İşinin bitmesini beklerken yaklaşık on bardak çay içtim. Kızlar bana hala vazgeçerim umuduyla baksa da, niyetim yoktu vazgeçmeye. Yüzündeki o şişlik ve morluk sürekli aklımı kurcalıyordu. Ya kavgaya karışmıştı ya da ailesinden şiddet görüyordu. Belki de babası onu zorla çalıştırıyordu ve az para kazandığı için de dövmüştü. Bunları düşününce “Ay!” diye inledin sıkıntıyla.
“Bence de ay İnci!” dedi Işıl sanki bir ses çıkarmamı bekliyormuş gibi.
“Ne oldu ya?” deyince daha da sinirlendi.
“Kaç saattir oturuyoruz burada kızım! Gitmeye niyeti yok bu çocuğun baksana. Ya gidelim Allah aşkına, ben korkuyorum. Saat geç oldu bak İnci,” demesine hiç aldırış etmedim.
“Gitmiyorum, takip edip ne olduğunu öğreneceğim. Bu çocuk en yaşıyor bilmem lazım”
“Neden bilmen lazım? Niye taktın bu kadar sen anlamıyorum ki! El alemin çocuğu için gecenin bir vakti dedektifçilik oynamak nedir yani?”
“Merak ediyorum Işıl!”
“Ya İnci, merak ediyorsun anladık da neden ama? Başkasını bu kadar merak etmiyorsun da neden Gökhan? Bir anlat nedenini, ne olup bitiyor içinde biz de bilelim”
“Ben bilmiyorum ki size anlatayım. Kendimi kontrol edemiyorum Işıl. Merak ediyorum işte. Onu öyle görünce içimden bir şey koptu sandım, canım acıdı. Âşık mıyım bilmiyorum ama öyle işte, merak ediyorum” dedim ve sustum.
“Tamam, Allah’ın cezası tamam! Gidip bakalım ne olduğuna ama bak bir daha böyle gece yarısı peşine takılmak yok. Tamam mı?” deyip beni yalnız bırakmayacağını söyleyince o kadar mutlu oldum ki, hemen sarıldım ona.
“Söz veriyorum bir daha böyle bir şey yapmayacağız. Ama şimdi ne olduğunu öğrenmek istiyorum” dedim bir yandan da. Işıl’ın bana cevap vermesine müsaade etmeyen cümle Tuğba’dan geldi.
“Toplanıyor kızlar!” deyince, Gökhan’ın tezgâhına baktık, toparlanıyordu gerçekten de. Hemen hesabı ödedik. Zaten kafenin sahibi de artık gidelim diye gözümüzün içine bakıyordu. Biz kalkınca adam da sevindi.
Gökhan hareketlenince, biz de arkasına takıldık. Yaklaşık on beş dakika takip ettikten sonra bir sokağa girdi. Biraz bekleyip biz de peşinden girdik ama görünürde yoktu. Sokak çok uzundu ama Gökhan’ı göremiyordum. Biraz hızlandım, kızlar da benimle beraber hızlandı ve sokağın içine doğru girdik. Hala görünmüyordu ortalarda. Bir anda moralim alt üst oldu onu kaybettiğimiz için.
“Kaybettik!” dedim kızarak. Kızlardan ses çıkmıyordu, ne yapacağımı kestiremedikleri için bekliyorlardı.
“Biraz daha bakalım,” diye hareketlendiğim anda
“Neye bakacaksın?” diyen bir ses duydum. Arkamı dönüp bakınca, Gökhan’ın elleri belinde bize baktığını görmemle şok geçirmem bir oldu. Cevap veremedik tabii ki hiçbirimiz. Bizden ses çıkmayınca Gökhan yakınlaştı ve karşımıza dikildi.
“Sana sorum İnci, neye bakacaksın?” deyince başımı kaldırdım. Paniklediğimi belli etmemem gerekiyordu.
