Türkân biraz düşündükten sonra, "Iıımmımıhm. Düşündüm de bu operasyonun ismini beğenmedim, değiştirelim." deyince, "Sen isme bakma amaca bak." diyerek konumuzun dışına çıkmamamız gerektiğini belirttim.
Israrla, "Tamam işte, olmaz... Sadece Furkan'ın üzülmemesi üzerine yapılacak bi operasyon olmasın, sonuçta sen varsın ben varım, bak bu kadar hazırlığı yapan insanlar var. Kimseyi üzmeden hayâl kırıklığına uğratmadan olsun." deyip omuzlarımda yük azmış gibi onları da eklemişti.
"Arkadaşları tamam, anladım da bizim için başka beklentiye giren mi var ki? Hayal kırıklığı diyorsun?" dedim rezilliği mi başka kim öğrendi merak eder gibi...
Türkan, "Benim hayvan kardeşim, sadece bir hafta da iki kız düşürdü bile." diyerek Furkan'ın "Her yıl bir kişi öğrenecek" sözünü yalandı
"Düşündüğün iki kişiden biri ben değilim, değil mi?" dedim, eğer bensem sonuna kadar inkâr edecektim..
"Yok değilsin?" diyerek içimi rahatlattı.
"Bir dakika sen ve Nalân mı yoksa?" dedim tebessümü mü gülmeye yaklaştırarak.
"Ben Nalân kadar değilim." desede inanmadım çünkü bu konuşma bile olumlu düşündüğünü belli ediyordu.
"Ş.Şaka, şaka değil mi? N.Ne yani beni anlayıp destek olacak iki kişi de onun safında mı?" derken şimdiden kendimi yalnız hissetmeye başlamıştım.
"Cansu, sen konuşmamı anlamadın galiba" diyerek konuşmanın başına gitti. "Onun safı senin safın diye bir şey yok, O gün o masada olanlar ve yeni katılanlar ile artık aynı saftayız. Ben istiyorum ki, bu saftan ayrılacak kişi kimseyi kırıp, koparmadan saftan ayrılsın."
"Sana bir şey diym mi?" dedim ciddi bir şey söyleyecek gibi, "Söyle!" deyişinden de bunu beklediği belli oluyordu.
"Sen boşuna o mesleği yapma yaa, ben şuan; senin, eninde sonunda arkandan duyacağın şeyi içimden söylüyorum." dedim...
Ben uyarsam da, "Yooo, onun tadı daha başka olacak bence..." diyerek ebelikte kararlı olduğunu gösterdikten sonra, "Hem bana baakk, bana söz vermiştiniz doğumlarınızı ben yaptıracaktım hanii!" deyince bir sözümü daha hatırlamış oldum. Meğer şu kısacık hayatımda ne kadar çok söz vermişim...
"Neyse ki sana verdiğim sözde mutabığım. O hâlâ değişmedi." desemde, ileride ne olacağını yine Allah bildirdi.
Bizim kahkahamız masaya kadar gidince, mutluluğum Furkan'a batmış olacak ki yanımıza geldi.
Ablasının yanağını öpüp, "Ablaların en güzeli" deyince Türkân kafasına parmaklarıyla vurarak, "Pis çocuk, senin benden başka ablan mı var ki?" dedi.
Furkan, tüm duyguları alt üst eden karizmatik gülümsemesiyle bana bakarak,b"Iımmhh yoookk senden başka ablam yok, iyi ki de yok." dedikten sonra, "Eee ne konuşuyordunuz bana da anlatın." dedi sanki söyleyecekmişiz gibi.
Gözümü boşluğa çevirip, olumsuz anlamda başımı sağa sola salladım, Türkân da, "Kız kıza konuşuyoruz, özel." deyince. "Siz önceden her şeyi benim yanımda rahatça konuşurdunuz şimdi ne değişti ki?" dedi.
Birden Türkân'la birbirimize bakarak içimizden en absürt ne konuşmuş olabileceğimizi düşündük. Hafıza çalıştırmada alışkın olduğum için daha kısa sürede hatırlayıp saçlarımın altından ensemi kaşırken: Furkan bana bakıp, burnundan verdiği nefesle aynı oranda güldükten sonra, "Hâlâ sekiz gün mü?" deyince kollarımı vücuduma bağlayarak manzaraya doğru döndüm...
