DÜŞÜN BAŞLANGICI
Masal
Savaşın ardından ayakta kalan iki kuzen eşlerini ve çocuklarını alarak kaçmışlardı. Damarlarında akan kana direnerek yapmışlardı bunu. Onlar Türk’tü. Cenge doymayan asla kılıç indirmeyen cesur Türk. Ancak soylarının devamı için yapmaları gereken kaçmak olmuştu. Yeniden çoğalacak ve düşmanlarından döktükleri kanın intikamını alacaklardı.
Günlerdir devam eden yolculukları, tükenmek üzere olan suları ve erzakları nedeniyle güç hale gelmişti. Attıkları her adım, kızgın güneş ışınlarının altında işkence haline gelmeye başlamıştı. Ufak tefek de olsa aldıkları yaralar, mikrop kapmış ve onları bitkin düşürmüştü.
Atın üzerinde neredeyse baygın şekilde duran çocuklara bakarak tekrar önüne dönen Kayı, mola vermeleri gerektiğini biliyordu. Ancak tırmandıkları sarp ve kayalık arazi, çaresizliklerine çaresizlik katıyordu. İç çekerek amca oğluna döndüğünde onun gök mavisi gözlerini yakaladı.
Gözleriyle konuşarak arkalarına bakan ikili, ailelerinin durumlarını günlerdir yaptıkları gibi gözden geçirmişlerdi. Oğuz'un oğulları, neredeyse elleri kılıç tutacak kadar büyümüşlerdi. Ancak kızı daha yeni yürümeye başlamıştı. Kayı'nın ise oğulları da kızları da küçük sayılırdı. Hiçbiri kendisini koruyacak güce sahip değildi. Eşleri ise çocukları kadar yorgun ve bitap görünüyorlardı.
"Burada kalalım" diyerek gökyüzüne bakan Kayı, yüksek kayalıklardan birine sırtını yaslayarak durum değerlendirmesi yaptı. Güneş elini üzerlerinden çekmiş ve kayaların ardında kaybolmuştu. Dağ soğuktu ancak hiçbirinin devam edecek mecali kalmamıştı. Atları dahi açlık ve susuzluk nedeniyle kan ter içinde kalmış, üzerindeki çocuklarla birlikte dizlerini kırmışlardı.
Kadınlar, küçük çocukları attan indirerek buldukları bir kuytuya yatırdıklarında Oğuz'un iki oğlu babalarının yanına geldi.
Tedirgince birbirlerine bakan kardeşlere "Hadi... ne söyleyecekseniz söyleyin" diyen Oğuz, iç çekerek kollarını bedenine sardı. Yorgun yürüyüşlerinin ardından terlemişti. Gözden kaybolan güneş ise dağın tüm soğukluğunu bedenlerine yönlendirmişti.
"Ağabeyimle biraz daha ilerlemek istiyoruz" diyen küçük kardeş, belindeki kör kılıcı kavrayarak omuzlarını dikleştirdi. Babasına artık büyüdüğünü göstermek ister gibiydi bu hareketi. Dudağının kenarı yukarı kıvrılan Oğuz, tek kaşını kaldırarak büyük oğluna döndü.
"Fazla uzaklaşmadan dönün"
Gülümseyerek başını sallayan oğlu, önüne perde yapan uzun ve kömür karası saçlarını omzunu arkasına atarak kardeşine ileriyi gösterdi. Babalarının verdikleri izni geri almalarından korkar gibi hızla uzaklaşarak dağın kıvrımlı arazisinde gözden kayboldular.
"Güneş batmak üzeredir" diyerek amca oğlunun yanına gelen Kayı, iki kardeşin gözden kaybolduğu yere çevirdi gök mavisi gözlerini.
