Şöhret, yazın ılık bir başka gecesinde yine evden sessizce çıktı. Babası, her zamanki gibi köy kahvesinde vakit geçiriyordu. Kardeşleri çoktan uyumuştu, evin karanlık ve sessiz hali ona kaçıp kendi dünyasına sığınmak için fırsat tanıyordu. Ay, dolunayın parlaklığıyla köyün her köşesini gümüş bir ışıkla doldurmuştu. Tepedeki ceviz ağacı, Şöhret’in sığınağı olmuştu ve bu gece de orada hayallere dalıp rahatlamak tek isteğiydi.
Adımlarına dikkat ederek dar patikadan yukarı doğru süzüldü. Toprak yumuşak ve serindi, rüzgar saçlarının arasından geçerken ona hafif bir ürperti verdi. Ağaca vardığında derin bir nefes alarak dizlerinin üzerine oturdu. Gökyüzü yıldızlarla doluydu, ay ise ağaç dallarının arasından ışıldıyordu. Şöhret, başını gökyüzüne çevirip bir süre sessizce yıldızları izledi.
Düşünceleri ona oyun oynarcasına dönüp dolaşıp Komutan Murat’a geliyordu. Onun sert ve güçlü duruşu, diğer erkeklerden tamamen farklıydı. Üniversitedeki erkeklerin güvensiz ve çoğu zaman sahte kibirle dolu tavırlarıyla kıyaslandığında, Murat’ın kendiliğinden gelen kararlılığı ve özgüvenli duruşu, Şöhret’i her geçen gün daha çok etkiliyordu. Kafasında onu idealize ediyor, ama bir yandan da bu duygulardan korkuyordu.
Şöhret, kendi kendine mırıldandı: “O kadar uzak ve ulaşılmaz ki... Ama yine de...” Gözlerini kapatıp hayallere daldı. Hayalinde, Murat ona yaklaşıyor, aynı rüyalarındaki gibi elini uzatıyordu. Onunla konuşuyor, belki de yıldızların altında böyle bir geceyi paylaşıyorlardı. Tam bu düşüncelere dalmışken, birden sert bir ses duyuldu.
“Kim var orada?!”
Komutan Murat o gece de gene vakit öldürmek için etrafta dolaşıyordu. Gördüğü rüyalar onun için çok tehlikeydi. Bu yüzden hem vakit geçsin hem de aklı dağılsın diye ormana doğru yürüyüşe çıkmıştı. Hergün buralarda dolaşmasına rağmen hergün yeni yerler keşfediyordu. Bu el değmemiş doğa onu mutlu eden ve aklını oyalayan tek şeydi.
Yürürken askeriyeden oldukça uzaklaştığını fark etti. Koca karakol uzakta ufacık bir karaltı gibi duruyordu. Geri dönmeye karar vermişti ki ilerdeki tepede bir karartı dikkatini çekti. Eli istemsizce belindeki tabancasına gitti. Bu akşam vaktinde askeriyenin bu kadar yakınında kimin ne işi olabilirdi ki?
Tüm dikkattini sessiz olmaya vererek parmak ucunda ilerledi. Bir yandan da eli hala tabancasının kabzasındaydı. Mevsim yaz olmasına rağmen hiçbir kuru dala basmadan, ağaçların arkasında dolanarak karaltıya yaklaştı. Yaklaştıkça eğer karşısındaki bir teröristse oldukça ufak tefek olduğunu düşündü. Kolayca alt edebilirdi. Kaldı ki Murat çok daha vahşi kavgalarda kendisinden kat kat büyük insanları yere sermiş bir adamdı. Gücüne ve çevikliğine güveni tamdı. Aralarında bir iki metre kalana dek karaltıya yaklaştı ve seslendi.
“Kim var orada?!”
Şöhret irkilerek yerinden sıçradı. Gözleri karanlığa alışmaya çalışırken, ağaçların arasından ağır adımlarla gelen uzun boylu iri bir gölge belirdi. Bir terörist miydi yoksa? Şöhret, birkaç saniye ne olduğunu anlayamadı. Kalbi hızla çarparken hem korkmuş hem de heyecanlanmıştı. Karşısında beliren kişinin kim olduğunu anlaması birkaç saniyesini aldı.
“Komutan Murat?” diye sordu, sesi hem şaşkın hem de tedirgindi.
Komutan Murat, bir eli halen silahının kabzasında sert ve kararlı bir ifadeyle ona bakıyordu. “Ne yapıyorsun burada? Seni terörist sandım,” dedi, sesi derin ve otoriterdi. Ancak kızın yüzünü ay ışığında daha net gördüğünde, ifadesi yumuşadı.