“Bir arkadaşımızın evini arıyoruz, onu bulamadık da,” deyince kaşları daha çok çatıldı.
“Kimmiş bu arkadaş?” dedi imalı bir tonda
“Sen tanımazsın”
“Demek ben tanımam! Adı Gökhan olabilir mi?” deyince dikleştirdim başımı.
“Ne alakası var? Gökhan değil bir kere,” dedim ama yüzündeki ciddiyet yüzünden yalan söylemekte zorlanıyordum.
“Ben aptal mıyım sence?” dedi bir adım daha atarak. Mesafe iyice kapanmıştı aramızda. Kızlar arkamda durmuş, ses çıkarmadan bekliyorlardı. Ben cevap veremeden o konuşmayı sürdürdü.
“Yanıma geldikten sonra gidip karşıda oturdunuz onca saat. Sonra da peşime takıldınız. Bunları anlamayacak kadar aptal olduğumu mu sandın? Gerçi o kadar dikkatsizsin ki, aptal biri bile anlardı peşinden gittiğini,”
“Senin peşinden falan gelmedik biz,” dedim ama ses tonum o kadar düşüktü ki, bu tonla onu inandırmam mümkün değildi.
“İnci lütfen,” dedi ve yavaşça, daha önce sıktığı koluma girdi. “Hadi, bir taksi bulalım da evinize gidin” dedi ve beni de yanına katarak yürümeye başladı. Kızlar sanki orada yok gibi, ses çıkarmıyorlardı. İtiraz edemedim, sessizce yürüdüm onunla birlikte. Kolumdan elini kaçacakmışım gibi hiç çekmeden caddeye kadar yürüttü beni. Yol kenarında durunca elini çekti. Bir şey demiyordu, ben de sesimi çıkartamıyordum bir türlü. Rezil olduğumdan çok, ona ne olduğunu öğrenemediğime üzülüyordum.
Biraz bekledikten sonra bir taksi göründü. Gökhan hemen onu durdurdu, bizi bindirdi ve taksiciye evlerimize gideceğimizi söyleyip kapıyı kapadı. Taksi hareketlenince arkama baktım, o da bize bakıyordu. Önüme döndüm ve yolu izlemeye koyuldum. Kızların da benim de sesimiz çıkmıyordu. Sanki çok korkunç bir şey yaparken yakalanmışız gibi, sessizce evlerimize gitmeyi bekliyorduk.
Sırayla evlere uğradık ve en son ben indim. Taksinin benim payıma düşen kısmını ödeyip indim ve kapıya gelip anahtarlarımla açtım. Yavaş adımlarla ilerlerken salonun ışığı yanınca korktum. Babam karşıma dikilince daha da tedirgin oldum.
“Merhaba babacım,” dedim gülümsemeye çalışarak.
“Merhaba mı?” dedi babam oldukça gergin. Sesimi çıkarmadan devam etmesini bekledim.
“Saatten haberin var mı senin? Gece yarısı oldu! O telefonun neden kapalı senin? Aklım başımdan çıktı, neredeyse polise gidecektim! Az önce Tuğba’yla konuşmasam, şuan karakola gidiyor olacaktım! Kızım sen beni deli mi edeceksin?” deyince gözlerim doldu istemeden.
“Ağlayarak kurtulamazsın İnci!” demesine aldırmadan koşup ona sıkıca sarıldım. Kendimi çok kötü hissediyordum. Nedenini kendim bile anlayamamıştım ama çok kötü hissediyordum gerçekten. Babam önce durdu öylece ama sonra dayanamayıp sarıldı bana.
“Ne oldu kızım, neden böyle davranıyorsun?” derken sesindeki öfke endişeye dönmüştü.
“Bir şey olmadı baba, sadece kendimi kötü hissediyorum,” dedim ama hıçkırarak ağladığım için babama yetmemişti bu cevabım.
