******
Kıraç, kendisine ayrılmış odada ilerleyerek boydan boya cam ile kaplanmış terasa çıktı. Ardından zemine, camın bitişine yerleştirilmiş düğmeye basarak temiz havayla arasındaki engeli kaldırdı. Kayarak iki yöne açılan camların ilerleyişi durduğunda bedenini gererek başını gökyüzüne doğru kaldırdı.
Yeni yeni doğan güneşin ışınları, kızıl tüylerini yenilerken rüzgarın tatlı dokunuşlarının onu rahatlatmasına izin verdi.
Ölümlüler şimdiden sokaklara dökülmüşlerdi. İş saatleri gelmişti. Konumlarını değiştiren gökyüzü şehirlerinin koordineli hareketlerini izlerken temiz havayı ciğerlerine doldurdu. Biraz sonra o şehirlerden biri gelecek ve güneşle aralarına girecekti. Sonra tekrar yer değiştirecek ve yerini başka bir şehre bırakacaktı. Güneş ışınlarının şehirlerine ulaşmasını engellemeleri, son zamanlarda can sıkıcı hale gelmişti. Bununda üstesinden geleceklerdi. Ancak öncelikli problemleri, güneşi göremeyecek olmaktan çok daha büyüktü.
İnfazcıyı aya, gardiyana göndermekle iyi mi kötü mü yaptığını bilmiyordu. Babası yıllardır kara kurtların peşindeydi. Bu yüzden dünyaya gönderilmişlerdi. Bu yüzden her klanın bir üyesinin dünyada yaşamasına izin verilmişti.
Kıraç için bir nevi ödüldü bu görev. Zira ayda ikinci bedenine kavuşmak için yüzyıl gerekliydi. Burada sadece yirmi yıl yetiyordu. Geleli on sekiz yıl olmuştu. Şimdiye dek ikinci bedene kavuşması gerekirdi. Ancak tüyleri hala yerli yerindeydi. Doğan her gün umutlarını ve azmini tüketiyordu.
Biliyordu çünkü bu onun teziydi. Temelleri de oldukça sağlamdı. Hiç kimse işleyişin neden kaynaklandığını, hangi sırayla ilerlediğini kestiremiyordu. Sadece asırlardır yaşayan annesinin anlattıklarından yola çıkarak gelmişti dünyaya. Henüz bulunduğu yere dair bir pişmanlığı yoktu. Aksine komutandan ayrılmak istemiyordu. Aralarındaki bağın gün geçtikçe artan ilmekleri, duygularını ve kararlarını etkiliyordu. Farkındaydı. Engel olmalıydı ama bunu istediğini söyleyemezdi.
Zindanlarda tutulan kadında muhtemelen onun gibi hissetmişti. Dünyaya gönderilişinin ardından amacını unutmuş ve kendisinin de yaptığı gibi istenmeyen bir bağ inşa etmişti. Sonuçlar tahmin edilemezdi. Kadın bağlandığı kişi tarafından hapsedilmişti. Genlerinin kopyalanarak insan genlerine aşılanması oldukça hızlı bir süreçti. Genlerin kaynaşması ve yeni bir tür oluşturması ise yıllar sürmüştü. İnsan oğlu sabırlıydı ve başarmışlardı. Artık ölümden kaçabilirlerdi.
Yaşananlar onun doğumundan çok önce gerçekleşmişti. Merak ettiği babasının neden bu gelişmeye mani olmadığıydı. Annesinden bunun cevabını almayı başaramamıştı. Belki de kendisi gibi oda bilmiyordu bu keşmekeşin nedenini.
Genlerinin daha fazla kopyalanmasını engellemek için beyaz özü, insanların elinden almışlardı. Peki ya öncesinde neden almamışlardı? Veya kadın, neden ellerinden kurtulamamıştı?
Cevaplanması gereken çok fazla soru vardı. Kendisi dahi neden hapsedilmek uğruna komutana bağlanmayı tercih ettiğini bilmiyordu. Belki de onları sorgulamadan önce verdiği karaları sorgulamalıydı.
İnfazcı olmadığı için suçlular, öldürülmek yerine hapsediliyordu. Beyaz kadın asırlardır hapisti. Özleri bağlanıyor ve bir bitki gibi yaşamaları sağlanıyordu. Buna; böyle bir cezaya katlanamazdı.