Şöhret, kalbinin hızla çarptığını hissetti ama kendini toparladı. Başını dik tutarak, hafif alaycı bir ifadeyle konuştu: “Terörist mi? Dolunayda yıldızları izleyen bir terörist mi?”
Murat, bu cevap karşısında istemsizce gülümsedi. Kızın zekası ve kendine olan güveni hoşuna gitmişti. Ama yüzündeki ifade hemen eski ciddiyetine döndü. “Gece yarısı burada ne işin var? Köyden bu kadar uzakta?” diye sordu.
Şöhret, omuzlarını silkti. “Bazen düşünmek için buraya gelirim. Bazen de yıldızları ve dolunayı seyretmek için” dedi. “Ama asıl soru şu: Komutanım, siz neden burada dolaşıyordunuz?" Murat, bir anlığına ne diyeceğini bilemedi. Kızın onun aklını okuduğunu düşünüp irkildi. Gerçekten burada ne işi vardı? "Volta atıyordum diyelim." dedi soğukkanlı bir ses tonuyla.
Komutan elini cebine atıp bir sigara çıkardı. Sigarayı yakıp içine kocaman bir duman çekerken kızın sandığından çok daha farklı, zeki, kültürlü ve bilgili olduğunu fark etti. Sıradan bir köylü kızı değildi.
Bir süre sustular. İkisi de kendi içlerinde kendi düşüncelerine dalmıştı. Şöhret, komutanı ilk kez bu kadar yakından görmenin verdiği şokla gizlice onu inceliyor, inceledikçe de içinde bir şeyler daha sıcak ve daha yakıcı bir şekilde büyüyordu.
Komutansa kimsenin onları görmediği şu anda kızla biraz sohbet etmeye karar vermişti. Sohbeti normalleştirmek adına "Ben Murat" dedi. "Senin adın ne?" Ne zamandır hayallerinde dolaşan bu genç kızın adını öğrenmek istiyordu. Şöhret ise komutanın adını zaten biliyordu. Fakat duruma uygun davranmak için "Ben de Şöhret. Şöhret Öztürk" dedi ve ekledi. "Memnun oldum". Kızın güzel Türkçesi ve özgüvenli tonlaması onu şaşırtmıştı. Yaşadığı bu şaşkınlık hoşuna gitti ve sohbeti devam ettirmek için sordu:
"Hep gelir misin buralara?"
"Bazen. " dedi biraz duraksayıp devam etti. "Annem... Annem öldükten sonra sık sık gelir oldum." dedi Şöhret.
"Başın sağ olsun." dedi komutan.
Komutan sigarasını söndürürken, aralarında tekrar bir sessizlik başladı. İkisi de birbirinin gözlerine bakmaktan çekiniyordu. Murat kızın gözlerinin ruhunu okuduğunu hissetmişti. Bu daha önceden hiç yaşamadığı farklı bir histi. Şöhretse onun bakışları altında her ne kadar güçlü durmaya çalışsa da giderek eridiğini... Az ötede bi guguk kuşu ötene kadar sessizlik devam etti.
Komutan derin bir nefes alarak ağır adımlarla Şöhret'e doğru yaklaştı ve Şöhret’in oturduğu yere işaret etti. “Biraz kay, ben de oturayım. Madem yıldızları izliyorsun, sana bazılarını öğreteyim.”dedi. Murat onun yanına -mesafeli bir şekilde oturmaya dikkat ederek- oturdu. Murat, yere otururken gömleğinin kollarını katlayıp kıvırdı. Bu kaslı kollarını ay ışığında daha da belirginleştiriyor, varlığı Şöhret’in kalp atışlarını hızlandırıyordu. Murat, gökyüzüne bakarak yıldızları göstermeye başladı. “Bak şuraya,” dedi, eliyle bir noktayı işaret ederek. “O Büyük Ayı takımyıldızı. Şu ilerideki ise Küçük Ayı. Ve oradaki, parlak olan, kutup yıldızı.”
Şöhret, hayranlıkla onu dinliyordu. Gökyüzüne baktı ama komutanın gösterdiği yıldızları seçemedi. O gökyüzüne dalmışken komutan onun zarif yüz hatlarını, beyaz tenini, küçücük burnunu, ufak ama biçimli yüzünü doyasıya seyretti.
Bir süre sonra gülerek "Hala bulamadın mı?" dedi.
Şöhret kızmış gibi kaşlarını çatarak "Milyonlarca yıldız var." diye cevap verdi.
Murat kendini tutamayarak oturduğu yerde gülmeye başladı. Uzun zamandır hiçbirşeye böyle gülmemişti.
"Sakın ormanda kaybolayım deme" dedi ve devam etti, "Kolay kolay yolunu bulamazsın."