“Kızım korkutma beni, başıma bir şey mi geldi? Biri bir şey mi yaptı? İnci, neler oluyor kızım?”
“Gerçekten bir şey olmadı baba, kimse bir şey yapmadı. Sadece içimden ağlamak geliyor,” deyince derin bir nefes aldı önce, sonra da:
“Gel, yüzünü yıkayalım” deyip beni lavaboya götürdü. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra odama çıktık. Yatağıma uzanıp beni de yanına yatırdı. Göğsüne yaslanınca da saçlarımla oynamaya başladı.
“Anlat bakalım, nedir sana kendini kötü hissettiren,” diye sordu. Ona anlatmak bana iyi gelecekti, bunu çok içten hissediyordum. Hem belki de benim çözemediğim şeyleri babam bana anlatır diye düşündüm.
“Babacım, neden böyle olduğumu ben de bilmiyorum” deyince kıkırdadığını hissettim.
“Biraz detay verirsen belki ne olduğunu beraber bulabiliriz”
“Nereden başlayacağımı bilmiyorum ki”
“O zaman şöyle yapalım, ben sana sorular sorayım sen de yanıtla”
“Tamam,”
“Kalbini biri mi kırdı senin?”
“Tam olarak öyle diyemeyiz. Ama üzüldüğüm bir şey var”
“Nedir o?”
“Bir arkadaşımın başına bir şey geldi. Ben merak ediyorum ne olduğunu ama anlatmıyor bana”
“Nasıl bir şey arkadaşının başına gelen?”
“Şiddet” dediğimde babam gerildi,
“Ne demek şiddet? Nasıl yani?”
“Şey, Gökhan var ya baba, hani benim ayağımı sakatlamıştı”
“Evet, köfte satan arkadaşın”
“İşte o… Sen bana kızıp benimle konuşmadığın zamanlarda, o bana çok destek olmuştu, hep yanımda olmuştu”
“Çok güzel bir davranış”
“İşte biz seninle barışınca, ben de ona söyledim yani mesaj gönderdim. O da bana ‘İnci sonra’ diye cevap verdi. Ne olduğunu anlamadım ama işte müsait değildir diye düşündüm. Sonra okula gelmedi”
“Allah Allah,”
“Ben de merak edip okul çıkışı onun tezgâhının olduğu yere gittim”
“Orada mıydı?”
“Evet, oradaydı. Yanına gittik kızlarla, yüzüme bakmadı önce. Sonra bir baktım ki yüzü şişmiş, morarmış”
“Ne diyorsun sen İnci? Ne olmuş, kim yapmış bunu ona?”
“Bilmiyorum babacım. Sordum ama söylemedi, hatta bana kızdı. Tersledi beni”
“Neden böyle bir şey yaptığını biliyor musun?”
“Bilmiyorum. Zaten bu yüzden üzülüyorum ya ben de. Bana bir iyi bir kötü davranıyor, anlayamıyorum. Ona ne olduğunu çok merak ediyorum ama beni uzakta tutuyor. Bu da beni üzüyor işte…” deyince babam bir süre cevap vermedi. Sonra beni göğsünden kaldırıp kendi de oturur pozisyona geçti. Ben de karşısında bağdaş kurdum. Gözlerimin içine bakıyordu babam.
“Gökhan’ı hastanede gördüğümde, aranızda garip bir enerji hissetmiştim. Sonra şu şaka kavgası için okula geldiğimde de aynısı oldu. Şimdi sana soracağım şeye içinde geldiği gibi cevap vermeni istiyorum, tamam mı kızım?”
“Tamam”
“Gökhan’a karşı ne hissediyorsun?” deyince şaşırdım. Hatta kalakaldım öylece. Babamla yakındık evet, ama böyle şeyleri konuşacak kadar değil. Ben cevap vermeyince babam anladı sanırım aklımdan geçeni ve konuşmaya başladı.
