Sabahın ilk ışıkları kasabayı usulca sararken, eski limandaki kulübenin içi hâlâ gerilim yüklüydü. Mehmet, Yusuf’un başında dikiliyor; Yusuf ise köşedeki eski tahta sandalyeye oturtulmuş, elleri arkadan bağlanmış şekilde bekliyordu. Yüzündeki yara izleri ve gözlerinin altındaki karanlık halkalar, sadece fiziksel yorgunluğu değil, içindeki nefretin yıpratıcı izlerini de taşıyordu. Kapı ağır bir gıcırtıyla açıldığında içeri ilk giren Kuzey oldu. Onu Elif ve Lara takip etti. Lara Yusuf’u görünce irkildi. “Tanıyor musun onu?” diye sordu Kuzey, gözlerini Lara’dan ayırmadan. Lara başını yavaşça salladı. “Hatırlıyorum… Birkaç yıl önce, kasabanın dışında çalışan bir adamdı. Babamla eski bir iş ilişkileri vardı. Ama sonra ortadan kayboldu.” Kuzey Yusuf’un karşısına geçti. “Konuşacaksın,” dedi.