... Türkân, Furkan'ın karın kaslarına elinin tersiyle vurup, "Utanmaz" deyince Furkan acıyı hafifletsin diye kastığı kaslarını serbest bırakarak, "Ne dedim ki yaa, bizim gizlimiz saklımız yok onu söylemeye çalıştım ne var bunda" dedi
"Artık var camış irisi Furkan bey, artık var." diyen ablasına alaycı gözlerle bakarken, "Ne zamandan beri, ne zamana kadar ablacım." dedi.
Bunun cevabını kollarımı açmadan dönerek ben verdim, "Geç kaldığım günden, sonsuza kadar." deyince Furkan'ın gözle görülür bir şekilde morali bozuldu.
Türkân; kısa bir öksürükten sonra bana bakıp, "Operasyon başlamadan falso veriyor galiba" deyip cevabımı beklemeden yanımızdan ayrıldı.
Furkan, bir adım yana kayarak, ablasının boşalttığı boşluğu doldurup, elleri ceplerinde moralsiz bir şekilde manzarayı izlemeye başladı.
Karşı dağlar arasında ki köylerin bölük bölük yanmaya başlayan ışıkları, ateş böceklerinin havada uçuşlarını andırıyordu.
Ellerimi arkada birleştirip, ayağımın birini sigara söndürür gibi yere sürterek, yaramazlığının farkında ve özre hazırlanan çocuklar gibi, "Yanlış hatırlamıyorsam iki yıl önce de böyle bir an olmuştu." dedim.
Furkan, burnundan verdiği karnından da belli olan bir nefesle yetinerek cevap vermedi. Beni en çok sinir eden şeylerden bir tanesi de umursanmamak ve kaale alınmamak olduğu için moralim bozularak Furkan'ın baktığı ışık hüzmesinden başka bir hüzmeye baktım.
Çok geçmeden Furkan ani bir hareketle telefonunu alarak bir yeri aramaya başladı, Gözleri karşıda, karşı tarafın telefonu açmasını bekliyordu. Karşı taraf buyrun 112 acil servis deyince Furkan bir süredir dikkatlice izlediği köyün ismini vererek yangın ihbarında bulununca hemen o tarafa baktım.
Ateşin henüz piyasada olmadığı yerde bölük bölük dumanların çıktığını gördüm. Beş dakika geçmeden yakınlardaki itfaiye istasyonundan sayısı en az iki itfaiyenin siren seslerini duyar olduk...
Furkan, gözünü karşı dağdaki köyden ayırmadan, "Kim bilir şuan kimin yüreği yanıyordur." deyince ben de üzülerek "Ateş kimin ocağına düştüyse onun ki yanıyordur." dedim
"Doğru, bu hep böyle devam edecek değil mi, yakan yaktığı ile kalacak, olan yine yanana olacak" diyerek alttan alta gönderme yapınca bende, "Acaba yanan biraz abartıyor olabilir mi? sonuçta kimse nasibinde olandan fazlasını yemez." dedim.
"Nasıl yani?" dediğinde yine cevabını verecekken yangını merak edip yanımıza yaklaşanları görünce önüme döndüm.
Nalân, Furkan'la aramıza gelip kollarımıza girerek, "Âaaaşk kokusu var, havada aaaşşkk kokusu var!" deyince Furkan, başını Nalân'ın başına koyup koyu dumanların yerini kıvılcımlara bırakan yangına bakarak, "Yok Nalân yaa, yanık saman kokusu, nerede olsa tanırım!" dedi.
Nalân, "Belki sizin ki yanık saman gibi kokuyordur, neyiniz normal ki o olsun!" deyince, Nalan'a sertçe bir bakış attım, Furkan da farketmişti.
"Birileri kendini bıraksa bizde normal oluruz da işte tedavi ettiği keçilerden inatlık bulaştıysa yazık!" deyince; Nalân, kolumuzdan çıkıp dizlerini vuracak kadar kahkaha attıktan sonra, "Furkan, bence ona küçükken oynadığı kuzun vardı ya onun inadı bulaştı." dedi
Furkan'la ben göz göze geldik. Furkan'ın gözleri dolsada aşk kıvılcımlarını gizleyememişti, "Hadi bee, sözünün birini tuttun diğerini de tut!" dediğinde zor tuttuğum yaşlarımı bardaktan boşalırcasına kendimi gömdüğüm Nalân'ın omuzuna boşalttım.
Oradakiler yangına dayanamadığımı düşünerek teselli konuşması yapıyor ama ben kendi hıçkırıklarımdan konuşulanları anlamıyordum.
Derken, Taner Furkan'ın omuzuna dokunarak, "Abi gel Cansu ablayı lavaboya götürelim." deyip kolumu Nalân'dan kurtarmaya çalışırken, "Hadi abla gel, bak ben yarın sabah gidip bilgi alırım inşaallah bir şey yoktur." deyince yangın yerine dönüp baktım, sonra da Taner'in çekiştirmesiyle lavaboların oraya doğru yavaş adımlarla yürüdüm.
Tuvaletlerin oraya varmadan mini bir çeşmede yüzümü yıkamak için eğilince, Furkan saçlarımı toplayıp lavaboya değmesin diye parmaklarıyla toka görevi gördü...
... Yüzümü yıkayıp musluğu kapattıktan sonra başımı kaldırmadan, "Yanan yer ahır mı?" diye sordum. Furkan ve Taner cevap vermeyince başımı Furkan'dan tarafa kaldırıp, "Gitsek mi belki bir yararımm-..." derken daha sözümü bitirmeden Furkan elimi tutup arabaya doğru götürürken Taner'e dönüp ne bekliyorsun çağırsana şunları diyerek Kaan'la Enes'i işaret etti...
... Taner ıslık çalarak diğerlerini arabaya çağırdı. Furkan, ön kapıyı açtı beni oturtup kapıyı kapatırken geriye, "Acele edinsene lan!" diyerek hızlanmalarını söyledi...
Furkan, arabayı çalıştırdı, arkada ki üçlüden ikisi nereye gittiklerini bilmeden birbirlerine bakarak arabaya bindi. Taner, soru dolu bakışları cevaplayarak, "Yanan yere gidiyoruz lan belki yardımcı olabiliriz" dedi.
Yangın yerine yaklaştıkça gerçekten yoğun bir saman kokusu geliyordu... Camları kapatmak zorunda kalmıştık... İtfaiyelerin geçişini zorlaştırmayacak yere park edip indik.
Yangın iki evi etkisi altına almış ama korktuğum olmamıştı, sadece dumandan bir inek etkilenmişti. Bende hemen onunla ilgilendim...İneği muayene edip iyi olduğundan emin olunca, başka yapılacak bir şey olup olmadığına baktık. İtfaiye görevlilerinin buradan uzaklaşın uyarısı ile, "Dönebiliriz" dedim...
Arabaya bindik; Bir süre sessiz yolculuk yaptıktan sonra Furkan, teybi açıp arkaya "istek varmı?" diye sorunca arkadakiler "Farketmeeezz!" diye bağırdı. Furkan'da en son çalana dokunmayıp sesini açtı...
... Bu zamana kadar hiç hissetmediğim bir kıpırtının harekete geçmesine engel olmak isteyen hortlak Cansu'yla içten içe kavga ederken, ortada oturan Enes: koltuklardan destek alarak zıpır çocuklar gibi kendini öne doğru getirip, "Bu ekip güzel oldu sanki haaa?! Ne dersiniz, ben bayıldım." deyince Furkan eliyle kafasını geri itip, "Oldu canım başka, bende öyle diyordum." deyip devam etti.
"Cansu'yla adaya düşsem yanıma almayacağım üçlüsünüz lan." deyince Enes, "Ya tek düşersen?" diye sordu.
Dikiz aynasından bakarak, "Orası belli oğlum, sandal gemi ne olursa yapar karaya varmaya çalışırdım!" dediğinde Taner Enes'in omzuna başını dayayıp, "Karaya mı karıya mı" deyip ben dahil arabada herkesi güldürmüştü...
... Yarım saat sonra çay bahçesine geldiğimizde halay çekenleri görüp onlara eşlik etmek için yaramaz üçlü hızlı adımlarla yürümeye başladı. Furkan ve ben masaya gelip yan yana oturduk...
Furkan garsona işaret ederek servis açmasını söyledi. Gelen; tavuklu pilav, salata ve ayranı yedikten sonra Furkan aynı yeri işaret ederek beni masadan kaldırdı.
Yangına bakıyormuş gibi davrandıktan sonra bana yaklaştı, Bir saat önce ki söylediğimin cevabını vererek, "Evet, iki sene önce de aynı böyle bir an yaşamıştık!" deyip, avcu kapalı olan kolunu bana uzatıp, elini açtı...
Furkan'ın avcunda tor top olmuş bir tane bileklik duruyordu. "Türkân'ın söylediği bileklik bu olmalı" diye düşündüm. İki sene önceki konuşmayı kasdederek, "Bu da gümüş değil mi?" dedim.
Furkan'da önce ki yaptığımı vurgulayarak, "Kuyumcuya götürüp baktırmayacaksan evet!" dedi.
"Hayır, kuyumcuya götürmeyeceğim gibi gümüş diye de kimseyle iddiaya girmeyeceğim!" dedim salaklığımı düşünerek
"Sonra adım altınla gümüşü ayırt edemeyen "saf"a çıkıyor." deyip sustum
"Sende o zaman altına benzetmiştin ama!" diyerek beni bana ezdirmemeye çalıştı. "Bence sen bana o zamanlar çok güveniyordun gümüş dedim diye inandın."
"İtiraf edeyim mi?" dedim gülerek, "Bu safta altının ne işi var diye düşündüm."
"Neden takmıyorsun peki?"
"Altın olduğunu öğrendiğim günden beri sana geri vereceğim için takmak istemedim."
"Ben onu geri almayacağım biliyorsun değil mi? Tıpkı bunu koluna takıp almayacağım gibi."
"İki sene önce gelmeseydim o kolye ne olacaktı?"
"Bu bileklik gibi iki yıl kutuda bekleyip hangi doğum gününe kısmetim acaba diye düşünüp üzülecekti."
"N.Nasıl yaa, o kolye doğum günü hediyesi mi?"
"Evet, bunun gibi. Artık müsade et de şunu sahibiyle buluşturayım, garibimin boynu bükük kaldı burada!"
Arkama bakıp bize bakan var mı diye baktım. Türkân ve Nalân'ın sırtları dönük masada oturduklarını görünce Furkan'a dönüp, "O akşam ki gibi olsa, takmasam?" deyince Furkan elimi tutup bilekliği takarken, "O akşam saçlarım istediğin gibi değildi bu biirr, kolyeyi takarak seni zor durumda bırakmak istemedim ikiii, nedenini bilmeden hislerimi reddetmenden korktum buda üç."
"Bunu da mı geline takacaktın da son anda caydın."
"Yooo caymadım. Geline, yani ileride inşaallah olacak gelinime takıyorum."
Furkan'ın, bilekliği taktıktan sonra Kaan'a bakıp parmaklarıyla saçlarını taraması dikkatimden kaçmamıştı.
"N.Nee? Furkann! Ne oluyor, ne planladınız?!"
"O gece olanlar bu kadarla mı sınırlıydı?"
Dikkatimi üçlüye vererek neler yapacaklarına baktım. Furkan'ın saçlarını taramasıyla başlayan operasyonu merakla izliyordum.
Kaan, müzisyenlerin oradan slow bir şarkı açtığında Taner ve Enes aynı zamanda harekete geçerek kızların yanına doğru yürüdü, Enes Türkân'ın, Taner ise Nalân'ın tarafına doğru yürüyordu.
Onları izlerken, saçlarımı parmaklarımla tarayıp bir çırpıda yana doğru attıktan sonra elimle yön verirken, Furkan'ın hamlesinin ne olacağını kafamda kestirmeye başlamış gibi gülümsüyordum. Tahmin ettiği gibi Taner, Türkân'ı, Enes'te Nalân'ı dansa kaldırmıştı...
~~~~~~•... Gençlerin dansa kaldırdığı kızlarda durumun farkına varmış kavalyelerine ciddiyetsiz bir şekilde kızıyorlardı. Türkân; Enes'le, Nalân'a yaklaşarak, "Kız şunlara bak, bizi nasıl da tufaya düşürdüler." deyince Nalân halinden şikayet etmeyerek, "Her tufaya düşüren böyle düşürse canım, ben memnunum valla." dedi... ~~~~~~•