“Çekinmene gerek yok kızım. Ben senin babanım evet, ama sana hiç öyle katı bir baba olmadım biliyorsun. Sen artık büyüyorsun ve büyürken de bazı duygularla tanışman kaçınılmaz. Sana bunun için kızmam, korkmana gerek yok. Ama yapacağın bir yanlışı hissedersem de, elbette tutumum daha farklı olur. Şimdi anlat bakalım, ne hissediyorsun?” deyince gözlerim doldu yine.
“Bilmiyorum ki babacım. Onu merak ediyorum, ne olduğunu öğrenmek istiyorum”
“Başka?”
“Mesela bana kötü ya da uzak davrandığında kendimi çok kötü hissediyorum, buz dağına çarpmış gibi. Ama ona güveniyorum, bana kendimi iyi hissettiriyor. Ama korkuyorum ben”
“Neden korkuyorsun?”
“Adını bile bilmediğim bu duygulardan korkuyorum. Gökhan böyle kocaman duvarları olan biri, mesafeleri beni incitiyor. Üzülüyorum öyle olunca. Hep üzülmekten korkuyorum. Bana hep uzak, hep kötü davranmasından korkuyorum. Anlayabiliyor musun ne hissettiğimi baba?”
“Anlıyorum kızım. Benim küçük İnci’m âşık olmuş galiba,” deyince o kadar utandım ki, kıpkırmızı oldum bir anda.
“Utanmana gerek yok. Biz baba kız değil, arkadaşız şuan seninle. Bu odada konuşulan bu odada kalacak. Buradan çıktıktan sonra, normal hayatımıza yansımayacak. Ben şuan, sen kendi içinde kaybolduğun için sana ışık tutmaya çalışıyorum. İstediğim tek şey senin mutlu olman, buna engel olan şeyi çözmeye çalışıyorum sadece…” dedi ve uzanıp alnımdan öptü. Bir süre öyle sessizce durduktan sonra dayanamadım.
“Baba” dedim garip bir rahatlıkla.
“Efendim yavrum?”
“Dünyada senin gibi bir baba olduğunu sanmıyorum. Aslında ben seninle böyle şeyler konuştuğumuza da inanamıyorum. Sen benim babamsın, bizim böyle şeyleri seninle konuşmamız doğru mu acaba?” deyince babam kendini tutamayıp güldü.
“Kime ve neye göre doğru olup olmadığına bakmak lazım. Mesela dedene söylesek, ikimizi de bastonuyla döver. Ama bence sakıncası yok. Ben babamla aramdaki mesafenin acısıyla büyüdüm. İlk âşık olduğumda ona anlatmak isterdim mesela. İlk terkedildiğimde bana ‘ileride bunları gülerek anacaksın’ diyenin babam olmasını isterdim. En stresli zamanlarımda, babamla yapacağım eğlenceli bir aktiviteyle toparlanmak isterdim. Ama işte eski insanlar böyle değil. Hangisi daha doğru onu da bilmiyorum ama benim baba olmaktan anladığım bu. Sen üzgünken sana arkadaş olabilmek, hata yaptığında sana doğru yolu göstermek, seni korumak, destek olmak benim babalığım. O yüzden de sorgulamıyorum, sen de sorgulama” deyip gülümsedi.
Hayran oldum babama, daha çok sevdim onu. Öyle ‘ben babayım’ deyip benimle arasına mesafe koymamıştı. Tıpkı Tuğba ve Işıl’ın yanında yaptığım gibi, içimi dökmüştüm ona. Babamsa, iki can arkadaşımın da yapamayacağı şeyi yapıp, bana ışık tutmuştu. Yol göstermişti…
Ben biraz rahatlayınca babam beni öpüp çıktı odadan. Ben de pijamalarımı giyip yatağıma girdim. Tam babamın söylediklerini düşünmeye başlamışken telefonumun mesaj sesi çaldı. Kızlardır diye aldım ve baktım ama onlar değildi, Gökhan’dı.