Babasının aradığı infazcıyı, klanın ayaklarına göndererek belki de doğru olanı yapmıştı. Ancak infazcı abisini öldüren kişi çıkarsa kararının sonucu, ırkının yok olması olabilirdi. Evlerinin kül oluşunu izlememiş olsaydı eğer kurdun adil olmasını dileyebilirdi. Şimdi; acımasızlığın ne olduğunu onda gördükten sonra böyle dileklerde bulunması imkansızdı.
Özündeki hareketlenmeyi hissettiğinde göz kapaklarını indirerek akışın yönünü saptadı. Türünün reflekslerinden biriydi bu. Her enerji çekişini bu şekilde hissetmezlerdi. Üstelik sadece beyazlar yayardı bu titreşimi. Zira onlar türlerinin yaşam kaynağıydı. Yıldız patlamalarından elde ettikleri enerjiyi toplarlar ve kendileri için biriktirirlerdi. Toplama seremonilerinin yapıldığı günlerde yayılırdı bu güçlü titreşimler. Asla başka bir gün yayılmazdı. Beyaz özler dünyada dahi olsalar enerjiyi, başka bir patlamadan değil topladıkları taştan sağlarlardı.
Bu kural, geçmişte asla çiğnenmemişti. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Yaşanan şey, her neyse ayda değil dünyada gerçekleşiyordu. Üstelik gezegende ilerleyen enerji şehirlerine, içinde bulunduğu binaya yönelmişti.
Ve bunu kendisi görebiliyorsa dünyada bulunan beyaz ve gri kurtta görebilirdi.
Heyecanına kapılarak titreyen bedenine güç bela hakim olurken enerjinin son bulduğu noktaya yöneldi. Kadının kızıl olduğunu düşünmekle hata yapmış olmalıydı. Hiçbir kızıl, doğal enerjiye bu şekilde yön veremez ve yumuşamasını beklemeden onu özüne alamazdı. Yaşı ve gücü ne olursa olsun yapamazdı bunu.
Komutanın kapısını henüz açmıştı ki kulaklarına dolan şahinin çığlığını güçlükle bastırdı. Tahmin ettiği gibi o da buraya geliyordu. Dakikalar önce işlerin ne kadarda berbat bir hal aldığını düşünerek yanılmıştı. Şimdi her şey daha da sarpa sarmıştı.
Gözleri komutanın yatağını bulurken içeriye attığı adımları son buldu. Karşılaştığı görüntüyü tarif edecek ne kelimesi nede bilgisi vardı.
Odayı dolduran enerji hat safhadaydı. İkilinin uzandığı yatak beyaz, kızıl ve siyah özlerle sarmalanmış adeta görünmez olmuştu. Ancak Kıraç, ikisinin de orada olduğunu kokularından anlayabiliyor, hangi özün kimin bedeninde dolandığını duyumsayabiliyordu. Onu şaşırtan da buydu. Zira beyaz öz, kadını değil komutanı sahibi bilmişti. Siyah dalgalarsa onun cevapsız kalan sorunlarının bir kısmını tüketmişti. Kadının, görüntüsü gibi bir özü vardı. Kara. Bu onunda bir infazcı olduğunu göstermez miydi?
Bir şeyler eksik diye mırıldandı. Cevapları, asla net olmayacak mıydı? İnfazcı bir değil iki öze sahipti. Siyah ve kirli beyaz. Kadında kirli beyazın izine rastlamamıştı. Aksine kızıl ve siyah beklenmedik bir birliktelik içindeydi. Yaratıcı, eskiden olduğu gibi onları sınamak için bir doğum daha gerçekleştirmiş olabilir miydi?
Cesaretini toplayarak hareketsizliğine son verdi. Adımları bedenini özlerin dansına yaklaştırırken kendi özünün de bu dansa katılmak için hareketlendiğini fark etti. Yapmalıydı. Yapmak zorundaydı. Nedense içini gıdıklayan özünü zapt etmek istemiyordu.
Yatakla arasındaki mesafe kapandığında özünü akışına bıraktı. Bedenine can çekiştiren öz, dudaklarından kızıl bir duman bırakarak çıktı. Bulunduğu mekan gittikçe silikleşirken bilinci, özünde kayboldu.
Onların bir bedene ihtiyaçları yoktu. Olmamalıydı. Ancak biri yetmezmiş gibi yaratıcı onlara iki beden sunmuştu. Nedeni neydi? Neden bedenlerle sınırlandırılmışlar, neden ruhlarına hapishane edinmişlerdi?
Özlerin arasına katılırken doyumun ne demek olduğunu anlamaya başlamıştı. O böyle vardı. Onlar buydu. Şimdiye dek büründükleri kimlik, tamamiyle bir yalandı. Yozlaşmışlar ve bozulmuşlardı.