"Hayatta kalmayı öğrenmeleri gerek. Cesaretlerini kıramazdım" diyerek gülümseyen Oğuz, Kayı'nın omzunu kavrayarak yere çökmesini sağladı. Ardından da yanına oturarak "Hayatta kalmamız lazım" dedi. Kanlar içindeki boyu, cenk eden yiğitleri, yağmalanan kadınları... her biri için hayatta kalmaları ve güçlenmeleri gerekiyordu.
Başını eğerek dirseğindeki yarayı kavrayan Kayı, dişlerini sıkarak "Kalacağız!" dedi. Hainlerin kurdukları pusu, kazandıklarını zannettikleri savaşı kaybetmelerini sağlamıştı. Yenilgiyi kabullenip kaçtıklarını zannettikleri adamlar, hendeğin dışına çıkmalarını sağlamış ve onlara saldırmışlardı. Böyle bir hainliği beklememişlerdi. Bu yüzden kaybetmişlerdi günlerdir devam eden savaşı.
Gittikçe bastıran karanlığa rağmen sarp araziye tırmanmaya devam eden ikili, henüz tüylenmeye başlamış çenelerine doğru akan ter damlalarına kapılmış gibi konuşmadan devam ediyorlardı. İstekleri biraz su, birazda yemekti ama henüz işe yarar bir canlı bulamamışlardı.
"Bekle!" diyerek kolunu önüne uzatan kardeşine bakan Abay, onun gözlerini diktiği yere çevirdi bedenini. Batılarında kalan kısımda göze çarpan bir aydınlık vardı. Güneşin önünü kesen dağlardan biliyordu ki güneş ışığı değildi bu aydınlık. Avuç içi kadar ve yassı görünüyordu. Kardeşinin kolunu indirerek hemen ışığa koştu Abay. İçinden sonunda diyerek haykırıyordu. Bir yol, bir kapı bulmuş olmanın sevinci geziyordu bedeninde. Ne olacağını düşünmeden ışığı kavrayan parmakları, gözlerini kör edecek kadar artan parlaklıkla gevşeyip yanına düştü. Ardından buz gibi suları buldu bedeni.
Düşüşün yarattığı şokla bayılan iki kardeşi, sudan çekip çıkaran iki arkadaş olmuştu. Kadınlardan biri, bulutlar kadar beyaz saçlara sahipti. Diğeri ise onun güzelliğine gölge düşürmek istemezmiş gibi saçlarından kurtulmuştu sanki. Güneş ışınlarının yansıdığı pürüzsüz teni, ışıkla parlıyordu. Uzun ve etine dolgun bedenleri normal bir kadına göre güçlü ve esnek görünüyordu. İki kardeşi de sudan rahatça çıkarmış ve kıyaya kadar kolaylıkla sürüklemişlerdi.
Beyaz kadın, kumu süpüren saçlarını eliyle tek omzuna toplarken elini Abay'ın göğsüne yerleştirdi. Göz bebeğinin çevresini saran gri iris, sessizce kımıldayan dudaklarıyla beyazladı ve göz akıyla aynı kıvamı aldı. Kocaman bir beyazlığın ortasında yavaşça kaybolan göz bebeği, saniyeler sonra eski boyutuna geri döndü.
Seri hareketlerle yerinden kalkan beyaz kadın, arkadaşının başını beklediği diğer adamın yanına gelerek diz çöktü. İrisi gri rengine kavuşmuştu. Ancak sırasıyla tekrarladığı hareketlerin ardından yine gözlerinin akına karışarak kayboldu.
Adamların kalpleri durmak üzereydi. Bu yüzden enerjisini onları hayata bağlamak için kullanmıştı. Kızıllar gibi iyileştirme gücüne sahip değildi. Yaptığı tek şey vücut dirençlerini arttıracak enerjiyi sağlamak olmuştu.
Elini çekerek arkadaşına baktığında rengarenk irislerden yansıyan şüpheye gülümsedi.
"Kurt değiller" diyerek arkadaşına sessizce söylenen Aşina, doğrularak eliyle gri elbisesinin eteklerine biriken kumu silkeledi.