“Uyudun mu?” yazmıştı. Cevapladım hemen.
“Uyumadım” yazıp gönderdim. Utanıyordum ondan, ne söyleyeceğini de deli gibi merak ediyordum bir yandan da.
“Gece yarısı sokakta, benim peşimde ne arıyordun İnci?” diye gelen mesaja gerildim.
“Sana ne olduğunu merak ettim” yazıp gönderdim ben de.
“Bana ne olduğunu, beni takip ederek mi öğreneceğini düşündün?” yazmıştı azarlar gibi. Ama onunla tartışacak halim yoktu.
“Bilmiyorum Gökhan, ben sadece aklıma o an yatan şeyi yaptım” diye yanıtladım.
“İyi de bu kadar tehlikeli bir yol seçmek zorunda mıydın? Bir de arkadaşlarını peşinden sürüklemişsin. Ya başınıza bir şey gelseydi?” diye cevapladı beni. Gerçekten kızmış, hatta endişelenmiş gibiydi.
“Gelmedi ama” dedim, başka bir şey bulamadım yazacak çünkü.
“Ben fark ettiğim için gelmedi! O saatte o sokakların ne kadar tehlikeli olduğuyla ilgili fikrin var mı senin?”
“Tamam, haklısın. Düşünemedim işte,”
“Bence bu kadar düşüncesiz olmamalısın. Sana bir şey olsaydı ne olacaktı?”
“Haklısın dedim ya Gökhan, üstüme gelmesen…” derken artık bu sorgulamasından sıkılmıştım. Bırakmasını istiyorum bu tavrını ve bu cümleleri.
“Üstüne gelmek için söylemiyorum. Sadece söyle başına buyruk davranman doğru değil. Hele benim için…” diye yazdı. Biraz yumuşamıştı sanki. Kendimi saklamadım, içimden geleni yazdım.
“Seni öyle görünce çok üzüldüm. Ne olduğunu söyleseydin, ben de bunu yapmak zorunda kalmazdım”
“Bana ne olduğunu neden bu kadar önemsiyorsun?”
“Bu soruyu sormayan bir sen kalmıştın”
“Başkaları da mı sordu?”
“Arkadaşlarımı benimle birlikte gelmeye zorladığım için onlar da merak etti haliyle”
“Sen ne cevap verdin peki”
“Bilmiyorum dedim”
“Bilmiyor musun gerçekten?” diye ısrarla sorması şaşırtmıştı beni.
“Neden merak ediyorsun ki?”
“Ben de senin beni neden bu kadar önemsediğini bilmek istiyorum belki”
“Bunun cevabını ben de henüz bilmiyorum”
“Anladım. Cevabını bulduğunda bana da söylersin. Ama o zamana kadar lütfen kendini tehlikeye atacak şeyler yapma”
“O zaman sen de yüzüne ne olduğunu söyle”
“Şimdi olmaz”
“Neden?”
“Olmaz işte”
“Ne zaman söyleyeceksin peki?”
“Sen bulamadığın o cevabı bulduğunda… Hadi şimdi uyu, dinlen. İyi geceler” yazdı. Konuşmanın sonu gelmişti böylelikle.
“İyi geceler” yazıp gönderdim ve ısrar etmedim. Biliyordum söylemeyeceğini. Ama durum daha da karmaşık bir hal almıştı. Benim onu neden önemsediğimi merak etmesi bir yana, neler olduğunu anlatmak için benim cevabı bulmamı beklemesi daha da darmadağın etmişti aklımı. Babamın koyduğu teşhisi henüz ben kabullenememişken, ona söylemek doğru olmazdı. Önce kendim emin olmalıydım, sonrasında paylaşabileceğimden bile emin değildim. Netleşmesi gereken bir sürü şey vardı aklımda volta atan…
Bıraktım onları kendi haline ve her şeyi unutmanın en güzel yolunu seçtim, uykuyu…