Biraz sonra; doyum sağladığını düşünerek bedenine döndüğünde yok olma korkusu sardı her yanını. İlk kez özgürlüğü bu kadar derin tadarken heyecanına hakim olmaya çalıştı.
Onların yaratılışı buydu. Böyle kalması gerekmez miydi?
Komutanın beyazı, kızılını sarmalarken özü çığlık çığlığa kalmıştı. Soruları, şimdilik köşelerine çekilmiş ve sonsuz yaşamında belki bir daha asla göremeyeceği seremonide bırakmışlardı onu. Hazzın sınırı yoktu. Daha önce hiç bu kadar doyumsuz olmamış, hiç bu kadar doymamıştı.
Beyaz öz, sıcaklığını çekerek onu çözdüğünde açlık dürtüsüyle gerileyerek özlerin arasından uzaklaştı. Onları baş başa bırakması gerektiğini biliyor ama şahit olacaklarının, hislerinin önüne geçemiyordu. Böyle bir bağ görmemişti. Sonraki yaşamında mucize diyebileceği bu karmaşayla tekrar karşılaşması mümkün olur muydu? Bilmiyordu.
Kızılı sararak yukarı tırmanan beyazı gördüğünde dürtülerini dizginlendi. Mühür tamamlanıyordu. Tamamlandığında insanların ve özlerin en güçlüsü bu ikili olacaktı. Yaşamın kaynağına ulaşan bir adam ve ölümü taşıyan bir kadın. Yarı insan, yarı öz iki canlı.
Kadının iki özü nasıl taşıdığını artık biliyordu. Onu bir kez daha şaşırtan komutandı. Bir insan, nasıl öylece bir öze sahip olabilirdi?
Beyazın, siyahın azametiyle sarmalanışına şahit olurken bu manzarayla çokça karşılaşacağını hissetti.
"Demek beklenen an geldi" diyerek usulca yanına süzülen Şahan'a baktı. Beklediği gibi gelmişti. Bedeninin görüntüsü yoktu. Rengarenk özünün varlığına bakarak nasıl ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlayabiliyordu?
"Ne demek istiyorsun?"
Kendi sesindeki şüpheyi dahi gözle görebiliyordu? Sahi bu nasıl mümkün olabiliyordu?
Şahan'ın, dikkatini düğümlenen özlere verdiğini hissettiğinde o da dikkat kesildi. Onların varlığından haberdardı ama hiçbir şey yapmadan öylece izliyor muydu?
"Sakinleş. Onlara zarar vermeyeceğimi biliyorsun"
Sesinden eğlendiği anlaşılıyordu.
"Onlara engel olabilecek güçte değilim ki bunu yapmak istediğim söylenemez. Yıllardır bu anı bekliyorum ben. Nasıl mahvederim?"
Adamın neden mutlu olduğunu ve huzurla soluduğunu merak etti. Ardından "Biliyordun?" diyerek gri özün karşısına dikildi. Özlerinin, tüm renkleri barındırmasına rağmen neden gri posta sahip olduklarını hala merak ediyordu. Diğer klanlarının aksine birçok büyü gücüne sahiplerdi. Ancak onları farklı ve üstün klan kehanet yetenekleriydi.
Dünyadaki sorumluları Şahan'dı. Burada olmasına rağmen müdahale etmeyişi, ileri görüşlülüğünden mi kaynaklıydı?
"Elbette! Bunun için dünyadayım"
"Ne biliyorsun?"
Şahan'ın gülümseyişini ve beklentiyle kıpırdanışını hissetti. Daha da meraklanmıştı. Onu bu kadar mutlu eden o şey, neydi?
"Dengeler değişiyor evlat. Yedi tamamlanana dek bize gelenleri güzel karşılamalıyız"
"Neden bahsediyorsun?"
Onların -grilerin- manasız konuşmalarından hoşlanmıyordu. Anlamıyordu. Karşılarındaki kişiyi de düşünerek daha açık konuşmaları gerekmez miydi?
"Sonra. Şimdilik sadece izle!" diyerek yanından sıyrılan özün, komutanın ve kadının özüne ilerleyişini izledi.
Dürtüsü yine onu ele geçirmeye başlamıştı. Onların yanında olmalı danslarına katılmalıydı. Geriye kalan her şey önemini yitirmiş ve onu açlığıyla baş başa bırakmıştı.
Bir kez daha, onlara sunulan bedenlerin herhangi bir kafesten farklı olmadığını anladı.