"Biliyorum" diyen beyaz kadın ise arkadaşının tedirgin hallerini hala gülümseyerek izliyordu.
"Gidelim buradan"
"Hadi ama Aşina! Onları böyle bırakamayız"
Beyaz kadın, hızla doğrularak uzaklaşan arkadaşının bileğini yakaladı. Bileğini kurtarmak için çekiştiren kadını diğerlerinin yanına sürüklerken "Onları böyle bırakırsak güneşin doğumunu göremezler" dedi.
"Hayır Riva! Ne olduklarını bile bilmiyoruz"
Kolunu Riva'nın pençesinden kurtararak ayak parmak uçlarını kuma gömen Aşina, dudaklarını büzerek baktı iki genç adama. Onlara yardım etmeden gidemeyeceğini biliyordu ama yine de yapabilirim umuduyla denemek istemişti. Arkalarını döndükleri an pusuda bekleyen vahşi kurtların onları parça pinçik edeceğini biliyordu.
"Ne olduklarını sonra da öğrenebiliriz" diyerek avuçlarını birbirine sürten Riva, omuzlarını oynatarak öne eğildi ve Abay'ı kucakladığı gibi omzuna attı.
İç çekerek öne eğilen Aşina, diğer adamı kucağına alarak doğruldu ve Riva'nın ardına düştü. Sürüden birilerine yakalanırlarsa ne olacağına dair en ufak bir fikri yoktu. Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmış olsalardı ne yapmaları gerektiğini bilirlerdi. Ancak ilk kez gördükleri bu canlılarla ne yapacaklarını kestiremiyordu.
"Belki de Pişdara bildirmeliyiz" diyerek arkadaşına yetişen Aşina, adamların kömür karası saçlarına ilgiyle baktı. Ne olduklarını merak etmeye başlamıştı.
"Belki de kendilerine gelmelerini beklemeliyiz"
İç çekerek "Nereye götüreceğiz?" diyen Aşina, yine pes eden taraf olmuştu.
"İç kısımdaki boş mağaraya"
"Orası güvenli değil, biliyorsun"
"Dert etme Aşina, halledemeyeceğimiz şey değil" Riva, sahilden çıkarak ormana girmeleriyle hızlandı ve Aşina'nın önüne geçti. Sıklaşan ağaçlar ve kullandıkları patika yol ikisinin yan yana yürümelerine engel oluyordu.
Mağaranın geniş ağızlı girişinin ardından ilerlemeye devam eden Riva, yeraltı suyunun çıktığı yere doğru çevirdi yönünü. Metallerin ağır kokusu, temiz havayı bastırmıştı. Nefes almaya ihtiyaçları olmasa da burada bulunmaktan hoşlandığı söylenemezdi. Aslında yabancıların ne olduğunu öğrenir öğrenmez çıkmayı düşünüyordu buradan. Sadece merakını doyurmaya ihtiyacı vardı.
Suyun kaynağını gördüğü anda yürüyüşüne son vererek omzundaki adamı kollarına indirdi. Ardından kendinde olmayan bedeni seçtiği köşeye doğru yatırdı.
Onun hemen peşinden gelen Aşina da hala kucağında olan adamı, diğerinin yanına yatırdı. Başını kaldırarak karşısındaki kadına baktı. Mağara karanlık olmasına rağmen parlayan tenleri, loş bir aydınlık oluşturmuştu. Elbiseleri dahi tenleri kadar ışıl ışıldı.
"Şimdi ne yapıyoruz?" diyerek Riva'nın yanına gelen Aşina soğuk zemine oturarak bacaklarını topladı. Tatlı bir umursuzluk çökmüştü omuzlarına. Arkadaşı ne derse itirazsız yapacak gibi görünüyordu.
