kez daha masalın içine düştü. Masal masal içinde “Peki sonra?" diyen kurt, kızıl tüylerinde parmaklarını dolaştıran kadına baktı. Gözlerinin kızıllığı tüylerinden daha koyuydu. "Sonra..."diyerek devam etti. Gri saçları, kan kırmızısı gözleri olan kadın. "...Birliktelikleri pişdar tarafından onaylandı. Bunun için uzun zaman mücadele etmeleri gerekti. Ancak çabaları sonuca ulaşmıştı. Artık Riva ve Aşina'nın eşleri vardı. İlk zamanlar dillerini bilmeyen iki kardeş çok zorlanmıştı. Özlerinse böyle bir problemi olmamıştı. Sözler yabancı gelmesine rağmen ne demek istediklerini rahatlıkla anlayabiliyorlardı. Klanların itirazları, iki kardeşinde ölümlü olmasınaydı. Kendi ırklarından olmadıkları bir gerçek olmasına rağmen onlara çok benzeyen bu türü öylece reddedememişlerdi. Ancak aralarına da almamışlardı. Ömürleri kısa süreceği için zamanın hızla akacağını Riva ve Aşina'nın aralarına tekrar döneceğini düşünüyorlardı. Umdukları gerçekleşmişti ama birde umulmayan taraf vardı. Kader… O mağarada kısa zamanda iki aile kuruldu. İki kardeş için hızla akıp geçen zaman onları alıp götürmüştü. Ancak geride kalanlar soylarını devam ettirmiş ve günden güne çoğalmışlardı. Riva ve Aşina ise eşlerinin kaybının ardından klanlarına geri dönmek zorunda kalmışlardı. Çünkü yaptıkları anlaşma, eşlerinin sürdüğü yaşam kadardı. Tam bir asır sonra ise kader konuşmaya başladı. O gelmişti." Kurt "Kim geldi?" diyerek burnunu kızıl elbiseli kadının bacaklarına sürttü. Tüylerini okşayan parmaklar duraksamış, kızılları alev alev yanmaya başlamıştı. "İnfazcı!" "Bu yüzden mi yasaklandı? Klanların birlikteliği" Kadın başını iki yana salladı. "O sadece bir araçtı. Düzeni sağlamak için doğan bir temizleyici. Her şey çok daha önce başlamıştı ama fark etmemiştik. Doğuştan o zamana dek hiçbir öz, başka klandan olan bir öze bağlanmamıştı. Yasak değildi. Çünkü eşlerimizi biz seçmezdik. Onları bize veren doğaydı. Söylemek istediğim, böyle bir yasağa hiç ihtiyaç duyulmamıştı. Aşina ve Riva’ ya da eşlerini doğa vermişti. Nasıl onlara engel olunabilirdi?” Kadın kısa süreliğine durup dinlendi. Geçmişte olan her şeyi ayrıntılarıyla hatırlamak istiyordu. “İnsanın ve bir özün birleşiminde doğanlarda insandı. Öyle olduğuna inanmıştık. Ancak infazcının doğumuyla her şey değişti. O, diğerleri gibi insan değildi. Çok daha fazlasıydı. Öyle ki bizi dize getirecek güçlerle doğmuştu. Bu güç, klanları korkuttu. Beni, bizi korkuttu. Kurallar koymaya başladık. Onun kuralları ve bizim kurallarımız. Sonunda bunlar yeterli olmadı. Sebepsiz yere doğmamıştı. Elbet birilerinin canını alacaktı. Böylece kurallar yıkıldı, infazlar gerçekleşti" "Ağabeyim?" "Kara kurt kadınıyla aralarında böyle bir bağ oluşmamıştı. Neden onunla birlikte oldu sanki?" diye sayıkladı kadın. "Anne!" diyerek burnunu kadının karnına sürttü. Çaresizce kıpırdandı. Asırlar geçmesine rağmen annesinin acısı dinmek bilmemişti. "Badem! O kadın, oğlumu baştan çıkarmış olmalı" Kırmızı dudaklarına yerleşen kin dolu gülümsemeyle devam etti masalına. “Kara kılan hiç var olmamalıydı. Böylece kadınları, özlerin akıllarını çelemezdi. Doğa onları neden kabul etti? Neden cezalandırılmalarını istedi? Belki de her şey denge içindi.” Sakinleşmeye başlamıştı. "...Bir başka birliktelik. Oğlum ve Badem'in, Abin ve kara kurt kadını arasında gerçekleşti. Dediğim gibi onların özleri bağlanmamıştı ki Badem, sadece bir insandı. Bağlanacak bir özü yoktu. Kurallar belliydi. Kara kurt klanında sadece infazcı -kara özle doğan-varlığımızdan haberdar olurdu. Ancak diğerlerinin öğrenmesi yasaktı. Zira onlar ölümlü bir klandı ve biz ölümsüzlerin varlığından haberdar olmaları düzeni bozardı. Öyle de oldu. Badem... o asrın infazcısının kızıydı. Bu nedenle biz farkına varmadan önce o öğrenmişti." Bu sözlerin ardından tekrar sürüklendiğini hisseden Anyk, kumsalda toplanan sürünün arasında buldu kendini. Gözleri, tanıdığı tek kişiyi buldu. Masalı oğluna anlatan kadını...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD