Mesut, kalbi deli gibi çarparak dar sokaklardan koşarak geçti. Evin yolunu nefes nefese adımlarken zihni karmakarışıktı. Halit Ağa’nın gözlerindeki öfkeyi, dükkândaki çatışmayı ve silah sesini hatırladıkça içini ölümcül bir korku kapladı.
Onları bulmuştu.
Yaser ve bebekler… Hepsi tehlikedeydi.
Taş evin kapısına vardığında eli titreyerek kapıyı açtı. Yaser, içeride bebekleriyle ilgileniyordu. Onun yüzündeki huzurlu ifadeyi gördüğünde içi burkuldu. Bu mutluluk uzun sürmeyecekti.
Yaser, Mesut’un soluk soluğa içeri girdiğini görünce hemen yerinden kalktı.
— Ne oldu Mesut? Neden böyle telaşlısın?
Mesut, yutkunarak gözlerini ona kaldırdı.
— Yaser… Abim bizi buldu.
Yaser’in elindeki bez yere düştü. Gözleri korkuyla büyüdü.
— Ne… Ne diyorsun?
— Dükkâna geldi. Silah doğrulttu bana, çocuklardan bile haberi var. Kaçmamız lazım, hemen.
Yaser, gözleri dolu dolu bebeklerine baktı. Küçücük, masum Sinan ve Simya, hiçbir şeyden habersiz beşiklerinde uyuyorlardı.
— Ama… Nereye gideriz? Bizi her yerde bulur!
— Hiç fark etmez! Burada kalamayız!
Mesut’un sesi kararlı ama panikle doluydu. İçinde kötü bir his vardı, sanki zamanları tükeniyordu.
Tam Yaser, bebekleri kucağına almak için eğildiği sırada…
Kapı sert bir darbeyle kırıldı. Ağır tahta parçaları yere savrulurken toz bulutu yükseldi.
Yaser, çığlık attı ve hızla Sinan ile Simya’yı kucağına alarak odanın köşesine çekildi. Kalbi boğazına tırmanmıştı.
İçeri giren adam, Halit Ağaydı. Bu sefer iki adamıyla birlikte gelmişti Karanlık bakışları evin her köşesini taradı ve sonra Mesut’un üzerine çevrildi.
— Kaçabileceğini mi sandın, Mesut?
Mesut, Yaser ve çocukların önüne geçerek kollarını iki yana açtı.
— Abi, yapma!
Halit Ağa’nın yüzü taş gibi sertti. Dudakları kıpırdamadı, ama gözlerindeki ateş sönmek bilmiyordu. Yanındaki adamlar bir adım öne çıktı.
— Bu utancı temizlemenin vakti geldi.
Yaser’in gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Çocuklarını daha da sıkı sardı. Mesut, bir çıkış yolu arıyordu ama ev küçüktü, tek kapı zaten kırılmıştı. Pencereler küçüktü, kaçmaları mümkün değildi.
Halit Ağa silahını çıkardı. Namlunun soğuk çeliği, Mesut’un göğsüne doğrultuldu.
— Önce seni, sonra o soysuz kadını, sonra da o çocukları
Mesut’un kanı dondu. Gözlerini kısarak Halit Ağa’nın gözlerinin içine baktı.
— Onlar masum. Onlar çocuk! Kendi kanını bile bile öldürecek kadar gözün dönmüş mü senin?!
Halit Ağa, elindeki silahı tutarken bir an tereddüt etti. İlk karısından bir türlü çocuğu olmuyordu. İkinci eşini alması yakındı. Ama ya ondan da çocuğu olmazsa? O zaman değil aşiretin başına geçmek utançtan sokağa bile çıkamazdı.
O an bakışları Yaser’in kucağındaki bebeklere yöneldi. Biri mavi biri pembe olan kudakta, iki minik bebek vardı. Aklına gelen fikirle sinsice gülümsedi.
— Tek bir çıkış yolun var, Mesut!
Bir adım daha attı. Mesut, nefesini tuttu. Onun ne diyeceğini bekliyordu.
Halit elindeki tabancayla Yaser’in kucağındaki oğlanı işaret ederek,
--Oğlanı bana verirsen, sizin canınızı bağışlarım
Halit ağanın bakışları ve sesi tehdit dolu tonunu hiç kaybetmemisti.
Mesut, ona öfkeyle bakarak, sahiplenici bir tavırla konuştu.
--Asla olmaz, o benim canımdan bir parça
Halit Ağa, umursamaz bir tavırla silahı Yaser’e doğrulttu.
--Peki, o zaman Mesut, söyle bakalım önce seni mi öldüreyim yoksa biricik karını mı?
Tabancanın namlusunu Yaser’den Mesut'a çevirirken tetiği çekmek için hazırlandı.
Yaser, titreyen sesiyle öne çıkarak yalvardı:
— Ne olur… Ne olur yapma. Mesut’u öldürme!
Ama Halit Ağa’nın gözleri hiçbir merhamet göstermedi. Parmağı tetiğe giderken, Mesut, oğlunu vermektense de kaderine razı bir şekilde ölmeyi bekliyordu.