Elini kaldırarak adamın yanağına bastıran Riva "Uyanmalarını sağla" dediğinde Aşina'nın kaşları hızla yükseldi. Çırılçıplak bırakılmış tenindeki tek tüy öbeğiydi kaşları. Adeta bir yay gibi gerilmiş ve savunmaya geçmişti. Biraz önceki umursuzluğu ne de çabuk yok olmuştu.
"Hadi!" diyerek onu dürten arkadaşına söylenmek için araladığı dudaklarını kapatarak dizlerinin üzerinde doğruldu. Baygın bedenin üzerine eğilerek kıpırtısız dudaklarının ardında fısıldadı. Fısıltısı aralık dudaklarının arasından firar eden dumanla iki bedenin üzerine yayılırken iç çekerek eski yerine oturdu.
Avuçlarını birbirine sürterek gri gözlerini dumanın üzerine diken beyaz kadın, kıpırdanmayan başlayan bedenlerle geri çekilerek ayaklandı. Onun ardından doğrulan Aşina, kollarını göğsünün üzerinde bağlayarak sırtını karşı duvara yasladı. İçgüdüleri, bir anlık korkuyla pis havayı solumasını sağlamıştı. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Elbette vardı. Riva söz konusu olduğunda her zaman işler ters giderdi. Kararları onun almasına izin verdiğinde huzursuzluk baş gösterirdi. Burdan çıkmalıydı. Ardına bakmadan koşmak isteyen bedeni kaskatıydı. Pençeleri çoktan çıkmış, etine gömülmüşlerdi.
"Kokuyu alıyor musun?" diyerek yanına yaklaşan Riva, gözlerini Abay'ın üzerinden bir saniye olsun ayırmamıştı.
"İğrenç kokuyor" diye fısıldayarak pençelerini etinden çıkardı.
"Ondan bahsetmiyorum" Beyaz kadın, parmaklarını kolunu saran beyaz kıvrımların üzerinde gezdirerek "Bundan bahsediyorum" dedi.
Arkadaşının kendisine boş gözlerle baktığını gören Riva, öksürükler eşliğinde doğrulmaya çalışan bedene yaklaşarak dizlerinin üzerine çöktü.
Bedenini yana yatırarak doğrulan Abay, ciğerlerini dolduran sıvıyı öksürüklerinin arasında dışarıya fırlattı. Gözyaşları, acı içinde yanaklarından süzüldü. Çenesinden akan suyun içine karıştı. Elinin tersiyle ağzını sildi. Ağırlığından kurtulmak için uğraştığı göz kapakları santim santim aralanırken önündeki ışığın şekil almasını bekledi. Bulanık görüşü netlik kazanmadan hemen önce bir kez daha aynı hatayı yapmayacağını kendisine defalarca kez tekrarladı. Işık neredeyse onu öldürecekti.
Gök gözleri sonunda ışığın kaynağını adlandırdığında güçlükle yutkundu. Ağzı ve gözleri açık kalmış bir şekilde kadına baktı. Yanından gelen öksürük sesleri, geri planda kalmıştı.
"Tahmin ettiğim gibi... sen benimsin!" diyen Riva, sevinçle el çırptı. Ardından elini adamın yanağına yerleştirerek iç çekti. Hayat eşi, beklediğinden çabuk gelmişti. Kolundan sıyrılarak parmaklarına sonra da adamın yanağına süzülen dalgalar, tüm bedenini sarıp sarmalayarak Abay'ın kolundaki yerini aldı.
İkiliye korku dolu gözlerle bakan Aşina ise öksürükler içinde doğrulmaya çalışan adamdan gittikçe uzaklaşıyordu. Yüreği inanmazlıkla bükülmüş, ruhunu daraltıyordu sanki. Kolunda zonklayan rengarenk dalgaların onu sürüklemek istediği yönden uzaklaşmaya çalışan ayakları, ansızın durduğunda rengarenk irisleri gök mavisi gözlere çoktan yakalanmıştı.
Ve bu çaresizlik kara kurtların ilk tohumunu serpmişti.