Lara sabah gözlerini açtığında başı ağrıyordu. Belki de gecenin ağırlığıydı o ağrı. Belki de Kuzey’in gözlerinden çıkamayan karanlığın ta kendisi.
Apartman dairesinde yaprak kımıldamıyordu. Hâlâ üzerindeki kırmızı ceketi çıkarmamıştı. Ayağa kalktığında, telefon ekranı titredi:
“Kuzey Arslan’ın adını bir daha yazarsan, ölmüş ablanı bir mezara koyar, canlı canlı seni de yanına gömeriz.”
Mesajın altında bir fotoğraf vardı.
Rana. Yaşayan. Ama zincirlenmiş gibi. Arka planda tanımadığı bir adamın silueti.
Lara, boğazına düğümlenen çığlığı bastırmaya çalıştı. Sırtı duvara dayandı, dizleri çözüldü. Fotoğrafı tekrar açtı. Gerçekti. Bu bir montaj değildi. Bu bir kabus da değildi. Ablası… gerçekten yaşıyordu.
Telefonu kenara fırlattı. Banyoya gitti. Yüzüne su çarptığında aynadaki yansımasında ilk defa korku gördü. Kendini güçlü sanmıştı. Sert, keskin, kararlı. Ama bir yılanın bakışı gibi, geceden kalma Kuzey’in sesi hâlâ kulağında yankılanıyordu:
“Yakarsam iz bırakmam.”
Şimdi o iz, içindeydi.
Buz gibi suyun altına girdi. Ceketiyle, kıyafetleriyle, sanki bütün pisliği, tehdidi, arzuyu üzerinden akıtmak ister gibi. Ama boşuna. Kuzey’in nefesi gibiydi; tenine işlemişti bir kere.
Telefon çaldı. Ekranda Ömer yazıyordu. Kuzey’in en yakın adamı. Gergin sesi yankılandı:
“Kuzey seni görmek istiyor. Şimdi. Yalnız gel.”
“Neden?”
“Çünkü şehir kan kokuyor, Lara. Ve senin parmak izlerin her yerde.”
---
Aynı Saat – Kuzey’in Malikanesi
Kuzey, geniş ofisinde camdan dışarı bakıyordu. Bahçedeki siyah arabalar, asker gibi dizilmişti. İçki içmiyordu bu sabah. Elinde sadece eski bir mektup vardı. Rana’nın yazdığı… on yıl önce.
Ömer içeri girdi.
“Geliyor.”
Kuzey başını salladı.
“Gözlerinde ne vardı dün gece?” diye sordu Kuzey.
“Korku… ve başka bir şey. Gölgelerin ortasında parlayan bir kıvılcım gibi.”
“Arzu mu?”
“Belki. Ya da intikam.”
Kuzey sessizce mektubu katladı, cebine koydu. Lara’yı öpmemişti dün gece. Ama dokunsa, muhtemelen her şey yanardı. Ve Kuzey, yanmayı seven adamlardandı.
---
Lara, malikanenin kapısından içeri girerken silahını çantasına yerleştirmişti. Bu sefer sadece soru sormaya değil, bir ihtimal gerekirse ölmeye geliyordu.
Kuzey onu kapıda karşıladı. Gözlerinde başka bir sertlik vardı. Soğuk, keskin, öldüren bir bakış.
“Ablanı kurtarmak istiyorsan, bana güvenmek zorundasın.”
“Sana mı güveneyim? Kadın kaçıran, şehir yöneten, insan öldüren bir adama mı?”
Kuzey bir adım yaklaştı. Lara’nın nefesi göğsünde titredi. Elini Lara'nın boynuna uzattı, ama sert değil… hissederek. Damarlarını okşar gibi.
“Ben bu şehirde çok kadının boynuna dokundum, Lara. Ama hiçbirinin sesi… senin sesin gibi aklımda yankılanmadı.”
“Ben ses değilim Kuzey. Ben kan gibi akarım. Ve akarsam, durmam.”
İşte o an, dudakları birbirine yaklaştı. Tehlikenin kıyısında bir nefes kaldı. Ama sonra Lara geri çekildi.
“Ablamı istiyorum. Ve bu oyunu senin kurallarına göre değil, benimkine göre oynayacağım.”
Kuzey gülümsedi.
“O zaman başlasın oyun. Ama unutma... bu masada kazanan olmak istersen, duygularını gömmek zorundasın.”
Lara arkasını dönmeden cevap verdi:
“Ben zaten yıllar önce gömdüm. Mezar taşının adı: Rana.”
---
Bu şehir, artık sadece karanlıkla değil, bir kadının öfkesiyle de yanacaktı.
---