Şöhret gökyüzüne bakmaktan vazgeçerek
"Neredeymiş siz gösterin o zaman." dedi sinirle. Komutan eliyle gökyüzündeki yıldızları hayali bir çizgiyle birleştirerek bir şekil oluşturdu ama Şöhret komutanla arasındaki mesafeden hiçbirşey anlamamıştı. Ani bir hareketle yerinde kayarak komutanın dibine oturdu. Bacakları birbirine değiyordu.
"Tekrar göster"dedi Şöhret. Dikkati hala gökyüzdeydi. Çocukken de böyleydi. Birşey dikkatini çektiğinde o işi tamamen anlayana dek bırakmazdı. Zaten bu sayede üniversitede hukuk fakültesini kazanacak kadar yüksek bir puan alabilmişti.
Komutan bu beklenmedik yakınlıktan rahatsız olarak eliyle aceleci bir biçimde tekrar, aynı şekli gösterdi. Şöhret ise hala anlayamamıştı. Kafasını onun kafasına iyice yaklaşıtırıp elini yıldızlara doğru uzattı:
"Benim elimle göster." dedi
Komutan çekingen bir tavırla güçlü eliyle onun incecik ve beyaz elini tuttu. İşaret parmağıyla tekrar tüm yıldızları tek tek işaret edip birleştirirken kalbinin hızlandığını hissetti. Kendi kendine saçmala dese de Şöhret'in saçlarından yükselen baygın çiçek kokuları burnuna geliyor, karanlığın verdiği gizlilik ve güven içinde fırtınalar kopmasına neden oluyordu.
Şöhret ise tüm bunlardan habersiz nihayet yıldızları bulmanın ve öğrenmenin sevinciyle kendi başına aynı şekli tekrar çizdi. Çizmeyi bitirip dünyaya döndüğünde ise komutanla ne kadar yakın oturduğunu fark etti. İçinden bir an kalkmalıyım diye geçirse de çoktan oturmuş olmanın verdiği güvenle oturmaya devam etti.
Yaz melteminin hafifçe her esişinde komutandan gelen tıraş losyonu ve erkeksi koku onu mest ediyordu. Bir an derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Gerçek olmayacak hayallerin kucağındaydı. O kokuyu beynine kazımak istedi. Elinde olsa o nefesi ömrü boyunca vermez, içinde tutardı. Nefesini yavaşça verirken kafasını komutana çevirdi. Sohbete devam etmek için safça bir sesle, yıldızların büyüsüne de kapılarak “Bütün bunları nereden biliyorsunuz?” diye sordu.
Murat, hafifçe gülümsedi. “Askerde dağlarda uzun geceler geçiriyoruz. Gökyüzü, bazen tek arkadaşımız oluyor,” dedi. Ay ışığı onun erkeksi yüzüne ayrı bir hava katıyordu.
Murat, Şöhret’in ay ışığında aydınlanan yüzüne baktığında, profili ona hayal edemeyeceği kadar güzel geldi. Bir peri kızı gibiydi. Yüzündeki saflık ve masumiyet, bir genç kızın güzelliğiyle birleşmişti. Ancak tam bu hislere kapılacak gibi olduğunda, içinden bir öfke kabardı. Kendine kızdı. *“Ne yapıyorum ben?!”*
Birden yerinden kalktı ve sert bir tonla, “Hadi, evine git. Artık geç oldu.” dedi.
Şöhret, onun ani sertliği karşısında biraz şaşırsa bozulduğunu belli etmedi. Hafif bir tebessümle ayağa kalktı. “Gelecekte yine buraya gelebilirim. Belki yine karşılaşırız,” dedi ve komutanın yüzüne kısa bir bakış attı.
Murat, ne diyeceğini bilemedi. Ona gelmemesini söyleyecekken genç kız, onun cevap vermesine fırsat vermeden hızla yokuştan aşağı inmeye başladı. Birkaç adım sonra durup arkasını döndü veona gülümseyerek, iyi geceler dercesine baktı; ardından hızla karanlığın içine kayboldu.
Murat, bir süre olduğu yerde kalakaldı. Genç kızın cesareti, zekası ve doğallığı karşısında hayranlığını bastırmaya çalışıyordu. İçindeki karmaşa, onu yakından görmesi ve sohbet etmesiyle daha da büyümüştü. Artık sadece dış görünüşünün değil kişiliğinin de oldukça çekici olduğunu düşünüyordu. Kendine ve yaşadığı bu duygulara sinirlenerek botuyla yerdeki toprağa sert bir tekme savurdu. Tozlar havada savrulurken ay ışığında parlayan gökyüzüne baktı ve derin bir nefes alarak oradan uzaklaştı.